Benyamin Sönmez / Dünyanın ikinci bir Gutman ve Rostropoviç’e ihtiyacı yok

0

Mistislav Rostropoviç’in “kuşağının önde gelen viyolonselcilerinden, tartışılmaz yetenek” olarak değerlendirdiği Benyamin Sönmez, 14 yaşında Ankara Devlet Konservatuvarı sınavına girdiğinde şu değerlendirmeyle karşılaşmıştı: “Sıfır yetenek, bu çocukta kulak yok!” Azmetti, ertesi yıl sınavı kazandı, ilk fırsatta yurtdışına çıkıp Natalia Gutman’ın öğrencileri arasına girdi. Moskova Konservatuvarı’nda okudu, Rostropoviç’in huzurundaki yarışmada ödül kazandı. 2008 Haziranı’nda İstanbul Müzik Festivali’nin açılış konseri öncesi konuştuğumuzda “bu topraklarda yaşayıp, ülkemin yurtdışındaki kültür elçisi olacağım” diyordu. Sönmez’i 1 Aralık 2011’de kalp krizi sonucu 28 yaşında kaybettik.

 

2008’in ilk günlerinde yaptığım röportajda Natalia Gutman sizi çok övmüş, ancak başınıza buyruk olduğunuzu, asi karakteriniz nedeniyle Stuttgart Yüksek Müzik Okulu’nda sorun yaşadığınızı anlatmıştı. “Onu korumak için çok uğraştım” demişti. Neydi sorun? Piyanist Emre Şen’in deyişiyle, Türkiye’de “eksik Fransız ekolüyle” yetişip, yurtdışında Alman ekolünün katı duvarına çarpma talihsizliği yaşayanlardan mısınız?
– Bu sorun Moskova Konservatuvarı’nda yaşandı. Gutman’la tıpkı Stuttgart’taki gibi sorunsuz çalıştım, okul ve çevreyle problem yaşadım.
Problemlerin ayrıntılarına geçmeden, Gutman’la yollarınızın nasıl kesiştiğini anlatır mısınız?
– Yuri Başmet’in ricası üzerine Gutman zaman ayırıp beni dinlemeye söz verince hayatımın fırsatını değerlendirmeye karar verdim. Yılın belirli dönemlerinde Stuttgart’a geliyordu ders vermek için. Geleceği tarihi öğrendim. Beni sınıfına kabul edip etmeyeceğini bile bilmeden Ankara Konservatuvarı’ndan ayrıldım. 18 yaşında, yarım yamalak Almancamla Stuttgart’a gittim. Konservatuvarı buldum. Kapıyı çalıp, sınıfa girdim. Kendimi tanıttım. Bashmet’in tavsiyesiyle Türkiye’den geldiğimi söyledim. Zamanı olmadığını, öğrencileriyle ders yapacağını, ders sonunda vakti olursa beni 10 dakika dinleyebileceğini söyledi. Fırsatı kaçırırsam, uzun süre beklemem gerekecekti. Allah bilir dersten sonra hangi ülkeye uçacaktı konser için… Uzun süre diğer öğrencileri dinledim. Nihayet sıra bana geldi. Kodaly’ın solo sonatını çalacağımı söyledim. Son bölümü istedi. Önce tekniğimi görmek istiyordu. Sonra Chopin’in sonatını çaldım. 10 dakikalık dinleti 1,5 saati buldu. Sonunda “Sınıfıma hoşgeldin” dedi. O sıralar Gutman’ın öğrencisi olmak için sıra bekleyen yüzlerce viyolonselci vardı, aralarından sıyrılıp o sınıfa girmek gerçekten çok büyük bir şanstı benim için. Ancak kendi imkânlarımla Almanya’da okumam mümkün değildi. Türkiye’ye döndüm, burs için başvurmadığım kurum kalmadı. Ya cevap gelmiyordu ya da başvurum geri çevriliyordu. Hayli uzun sürdü bu arayışım, en sonunda Kültür Bakanlığı’nın bursuna hak kazandım, tam bursu alacağım sırada AKP iktidara geldi. Benim gibi pek çok müzikçinin burs hakları iptal edildi. Her şeyi göze alıp Almanya’ya gittim. İlk birkaç ay inşaat işçileri ve kamyon şoförlerinin kaldığı bir binada yaşadım. Ardından yurtta kalma hakkını kazandım.

