Aziz Shokhakimov / Şansım Özbekistan’da doğmak

0

2018 sezonunda Düsseldorf Operası’nda özel Puccini programıyla dikkat çeken Wagner’le Alman opera repertuvarına adım atmaya hazırlanan Aziz Shokhakimov dört ülkede aynı anda orkestra yönetiyor. Essen’deki Ren Operası’nın, TEKFEN Filarmoni’nin şefi, sanat yönetmeni, Milano’daki La Verdi Orkestrası’nın konuk şefi. Taşkentte’ki Özbekistan Ulusal Senfoni Orkestrası ise ilk göz ağrısı. Almanya’da hızla yükselen şefi Taşkent’te yakaladık, 30’lu yaşların eşiğinde hayallerini konuştuk.

 

Avrupa’da kendisini ispatlamaya çalışan genç bir orkestra şefi açısından Özbekistan’da doğmak dezavantaj sayılabilir. Fakat sizin örneğinizde tam tersi söz konusu galiba… Özbekistan’da doğmanın ne gibi avantajlarını yaşadınız?
– Evet, Özbekistan gibi klasik müzik geleneğine sahip bir ülkede doğduğum için çok şanslıyım. İkinci Dünya Savaşı’nda Moskova Konservatuvarı’nın pek çok öğretmeni güvenlik açısından Taşkent’e gelmişti. Bir kısmı savaştan sonra Özbekistan’da kaldı, konservatuvarda ders vermeyi sürdürdü. Ayrıca SSCB döneminde kültüre çok önem veriliyordu ve müzik eğitim çok üst düzeyde gelişmişti. Uprensky Müzik Okulu gibi yetkin öğretmenlerin ders verdiği bir kurumda öğrenim imkanı kazanmak, Vladimir Neymer gibi öğretmenle şeflik çalışmak büyük şanstı. Avrupa’da şeflik öğrenimi görseydim yılda bir okul orkestrasını yönetme, çoğunlukla küçük topluluklarla çalışma fırsatını yakalamak için bile mücadele etmem gerekecekti. Hocamın yönlendirmesiyle 13 yaşında Özbekistan Ulusal Senfoni Orkestrası’nı yönettim. Sonrasında yardımcı şef gibi çalıştım, provalara katılıp müzikçilerle sohbet ettim, her sezonda birkaç konser yönetiyordum. Avrupa’daki eğitim sistemiyle karşılaştırıldığında büyük bir ayrıcalıktı bu…

