1990’larda Los Angeles’taki merkezden uzak bir Zen manastırında yaşayan Leonard Cohen, nadir röportajlarından birinde müziğe, edebiyata, insanlığın geleceğine dair görüşlerini anlatıyor.
– Genellikle röportajlarda bana işimle ilgili sorular sorulur. Objektif olarak baktığımda, işimin beni çok fazla ilgilendirmediğini görüyorum. Anlatıklarımın da aslında gerçekten biraz uzak olduğunun farkındayım. Kendi kendime en yakın arkadaşım olan müzikle kurduğum ilişkiyi başkalarına nasıl açıklayabileceğimi de sormuyorum. Gerçekten işimle aramdaki ilişkiyi başkalarına anlatırken zorlanıyorum.
Sessizliği röportaja tercih ediyorsunuz sanırım…
– Sessizliği çok seviyorum, zamanımın büyük çoğunluğunu sessizlikle iç içe geçiriyorum. Kendimi ona çok yakın hissediyorum. Sessizlik bana sonsuzluk duygusu veriyor ve beni zenginleştiriyor.
Bugünlerde sadece iki sözlük okuyorum: Zen ve kafiye
Çok okur musunuz?
– Çok fazla kitap okuduğumu söyleyemem. Daha çok, önceleri okumuş olduğum kitapları yeniden okuyorum. Yaşamımın her döneminde okumaktan çok büyük keyif aldığım kitaplar var.
Bugünlerde hangi kitabı okuyorsunuz?
– İki sözlük. Biri kafiye sözlüğü… Şarkılarımda bana önerilen kafiyeli sözleri kullanmayı pek sevmem. Ama bu sözlüğü defalarca okumak çok yararlı oluyor. Diğerleri ise Budizm sözlüğü. Kısa bölümlerden oluşan bu sözlüğü yolculuklarda okumak çok zevkli.
Dine düşkün müsünüz?
– Sofu değilim. Tüm dinlerden bağımsız olmak istiyorum.
Yahudisiniz. Aileniz dini konularda size baskı yaptı mı?
– Çok mükemmel bir ailem vardı. Yaşlandıkça, aldığım dini eğitime daha çok saygı duydum ve değerini anladım. Bana kimse Tanrı’nın varlığından söz etmedi. Dini eğitimim sırasında hiyerarşi, gelenekler, dostluk, güzellik ve en önemlisi müzikle tanıştım. Bunların arasında teoloji yoktu.
200 metre yüksekteki bir dağda yaşıyorum
Bu eğitimden geriye neler kaldı?
– Bunu söylemek çok zor. Bir balık gibi içinde yüzüyorum ve bundan başka okyanus da tanımıyorum. Ruhsal yaşamımda kaybolan pek bir şey olmadı. Bu arada benim başka ilgi alanlarım da oldu. Bir Zen manastırında yaşıyorum ve burada edindiğim izlenimler bende oldukça kalıcı oldu.
Zen manastırında ne yapıyorsunuz?
– Birkaç yıldır Los Angeles’ın güneydoğusundaki 200 metre yükseklikteki bir dağda yaşıyorum. Tabii zaman zaman bazı işlerimi halletmek için aşağıya iniyorum.
İki kuşak da sizin şarkılarınızı dinleyerek büyüdü. Bir anlamda rehber olduğunuzu da söyleyebiliriz.
– Şarkılarımda ve kitaplarımda hep deneyimlerimden söz ediyorum. Benim yazdıklarım kendi içinde bütünlük taşır. Onları asla slogancı diye nitelendiremezsiniz. Bu metinlerin bir gizemi de var. Eğer siz bu gizemin farkına varmazsanız, hiçbir şey sizi etkileyemez ve şarkı sizi karanlık bir uçurumun içine doğru sürükler.
Yaşadığımız karmaşık dünyada içimizi akıl almaz bir sıkıntı kaplıyor
Şarkılarınızın her zaman doğru anlaşıldığını hissediyor musunuz?
– Şarkılar unutulup gidiyor ve kimse bana inanmıyor. Uzun süre beni sapkınlık ve delilikle suçladılar. Beni depresyon militanı diye adlandırdılar. Çünkü ben en iyimser dönemlerde bile, tüm şarkıcıların aksine her şeyin aslında iyi gitmediğini, her şeyin aslında göründüğü gibi mükemmell olmadığını söyledim.
