Şirin Pancaroğlu / Arpım yağmur sonrasındaki ışıklı günlerde harikalar yaratır

0

Arp çoğumuzun mitolojik kahramanlarla, Rönesans resimlerindeki meleklerle özdeşleştirdiği çalgılardan. “Uhrevi” ve eşlikçi. Yaşamını arpa adayan, Avrupa ve Amerika’da öğrenim gören Şirin Pancaroğlu’na göre bu çağrışım yanlış. Çalgısı dünyevi ve solist niteliklere sahip. Dahası “Altın pırıltısındaki rokoko görüntüye aldanmayın, benim arpım yaşayan bir organizma gibidir” diyor. “Yağmurdan sonraki ışıklı günlerde, hele gökyüzü koyu maviyse harikalar yaratır.” 1997’de yayımlanan bu röportajda Pancaroğlu müzik serüvenini anlatıyor.

Günümüzün gözde çalgıları keman, piyano ve gitarın dedesi olabilecek kadar eski, neredeyse uygarlıklarla yaşıt bir enstrüman arp. Anadolu’nun yanı başında, Ur kralının mezarında bulunan üç zarif örneği milat kabul edilirse tam 4500 yaşında.
Bir başka özelliği insan vücuduyla dolaysız ilişkiye giren çalgıların atası olması. Nefesi sese dönüştüren flüt gibi…
O büyülü tını güçlü ama esnek sekiz parmağın 47 tel üstündeki hünerli dokunuşunun ürünü. Arpçı çalıştıkça, parmaklarındaki nasır kıvamını buldukça enstrümanının ses rengi mükemmelleşiyor.
“Arpın su sesini andıran derin tınısıyla arpçının parmak uçlarının durumu doğrudan bağlantılıdır. Dinlerken ne kadar çalıştığını, parmaklarındaki nasırı hissedersiniz” diyor Şirin Pancaroğlu. “Yumuşacık parmaklarla çalamazsınız. Uzun çalışmayla derine işlemiş nasır, üzeri yumuşak dokuyla kaplanınca ideal ton yakalanır. Diğer durumlarda mekanik bir çalgı gibi tınlar.
Emek, özveri isteyen bir enstrüman arp. Virtüöziteye ulaşmak en az 10 yıl disiplinli çalışmayı gerektiriyor. Sonrasında da hayat zor arpçı için:
Sahnelerdeki acımasız yarışta keman, piyano gibi gözde çalgıların parlak virtüözlerini aşıp sesini duyurması, onlar kadar saygı görmesi neredeyse bir rüya. Ne yüzlerce yarışma var “dahi” arpçı gençleri ortaya çıkaracak ne de bu yarışmaların kapısında yıldız keşfetmek için bekleyen plak firmalarının prodüktörleri. Dahası adları çıkmış arpçıların“hafif çatlak olurlar” diye. Fellini’nin ünlü filmi “Orkestra Provası”nı, orkestranın karikatürize edilen eksantrik arpçısını hatırlasanıza…
“Diğer enstrümanları kullananlar çağdışı yaratıklarmış gibi bakar biz arpçılara. Hafif bulurlar. Enstrümanımızın solo yeteneğinin olmadığı düşünülür. Kemancılara, piyanistlere gösterilen saygı size gösterilmez. Bizler için solo çalmak, konser vermek şeref meselesidir. Aramızda garip bir dayanışma vardır. Bir arpçının konseri varsa, destek olmak için mutlaka gidilir.”
Aşılması gereken engeller öylesine yüksek ve öylesine fazla ki, süzgeçten geçip adını unutulmaz kılan arpist sayısı yok denecek kadar az: Nicanor Zabaleta geliyor akla sadece. Diğerlerini konunun uzmanları hatırlıyor.
Çok marifet isteyen, “iltifatı” az, repertuvarı sınırlı, kısacası meşakkatli bir çalgı. Peki neden 1968 doğumlu bir genç kız bu antik enstrümanın virtüozu olmak için yıllarını gözden çıkarır? İki yıl İstanbul Devlet Konservatuvarı’nda, sekiz yıl Cenevre Konservatuvarı’nda, tüm bunlar yetmiyormuş gibi iki yıl daha Indiana Üniversitesi’nde dirsek çürütür?
“Benimkisi tamamen rastlantılar zincirinin sonucu. Arpa başladığımda bu çalgıyla ilgili tek referans TV’deki Anadol otomobilinin reklamlarıydı. Sesini Gliere’in fon müziği olarak kullanılan konçertosundan biliyordum” diyor Pancaroğlu.