Harnoncourt’u geç tanıdım

Son 20 yılda birbiri ardına uluslararası yetenek çıkaran Uprensky Müzik Okulu 2011’de alakasız bir okulla birleştirilip işlevsiz hale getirildi. Yeni Özbek yönetimi Türkiye’dekiler gibi Batı kültüründen, klasik müzikten pek hoşlanmıyor. Kültür kurumlarının ihmal edildiğini okuyoruz. Özbekistan’dan eskisi gibi genç yetenekler çıkabilecek mi?
– Ne yazık ki haklısınız. Şu anda klasik müziğin düzeyi epeyce düşmüş durumda. Ne yazık ki hükümet klasik müziğe pek fazla önem vermiyor. Çok yetenekli pek çok sanatçı ülkeyi terk etti. Neyse ki artık yeni bir cumhurbaşkanımız var, ülkeyi tüm kurumlarıyla geliştirmeye çalışıyor. Umarım klasik müziğe de geçmiş yöneticilerden daha fazla ilgi gösterecektir.
Çocukluğunuzda hangi şefleri örnek almıştınız?
– Karajan, Bernstein, Mravinsky… Yıllar içinde beğenim çok değişti. Belirli bestecileri çok iyi yorumlayan şeflere yöneldi ilgim. Bazı şefler Mahler’de çok iyidir fakat Brahms’ta aynı başarıyı yakalayamaz, kimileri Prokofiyef, Şostakoviç’te iyidir Beethoven’e gelince sorun çıkar. Kızılderililerin önemli bir atasözü vardır: “Hiç kimse dostun değil, hiç kimse düşmanın değil, fakat herkes senin öğretmenin.” İzlediğim şeflerden hep yeni bir şeyler öğrenmeye çalıştım.
Financial Times’ta üslubunuz üzerine ilginç bir yorum okudum. Mahler Yarışması’nda orkestrayı “geçmişin ustaları gibi” yönettiğiniz belirtilmiş. Bu değerlendirmeye katılıyor musunuz?
– Evet haklılar. Sebebini açıklayayım: Öğrenciliğim döneminde Özbekistan’da internet erişimi yetersizdi. Öyle yavaştı ki, video izleyemiyorduk. SSCB çöktüğünde öyle derin bir ekonomik kriz yaşandı ki yeni CD ya da DVD alıp dinlemek imkansızdı. Eğitim 1970-80’lerin örneklerinde kalmıştı. Stakowski, Furthwangler, Mravinsky, Otto Klemperer, Bruno Walter plaklarını dinleyip onları örnek alıyorduk. Harnoncourt’un ismini bile duymamıştım. 10 yıl önce Almanya’ya geldiğimde Nikolaus Harnoncourt’un müziğiyle tanıştım. Orkestrada yeni sesler, renkler, yorumlar arayan böyle bir yaklaşımın olduğunu öğrendim. Mahler Yarışması’na geldiğimde Almanya’ya ikinci ayak basışımdı. Geçmişin Mahler yorumlarıyla büyümüştüm. Örneğin Rafael Kubelick’ten epeyce farklı olan Claudio Abbado yorumlarını hiç dinlememiştim. İşte bu nedenle geçmişin dünyasında geçerli yaklaşımla orkestrayı yönetmiştim.
Peki, orkestra şefliğinde uzak durmaya çalıştığınız yeni yaklaşımlar neler?
– ABD’de orkestra şefleri aynı zamanda orkestranın idari müdürü gibi çalışmak zorunda. Orkestranın varlığını korumak için sponsor arayışını organize etmesi, diplomat gibi davranması, idari görevlere çok zaman ayırması gerekiyor. Kuşkusuz orkestraların yaşaması için elimden geleni yaparım fakat bu yaklaşım benim önceliğim değil. Önceliğim müzik, içtenlik ve taze yorumlar. Günümüzdeki pek çok orkestra şefi iyi eğitim aldığı, deneyimli ve zeki olduğu halde özgün müzik diline sahip değil. Çağımıza uygun yeni ifade biçimleri aramak konusunda pek istekli görünmüyorlar. Bir tür fast food yaklaşımıyla bu işi sürdürüyorlar. Kariyerlerini düşünüp, orkestradan tekrar davet almak için müzikçilerle diplomatik ilişkiler kurup, standart yorumlarla yetiniyorlar. Bu nedenle gereken derinlikli yaklaşıma nadiren rastlıyoruz.

