Kemancı Özcan Ulucan ve kardeşi piyanist Birsen Ulucan sahnedeki beraberliklerinin 40’ıncı yılını resital albümüyle kutluyor. “Saga”dan sekiz yıl sonra pandemi koşullarında kaydettikleri ikinci albümlerinde Mozart, Debussy ve Strauss’un eserlerini seslendiriyorlar. Taze yorum arayışının zorlu bir uğraş olduğunu söyleyen Birsen Ulucan “Detaylar üzerine bizim kadar tartışmak pek çok yorumcuya zaman kaybı gelebilir. Yaşanan gerginliği gereksiz bulabilirler” diyor.
Birlikte ilk konserinizi hatırlıyor musunuz?
Ö.U – Bulgaristan’ın Şumen kentinde, ilk keman öğretmenlerim Zdravka ve Veselin Spirov çiftinin düzenlediği sınıf konseriydi… 8 yaşındaydım, Birsen ise 11. Yıl 1981 olmalı… Heyecanımı ve kardeşimle müzik yapmanın mutluluğunu içimde bir sıcaklık hissi olarak duymuştum.
40’ıncı yılınızı kutluyorsunuz yani…
Ö.U – Bunu ilk kez senin sorunla farkediyorum. Evet, 40 yıl olmuş…
Birsen Ulucan: Guildhall’daki hocam iki yıl birlikte çalmamızı yasaklamıştı
40 yılda ikiliniz hangi süreçlerden geçti, hangi gelişmeler bu yolculuğun kritik kilometre taşlarıydı
Ö.U – 1992’de İtalya’da R. Lipizer Keman Yarışması’nda ikili olarak “En İyi Beethoven Sonatı Yorumu” ödülünü kazandıktan bir yıl sonra Londra’ya, Guildhall Müzik Okulu’nda eğitime gittik. Birsen’in öğretmeninin talebiyle ikili çalışmalarımıza ara verdik. Buna rağmen Barbican Center’da, fuaye konserleri kapsamında resital yapmıştık. 1995’te yüksek lisans için Türkiye’ye dönüşüm de ortak çalışma koşullarımızı bir süre etkiledi. Yine de fırsatları değerlendirip aralıklarla konser verdik. 2000 yılında Joshua Epstein’la çalışmak üzere Almanya’da Saarland Müzik Yüksekokulu’na gittikten bir süre sonra Maxim Vengerov’la tanışmam ikilimiz açısından da önemli bir şansa dönüştü. Birsen, Almanya’ya geldi. Vengerov’un sınıfında eşlik görevini üstlendi. 2,5 yıllık bu süreçte Vengerov’la oda müziği de yaptık. Bu deneyim beraberliğimize, müzisyenliğimize önemli katkıda bulundu, derinlik kazandırdı. İkili olarak Almanya’da konserler verdik. Kendi solo ve orkestra eşlikli konserlerimizi de sürdürdük. 2008’de kardeşimiz Ayşen’le, 2014 sonrasında Ozan Tunca ile üçlü çalışmalar yaptık.
B.U – Orkestra ya da oda müziği toplulukları müzisyen açısından demokratik oluşumlar. Oysa solistlik iddia demektir. Gelişme sürecindeki genç müzikçiler kimi zaman iki ayrı ortamda aynı anda bulunmaktan dolayı sorun yaşayabilir. Türkiye’de dört yıl konser solistliği yaptıktan sonra eğitimimi sürdürmek üzere Londra’ya gitmiştim. Yeterince solistlik deneyimim yoktu, üstelik mezun olduğum konservatuvarda 19 yaşından itibaren ders vermeye başlamıştım. Guildhall Müzik Okulu’ndaki hocam Joan Havill, iki yıllığına oda müziği ve eşlik yapmamamı önermişti. “Solist kumaşın var, ona göre repertuvar oluşturmalıyız, bu koşullarda solist yanın ortaya çıkamayacak” demişti. Önerisine uymuştum. Özcan’la çocukluğumuzdan itibaren müzik yapmamız ikimiz açısından da önemli bir zenginlikti. Bununla birlikte ikilinin, oda müziği çalışmalarımızın düzeyinin yükselebilmesi açısından herbirimizin müzisyen kişiliğini geliştirmesi gerekiyordu…
Özcan Ulucan: Birbirimizi eleştirmekten çekinmeyiz
Kişilik farklarınızı çatışma unsuru olmaktan çıkarıp zenginliğe dönüştürmeyi hangi aşamada, nasıl başardınız?
