Hande Dalkılıç / Popüler kültürün, dijital çağın beni bozmaması için elimden geleni yapacağım

0

Akademisyenliğin yanı sıra konser piyanistliğini sürdüren Hande Dalkılıç, bugüne kadar Türk bestecilerine odaklı albümlerle müzikseverlerin karşısına çıkmıştı. Yedinci albümünde konserlerinde çalmayı sevdiği romantik eserleri bir araya getirdi. Chopin’in üç mazurkası, iki polonezi ve noktürnünün yanı sıra Liszt’in Funerailles’ini, Gottschalk’ın konser etüdü ve kaprisini seslendirdi. Dalkılıç “Sanat için sanat yapmam, dinleyiciyle iletişim kuramayacağım ultra modern eserleri seslendirmem“ diyor.

Albüm kaydetmeye zor yoldan başlamayı tercih edip ilk yedi CD’nizde Türk bestecilerin eserlerini seslendirmeniz size sahnede adınızı duyurma ve deneyim açısından neler kazandırdı, neler kaybettirdi?

-Albüm kaydetmek her şekilde, her repertuvarla zor. Ancak beni kariyerim bu yöne itti. O dönemlerde Türk bestecilerinin eserleri şimdiki kadar sık seslendirilmiyordu. Ülkemizde hem Türk bestecilerin eserlerine erişim konusunda hem de temiz nota basımı alanında eksikler vardı. Devlet sanatçılarımız bu müzikleri seslendirse de dinleyici halen Türk bestecilerini yeteri kadar tanımadığı için modern, çağdaş ve zor olarak düşündüğü bu müziklere ön yargılı bakıp dinlemeyi reddediyordu. Ben bu açıktan yararlanıp bu müzikleri dinleyiciyle buluşturmayı öncelikli misyon edindim. Bu vesileyle ilklere imza atmak kariyerimde bana avantaj sağladı. Süreç şöyle gelişti: Eğitimim boyunca barok, klasik, romantik, empresyonist, çağdaş dönemleri içeren çok boyutlu bir repertuvar oluşmuştu. Ayrıca lise döneminden itibaren Adnan Saygun’un öğrencileriyle çalışmak beni Türk bestecilerin eserlerine yaklaştırdı. Lisede iki yıl Babür Tongur ile “Form Bilgisi” çalıştım. Tongur, 1991’de “Saygun ölüyor” diyerek Ankara’dan İstanbul’a dönecek kadar hocasına önem verirdi. Bir yandan Haydn’ın mi minör sonatı üzerine el yazısıyla 100 sayfa tutan analizler hazırlıyordum, diğer yandan Tongur’dan Saygun armonisinin temelini öğreniyordum. Hocamdan aldığım ilhamla bestecilerimizin yazısını, armoni anlayışlarını araştırıyordum. Lisans eğitimimde yine Saygun’un öğrencisi Çetin Işıközlü’nün “Müzik Estetiği Yorum Analizi” dersinde bu konudaki bilgim pekişmiş, ilgi odağım haline gelmişti. Hatta ilgimi fark eden hocam beni Saygun’un müziğini icra etmeye yönlendirdi. Liseden itibaren beni yetiştiren Prof. Ersin Onay ile yüksek lisansa başladığımda hocaları olan A. Adnan Saygun, Ulvi Cemal Erkin gibi bestecilerin müziklerini duyuyor, armonik yapılarını incelemeyi sürdürüyordum. Bu sürecin sonunda yüksek lisans kapsamında baroktan çağdaş döneme uzanan, Saygun’un solo eserlerini de içeren resital programı hazırladım. Ayrıca orkestrayla Saygun’un birinci konçertosunu seslendirdim. Jüri önünde yorumladığım bu repertuvardan Saygun’un solo eserlerinin CD haline gelmesi kararı bu şekilde doğdu. Bilkent Music Production (BMP) etiketiyle yayımlandı. Bu albümü arşiv niteliğinde değerlendiren Kalan Müzik daha sonra baskısını devam ettirdi. Birbirini getiren kayıt projeleri öncelikle bestecilerimizin eserlerini tanıtmam yolunda beni yüreklendirdi. Hatta bu düşünce, Muammer Sun’un “Yurt Renkleri”ni seslendirdiğim CD’min akabinde gelen bir teklifi ertelememe neden oldu. O sıradaki bir Chopin resitalinin stüdyo kaydıyla yayımlanması önerilmişti. Genç bir sanatçı olarak, dört “Scherzo”dan oluşan bir CD ile müzik dünyasına ne gibi bir katkı sağlayabilirdim ki? Sadece kendimi kanıtlayacağım bir tercihten ibaret kalacaktı.