Konseri rastlantıya bırakmam

Almanya, İtalya, Fransa’da aynı zamanda opera, radyo, senfoni orkestraları yönetiyorsunuz. Geçmişin Toscanini, Solti gibi diktatör şefleri artık pek popüler olmadığına göre bu orkestralarla çalışmak esneklik gerektirmiyor mu?
– Evet. İtalyan orkestralar provadan pek hoşlanmaz. Fakat konserde enerji patlaması yaşarlar. Alman orkestraları provalara, müzikteki detaylara önem verir. Konserde kendilerini güvende hissetmek isterler. İyi bir şefin orkestradaki bu eğilimleri hemen fark edip müzikçilerle bu doğrultuda iletişim kurması gerekir.
Zaman mekan makinesinde geçmişe dönmeniz mümkün olsa hangi yıllarda, hangi orkestrayla konsere çıkmak isterdiniz?
– Plaklardan dinlediğim kadarıyla 1960’ların Berlin Filarmoni, 1970’lerin Viyana Filarmoni’siyle konser vermek istedim.
Önemli yarışmalarda birinci olduğu halde tarihin derinliklerinde kaybolup giden pek çok müzikçiye rastlıyoruz. Kimi zaman yarışma üçüncüsü dünya sahnelerinde birinciden daha başarılı oluyor. Siz Mahler ve Salzburg ödüllerini Almanya’da başarıya çevirmeyi nasıl başardınız?
– Ünlü bir espri vardır bu konuda: İkincilerin müzik kariyeri şampiyondan iyi olur. Fakat şunu kabul etmek gerekir ki, günümüzde hâlâ yarışmaların önemli bir işlevi var: Genç sanatçılara yeteneğini kanıtlama fırsatı sunuluyor. Ayrıca yarışmaya hazırlanma süreci eserleri derinlemesine inceleme, çalışma şevki ve enerjisi veriyor. Yarışmanın kendisi de öğretici bir süreç. Bununla birlikte pek çok olumsuzluk söz konusu. Kötü gününde yarışmaya çıkmak, tutucu jürilerle karşılaşmak sonucu önemli oranda etkiliyor. Yani yeteneğin yanı sıra şans gerekiyor. Her şeye rağmen yarışmaların olumlu yönleri daha fazla. Gelişmek için katılmak lazım. Tabii ki kendi müzik diliniz olmalı, fakat jürinin eğilimlerine göre yarışmada bunu gözden geçirmeniz gerekir. Sanatsal duyarlık kadar zekayı kullanmak da önem kazanıyor. Mahler Yarışması’na katıldığımda 21 yaşındaydım. Diğer adayların neredeyse hepsi 30’larındaydı. Birinciliği kazanan 31 yaşındaydı. Ben gençliğimle dikkat çektim. Bana Alman, İtalyan orkestralarının kapısını açtı bu ödül. Salzburg Yarışması sayesinde pek çok önemli isimle tanıştım. Hayallerimden biri Camerata Salzburg’u yönetmekti, bu gerçekleşti. Karajan ve Mozart’ın şehrinde Dennis Russell Davis gibi önemli bir şefin başkanı olduğu jürinin kararıyla yarışma kazanmak gurur vericiydi. Tabii sonrasında pek çok orkestradan davet aldım. Özbekistan’daki müzik kültürünün düzeyini bilmeyen, Özbek orkestra şefini davet etmeyi risk kabul eden orkestra yöneticileri açısından bu ödül kriter oldu. Bir yıl sonra, Salzburg Festivali’nde Viyana Radyo Orkestrası’yla konser verdim. Geçen festivale ise Misha Maisky ve Stuttgart Radyo Orkestrası’yla katıldık.
Son yıllarda Almanya’nın neredeyse en önemli radyo senfoni orkestralarıyla konser veriyorsunuz. Almanya’da radyo orkestrası yönetmek genç şefe neler kazandırır?
– Son beş yılda Frankfurt, Stuttgart, Köln, West Deutsche Rudfunk gibi pek çok orkestrayla konser verdim. Alman radyo orkestralarını çok seviyorum. Çünkü profesyonellik düzeyleri çok yüksek. Detaylara odaklanmayı, hakkıyla çalışmayı seviyorlar. Provada tüm sorunları çözüp icrayı yapısal açıdan netleştirip konsere endişesiz, gayet rahat ruh haliyle çıkıyorlar. Detayları çalışmadan konsere çıkmak riskli bir yaklaşım. Provada orkestrayla maksimum iletişim kurup konsere endişesiz çıkmayı tercih ediyorum. Bu yolla iyi sonuca ulaşmak sürpriz olmuyor. İşte bu yüzden Alman radyo orkestralarından sürekli davet almak büyük bir ayrıcalık, onur ve onlarla konser vermek ise büyük keyif.
Radyo orkestralarıyla verdiğiniz konserlerin Almanya’nın dört bir yanında yüzbinlerce dinleyiciye ulaşması da bir başka avantaj olsa gerek.
– Ben size başka bir avantajdan bahsetmek istiyorum. Konserde müziğe o kadar odaklanıyorum ki yüzüm şekilden şekle giriyor. Bu nedenle kendimi video kayıtlarında seyretmekten hiç hoşlanmam. En fazla iki dakika dayanabiliyorum. Mimiklerimi düzeltmeye kalksam dikkatim dağılacak, müziğe odaklanamayacağım.
Görünmez olmak sizi rahatlatıyor anlaşılan.
– Salonu, arkamdaki kalabalığı düşünmeden tek kişi için konser verdiğimi hayal ederim. Kalabalığı düşünmek, beğenilerini gözden geçirmek dikkat dağıtır. En güzeli tek kişiye odaklanmak.
Bahsettiğiniz tek kişi besteci olmalı…
– Evet, belki… (kahkahalar)