Özgürlüklerin keşfedildiği 60’lı yıllarda, ben inatla ruhsal yaşamımızda asla özgür olmadığımızı ve bu yüzden psikiyatri kliniklerinin dolduğunu iddia ettim. Bugün yaşadığımız karmaşık dünyada içimizi akıl almaz bir sıkıntı kaplıyor. Ben böyle düşünüyorum ve düşündüklerimi açık yüreklilikle yazıyorum. Ben zengindim, sağlık durumum iyiydi, bir ailem vardı, ancak sıkıntı tarafından kuşatılmıştım adeta. Psikoloji, politika ya da din, hiçbir şey bu sıkıntıya karşı gelemiyordu. Bu sıkıntının beni boğacağını hissettiğim anlarda yazmaya başlıyordum. Ama yine de şimdilik hep karanlıktayım. Berlin Duvarı’nın yıkıldığı günlerde, akıl almaz bir kaos dönemine girdiğimizi, herkesin birbirinin gırtlağına sarılacağını söylemiştim. Bana şöyle dediler: “Buna da ne oluyor? Bu adam hiç mutlu olmaz mı?” Çünkü ben şu sözleri söylüyordum bir şarkımda: “Geleceği gördüm bebeğim, tam bir katliamdı.”
Bugün her yerde katliam var ve ortalıkta salınmaya uzun süre devam edecek. Eğer duvar yıkıldıysa bu bizi gelecek tehlikelerden tam olarak koruyabilecek kadar yüksek olmadığı içindir. Zaten çocuklara göre bir duvardı o, üzerinden çıkıp karşı tarafa bakabilirdiniz. Bugün artık çok daha yüksek elektronik duvarlar örülüyor. Ve bu duvarlar yüzünden Yugoslavya’da ya da Paris’in diğer tarafında yaşananları göremiyoruz. İşte bu da benim en son karamsar kehanetim (sessizlik ve tebessüm)!
Her şeye karşın sanki düzelen bir şeyler var. 20 yıl önce bir gazeteciye bu tür bir söylev verdiğimde, omuz silkerdi. Ama siz şimdi karşımda hareket etmeden oturuyorsunuz.
Sele kapılınca en küçük tahta parçasına bile sarılırsınız
Politik olarak da sakıncalısınız…
– Bir selde -bunu metafor olarak kullanmıyorum- insan bulabildiği en küçük tahta parçasına bile sarılır.
Zenginsiniz, çok para harcar mısınız?
– Evet, gerekenden fazla harcıyorum. İçinde bulunduğum burjuva sınıfının standartlarına göre ise fazla para harcadığım söylenemez. Ama benim bakış açıma göre, bu kadar harcama da fazla.
– Zaman zaman izlerim. Bunu insanların zihninden neler geçtiğini anlayabilmek için yaparım. Ekranın başında 2-3 gün geçirmek beni tam anlamıyla uyuşturuyor. Ancak Zen manastırındaki yaşamımdan sonra televizyonla ilişkimi tamamen kestim.
Grunge, rap gibi günümüzde yapılan müzikleri dinliyor musunuz?
– Kızım bana sevdiği müzikleri anlatıyor. Sayesinde zencilerin yaptığı müzikleri de takip edebiliyorum. Ve genellikle genç müzisyenler benim konserlerime gelerek, kaset ve disklerini hediye eder. Bu şekilde Nirvana ve Seatle’daki grupların üyeleriyle tanışma fırsatı buldum. Kültür değişiyor. Farklı deneyimler yaşıyor insanlar. Genelde gençler de seslerini bir şekilde eğitiyor ve içinde bulundukları saldırgan çağda kendilerini ifade etmeye çalışıyorlar.
Yaşlandıkça kadınlarca aldatılma oranı düşüyor
Bu yıl 60 yaşına bastınız. Neler hissediyorsunuz?
– İnsanlar bu tip sembolleri seviyor. İnsanın sağlığı yerindeyken, yaşlanmak ilginç bir deneyimdir. Tabii öleceğinizi önceden hissedersiniz, bunun uyarıcı bir yanıda kalmıyor doğal olarak. Yaşlanınca kadınlar sizi çok daha zor aldatıyor ve eskisinden çok daha az şey bekliyor. Sizi en az birkaç şey bildiğinizden emin olarak dinliyorlar.
Ne biliyorsunuz?
– İnsan yaşlandıkça yüreğinin sesine kulak vermeyi ve onunla konuşmayı öreniyor. Yaşlı bir dostum bana şunları söylemişti: “İnsan, yaşı ilerlediğinde, çok daha büyük aşkların düşünü kurar.”
Kendinizi hep yalnız mı hissediyorsunuz?
– Git gide daha da yalnız hissediyorum. İşte bu yüzden, benim yaşlarımda insanın yaşamını sürdürebilmesi için çok büyük aşklara ihtiyacı var.
(Bertrand Dicale / Ağustos 1994 / Le Figaro)