Göğüsteki su sesi

“İlkokulda büyük hayal kırıklığına uğradım. Yaratıcılığa yer olmayan, tamamen hesap kitaba dayalı eğitim sistemi içinde kendimi çok yalnız hissettim. Müzik tek sığınağımdı.”
Şirin Pancaroğlu müziksever bir aileden geliyor. İnşaat mühendisi babası o arpa başlayana kadar gitar çalarmış (Kızının ustalığına şapka çıkarıp gitarı bırakmış). Çocukluğunda babasıyla folk ezgileri söyleyerek başlamış müzikle yakınlaşmaya. Beş yaşında oyun için piyano başına oturmuş. İki ay ders aldıktan sonra kendi devam etmiş.
“Annem babam benimle uğraşamayacak kadar yoğun çalışıyordu. Ev metod ve nota doluydu. Plak dinleyebiliyordum. İlkokulda piyano dersi alan sınıf arkadaşlarımdan her gün hocalarıyla ne çalıştıklarını öğrenir, evde kendi kendime çalışırdım. Onlardan iyi çalmaya başladım. Beni çok sıkan okuldan kurtulmanın tek çaresi konservatuvardı.”
Şirin, konservatuvar olsun da ne isterlerse çalarım, düşüncesiyle girmiş sınavlara. Garip deneylerden geçip İstanbul Devlet Konservatuvarı’na kabul edilmiş. “Piyano hocası gücünü görmek için parmaklarımı çekiştirirdi. Hatta öyle çekti ki, dengesini kaybedip düşüverdi. Bir başka öğretmen dişlerime baktı, nefesli çalabilir miyim, diye. Tüm adayların gözü keman ya da piyano sınıfındaydı. Ben hangi enstrüman olsa çalmaya razıydım. Arpı seçmemde aile dostumuz Mürekkem Berk ve ilk hocam olan eşi Sevin Berk’in yönlendirmesi etken oldu.

Fotoğraf: Utku Dervent

Arpla ilk karşılaşmasını, göğsünde hissettiği ilk tınıyı unutamıyor: “Çok cüsseli, etkileyici bir çalgıydı. Bu görkemli enstrümanı çalacağım ha, dedim kendime gururla. Çaldığım ilk notaları göğsümde birer su damlası gibi hissettim. Bu duyguyu hep taşıdım.”
Şirin Pancaroğlu’nun müzikal formasyonu büyük ölçüde Cenevre Konservatuvarı’nda oluşmuş. 13 yaşında başladığı Catherine Eisenhoffer’in sınıfında önce mükemmeliyete giden yolu keşfettiğini, sıra üslup oluşturmaya gelince bocaladığını anlatıyor: “Geleneğin dışında kalan yaklaşımların merak edilmesi, araştırıcı, deneyci olunması hoş karşılanmıyordu. Kendime has üslup edinmek istedim. Pürüzler çıktı. Problemli bir arpçı olduğuma inandırıldım. Hocamın Macar asistanı sayesinde özgüvenimi koruyabildim.
1989’da, mezuniyet sonrası Amerika’ya, Susan McDonald’ın master sınıfına kabul edildiğimde sorunun Avrupa’daki tutucu yaklaşımdan kaynaklandığını gördüm. McDonald bir yıl sonra bana asistanlık teklif etti. Yardımıyla kendi sesimi buldum.”