Gutman bana evini açtı, Sultan adını taktı

Türkiye’de öğrendiklerinizi unutup yeniden başlamanız gereken konular oldu mu?
– 19 yaşında her şeye yeniden başladım. Gutman’la ilk ders çok uzun sürdü. Neler öğretmesi, hangi yanlışları düzeltmesi gerektiğine karar verdi. Öğrendiğin her şeyi unutup, viyolonsele yeniden başlayacaksın, dedi. Yayıma taksimatlar yaptı, çalgıya yeni başlayan bir çocukmuşum gibi her şeyi silbaştan gösterdi. İlk bir yılım kâbuslarla geçti, bir türlü alışamıyordum Rus stiline. Viyolonsele Navarra ekolü, yani Fransız ekolüyle başlamıştım. Rus stili bunun tam tersiydi. Çok yavaş ilerliyorduk, çünkü Gutman iki ayda bir ders yapabiliyordu. Bazen dört ay gelemediği olurdu. Almanya’da okuduğum 1,5 yılda toplam beş ders yapabildik.
Çaykovki Konservatuvarı’na geçişiniz sizin tercihiniz miydi yoksa zorunluluklardan mı kaynaklandı?
– Gutman bir yaz Fethiye’ye, bizim eve tatile geldi. Almanya’da benimle çok az ilgilenebildiğini, Moskova’ya gidersem benimle daha çok çalışabileceğini söyledi. Çünkü evi Moskova’daydı. Benim için yer, mekân önemli değildi. Gutman olduktan sonra Afrika’ya bile gitmeye hazırdım. Ailem de beni destekliyordu.
Moskova’da ne gibi sorunlar yaşadınız?
– Çaykovski Konservatuvarı’nın yıllık ücreti akıl almayacak kadar yüksekti. Ayrıca Moskova dünyanın en pahalı şehirlerinden biri. Ne yapacağımı düşünürken, şansım döndü. Türkiye’deki bir konserimde, sanatsever bir işadamıyla tanıştım. Bana destek olma sözü verdi. Beş yıl boyunca masraflarımı üstlendi. Adının açıklanmasını istemeyen bu işadamına maddi ve manevi olarak çok şey borçluyum. Ardından Gutman, Moskova’nın güvenli olmadığını söyledi. Evinde, ailesiyle yaşamamı önerdi. Kısa süre sonra anne oğul gibi olduk. Benim için Gutman, viyolonsel annemdi. O da bana Sultan ismini takmıştı. Evinde ders alıyordum, çalışmalarımız konser havasında geçiyordu. Almanya’daki bunalımlı dönem geride kalmıştı. 21 yaşındaydım ve viyolonseli tekrar zevkle çalıyordum. Benim dışımda bir öğrencisi daha vardı, haftada bir ders yapıyorduk.  Çaykovski Konservatuvarı’nda eğitim çok sıkıydı. Felsefe, ekonomi gibi genel kültür dersleri zorunluydu. Rusçam yeterli değildi. Okulda zorlanmak yerine evde Gutman’la çalışmayı tercih ediyordum. Her gün okuldan Gutman’ı arayıp, dersleri takip etmediğim için şikâyet ediyorlardı. Gutman’ın ısrarına rağmen derslere gitmemeyi sürdürdüm. Evde saatlerce çalışıyor, Gutman’la sohbet ediyordum. Sonunda sınıfta kalma noktasına geldim. Gutman araya girdi. “Çaykovski Konservatuvarı’nın en yetenekli öğrencisini sınıfta bırakamazsınız” diye ağırlığını koydu. Yani sorun, viyolonselimle Gutman’ın peşinde koşturmamdı. Konserlerine birlikte giderdik. Sahneye çıkmadan hep yanındaydım. Gözlemlerimle tecrübem artıyordu, müthiş bir fırsattı. 250 civarında konserini kulisten dinledim. Sonuçta konservatuvarın en iyi viyolonselcilerinden biri olmuştum. “Viyolonselin Paganini’si” diyorlardı bana. Çalıştığım odanın kapısında toplanıp dinlediklerini, çünkü Gutman sandıklarını anlatıyorlardı.

Ceketimi yastık yaptım, Moskova Garı’nda uyudum

Hocanız Natalia Gutman, Rus ekolünün koşullanmalarıyla yetiştirildiğini, ancak yıllar sonra diğer ekollerin özelliklerini inceleyip ifade yeteneğini zenginleştirdiğini söylüyor. Birlikte çalışırken hangi yöntemi uyguladı? Hocaları gibi geleneksel yöntemleri mi izledi yoksa yılların çabasıyla kazanılmış tecrübelerini mi aktardı?
– Gutman, viyolonseldeki bütün deneyimlerini benimle paylaştı. Hatalarımı gördüğünde bunları bıkmadan gösterdi. Eserin bir ölçüsünü saatlerce beraber çalıştığımızı hatırlarım. Bana bu yolla çalışma disiplinini aşıladı. Rostropoviç’e hayrandı ve bizleri de onun öğrettiği ekolde ve kendi deneyimlerini de paylaşarak çalıştırdı. Günlük çalışmam 4,5 saate çıktı ve bunu alışkanlık edindim. Gutman en fazla beş saat çalışmamı önermişti.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Rusya’da müzik eğitiminde de çöküş yaşandığı söyleniyor. Moskova Konservatuvarı’ndaki öğreniminiz sırasında neler gözlemlediniz? Piatigorski, Rostropoviç gibi efsanelerin yetiştiği okulda gelenek devam ediyor mu?
– Eski gelenek kalmamış. Parasını veren herkesin girebileceği bir ticarethaneye dönüşmüş. Richter, Oyştrah, Rostropoviç, Gilels gibi dâhilerin yetiştiği okulda, öğrencilere çok kısıtlı imkânlar sunuluyor. Birkaç yıl Gutman’da kaldıktan sonra yurda çıkmaya karar verdim. Başvurdum, boş yer yoktu. Kiralık evler çok pahalıydı. Uzun süre kalacak yer problemi yaşadım. Gutman’a bundan bahsetmedim, çünkü yine beni yanına alacaktı. Ceketimi yastık yapıp tren istasyonlarında uyuduğum günler olmuştur. Böyle günlerden birinde polis tarafından coplanarak hapse atıldım.
Nasıl kurtuldunuz?
– Gutman’a ulaşamıyordum, turnedeydi. Moskova Konservatuvarı’nı aradım, başının çaresine bak, dediler. Konsolosluk ilgilenmedi bile.  Sonunda, geçmişte Moskova’da kültür ataşeliği yapan, Ankara Operası tenorlarından Uğuk Dağlı yardımıma yetişti, kurtuldum.