Dolayısıyla, o dönemde kariyerime bu şekilde başlamak en doğru seçimdi. Basından da çok ilgi gördü. Bana bir şey kaybettirmedi çünkü konserlerimde sadece Türk bestecilerinin eserlerini seslendirmiyordum. Chopin’in op.53 Polonez, Op.35 2.Piyano Sonatı, Beethoven’in Fırtına Sonatı, Musorgsky’nin “Bir Sergiden Tablolar”ı gibi sevilen eserleri de programıma ekliyordum. Beni sadece albümlerimden takip eden dinleyicilerden Türk bestecileri dışında kayıt yapıp yapmadığımı soranlar olmuştu. İşte bu yeni albüm sayesinde beni farklı repertuvarla dinleyebilecekler.

Saygun’un müziğinde perspektif ortaya çıkarılmalı

Size “Saygun piyanisti” diyebileceğimiz kadar kaydınız var. Saygun’un müziği dünyanıza neler taşıdı, sizi hangi açılardan zenginleştirdi?

– Müziği çok derin, kontrpuantik. Kendi deyişiyle her notanın hakkını veriyor. Piyanoda el altına kolay gelmese de bestecinin orkestra olarak duyduğu yoğun polifoniyi içeriyor. Saygun’un en önemli temennisi müziğiyle bir dünya yaratmak, “insan”ı “biz”i tanımlamak.

Bu müziğin zor dinlendiği düşünülebilir. Fakat resim sanatındaki gibi bir perspektif anlayışıyla sunulduğunda dinleyici etki altında kalabiliyor. Kaydını yaptığım 10 Aksak Etüt ve Saygun’un ölmeden önce yazdığı, ilk seslendirmesini yaptığım Op.76 Piyano Sonatı da aynı şekilde çok derin eserler. (Sonradan Peer Music Hamburg nota basım şirketiyle eserin editörlüğünü yaparak bu el yazmasını baskıya geçirdik). Saygun’un müziğinde perspektifi ortaya çıkarmak gerekiyor. Ana ezgiyi dinleyiciye sunup empresyonist stil ve çağdaş armoni içerisinde ilerleyen diğer alt ezgileri gereğince duyurabilmek ve bu polifoniyi bir orkestra şefi gibi planlamak beni bu müzikte motive eden ögelerden. Etütlerinin teknik olarak zorluğu da cabası; ancak tüm bu eserlerde Saygun’un müziğindeki dantel formunda gelen ezgilerin hattını duyurunca, bunları enteresan ritim ögeleriyle sununca eserler çok renkli bir hale geliyor.

Türk bestecileri üzerine çalışmanız devam edecek mi, bu konuda neler planlıyorsunuz, eser siparişi vermek, bestecilerle ortak çalışma yapmak gibi düşünceleriniz var mı?

– Yeni albümün repertuvarı Türk bestecilerin icrasından uzaklaşacağım anlamına gelmiyor. Örneğin, Ali Hoca’nın benim için bestelediği “Anadolu Suiti”nin ilk seslendirmesi gündemde. Üstelik çağdaş armoniden uzak; ülkemizin yedi bölgesine ait çok tanınmış türkü ve oyun havalarının kısa kısa geçit yaparak doğrudan dinleyiciye sunulduğu çok sade bir piyano konçertosu. Yaylılarla birlikte bendir, def ve kaşık gibi küçük vurmalı sazların eşlik ettiği net bir yapıt.

Genç kuşak bestecilerimiz de çok iyi yetişiyor. “Büyük Türk Ustalarından Genç Kuşaklara” adı altında yaptığım resitalleri yine farklı eserlerle devam ettirebilirim. Yeni Türk eserleri seçerken tek kıstasım müziğin dinleyici tarafından yakalanabilirliği. Eseri seslendirmek için öncelikle sevmeliyim. Bunun için melodik unsurların en azından derin bir perspektifte yer alması, benim üzerimden dinleyiciye ulaşacağını bildiğim bir çizgisinin ve enerjisinin olması gerekiyor. Bazı eserlerin çağdaş olsun diye zoraki yazıldığını hissediyorum, doğal olmuyor bu bana olumsuz yansıyor. Çok net söyleyebilirim; ultra modern eserleri seslendirmeyi sevmem, dinleyici çaldığım müziği anlamazsa, ben dinleyiciye sunarken o enerji ve telepatiyi hissetmezsem müziği yapamam. Sanat için sanat yapanlardan değilim.

Oda müziğindeki en büyük tehlike ego

Konser piyanisti olarak size hangi müzik formu daha yakın geliyor?