Düğünde ve cenazede konser

Indiana Üniversitesi’ndeki yıllarda arp repertuvarına katılabilecek yeni eserleri keşfetmek için çabalamış Şirin Pancaroğlu. Geleneksel piyano-arp ikilisine alternatif olarak, kemancı arkadaşı Ignace Jan’la ikili kurmuş. Equinox (Göndünümü) adını verdiği düo ile genç bestecilerin eserlerini seslendirmiş, uyarlamalar yapmış. Amerika ve Avrupa’da ilgiyle karşılanan konserler vermiş.
Arpçılara dünyanın hiçbir yerinde solo çalmak için fırsat verilmediğinden yakınan Pancaroğlu enstrümanını önüne çıkan her fırsatta kullanmış: “Arpın yarattığı romantik, mistik, çağrışımlardan şikayetçiyim. Fresklerde, resimlerde, insanların belleklerinde meleklerin çalgısı olarak kalmış. Oysa dünyevi bir çalgı. Beni ilkelliği, doğrudan tellere dokunmanın cazibesi çekiyor. Her yerde her koşulda dinlenebileceğini iddia ediyorum. Çalgımı yaşamın içine sokabilmek için her şeyi yaptım. Stevie Wonder’a konserde eşlik ettim. Kokteylde, nikahta, süpermarkette hatta cenazede çaldım. İnsanların tepkisini gözlemledim.”
Markette çalarken yanına gelen gözü yaşlı kadının isteğini kıramayınca kendisini cenazede, tabutun yanı başında bulmuş Pancaroğlu. Beş yaşındaki bir çocuğa son yolculuğunda eşlik etmiş. Gözü yaşlı kalabalığın arasında, kilisede, tabutunun arkasında çalarken hayatının en zor anlarını yaşadığını, hiçbir konserde bu kadar zorlanmadığını anlatıyor.
Genç arpçı resitalleriyle eleştirmenlerden övgü almış. 20 Mart 1993’te The Washington Post’ta çıkan konser eleştirisinde “Türkiye Pancaroğlu’nu milli servet ilan etmeli” diye yazıyor Judy Gruber.
Aynı gazetenin bir başka eleştirmeni iki yıl sonra “Mozart konçertosunu göz alıcı bir hakimiyetle yorumladı” diye övmüş genç arpçıyı.

Şanssızlıklar komedyası

Washington Post’un eleştirmeni yazar da bizler bağrımıza basmaz mıyız “milli servet”imizi?
Bastık tabii…
Genç arpçının 1993 Nisanı’nda Ankara Festivali’nde Türk müzikseverlerin karşısına çıkacağı ilk konser başlamasından iki saat önce iptal edildi. Gerekçe Turgut Özal’ın vefatıydı. 1995’te BİLKENT’te vereceği konser de benzer akıbete uğradı. Gerekçesi son anda değiştirilen şefin eseri bilmemesiydi. 1996’da BİLKENT’te aynı komedya ikinci kez yaşandı. 1993’te CRR programına alınan resitali ise yönetim değişikliğinin kurbanı oldu!
Türkiye’de kazaya uğramadan gerçekleşen iki konseri var Pancaroğlu’nun: 1993’te AKM’de ve İzmir’de verdiği resitaller. Eğer bir sürpriz olmazsa 13 Eylül’de Yapı Kredi Festivali kapsamında müzikseverlerin karşısına çıkacak. Repertuvarındaki ilginç eserlerden biri de Gerardo Dirie’nin Pancaroğlu’na ithaf ettiği üç bölümlük “ A String of Longing” başlıklı çalışma. Arpçının geçen yıl Amerika’da yayımlanan ilk CD’sine adını veren bu eser, Mevlana’nın rubaisinden esinlenerek yazılmış. Enstrümanını bu eserin kimi bölümlerinde gitar, kontrbas gibi kullanıyor genç arpçı. Bunun arpın anlatım gücünü geliştirmeye yönelik deney olduğunu söylüyor:
“Kimi eserlerde arpın bir org gibi görkemli tınlamasını istiyorum. Piazzola’dan uyarladığım bir eserde gitar tınısını yakalamayı denedim. Çağdaş bestecilerin çubuk kullanarak gökgürültüsü, mızrap kullanarak otantik çalgı tonlamasını yakalama deneyimleri var. Repertuvarımı bana yakın gelen bu tür deneysel çalışmalarla zenginleştirmeye çalışıyorum.”
Ne arpı ne de söyledikleri alıştığımız gibi tınlıyor Şirin Pancaroğlu’nun. Ufku geniş bu genç müzikçiyle tanışmanızı tavsiye ederiz.
(Serhan Yedig / 10 Eylül 1997 / Aktüel)
Aktüel Dergisi’nin silinen internet arşiviyle birlikte kaybolan bu röportajı 20 yıl sonra arşivinden çıkaran Şirin Pancaroğlu’na teşekkür ederim. * Serhan Yedig

Linkler

Şirin Pancaroğlu’nun kişisel web sayfası

Share.

Leave A Reply

one × 3 =

error: Content is protected !!