Ö.U – Bir öğretmenimiz “Müzik, çalmaktan öte, bir dinleme sanatıdır” demişti. Yorumcunun yalnızca kendini değil, çevresindeki tüm sesleri duyup değerlendirdikten sonra sesini bütüne yerleştirmesi gerekir. Birsen’le çalışırken notalarla yetinmeyiz. Tüm kültürel birikimimizi masaya koyarız. Seslendirdiğimiz eseri derinlemesine kavramamızı, arzu ettiğimiz yoruma ulaşmamızı sağlayacak edebiyat, resim ve diğer sanat dallarından eserleri de konuşuruz. Kendimizden soyutlanıp bestecinin sesine odaklanma sürecindeki arayışımıza bu tartışmalar ışık tutar. Kardeş olmamız, tüm sanat dallarına ilgi duyulan bir ailede yetişmemiz, erdem, adalet, iyilik gibi hayata dair temel kavramlar konusunda aynı hisleri taşımamız ortak dil geliştirmemizi kolaylaştırır. Buna karşın kişiliklerimiz farklıdır… Birsen babamın, ben ise annemin özelliklerini taşırım. Sakin, telaşsız, olaylara mesafeli durabilen yönlerim olduğunu söyleyebilirim. Birsen ise ailenin ilk çocuğu ve abla olarak sorumluluk duygusunu edinmiş. Ayrıca durumlarla yüzleşme anlamında daha duyarlı yapıya sahip. Çalışma enerjimiz ve disiplinimiz ortak özelliğimizdir. Tabi bu iki nitelik zamanla oluşup olgunlaştı. Müziğin ve sanatın derinliğini kavradıkça.
Görüşlerimizi açıkça ortaya koymaktan, birbirimizi eleştirmekten çekinmeyiz. Farklılıkların çatışmasıyla kimi zaman küçük kırgınlıklar yaşanmakla birlikte bunlar uzun sürmez, çalışmamızı etkilemez. Her ikimiz de solo repertuvarımızı arzu ettiğimiz şekilde sürdürebildiğimiz sürece ikili konserlerimiz bizi mutlu ediyor. Kişilik farklarımız müziğimizi dengeledi ve zenginleştirdi. Sevinç, coşku, sevgi, hüzün duygularıyla dolu 40 yılın sonunda her ikimiz de içimizdeki çocuğu yaşatmayı bildik. Bu bize mutluluk ve huzur veriyor.
B.U – Birlikte provalara başlamadan önce her ikimiz de teknik açıdan eserle ilgili tüm sorunları çözmüş oluruz. Detaylı şekilde ifadeye odaklanırız. Eseri didik didik ederiz. Taze bir yorum arayışı risklidir, yıpratıcıdır, yorucudur. Çalışırken birbirimizi eleştirmekten kaçınmayız. Geçmişte kişilik özelliklerimizin de gündeme geldiği tartışmalar, gerginlikler yaşardık. Son yıllarda kişisel konuları bir kenara bırakıp sadece müziğe odaklanıyoruz. Detaylar üzerine bizim kadar tartışmak pek çok yorumcuya zaman kaybı gelebilir. Yaşanan gerginliği gereksiz bulabilirler. Şu anda birlikte çalıştığımız Ozan Tunca da Trio provalarımız esnasında kendisini bir an unutup birbirimizi eleştirmeye odaklandığımızı hayretle izlediğini söylemiştir. Fakat çok iyi sonuçlar aldığımızı söyleyebilirim. Eserin bir noktasındaki ifade konusunda uzun uzun tartışıp uzlaşmaya vardığımızda, bu kesiti seslendirmekle yetinmeyip bölümün tümünü baştan sona çalıp ardından coşkuyla ayağa fırlayarak ulaştığımız ahenk nedeniyle gözümüz dolarak odayı turladığımız olmuştur.
Önceliğimiz coğrafyamızın müziğe ve ihmal edilmiş eserler
İkilinin repertuvarı nasıl gelişti?
Ö.U – Sevdiğimiz, dinlemekten zevk aldığımız, ihmal edildiğini düşündüğümüz tutkulu eserleri seçiyoruz. Aktif repertuvarımız 4-5 farklı resital programı hazırlayacak eser sayısını barındırıyor. Yaşadığımız coğrafyanın müziğinin dünya sahnelerinde duyulması yolunda çaba gösteriyoruz. CD kaydederken de buna dikkat ediyoruz. Ayrıca repertuvarı genişletmek amacıyla eser siparişi veriyoruz. Örneğin üçlüler için orkestra eşlikli eser sayısı çok sınırlı. Michael Ellison ve Onur Türkmen’den bu türde beste talep etmiştik. Yazdıkları eserleri seslendirdik ve kaydettik. Henüz yayımlanmadı.
B.U – Klasik, romantik çağların, izlenimcilerin yanı sıra 20.yüzyıl ve günümüzün yeni eserlerini de seslendiriyoruz. Örneğin Stravinsky, Martinu, Webern, Berg’in eserlerini Almanya’daki konserlerimizde seslendirdik. Solo albümüm için Evrim Demirel ve İnci Yakar’a eser siparişi vermiştim. Uğraş Durmuş üçlümüz için eser yazmıştı, bunları konserlerde seslendirdik. Son çalıştığımız eser Schubert’in op.100 Mi bemol majör üçlüsü. İlk iki seslendirilişini geçtiğimiz haftalarda Eskişehir ve İstanbul’da yaptık. Sezon içinde çalmaya devam edeceğiz.