– Solo piyano eserleri piyanisti icrada her anlamda daha özgür ve yaratıcı kılıyor, başka müzisyene bağlı değilsiniz bu sebeple konçertolardan daha anlamlı geliyor benim için; solo eser repertuvarımı genişletmek öncelikli hedefim. Piyano konçertoları ise piyanonun olmazsa olmazı tabii ki seslendiriyorum. Ancak konçerto listemde çok popüler olmayan eserler de mevcut. Örneğin o tip bir eseri ülkemizde senfoni orkestraları tanımıyorsa gündeme gelemiyor; nota bulmak, kiralamak, peşine düşmek de zor geliyor; bazı eserlerin telif hakları da cabası. Ancak Beethoven, Liszt, Schumann, Gershwin gibi sevdiğim bestecilerin konçertolarının da yer aldığı repertuvarıma kendim için çalıştığım, dinleyicinin de çok seveceği fakat fazla bilinmeyen eserleri zamanım kaldıkça eklemeyi seviyorum. Hali hazırda seslendirmiş de olduğum bu tip konçertolar var listemde.

Öte yandan oda müziğini çok severim, hiç bırakmadım. Çok iyi müzisyenlerle yapılan oda müziğinin tadı hiçbir şeyde yoktur. Öğrenciliğimden beri hep çok iyi müzisyenlerle çaldım; şanslıydım. Oda müziği partnerleri birlikte seyahate çıkacağınız kişiler kadar önemlidir. Doğru bir içgüdüyle yaklaşarak birlikte müzik yapacağım sanatçılar konusunda bu güne kadar hiç yanılmadım. Doğrusu oda müziği gibi paylaşımlı bir icrada en büyük tehlike “ego” sorunudur. Benim egom yoktur, alıngan değilimdir, empati kurarım. Belki de bu sebeple anlaşamadığım, zorlandığım müzisyenler de hiç olmadı. Bu alanda güven çok önemli. Eğer birlikte çaldığım sanatçılara çok güveniyorsam bazı detayları ona bırakırım ve sonuç harika olur. Onların da bana güvenmesi gerekir, zira piyanist tüm partileri doğru perspektifte duyması gereken kişidir ve oda müziğinin şefidir. Oda müziğindeki doğru perspektif ve çok seslilikteki denge o müziği başarıya götüren tek yoldur.

Son zamanlarda uluslararası üst düzey sanatçılarla yurtdışında buluşup seslendirdiğim piyanolu beşliler, keman- piyano, viyolonsel piyano ikilileri repertuvarımın vazgeçilmez unsurları. Ülkemizde harika yaylı dörtlüler oluştu. Hepsini ayrı ayrı takip ediyorum. Bazıları çok üst düzeyde ve gurur kaynağı; onlarla bir konserde buluşup çalmak eminim çok keyif verici olurdu.

Konser repertuvarınızı hangi yönde genişletmeyi planlıyorsunuz?

– Solo repertuvarımı yeniliyorum; daha az çaldığım bestecilerin müzikleriyle ilgileniyorum şu ara. Örneğin Skriyabin, Rahmaninov ve Beethoven’ın çalmadığım sonatları gibi. Bazen programlar konser salonlarının konseptine göre oluşuyor. Bu sebeple de hazırladığım, repertuvarıma yeni olarak aldığım eserler oluyor. Resitallerde repertuvarı dinleyicinin niteliğine göre seçiyorum.

Seslendirdiğim konçertoların bir kısmı senfoni orkestralarının talepleri doğrultusunda belirleniyor. Sezon belirli bir Türk bestecisine odaklandıysa seçtikleri eser için beni arıyorlar. Eser önerme imkanım olmuyor. Örneğin, Clara Wieck Schumann’ın piyano konçertosunu Kadınlar Günü teması vesilesiyle öğrenmiştim. Bana da repertuvarımı genişletmek için vesile oluyor.

Repertuvarım önümdeki iki yılın konserlerinin akışına ve içeriğine göre oluşuyor. Hedef koyduğum eserler doğrultusunda gelişiyor biraz da… Zaman yetersizliğinden hedeflerimi ertelediğim de oluyor ya da hazırladığım eseri sunma fırsatı bulamıyorum. Üstelik bunlar modern eserler değil, bilinen yapıtlar. Bir kenarda duranları yeri gelince programa alıyorum.

Eğitimcilik virtüözü köreltir

Eğitimcilik konser piyanistini hangi koşullarda besler ve geliştirir, hangi koşullarda köreltir? Siz bu dengeyi nasıl kuruyorsunuz?