Wagner operası kariyerimde önemli bir adım olacak

Bu sezonda Düsseldorf Operası’nda ölümünün 160’ıncı yılı vesilesiyle olsa gerek Puccini operalarına odaklandınız. Turandot, Madame Butterfly, Tosca birbiri ardına sahneleniyor. Daha önce bu şekilde tek besteciye odaklanmış mıydınız, Puccini ile yakın temas size müzikal açıdan neler kazandırdı?
– Beş yıl önce İtalya’da, Bolonya kentinde 6-7 Beethoven senfonisi seslendirmiştim. Almanya’da Mahler konser dizisi yönettim. Fakat operada ilk kez bir besteciye odaklanıyorum. Puccini büyük besteci. Müthiş bir dramaturg. Seçtiği ritimler, armoni, melodi, üslup çok ilginç. Önemli bir özelliği var: Partisyonda yazanı harfi harfine yerine getirdiğinizde harika bir müzik çıkıyor ortaya. Sadece ne istediğini hissetmeniz gerekiyor. Operada insan sesi çok önemli unsur. Solistlerle iyi iletişim kurmak gerekiyor. Kişilerin sağlığı, ruh hali gibi faktörler yoruma yansıdığı için çok dikkatli olması gerekiyor şefin. Puccini’nin eserlerinde solistleri takip etmek çok zor. Çünkü orkestrayla ünison söylüyorlar. Bunlar önemli deneyim kazandırıyor.
Gördüğüm kadarıyla Alman orkestraları başlangıçta Rus ekolünden gelmenizi dikkate alıp Rus repertuvarında size şef sehpasını teslim etmişti. Ardından İtalyan besteciler geldi. Rüştünüzü ispatladığınızı hissettiklerinde sıra Alman bestecilere geldi. Bu sezonda Düsseldorf Operası’nda sahnelenecek Wagner operası Uçan Hollandalı’nın size teslim edilmesi kariyerinizde önemli bir adım olsa gerek.
– Üç yıl önce Brahms’ın 3. Senfoni’sini, daha önce Mahler’in Kindertotenlieder’ini seslendirmiştik. Gelecek yıl Haydn’ın 2. Senfoni’sini yorumlayacağız. Pek çok şef Mahler’in eserlerini yönetmek ister, ben bu fırsatı yakaladım. Ayrıca sık sık Debussy, Ravel gibi Fransız bestecilerin orkestra eserlerini de yönetiyorum. Bununla birlikte Rus eğitim sisteminden yetiştiğim, Rusça konuştuğum için Alman orkestralarının öncelikle bu repertuvarda beni tercih etmeleri konusundaki gözleminiz doğru. Operada bu yıl ilk kez Wagner eseri yöneteceğim. Bu daha önce planlanmış bir süreçti.
Yani bu yaz şeflik kariyerinizde önemli bir adım atacaksınız, Almanlar size Alman operalarını emanet etmeye başlayacak…
– Evet ilk kez Alman operası yöneteceğim. Bakalım sonuç nasıl olacak, hep birlikte göreceğiz. (gülüyor)
Gelecekte şeflikte belirli bir alana odaklanmayı planlıyor musunuz?
– Operada çalıştığım için çok şanslıyım. Çünkü senfonik müziğin dramatik yapısını kavramak açısından önem taşıyor. Çoğu büyük besteci aynı zamanda operalar yazmış. Opera ve senfoni programlarını birlikte götürmek genç şef için çok önemli. Bu doğrultuda ilerleyeceğim. Şu anda tek ilgimi çekmeyen konu bale müziği.
30’lu yaşlar için hedefleriniz?
– Önemli olan daha çok, daha farklı repertuar öğrenmek… Müzikte derinleşmek. Farklı ülkelerde, farklı orkestralarla çalışmak, daha çok deneyim kazanmak istiyorum. Örneğin bugüne kadar hiç İskandinav orkestrası yönetmedim. Bundan sonraki adım İskandinav orkestraları; yeni kişiler tanımak, yeni yaklaşımlar görmek, öğrenmek, yeni virtüözlerle tanışmak; daha çok okumak…