Rostropoviç, Rus gibi Şostakoviç çalan Türk daha önce hiç görmemiştim, dedi

Rostropoviç’le nerede, ne zaman yollarınız kesişti, birlikte çalışma fırsatı buldunuz mu, size neler kazandırdı?
– Rostropoviç… Viyolonselin Tanrısı… Ben ona bu ismi taktım. İlk kez Moskova’da 2005 Ağustosu’nda karşılaştım. Lokum ikram ettim. Hepsini silip süpürdü, Gutman’ın öğrencisi olduğumu öğrenince “Sen benim viyolonsel torunumsun, haydi çalgını alıp gel, yoksa bana çalmayacak mısın” diye sordu. Şostakoviç’in ona adadığı Birinci Viyolonsel Konçertosu’nun kadansını çaldım. Pür dikkat, sonuna kadar dinledi. “Türk her yerde Türk’tür ama ilk defa bir Türk’ten Rus gibi Şostakoviç dinliyorum” dedi. Bana çok cesaret kazandıran bir deneyimdi bu.

Rostropoviç’in Sönmez için yazdığı tavsiye mektubu

İki yıl önce, Rostropoviç’in liderliğinde Yeni Zelanda’da düzenlenen Adam Viyolonsel Yarışması’ndaki “En İyi Boccherini Yorumcusu“ ödülünüzün, sizi ileriye taşıyacak herhangi bir getirisi oldu mu?
– Manchester Viyolonsel Festivali’ne davet edildim. Viyolonselin dünya starlarıyla tam 10 gün boyunca sabahtan akşama beraberdim. Hocam Gutman da oradaydı. Bu nedenle oradaki tüm viyolonselcilerle çalışmam kaçınılmaz oldu. Sabah kahvaltısında Yo-Yo Ma, Mischa Maisky, Gutman, Miklos Perenyi ile, öğle yemeğinde, David Geringas, Anner Bylsma, Frans Helmerson, Gary Hoffman, akşam yemeklerinde ise hepsiyle birlikteydim. Tam bir yıldızlar geçidiydi.
Moskova Konservatuvarı’ndan sonra neden Almanya’ya dönüp Heinrich Schiff’le çalışma gereği hissettiniz, sonuç ne oldu?
– Her çiçekten bal alma arzusu gibi bir düşünceydi Schiff’le çalışma kararım. Amerika’daki bir konserine gittiğimde, karşıma tamamen bitmiş, tükenmiş bir viyolonselci portresi çıktı. Konserin sonunu bile zor getirdi. Konuşmamızda ciddi bir kalp ameliyatı geçirdiğini, eğitimciliğe son verdiğini söyledi. Aslında isabetli de oldu. Şu andaki çalıcılık durumunu bakılırsa, öğrenebileceğim pek bir şey yoktu… Şimdi ise Helmerson, Clemens Hagen, Ivan Monigetti ile çalışmak istiyorum. Viyolonselde ne kadar iyi olursanız olun, belirli bir yaşa gelene kadar mutlaka iyi bir hocanın denetiminde bulunmanız gerekir. Yoksa bir gün duvara çok kötü toslayabilirsiniz.