– Tam da zaman yetersizliğinden bahsederken yerinde gelen bir soru bu. Eğitimcilik konser piyanistini çoğunlukla köreltir. Etkisinden kurtulmak için kendimi sıfırlamak, uzaklaştırmak zorundayım. Eğittiğiniz gencin başarısının keyfi bambaşkadır. Buna karşın kendi icranıza olumsuz etkisinin olmaması için çok dikkatli davranmalısınız. Kötü icraları duydukça, düzeltmeye çalıştıkça bir süre sonra kendi duyuşunuz bozuluyor. Tam kendi çalışmanızı yaparken konsantrasyonu yakalamış eserin en önemli noktasına gelmişsiniz ders zamanının geldiğini hatırlayıp konservatuvara gitmek durumunda kalmanız gerçekten bölücü nitelikte. Yeni repertuvar hazırlamaya zaman yetmeyince mevcut konser programına yönelmek gerekiyor. Buna karşın; duyuşunuzu, tekniğinizi verdiğiniz başarılı bir genci yetiştirmek gurur verici. Müziği anlatırken, bazen kendinizi de geliştiriyorsunuz. Kerhen öğretmenlik yapmak en büyük hata. Bir gencin hayatından sorumlu olduğunuzu unutmamalısınız, konser piyanistliğiyle bu dengeyi koruyabilmek zamanı doğru kullanıp planlamaktan, öğrenciyle doğru iletişimde olmaktan ve sevgiden geçiyor.

Genç sanatçılar genellikle seslerini duyurdukları ilk albümde yeteneklerini müzik tarihinin önde gelen başyapıtlarından seçtikleri repertuvarla sergilemeyi tercih eder. Tematik albümlerden sonra neden böyle bir resital repertuvarına yönelmeyi tercih ettiniz?

– Sergi açmak için resim yapmak yerine, resimlerim vardı sergi açtım… Tematik bir CD için repertuvar oluşturup çalışmak yerine bu sefer yıllar boyunca çalmaktan zevk aldığım eserleri bir araya topladım, geçmiştekilerden farklı olarak kendim için albüm yaptım. Adı da bu sebeple “My Favorite Romantics” oldu. Bir resital programı hazırlamaktan daha çok Romantik dönem temsilcilerinin eserlerinden “çalmayı en sevdiklerim” albümü bu. İçindeki parçaları şimdiye kadar konserlerimde seslendirdiğim için de alışılmış olan CD tanıtım resitallerini yapmıyorum.

Albüm planladığınız gibi tamamlandı mı? Hazırlık ve kayıt sürecinde değişiklik yapmanız gerekti mi?

– Albüm yayımlamak gerçekten zor iş. Stüdyo şartları, kullanım süreleri, piyano şartları çok zor olabiliyor. Örneğin kayıt sırasında akordör işini bitirdikten sonra 40 dakikada koca Steinway piyanoda akort düşüyordu. Nedenini çözemiyorduk. Kayıt duruyor, akort tekrarından sonra ben yoruluyordum. Zaman geçiyor, bu sefer süre yetmiyordu. Tonmeister’ın zamanı, kayıt sonrası “editing” ve “mastering” çalışmaları, bunların dingin kafayla yapılması; kayıtların teker teker tüm detaylarıyla dinlenmesi araya giren konserler, çalışmalar nedeniyle bölünmeler o kadar zor süreçler ki…

Bu sebeple bazı eserlerin dokuz ay arayla kaydedilmesiyle basım sürecinde de farklı zorluklar yaşanan bu albüm hedeflediğimiz tarihten iki yıl sonra ortaya çıktı.

İcrada ikna olacağım zamanı bekledim

Chopin, Liszt, Gottschalk’ın müziğine bakışınız ve albümdeki eserlere yaklaşımınız yıllar içinde ne gibi bir dönüşüm geçirdi?

– Sanatçı her defasında yenilenir, bakış açısı değişir. Zaten değişmez ve yenilenmezse bundan korkmalı. Bu sebeple öğrenciliğim de dahil seneler içinde çaldığım repertuvardan seçtiğim, çalmaktan zevk aldığım bu eserlerin icrası da hep değişti, gelişti. Aslına bakarsanız bırakın yıllara göre değişmesini, dokuz ay arayla yaptığım kayıtları bile dinleyince farklı bulup değiştirdim; CD çıktıktan sonra da halen bu eserleri albümden farklı şekilde yorumluyorum. Herhalde sonu yok bunun.

Şunu eklemekte de fayda var: Öğrencilikte çaldığınız eser olgunluk yıllarında farklılaşır, duyuş ve anlayışınız değişir. Chopin’i, Romantik Dönem bestecilerinin eserlerini oldum olası severdim. Yıllar önce Saygun’u kaydederken, Chopin icralarımın nasıl duyulduğunu merak etmiştim. Rahmetli tonmeister Engin Aksan ile deneme yapmıştık. Dinledik, çok hoş geliyordu. Hocama da dinlettim. İçimden “bir gün bunları gerçekten farklı bir olgunlukla çalacağım zaman gelecektir o zaman kaydedersem daha fazla ikna olacağım” dedim. Bu sebeple bu eserleri kaydetmekte acele etmedim. Türk bestecilerin eserlerinde daha özgür ve yaratıcı hareket ettiğimi de fark ettim o sıralar.