Özbekistan’da kaybettiğim şevki TEKFEN’le kazandım

23 ülkeden müzikçinin sadece konser için bir araya geldiği bir proje orkestrası yönetmenin zorluğu ya da avantajı nedir?
– TEKFEN Filarmoni bize yeterli prova zamanı, imkanı sunduğu için minnettarım. Farklı ülkelerden, orkestralardan müzikçileri ortak noktada buluşturmak zaman alıyor. Dört günlük çalışmayla iyi bir sonuca ulaşıyoruz. Özbekistan’da şeflik konusundaki hevesimi neredeyse tamamen kaybetmiştim. Çünkü ulusal senfoni orkestrasının üyeleri eskiden olduğu gibi tutkuyla yaklaşmıyor müziğe. Türk ve Özbek halkının öyle çok kültürel benzerliği var ki TEKFEN’i yönetirken kendimi yurdumda gibi hissediyorum. Orkestraların varlığı Türkiye ve Özbekistan kültürü açısından önemli. TEKFEN gibi bir orkestranın varlığı sevindirici. Türkiye’nin kültür hayatındaki önemi açısından TEKFEN Filarmoni’yi yönetmek, icrada yüksek kaliteye ulaşmak mutluluk verici.
Sanat yönetmeni olarak nasıl bir rota çizdiniz?
– Mayıstaki konserler Rus repertuvarı odaklı. Geçen programda Fransız bestecilerini seçmiştik. Bu arada her konserde mutlaka bir Türk bestecisinin eserini seslendiriyoruz. Ayrıca başarılı çağdaş bestecileriniz var. Onların eserlerini seslendirmek istiyoruz. Örneğin Taşkent Konservatuvarı’ndan arkadaşım, şu anda Viyana’da yaşayan Emre Seyhan Kaleli kendi müzik dilini oluşturmuş yetenekli bir besteci. Onun eserlerini seslendirmek isterim.
Çağdaş bestecilere eser siparişi vermeyi düşünüyor musunuz?
– Tabii, kesinlikle…

Repertuvarda çeşitlilik önemli

Geçmişte TEKFEN Filarmoni’nin politikası komşu ülkelerin bestecileri, özellikle de otantik çalgılar için yazılmış orkestra müziklerine odaklanmıştı. Bu yaklaşım devam edecek mi?
– Geçenlerde İtalyan konser organizatörleriyle sohbet ederken onlar da bu konuyu gündeme getirdi. TEKFEN Filarmoni’yle otantik çalgılar için yazılmış klasik eserlerden oluşan bir repertuvarla çıkacağımız konser turnesinin İtalya’da çok ilgi çekebileceğini söylediler. Tabii ki geçmişte bu konuya gösterilen özeni sürdüreceğiz. Bununla birlikte repertuvarda çeşitliliği ve denge unsurunu gözeteceğiz. İki yıl önce Göksel Baktagir’le konser vermiştik, sonuçtan memnun kalmıştık.
TEKFEN Filarmoni için öncelikli hedefleriniz neler?
– Orkestra kadrosunu sabitlemeyi amaçlıyoruz. Geçen yıl bu amaçla sınav açmıştık. Aramıza pek çok genç, coşkulu, müzik yapma heyecanıyla dolu müzikçi katıldı. Ortak dile sahip, enerji dolu, bütünleşmiş bir orkestra oluşturmayı başardığımızda her açıdan başarılı olacağımıza inanıyorum.
Yılda kaç konser vermeyi planlıyorsunuz?
– Her konser sezonunda en az dört konser vermeyi planlıyoruz.
(Serhan Yedig / Mayıs 2018 / Andante Dergisi)