Viyolonselde farklı efektleri araştırmaya meraklıyım

Viyolonselde nasıl bir ses yelpazesine ulaşmayı amaçlıyorsunuz; sadece klasik müzik içinde kalan, gerektiğinde org gibi gerektiğinde sadece standart viyolonsel gibi tınlayan mükemmel bir çalgı mı, yoksa klasiğin dışına çıkan, gerektiğinde ut, rebab, klasik kemençe gibi tınlayan, perküsyon da olmasını beceren bir çalgı mı hayalinizdeki?
– Gutman’ın viyolonselden istediği ve aradığı ses, büyük tondu. Bizlere de hep bunu tavsiye etti. Tabii artık çalışmalarıma kendim devam ettiğim için kendi tonumu bulmaya gayret ediyorum. Eğer uğraşırsanız, Rostropoviç gibi, Gutman gibi ses çıkarabilirsiniz ama dünyanın ikinci bir Rostropoviç’e ya da Gutman’a ihtiyacı yok. Ben her zaman yeniliklerden, arayışlardan yanayım. Ama Schumann’ın konçertosunu çalarken viyolonselden ut veya rebab sesi çıkartmanız pek hoş karşılanmaz. Böyle eserlerde buram buram viyolonsel sesini hissetmek isterim. Ama çaldığım eserlere göre, çalgının tınısının dışına çıktığım olur. Özellikle Şnitke, Kodaly, Gubaidulina, Debussy, Piazzolla gibi bestecilerin eserlerinde viyolonseli insan sesi, fagot, klarnet, rebap, ut, yeri geldiğinde vurmalı çalgı gibi kullanmak oldukça zevklidir. Yani, efekt araştırmaya meraklıyım, çünkü müzikte en etkileyici unsur sestir.
Yarışma defterini kapattınız mı, yoksa sürdürecek misiniz?
– Yarışmalara pek ısınamadım, artık dünya üzerindeki tüm yarışmalar çıkar ilişkilerine bağlı. En iyi çalanın birinci olması kural değil. Günümüzde müzik yarışmaları sayısal loto gibi. Ben de saatlerce çalışıp hayatımı yarışmalara harcamak yerine, kafamı sadece müziğe yoruyorum. Birçok dünya “star”ının, geçmişte yarışmalarda beşinci, altıncı olduğunu, bazılarının sadece mansiyon aldığını görüyoruz. Birçok birincinin de daha sonra ismini bile duyamıyoruz.
Genç solistlerin çoğu iyi bir enstrüman edinme konusunda zorluk yaşıyor, siz bu sorunu nasıl çözdünüz?
– Birçok nadide enstrümanla çaldım bugüne kadar: Montagnana, Stradivarius, Guarneri… Bu enstrümanlar önemli konserlerim için bana ödünç verilmişti. Ekonomik açıdan Türkiye’den çok daha fakir ülkelerde bile genç yeteneklere ülke koleksiyonundan enstrüman veriliyor. Türkiye’de böyle bir gelenek yok. Ciddi sorun yaşıyoruz. Gutman’la çalışırken Rusya’nın çalgı koleksiyonundan Montagnana yapımı bir enstrüman kullanıyordum. Gutman, Türkiye’deki bazı kuruluşlara bizzat başvurup bana iyi bir viyolonsel alınmasını rica etti. Şarkıcısına, türkücüsüne sahip çıkan Türkiye, Gutman’ın talebini ciddiye bile almadı. Şu anda lüthiye Mehmet Yüksel’in yeni bitirdiği viyolonseli kullanıyorum. Birlikte tamamladık ve benim adım verildi enstrümana. Cilada sinsice oyunlarla viyolonsele 18. yüzyıl görüntüsü verdik. Yeni olduğunu ilk bakışta anlamak zor. Montagnana veya Strad yapımı enstrümandaki çalım kolaylığı ve sese sahip. Ayrıca marifet, mükemmel bir enstrümanla çalmak değil, ucuz bir enstrümanla iyi ses elde etmek… Gutman, “senin eline tahta verseler ondan da aynı sesi çıkarırsın” derdi. Yine de benim gibi, solistlikte iddialı bir gencin, çok önemli konserlerinde kullanmak üzere Strad ayarında bir çalgıya sahip olmasında yarar var.