Stüdyo kaydı konserden ayrı bir olgudur, zor ve farklı bir süreçtir. Konserde çalmak gibi değildir. Kayıt esnasında mikrofon fobisi bile gelişebilir. CD’deki sesiniz başka olabilir. “Bu sebeple önce benim kendi sesim, stilim özgürce oluşmalı” dedim. İlk sorunun cevabında bahsettiğim sürecin de paralel gelişmesiyle bu müziklerin kaydını ertelemiş oldum. Bakıyorum da yıllar önce R. Schumann Piyano Konçertosu icramdan sonra bis yaptığım Chopin Polonez Op.53 nerede, şimdiki icram nerede… Olumlu yönde devamlı değişiyor. Ama şu da var belki dinleyici 15-20 yıl önce çaldığım bir Chopin Polonez’i tercih edebilir; yine de benim minimum düzeyde de olsa ikna olmam en önemlisi. Bundan on yıl sonra başka türlü çalacağımdan da hiç şüphem yok.

2015’te İdil Biret ile Chopin külliyatı üzerine konuşurken geçmişte çağdaş müzik repertuvarına yönelmesinin icralarındaki şiirselliği törpülediğini, Chopin ile bu niteliğe yeniden kavuştuğunu anlatmıştı. Benzer sorunu siz de yaşadınız mı?

– İdil Hanım bir fenomen. Gördüğüm en büyük repertuvara sahip piyanist. Dizi dizi yayınladığı albümleriyle, konser programlarını özenle seçip, çalmadıklarını tamamlayan, sonu olmayan bir merak ve şevkle yeni eserler keşfedip onları sırayla hayata geçiren bir dahi. Bir süreçte sadece çağdaş eserlere kapandıysa şiirselliği kaybetme tehlikesiyle karşılaşmış olabilir. Çağdaş eserlerin en uç örneklerini bile seslendiren bir piyanist kendisi. Chopin gerçekten de piyanonun şairi, onun anlatımıyla müziği ifade edebilmek güzel, insanı kendine getiriyor. Ben böyle bir şeyi yaşamadım zira aynı konumlarda değiliz, ama hissiyatını çok iyi anlıyorum.

Çağdaş birey doyumsuzluğun kurbanı

Sizce romantizm yaşadığımız çağın sesi olabilir mi, karikatürleşmeden varlığını sürdürebilir mi?

– Bu soruyu doğru mu anladım diye sorguluyorum kendimi. Bir anda dehşet hissi uyandırdı içimde…

Romantizm yaşadığımız çağın sesi değil, tırnağı bile olamaz. Yaşadığımız çağ maalesef insanın örf, adet ve geleneklerini bırakarak, teknolojinin pozitif tarafının yanı sıra getirdiği negatif enerjiyle yozlaştığı, insanların gittikçe sığlaştığı, düşünme alışkanlığını bıraktığı ve iyi niyetle düşünürsek şöyle bir yüzyıl sonra da “insan” olma vasfının tamamen kaybolma tehdidiyle yüz yüze geldiği bir çağ. Medya ve teknoloji olumlu yönde gelişirken, tıp insanı kurtarmayı hedefleyerek ilerlerken bir yandan doktorların dövüldüğü, teknolojinin ve medyanın insanın doğallığıyla alay ettiği bir çağ bu. Bu konu o kadar derin ve uzun ki… Müzik dünyada yok oluyor; zira “insan” vasıflarından uzaklaştığı için müzik ölüyor, çocuk teknolojinin getirileri sebebiyle doğallığını yaşayamayıp çocukluğunu bilmediği için “insan” olamıyor… Korkunç bir kısırdöngü… Kendini bu yozlaşmadan kurtaranlar mevcut ama psikolojisini kaybetmeden bu çağda yaşayıp devam etmek de büyük başarı.

Tekrar müzikteki etkilerine dönersek, konserlerde yapılan müzikler bile özgünlüğünü doğallığını kaybetti. Vurup kıran, şov olsun diye çalan müzisyen halkın daha çok övgüsünü alıyor. İddialı klasik müzik dinleyicilerini bile kandırabiliyor. Her şey daha hızlı, daha güçlü. ”Daha ve daha” üzerine kurulu bir doyumsuzluğun kurbanı bu çağ ve müzik… Romantik devrin bestecileri Chopin, Liszt günümüzün o sevimsiz, piyanoda teli kopartacak seviyede yapılan forte çalışından çok uzaklardaydı. Bu kafayla yetişen gençlere önerim biraz okusunlar; onlardan gelen tarihi, kitapları ve o bestecilerin öğütlerini, düşünüş tarzlarını okusunlar… Öyle bir çalış şekli o dönemde mevcut değildi… Hafif ve kuvvetliden (Piano- forte)ibaret motor gibi bir çalış yok. Halbuki günümüzde büyük müzisyenler bile bu şovlardan, bu çalıştan etkileniyor, kendilerini yenileyemiyor, müziğin bir ses sanatı olduğunu unutuyor, eğitimciler de çocukları bu hedefe göre eğitiyor. Eğitimciliğin getiri ve götürülerinden bahsederken “kendimi olumsuz etkilerden uzak tutuyorum” demiştim. Bundan bahsetmiştim.