CD repertuvarını hangi yaklaşımla oluşturdunuz?
B.U – Yeni albümümüzde klasik müziğin üç farklı çağından birer esere yer verdik. Klasik, İzlenimcilik ve Geç Romantik dönemlerin başyapıtları arasındaki eserlerden Strauss’un Opus 18 keman piyano sonatı Türkiye’de ilk kez kaydedildi. Geçen albümlerimizdeki repertuvarlarda da ilk kez seslendirilen ya da Türkiye’de ilk kez kaydedilen eserler yer almıştı.
Ö.U – Sanırım zıtlıklardan yola çıktık… Strauss’un Geç Romantik dönem sonatı döneminin duygusallığından kopamamakla birlikte yeni ifade arayışını da yansıtıyor. Debussy ise romantizme, çağının melodi anlayışına karşı çıkan, Uzakdoğu kültürüne ilgi duyan, insandan kaçıp yüzünü doğaya ve mitolojiye, masala dönen bir müzikçi. Bu açıdan iki eser kontrast oluşturuyor. Mozart, annesinin hastalık ve ölüm sürecinde yazdığı eserinde hüzünle birlikte yaşamı ve ölümü sorguluyor. Felsefi açıdan birbirine zıt üç eser aynı zamanda insan doğasının aşk, hüzün, kayıp, sevinç gibi ortak duygularıyla birbirine bağlanıyor.
Strauss’un sonatını Vengerov’un önerisiyle repertuvarımıza almıştık
CD repertuvarındaki Mozart, Debussy, Strauss besteleri ne kadar zamandır repertuvarınızda? Eserlere yaklaşımınız zaman içinde nasıl değişti?
B.U – Mozart’ın Mi minör sonatı lise yıllarımızdan bu yana repertuvarımızda. Debussy’nin sonatını 1994’te, Londra’daki eğitimimi sürdürürken konserde seslendirmiştik. Yıllar içinde verdiğimiz konserlerle, özellikle orkestra eşlikli icralarla kazandığımız deneyim yorumculuğumuza, dolayısıyla bu eserlerin icrasına boyut kazandı. Mozart’ın sonatında berraklık, Debussy’de yenilikçi anlatım öne çıkıyor. Eserleri CD kaydı için tekrar ele aldığımızda bu yaklaşımın da ötesine geçip yeni ve taze bir yorum geliştirmek yolundaki çabamız öncelikle kendimize karşı bir tür meydan okumaya dönüştü. Diyalektik sorgulamayla eserleri yeniden inceledik, özümsedik. İnsani özellikleri keşfetmeye ve yansıtmaya özen gösterdik. Strauss’un Opus 18 sonatını 2004’te, Almanya’da, Saarbrücken’de birlikte çalıştığımız dönemde Maxim Vengerov önermişti. Freiburg’da verdiğimiz konserde seslendirmiştik ilk kez. Aynı dönemde Prokofiyef’in 1. Sonat’ını da Vengerov’un önerisiyle repertuvarımıza almıştık. Orkestral zenginlik taşıyan bu görkemli eserleri hakkını vererek icra etmek yorumcuya özel bir seviye kazandırıyor. Strauss’un sonatı zor bir eser. Macar piyanist Marta Gulyas’a bu albümlerimizin repertuvarlarıı üzerine konuşurken, “Gençliğimde repertuvarıma almış olsaydım ben de Ravel Trio ya da Strauss’un Sonatını seslendirmek isterdim, fakat bu yaştan sonra bu teknikle başa çıkamam” demişti.
Ö.U – Aradan geçen zamanda Strauss’un orkestra eserlerini daha iyi tanıdım. Seslendirdiğim sonattaki gizem ve görkem duygularını şimdi daha yoğun hissediyorum. Vengerov’la çalışırken bu genç dönem eserindeki duyguların ve yazı tarzının oldukça dağınık olduğunu, yorumda toparlamak için çaba gösterilmesi gerektiğini belirtmişti. Bazı yerlerde nüansları ve cümle uzunluklarını esnetmeyi önermişti. Mozart’ın sonatındaki sade güzelliği şimdi daha iyi kavrıyorum. Debussy’nin sonatını 1994’te Londra’da hocam Yfrah Neaman’ın rehberliğinde çalışıp sevmiştim. Sonrasında Vengerov’un önerisiyle ezberime almıştım. Bu yöntem notadan soyutlanıp müziğe daha fazla odaklanmamı sağladı.