Paganini’nin 24 Kapris’ini viyolonsele uyarlıyorum

Repertuvarınızda hangi dönem ve bestecilerin eserleri ağırlıkta? Çağdaş müzikle aranız nasıl, günümüz bestecileriyle diyalog kuruyor musunuz?
– Repertuvarımda Şostakoviç, Şnitke, Prokofyev, Debussy, Poulenc, Rahmaninof, Britten, Kodaly, Cassado gibi modern dönem bestecileri ağırlıkta. Diğer bilinen klasik eserleri de Gutman ile çalıştığım sıralar repertuvarıma koydum. Modern eserler daha çok ilgimi çekiyor. Çünkü viyolonselin sınırlarını sonuna kadar zorlama imkânını buluyorum, klasik eserlerde kuralların dışına çıkmak pek mümkün değil. Bestecilerle bazen yolum kesişiyor, birlikte çalışma yapmak istiyorum. Mesela yurtdışında önemli başarılar kazanan besteci, arkadaşım Mehmet Can Özer’le birlikte bir çalışma yapmayı planlıyoruz. Günümüzde tüm dünyada viyolonsel için çok az eser yazılıyor. İnşallah Türk besteci arkadaşlarım çalgım için yazacakları yeni eserlerle beni yanıltıp, şaşırtır.
Repertuvarınızı hangi yönde geliştirmeyi düşünüyorsunuz?
– Paganini’ye hayranım. 24 kaprisinden birçoğunu viyolonsele uyarladım. Hayalim tümünü seslendirmek. Repertuvarımda baroktan moderne çok sayıda konçerto var.
Oda müziği-senfonik müzik ayrımında gönlünüz hangi yanda?
– Oda müziğini çok seviyorum. Piyanist Oksana Yablonskaya ile ikili konserler verdik. Daha sonra Litvanyalı genç piyanist Kasparas Uinskas’la tanıştım. Bugüne kadar Carnegie Hall’dan Berlin Filarmoni’ye kadar birçok önemli salonda konser vermiş. Birlikte ilk konserimizi kasımda İstanbul’da vereceğiz. Orkestrayla çalmak da bir başka zevk. Şefle paslaşmak, farklı enstrümanlarla viyolonsel arasında diyalog kurmak çok eğlenceli. Bu mesleğin en güzel yanı Beethoven, Brahms, Schumann gibi dahi bestecilerin eserlerini yorumlayarak dinleyiciye anlatmak.
Bestecilik ve şeflik ilginizi çekiyor mu?
– Her ikisi de çok ilgimi çekiyor. Türk Müziği’nde klasiğe uyarlanabilecek öyle güzel melodiler var ki. Böyle güzel bir melodi duyduğumda hemen hafızamda farklı orkestrasyonlar beliriyor. Fakat bu konuda yeterince deneyimim yok. Kendimi bu alanda geliştirmeyi planlıyorum. Şeflik ise dünyada en az malzeme gerektiren mesleklerden. Bir baget yetiyor. Şaka bir yana, şeflik ciddi olarak düşündüğüm bir konu. Moskova’da özel ders almıştım. Bu konuda alaylıyım ama kendimi geliştirmek için zamanım çok. İleride kendi orkestramı kurmayı hedefliyorum.
Nasıl bir gelecek planı yaptınız, sadece solistlikte mi yürüyeceksiniz, eğitimciliği düşünüyor musunuz, Türkiye’de mi yaşayacaksınız, ilk fırsatta tekrar yurtdışına dönmenin yollarını mı arayacaksınız?
– Eğitimcilik büyük sorumluluk. Çünkü küçük yaştaki çocukların geleceği size emanet ediliyor. Büyük sabır ve ilgi isteyen bir uzmanlık alanı. Yetişkinlerle çalışmaktan zevk alıyorum. Bazı okullardan teklifler geliyor ama şimdilik uzak duruyorum. Özel dersler veriyorum, yazın Fransa’da ustalık sınıfı düzenliyorum. Gelecek planı yapmak yerine sadece müziğe odaklanmayı tercih ediyorum. Hayat beni hak ettiğim yerlere kendisi sürüklüyor. Türkiye dışında hiçbir ülkede mutlu yaşayabileceğimi sanmıyorum. İstanbul’a yerleşmeyi planlıyorum. Elime yurtdışında yaşama fırsatları geçti, örneğin Yeni Zelanda’da yarışmayı kazanınca vatandaşlık teklif edildi. Elimde işçi pasaportuyla vize kuyruklarında beklesem de, bana viyolonsel almasa da, popçusunu yüceltip el üstünde tutsa da, bu topraklarda yaşamayı sürdüreceğim, yurtdışında ülkemi sanat elçisi olarak en iyi şekilde temsil etmek için var gücümle çalışacağım. Belki, Türk deyince David Geringas gibilerin aklına dönerci figürünün gelmeyeceği günlere varmada bir katkım olur…

Gutman’la çalıştığım eseri yorumlayacağım

Türkiye’deki klasik müzik atmosferinden memnun musunuz, birikiminizi yeterince sergileme fırsatı bulabiliyor musunuz?
– Hatır, gönül ve çıkar ilişkilerinin ön planda olduğu kesin. Bunun nedeni tuhafiyeci dükkânı işletmesi gereken kişilerin önemli kurumlara müzik yönetmeni seçilmesi. Kültür kurumlarının yönetici seçimi isabetsiz olduğu sürece genç sanatçıların bu tür eleştirilerine maruz kalmaları kaçınılmaz…
Viyolonsele yeni başlayan gençlere yeteneklerinin eğitim sisteminde köreltilmemesi için hangi konulara çok dikkat etmelerini tavsiye edersiniz?
– Öncelikle bolca repertuvar yapmalarını tavsiye ederim. Faydasını ileriki yaşlarda görecekler. Tabii ki repertuvar doğru hoca ile yapılmalı. Bach’ın viyolonsel süitlerine kendi kafasına göre arşe yazan hocalardan uzak dursunlar. Bu konuda her türlü tavsiye için bana internetten ulaşabilirler. E-posta adresim: benyaminsonmez*yahoo. com. tr
İstanbul Müzik Festivali’nin açılış konserinde Çaykovski’nin Rokoko Çeşitlemeleri’ni seslendireceksiniz. Bestecinin müziğiyle ilişkiniz ne düzeyde, bu eser ne kadar zamandır repertuvarınızda, sizin için kişisel bir önemi, anısı var mı?
– Rokoko Çeşitlemeleri, benim Natalia Gutman’la çalıştığım son eserdi. Bu eseri ne zaman çalsam aklıma Gutman’a eseri çaldığım son ders gelir. Gutman’ı düşünürüm, beş yılda öğrettikleri aklımın ucundan geçiverir. O kadar yoğun temposunun içinde bana zaman ayırdığı, ondan bir şeyler öğrendiğim için kendimi çok şanslı görüyorum.