İnsani değerlerin medya tarafından güldürü malzemesine dönüştürüldüğü, karikatürize edildiği, bunların sosyal ağlarda paylaşıldığı, TV’lerin seviyesiz programlarında yayımlandığı, bunların çocuklara izletildiği, işin kötüsü ebeveynlerin de bundan etkilenebildiği bir çağın geriye dönüşü çok zor.

Bu albümün deneyimi size gelecekteki çalışmalarınız açısından ne gibi yeni ilhamlar verdi?

– Romantizm devri, etkileri 20. yüzyıl sanatçılarıyla ve onların yarattığı gelenekle son buldu. Horowitz, Arrau gibi 20. yüzyıl piyanistlerinin en sevdiğim özellikleri doğal, müziği bozmadan, amacını şaşırmadan, Romantik Dönem ve öncesinin bestelerini doğru yansıtarak, abartmadan müziğe ve enstrümana saygı duyan yaratıcı icralarıdır. Onlar ses sanatını hedeflemiş sanatçılardır, şovdan uzak sadece kendi içlerinde duydukları müzikle var olurlar.

Bu tip bir albümü kaydetmek de bir yerde büyük sorumluluktu benim için; yozlaşmadan çağın etkisi altında kalmadan en azından belli bir seviyenin altına düşmeden yapılması gereken bir icra. Romantik Dönemin şair virtüöz bestecilerinin sesini doğru duyurabilmek için piyanoda özel bir dokunuşa (piyano tuşesine)ihtiyacınız vardır. Belli bir seviyenin altına düşecek bir ton veya çalış ile kayıt yapamazsınız; kötü duyulur.

Dünya, sesini bu repertuvarla ileten çok özel piyanistlerle dolu. Bu albüm sayesinde tekniğimi, tonumu, iç sesimi geliştirdim ve bu süreci devam ettireceğim yeni bir anlayış ve bakış açısında müziğe yaklaştım.

Albümde Chopin’lerde halk müziği unsurlarının üzerinde durarak çaldığım mazurkalarda bu forma has zarafeti, yine Chopin’in Op.53 ve Op.71 Polonezlerinin kontrast yapısını, Liszt’in “Funérailles”ında kullandığım tempo seçimleriyle bana farklı gelen anlatımını, Amerikalı besteci, virtüöz Gottschalk’ın İspanya müziklerindeki fandango ve İspanya etkisini yansıtmayı amaçladım. Albümü klasik müziğe daha az aşina olan dinleyicinin de sıkılmadan dinleyeceği bir dizinde hazırladım. Bunları çalmak 20.yüzyıl piyanistlerinin icralarını ve çağımızdaki yozlaşan icraları da tartmama sebep oldu.

Bana olumlu katkısı ise herhalde popüler kültürün ve dijital devrin beni bozmaması için elimden geleni yapacak olmam oldu…

Yakın gelecekle ilgili ne gibi planlarınız var, bu sezonun önemli konserleri neler?

– Kaydını daha önce yaptığım Cemal Reşit Rey’in piyano ve orkestra için “Katibim” çeşitlemeleri bu yıl ayrı konserlerle İzmir ve Bursa’da tekrar gündeme gelecek. Farklı bir repertuvarla hazırladığım resitallerin Fransa ve İtalya’da icralarının yanı sıra Ali Hoca’nın bestelediği piyano ve yaylı sazlar için “Anadolu Suiti”nin de ilk seslendirmesi yurt dışında ve devamında da yurt içinde planlanmakta.

(Serhan Yedig / Müzik Söyleşileri / Mayıs 2019)