Aileden müzisyen

Aziz Shokhakimov “Müziği seçmekten başka şansım yoktu” diyor. Babası caz klarnetçisi. Kurduğu grupla çalışmalarını sürdürüyor. Annesi amatör halk müziği şarkıcısı. İki kız, bir erkek kardeşi de amatör müzikçi. Birlikte çalmaktan keyif alan bir ailede büyümüş. Bugün bile kimi zaman dostlarının düğünlerinde, kutlamalarında aile orkestrasını toplayıp konser veriyorlar. Genç şef aile orkestrasında keman ve synthesizer çalıyor.
Shokhakimov, 5 yaşında keman sınıfına kabul edildiği Üstün Yetenekli Çocuklar İçin Uprensky Müzik Okulu’nda Vladimir Neymer’le karşılaşmasını şans olarak değerlendiriyor. 11 yaşında şan dersleri de almaya başlayan genç müzikçi, okul orkestrası eşliğinde konsere çıktı. Fakat bir süre sonra sesi ergenlik nedeniyle dönüşüme uğradı. Okul orkestrasının şefi tarafından bu alana yönlendirildi. Öğrencisinin çok hızlı ilerlediğini fark eden Neymer’in teşvikiyle 13 yaşında Özbekistan Milli Senfoni Orkestrası’nı yönetti. Ertesi yıl Carmen’le operada ilk şeflik deneyimini yaşadı.
Shokhakimov, 16 yaşında geleceğe yönelik kararsızlık girdabına sürüklendiğini anlatıyor. Kriz olarak adlandırdığı bu dönemi okuyarak atlattı. Kitaplarla yakın ilişkisi kişisel gelişim sürecinin başlangıcı oldu. Felsefe ve tarih okudu. Dinler tarihini inceledi. Bu gün de bu alanlarda okumayı sürdürüyor.
İstanbul’a ilk kez 2005’te geldi. Ertesi yıl konuk şef olarak TEKFEN Filarmoni’yi yönetti. 2016’da orkestranın sanat yönetmenliğini üstlendi.
Genç şef eşi Amira ile Düsseldorf’ta yaşıyor. Oğlu Malik bir yaşında. Bir ülkede ya da şehirde uzun süre konaklaması gerekirse ailesiyle seyahat ediyor.
Shokhakimov’un şeflik dışındaki başlıca uğraşı eski kayıtları dinlemek, yeni kayıtları takip etmek, okumak. Hobilerinden bahsederken satranç ilgisini özellikle vurguluyor. En iddialı rakibi babası. Futbol izlemeyi seviyor. 13 yaşından bu yana Liverpool takımını tutuyor. Müzik dışına çıkmak, zihnini dinlendirmek istediğinde play station ile dünya kupası maçları yapıyor.

Müziğin her türünü severim

Kaliteli olduğu sürece müziğin her türünü dinlerim. Özellikle severek dinlediğim tür halk müziği. Doğu Avrupa, örneğin Rumen, Macar ezgilerini seviyorum. Kafkas yöresine özel ilgim var.

Linkler

Aziz Shokhakimov’un kişisel web sayfası

Facebook hesabı

Share.

Leave A Reply

13 + ten =

error: Content is protected !!