KENDİ AĞZINDAN BENYAMİN SÖNMEZ’İN YAŞAMI

Köy düğünlerinde saz çalan babamı izlerken müzisyen olmaya karar verdim

Bremen’de doğdum. Babam müzisyen. 1970’lerde sazını alıp, turist olarak Almanya’ya gitmiş, müzik grubu kurup, düğünlerde çalıyordu. Sekiz yıl sonra annem de Almanya’ya gitmiş. İki kardeşiz. Üç yaşındayken, ailem bizlerin Atatürk’ün çağdaş Türkiye’sinde eğitim alması, bu kültürle büyümesi için geri dönmüş. Çocukluğum Nasreddin Hoca’nın Akşehir’inde geçti. Yaşamı okulda değil, hayatın içinde öğrendim. Otomobillerin arkasına asılıp kenti gezer, Nasreddin Hoca’nın türbesine ziyaretçilerin attığı paraları toplayıp karpuz ziyafeti çekerdik arkadaşlarımla. Çocukluğumdan itibaren para kazanmam gerekti. 9, 10 yaşlarında sokaklarda börek sattım, çıraklık yaptım, evde hazırladığım limonataları otogarlarda sattım, aileme yük olmadan ilkokulu bitirdim. Evimizde her zaman müzik vardı. Babam eline tamburu alır, annem güzel sesiyle şarkı söyler, ağabeyimle kanun ve darbukayla onlara eşlik ederdik. Çocukluğumda oyuncak otomobilim, tabancam olmadı. Oyuncaklarım enstrümanlardı: Kanun, ut, cümbüş, org, darbuka, tambur, saz, ney, gitar… Kanunun üstünde yürür, orgun tuşlarını söker, sazın tellerini koparırdım, Babam varlıklı olmamasına karşın, kırılanın yerine yenisini mutlaka alırdı. Bana müzik sevgisini o aşıladı. Müzik eğitimi almamasına rağmen inanılmaz bir kulağı vardır. Evde viyolonsel çalışırken yayımın üstüne sinek konsa onu fark eder! Çocukluğunda müzik eğitimi almak istemiş. Ancak yaşadığı köy ortamında müzikle uğraşanlara Çingene gözüyle bakılırmış ve çok yadırganırmış. Kavak ağacından kendi sazını yapıp, gizlice çalarmış.

Yeteneğimi babamın saz arkadaşları fark etti

Çocukluğumda babamın küçük bir müzik grubu vardı. Grup Laleli ile köylerde düğünlere gider, beni de yanında götürürdü. Düğün boyunca sahnedeki müzisyenleri imrenerek izler, eve gelince onları taklit etmeye çalışırdım. İşte bende sahneye çıkma hevesi o zamanlar başladı. Bir gün, babamın müzisyen arkadaşlarından biri yeteneğini fark ederek babama ısrarla ağabeyimi konservatuvara göndermesini tavsiye etmiş. Babam önerisine uymuş. Ağabeyim Mehmet Sönmez, Ankara Devlet Konservatuvarı’nı kazanıp, kontrbas bölümüne girdi. Belçika’daki uluslararası yarışmalarda birincilik ödülü aldı, Belçika Kraliyet Orkestrası’nda çaldıktan sonra Türkiye’ye döndü. Şu anda Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası üyesi.

Klasik müzik dinlemeye Şostakoviç’in Caz Süitleri’yle başladım

Ağabeyim konservatuvara girdiğinde ben ilkokul öğrencisiydim. Tatillerde eve geldiğinde sürekli müzik dinlerdi. Bir gün dinlediği müzik dikkatimi çekti. Pikapta Şostakoviç’in Caz Süitleri çalıyordu. Eserden çok etkilendim, bütün gün bıkıp usanmadan dinlemeye başladım. İlgimi fark eden ağabeyim beni konservatuvar sınavlarına hazırladı. Açıkçası biraz endişeliydim. Konservatuvara başlamak demek çocukluğumun bitmesi demekti. Bisikletim, mahalledeki arkadaşlarım, annem, babam, her şeyi bırakmak gerekecekti. 13 yaşında Hacettepe Üniversitesi Konservatuvarı sınavlarına girdim, kazanamadım. Sınav jürisi ağabeyime, müzik kulağına sahip olmadığımı, kabiliyetsiz olduğumu söylemiş. Ortaokula devam ettim. Konservatuvara girmeye kararlıydım. Ertesi yıl sınavı kazanıp müzik eğitimime başladım. Hangi enstrümanı çalmak istediğim sorulduğunda, ismini sevdiğim için viyolonsel dedim. Ama ne şeklini ne sesini biliyordum. Parmaklarıma bakıldı, viyolonsel sınıfına girmeme karar verildi. Elimde kazanma belgesiyle yaylı sazlar atölyesine gittim. Çalgımla ilk kez orada karşılaştım. Doğrusu, viyola ya da keman sınıfına gönderilsem de şikâyet etmezdim, amaç müzikle uğraşmaktı, piyango viyolonsele vurdu.