Annemden melodika istedim, oyuncak piyano aldı

Dört yaşında bahçede oynarken bir arkadaşımın elinde gördüğüm melodikayı anneme “üzerinde düğmeleri var, müzik sesleri çıkarıyor” diyerek heyecanla anlatmıştım. Tarifimi anlamayıp bana küçük, oyuncak kuyruklu piyano almıştı. Fakat uyduruk oyuncak değildi. Ahşap görünümlüydü, do majör dizisinde gerçek sesleri çıkarıyordu. Ana okulunda öğrendiğim şarkıları çalardım. Muammer Sunun Oduncular”ı bunlar arasındaydı. Yıllar sonra eseri Yurt Renkleri albümünde kaydettim. Hayatın akışıyla gelen çok hoş bir tesadüftü. Sekiz yaşına geldiğimde piyano alındı. Güherdal Karamanoğlu Çakırsoy ile çalışmalara başladım. Bu amatör süreci Yükseliş Koleji’ndeki eğitimimin yanında sürdürerek epeyce uzun tuttum. Ailemin evde her tür müziğin iyisini ve kalitelisini dinlemesi, diş hekimi olan babamın Hi-Fi cihazlara merakı, diğer türlerin yanında klasik müzik ve operaların da çalınması kuşkusuz müziğe ilgimi tetiklemiştir. THY Ankara Satış Müdürlüğünü yapmış olan annemin buraya gelene kadar zor şartlarda mesleğini sürdürürken her hafta beni ve kardeşimi Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası konserlerine düzenli bilet alarak götürmesi, festivalleri takip ederek bunların en iyi konserlerine katılmamızı sağlaması da müzik eğitimimde çok önemli rol oynadı.

 

Yedi yıl geriden geliyorum

Müzik ve piyano yedi yıl boyunca hobimdi. Ortaokula geldiğimde ailem konservatuvarı önerdi. “Sevdiğim şeyle ilgili sınava girmem, soğutur beni” demiştim. Kolejde matematik dersini hiç sevmezdim. Üniversite hazırlığında daha öne çıkması gerekiyordu. En sevdiğim uğraşımı, piyanoyu bırakmak zorunda kalmaktan korkmam beni bir seçime itti. O dönemde, o yaşta en uygun esnek eğitimi veren kurum BİLKENT Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi’ydi. Kurucu dekanı ve beni yetiştiren hocam Prof. Ersin Onay büyük şansımdı. Duyuşu, eğitim perspektifi, esnekliği, ileri görüşü, olağanüstü bir müzisyen ve pedagog oluşu geç başladığım profesyonel müzik hayatım açısından büyük şanstı. Beni uluslararası düzeyde yetiştirebilen bir sanatçı ve eğitimci ile çalıştığım için hep şükrettim, mutlu oldum. Ancak akademik müzik eğitimine çok erken, ortaokuldan bile önce başlamak gerekir. Bu açığı kapatmak için çok çalışmam gerekti. Hala yedi yıl geriden geldiğimi düşünürüm.

 

Kardeşimin dalışa, benim konser ve kayda

hazırlık tekniğim birbirine benzer

Kızkardeşim daha suskun ve sakindir. Ben ise çok heyecanlı ve konuşkanım. Birbirimizi çok iyi dengeleriz. Düşünce bazında ise ayrıştığımız hiçbir nokta yoktur, Yasemin ilk dalış rekorunu gerçekleştirdiğinde ben de ilk albümümü kaydediyordum. İlginçtir onun antrenman, konsantrasyon ve çalışma tipiyle benimki hemen hemen aynıydı. Sahne performansı, CD kaydı gibi süreçlerdeki psikoloji ve konsantrasyonum Yaseminin dalışında düşündükleri, psikolojisi ve konsantrasyonuyla hep aynı özellikleri gösterir. Çoğu kez bunu konuşup paylaşmışızdır.

Suyu ve denizi ikimiz de severdik, annemiz şnorkelle dalar bizi de yanına alırdı. Sonra Yasemin’le tüplü dalış eğitimine başladıklarında ben kulağımı korumak adına uzak durdum. Yasemin sonradan tüpsüz serbest dalışa yöneldi, alanında dünya rekorları kırdı, bu sporu ülkemize tanıttı. Müzikteki duyguları ifade edebilmek, dinleyiciye aktarabilmek amacıyla hep canlı, enerjik olmalıyım, heyecanımı korumalıyım. Kardeşim ise derine dalmak için nabzını düşük tutmak, sakinliğini korumak zorunda. Yasemin’le çok konuştuğumuz konulardan biridir bu…

 

Rus ekolü bana ters geldi

Hocamın Fransız ekolünden gelmesi teknik ve müzik anlayışı açısından beni de bu yöne yöneltti. Diğer ekolleri de inceleyip bazı hocalarla kısa da olsa çalıştım. Örneğin Rus ekolü bana ters geldi. György Sandor, Sebastian Benda ve Goerg Sava gibi piyanist pedagogların fikirleri yıllar içinde hep aldığım eğitim ve ekolü desteklemiştir. Bu sebeple başka bir arayışa yönelmedim.

 

Kendi sesimi ilk albümle buldum

Kendi sesimi sanıyorum ilk albüm kayıtlarından sonra biraz daha buldum. Ama piyanist hep arayış içindedir, ben de öyleyim. Bu gün işte buyum böyle çalıyorum diyebilmek gerçekten zor. Duyuşuna hayran olduğum piyanist V. Horowitz bile 80 yaşında herhalde piyanoyu daha yeni çalmaya başladım demiş. Benim için bu deyiş büyük örnek.