Kayıt kararını alıp eserleri tekrar çalıştıktan sonra, stüdyoya girmeden repertuvarı konserlerde seslendirdiniz mi?
B.U – Vengerov icranın kıvamını bulması konusundaki bir sohbetimizde “10 konserden sonra rahatlıyorum” demişti. Biz pandemi koşullarında bu kadar imkan bulamasak da birkaç konserde seslendirdik.
Kaydı Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde yapmanızın özel bir nedeni var mıydı?
B.U – Ozan Tunca kanalıyla tanıştığımız Ses Kayıt Mühendisi Emin Germen’le çalışmak istemiştik. Önerisi üzerine pandeminin en şiddetli olduğu günlerde, 2021 başında Eskişehir’e gittik. İki günde kaydettik. Salon akustiğinin albüme aynen yansıtılmasını talep ettik. Bu nedenle tınıya teknik müdahale yapılmadı.
Sanal iletişim yerine samimi sohbeti tercih ediyoruz
Kaydedip albümde kullanmadığınız eser var mı?
B.U – Üç eserden oluşan bir albüm tasarlamıştık. Resital repertuvarı açısından bakıldığında doyurucu. Dinleyicinin konsantrasyonunu kaybetmeden albümü tamamlamasını hedefledik.
Pandemi sonrasında müzik etkinlikleri sanal dünyada daha fazla yer tutmaya başladı. Bu koşullarda neden kayıtlarınızı internette yayımlamak yerine mali külfete girip CD formatında yayımlanması için çaba harcıyorsunuz?
B.U – İnternette konser ya da resital yayımlamak, dinleyiciyle sanal alemde iletişim kurmaya çalışmak Whats App ya da e-mail ile doğum günü kutlaması yapmaya benziyor. Biz yüzyüze doğum günü kutlamasının sıcaklığını, içtenliğini tercih ediyoruz. İyi müzik dinleyicisine saygı açısından bakarsak konuya, CD’nin ciddiyetini sanal ortamda bulmak zor. Ayrıca bu kayıtları saygı duyduğumuz bir kişiye sunmamız gerektiğinde CD formatı önemli. Örneğin geçen ay Özcan konser vermek üzere gittiği Almanya’da, kemancı Midori ile karşılaşmış, rastlantı sonucu çantasında olan yeni CD’mizi hediye etmiş. Elektronik postayla link göndermekten çok daha etkili bir iletişim yöntemi bu… Aslında yeni albümü uzunçalar plak formatında da yayımlamayı düşünmüştük, fakat vazgeçmek zorunda kaldık.
Ö. U – Nesnelere bağlılık kapsamında da değerlendirilebilir bu konu. CD’deki kayıt sevilirse kişi için biblo nesnesi gibi değerlenebilir ve saklanabilir. Sevdiklerime hediye ederken bu duyguyu yaşıyorum. Link göndermek bunu karşılamıyor. Öte yandan albümlerimiz artık Spotify ve diğer dijital platformlarda da yayımlanıyor.
Sıradaki besteciler Liszt ve Paganini
Yakın gelecek için neler planlıyorsunuz, ne gibi hazırlıklarınız var?
B.U – Geçen yıl İstanbul’daki CRR Konser Salonu’nda Beethoven’ın 3. Senfoni’sini, Liszt’in solo piyano için uyarlamasıyla çalmıştım. Şu sıra gene Liszt’in uyarlamasıyla Beethoven’in 3. Senfoni’sini ve Bach’ın Sol minör Fantezi ve Füg’ünü kaydetmeyi planlıyorum.
Ö.U – 2022 Paganini yılı kapsamında konserler ve kayıt yapmayı planlıyorum. Çellist Ozan Evrim Tunca ile beraber Ulucan Trio olarak Alban Berg’in “Traumgekrönt”ve Franz Schubert’in op.100 trio eserleriyle Gaziantep, İstanbul ve İzmir’de konserler vereceğiz. 10 Aralık’ta Antalya Senfoni Orkestrasıyla Çaykovski keman konçertosunu çalacağım. 19 Aralık’ta Süreyya Operasında Darüşşafaka’nın düzenlediği İlhan Usmanbaş’in 100.doğum yılı kutlama konserinde Solo Keman için 1985 yılında bestelediği Partita’sının ilk konser seslendirilişini yapacağım. 28 Ocak 2022’de Gümüşlük Festivali ve Bahçeşehir Koleji işbirliğiyle düzenlenen kış konserleri kapsamında Ulucan Duo olarak resital vereceğiz.
(Serhan Yedig / 1 Aralık 2021 / Müzik Söyleşileri)
Linkler
Ulucan Kardeşler / Maxim Vengerov’un A Takımı (Serhan Yedig / Ocak 2002)
Ulucan Kardeşler / Bir hayal, üç virtüöz (Serhan Yedig / 2011)