Sınavda felaket çaldım, ertesi gün yarışma kazandım

Konservatuvardaki ilk yıllarımda üst sınıfların çalıştığı eserleri çalarak herkesi şaşırtırdım. Yeni başlayanlara kötü örnek olmak istemem ama, gam, etüd, egzersiz hiç çalışmazdım. Sabah ellerimi Dvorak ile açıp, günü Elgar ile kapatırdım. Viyolonsel bir tür eğlence aracıydı benim için. En etkilendiğim, Rostropoviç’ti. Schiff, Navarra, Fournier, Casals’ın albümlerini de hayranlıkla dinler, sadece Rostropoviç’i taklit etmeye çalışırdım. 17 yasına geldiğimde, bir viyolonsel yarışması ilanı gördüm. Programı, okulda öğrendiklerimizden farklı ve çok ağır eserlerden oluşuyordu. Dört ay zamanım vardı. Üstelik yarışmadan bir gün önce önemli bir sınava girmem gerekiyordu. Hocalarım programın farklılığı nedeniyle yarışmaya katılmama karşı çıktı. Sınavı askıya alıp, gizlice yarışmaya hazırlandım. Sınav günü geldi çattı. Fena halde bocaladım, ezber hatası yaptım, pis notalar saçtım etrafa… Rezil bir icraydı kısacası. Ertesi gün Bilkent Üniversitesi’ndeki yarışmaya gittim. Jüride Amerikalı bir viyolonselci ve Gürer Aykal’ın yanında, bir gün önce sınavda felaket icramı dinlemek zorunda kalan komisyonun üyesi Doğan Cangal oturuyordu. Birinci oldum. Bu sayede bir gün önce okulda şöhretine gölge düşürdüğüm hocam Nuray Eşen’e de kendimi affettirdim. Bu ödülden sonra çok daha ciddi çalışmaya başladım.

Yuri Başmet sofrada cep telefonuyla, Gutman’ı aradı

Hocalarım okuldaki eğitimin bana yetmediğini söyleyip, imkân bulabilirsem yurtdışına gitmemi öneriyordu. Bunun yollarını ararken, İstanbul’da konser vermem gündeme geldi. Eşlikçi piyanist bulamıyordum bir türlü. Tavsiye üzerine konservatuvar hocalarından Kırgız piyanist Gulmira Tokombeva’ya ulaştım. Yardım etmeyi kabul etti. İlk provada çalışımı çok beğendi. Seni Moskova Konservatuvarı’ndan sınıf arkadaşım, yakın dostum Yuri Başmet’le tanıştıracağım, dedi. Rastlantı olarak, o ay Başmet konser verecekti Ankara’da. Konserinden sonra Gulmira’nın evindeki yemeğe davet edildim. Yemekten sonra Başmet beni dinledi. Çok yeteneklisin, iyi bir hocaya ihtiyacın var, dedi. Hemen orada cep telefonundan Almanya’da hocalık yapan Natalia Gutman’ı aradı. Beni dinlemesi için rica etti. Zorlukla da olsa Gutman bu talebi kabul etti. O kadar heyecanlıydım ki o akşam hayatımın ilk votkasını Yuri Başmet’le içtim. Bu onunla son karşılaşmamız olmayacaktı…

Gutman’ın viyolonseli eşliğinde Türk Müziği çaldım

Hocam Natalia Gutman’ın Moskova’daki evinden dünya “star”ları hiç eksik olmazdı, her ay mutlaka birileri yemeğe gelirdi: Başmet, Tretyakov, Lobanov, Virsaladze, Maisky, Masur, ünlü yazarlar, oyuncular… Sofra başında uzun uzun sohbet edilirdi. Bu güne kadar o evde hangi ünlü müzisyenle tanıştıysam, hepsinde aynı özelliğe rastladım. Hayatları büyük zorluklar içinde geçmişti. Yılbaşı gecelerini mutlaka Gutman Ailesi’yle birlikte kutlardık. Çok keyiflenince bana döner “Haydi Benyamin, bizlere Türk müziği çal” derdi… Bir yılbaşında votkayı fazla kaçırmış olacağım, teklifini kabul ettim. Viyolonselle bir taksim yaptım, bayıldı bu müziğe. O da aldı viyolonselini, tek ses çalmaya başladı. Ben de taksime devam ettim.

Almanya’da konserimde orkestrayla taksim yaptım

Klasik dışında, sıkıcı olmayan her türlü müziği dinlerim. Favorilerim: Ella Fitzgerald, Tony Bennett, Stephan Grapelli, Art Tatum, Lara Fabian, Rozenberg Trio, Laço Tayfa… Klasik Türk Müziği’ni de severek dinler, icra ederim. Özellikle Dede Efendi , Tanburi Cemil Bey’in eserlerini. Almanya’da orkestra eşliğinde verdiğim bir konserde bis’e çağrılmıştım. Orkestranın çaldığı tek ses üzerine taksim geçip, Almanlara hayatlarında belki de ilk defa duydukları bir heyecanı yaşatmıştım.