 

Yurtdışında daha fazla kalmak isterdim

Erken yaşta başladığım eğitmenlik sürecim, yani yüksek lisans ve sanatta yeterlilik vakit kaybım olarak düşündüğüm bir dönem olabilir. Eğitim vermek o dönemde bazı şartlar sebebiyle beni buraya bağladığı için uzun süreli yurt dışında kalmaktan mahrum etti. Git-gel ile sürdürülen yurtdışı deneyimi yerine genç yaşta çok uzun süre klasik müziğin kalbi olan bir ülkede kalmayı tercih ederdim. Mezuniyetlerimin akabinde eğitim vermeye çok daha geç başlamak beni başka türlü beslerdi.

 

Yelken, yüzme, yürüyüş

Uzak Doğu sporlarından Tai Chi , Batı’nın ajitasyonundan insanı uzak tutup, enerjiyi, beyni, hareketleri sakinlikle kontrol ettiren önemli bir hareketli meditasyon. Son zamanlarda Tai Chi yapıyorum. Kitap okumayı çok severim. Türk romancılarını yabancılara tercih ederim. Zira tercümelerde problem hissediyorum. Haftada iki gün 2 kilometre yüzüyorum. Bu beni olumlu kılar ve düşünmeye yöneltir. Vaktim varsa bir ya da iki gün spor salonunda kardiyo ağırlıklı çalışırım. Hava iyiyse koşarım, yürürüm. O sırada da mutlaka çalmayı planladığım bir müziğin farklı icralarını dinlerim.

Geçmişte Latin dansları ve tango yaptım. Latin müziği, dansları beni her zaman çok motive eder. Bir de deniz tutkum ve mesleğimi tehdit eden yelken sporu var. Eşimle yelkenle çıkmak en büyük keyfim. Rüzgarlı denizlerde adrenalini yüksek yelken tecrübemiz olmuştur, halatlardan birini çekerken elimi zorlamam sonucu oluşan yırtık sebebiyle bir ara konserlere ara vermek zorunda bile kaldım. Ancak şu an halatlara dokunmadan dümende olmak tekneyi limanlara sokup yanaştırmak ve rüzgarda yelken açtığımızda seyirde kalmakla yetiniyorum.

 

Şovmen piyanistlerden rahatsızım

Bana her zaman müziğin deforme edildiği, şova kaçtığı, bravura etki yapmak için kontrolsüzce forte/kuvvetli çalışların yer aldığı icralar çok ters geliyor. Fortenin de bir rengi vardır; teli sonuna kadar zorlayarak piyanoya kontrolsüzce bir çakışla güya en yüksek sesi elde ettiğini zanneden piyanistler beni çok rahatsız ediyor. Adeta piyano telinin diklemesine ikiye ayrıldığını görüyorum. Geçmişte çok iyi plaklar yapmış, önemli şeflerle senfonilerle konser vermiş büyük piyanistlerin hala güzel sesi aramak yerine bu konuda ilerlemekten uzak kaldığına şahit oluyorum. Sanıyorum bu sorun bu tip piyanistlerin konser vermeyi otomatik hale getirmesinden kaynaklanıyor. Öyle bir tehditle karşı karşıya kalındığında icraya ara vermek, müziği ve kendi sesini dinlemek için bazen durmak lazım. C. Arrau, V. Horowitz, S. François gibi piyanistlerin hayranıyım, ancak halen icralarını sürdüren M. Argerich, Barenboim, N.Freire, M. Pollini, K. Zimmerman, Murray Perahia gibi piyanistlerin de icraları beni çok etkileyenler arasında. Burada ayrım olmaması için özellikle Türk piyanistlerimizi örnek göstermiyorum. Yeter ki icralarda müzik deforme olmasın, amacından şaşmasın.

 

György Sandor’u dinledim, yarışmalardan uzak durdum

Yarışmalara katılmadım. Bu konuda niyetlendiğimde György Sandor’la konuşmuştum. “Yarışmalar eskisi gibi değil, müzik bozuluyor, öğrencilerin psikolojisi bozuluyor. Ben iyi değil miyim, diyerek müzikten uzaklaşıyorlar. Çok sayıda öğrenci, piyanist kaybediyoruz. Müzik adına yapılacak en güzel iş konser ve kayıt demişti. Çok güvendiğim bir sanatçı ve pedagogdu. Uluslararası jürilerde yer alıyordu, Julliard School’da ders veriyordu. Hocam Ersin Onay da aynı fikirleri paylaşır.

Share.

Leave A Reply

1 × five =

error: Content is protected !!