Eski Türk filmlerine bayılırım

Hız hastasıyım, spor otomobilleri severim. Fırsat buldukça spor yaparım, müziğime faydası çok. Eski Türk filmlerine bayılırım. Özellikle Filiz Akın ve Ayhan Işık’ın rol aldığı filmlere. Bu filmlere dalıp, konsere geç kaldığım bile oldu. Mizah dergilerini takip ederim. Al Pacino’nun bir filmini izledikten sonra tangoya merak sardım, ders almak istiyorum. Hobilerimden biri de enstrüman yapımı. Mehmet Yüksel’le mükemmele ulaşmak arzusuyla araştırmalar yapıyoruz. Viyolonsel ve barok viyolonselin dışında, ilk fırsatta viyola da gamba, lut, rebab, yaylı tanbur ve akordeon çalmayı öğrenmek istiyorum.

BENYAMİN SÖNMEZ, USTALARIYLA UNUTAMADIĞI ANEKTODLARINI ANLATIYOR

  • Yo Yo Ma: Manchester’da tanıştık. Kişiliğine hayran kaldım. Sürekli gülücükler saçıyor, kimseyi kırmıyordu. Bir gece, yıldızı olduğu yemekte, elinde tepsiyle içki dağıtan garsona koşup kapıyı açmasını unutamıyorum.
  • David Geringas: Mükemmel bir öğretici. Viyolonselin ince, püf noktalarını çok iyi kullanıyor, bunları başarıyla öğretiyor. Ama çok soğuk ve epeyce kendini beğenmiş bir şahsiyet. Mesela beni ilk dinlediğinde, herkesin ortasında “Almanya’da siz Türkler sayesinde hiç aç kalmıyoruz, dönerciler 24 saat açık” demişti. Bu patavatsızlığı beni çok üzmüştü. Böylesine büyük bir müzisyene hiç yakıştıramamıştım.
  • Anner Bylsma: İnanılmaz bir kişilik. Konserde, birlikte Bach’ın süitlerini çalıyorduk. BBC televizyonu çekim yapıyordu. Viyolonseli yere bırakmamı, dans edip çaldığım süitin melodisini söylememi istedi, bir an afalladım… Sonra söylediğini yaptım. Salonun en ön sırasında oturanlardan biri de Mischa Maisky’ydi. Ölüyordu gülmekten…
  • Valeri Gergiyev: Hayran olduğum şeflerden biri. Yakın dostları, hocam Gutman ve piyanistim Tokombeva sayesinde tanıştım. Bir konser öncesinde New York Metropolitan Operası’nın kulisinde, onu bekliyorduk. Konsere tam 3 dakika kala salona geldi, frağını giyip, o hızla sahneye çıktı. Hayalim, önümüzdeki yıllarda birlikte bir konser vermek.
  • Yuri Başmet: Almanya’daki bir konserime Gutman’la birlikte gelmişler. Konser sırasında Başmet, Gutman’ın kulağına eğilip “Nataşa, darılma ama bugüne kadar duyduğum en güzel viyolonsel sesi” demiş. Daha sonra kuliste Başmet’in bana anlattığına göre, Gutman şu cevabı vermiş: “Bu sesi ona ben öğretmedim, zaten içinde vardı…” Başmet, kaderimi değiştiren kişidir.
    (Serhan Yedig / Haziran 2008 Andante / 1 Haziran 2008 Hürriyet)

Fotoğraflar: Ceren Aksan

                                              * * * * * * * * * *

Çellosu ölüme meydan okuyor

Genç kuşağın parlak çellistlerinden Benyamin Sönmez, iki yıl önce, 28 yaşında geçirdiği kalp krizi sonucu hayata veda etmişti. Konser kayıtları 2 CD’lik albüme dönüştü.

Avrupa’nın savaş ateşiyle kavrulduğu 1940’larda bir kuyruklu yıldız gibi parlamıştı Ginette Neveu. Fransız kemancı 15 yaşında, David Oyştrah’la yarıştığı Wieniawski Yarışması’nda birinci olmuş, sonrasında Poulenc’in adına opus 119 Keman Sonatı’nı ithaf edeceği müthiş bir yorumcuya dönüşmüştü. Piyanist kardeşi Jean-Paul’le dünyayı geziyor, konser veriyordu. 28 Ekim 1949’da, kardeşiyle birlikte Air France’ın Paris – Azor Adaları seferi yapan uçağına bindiğinde 30 yaşındaydı. Uçak Sao Miguel Adası’ndaki bir dağa çakıldı. Ginnette’in kemanına sıkıca sarılmış cesedi günler sonra bulundu. Şampiyon boksör Marcel Cerdan da aynı uçaktaydı. Cerdan’ın sevgilisi, şarkıcı Edith Piaf yıllar sonra biyografisinde şunu yazacaktı: “Ginette Neveu’nun müthiş kemanını dinlemek için binlerce kilometre yolculuk yapabilirdim…”
Ben Neveu’yu röportaj yaptığım bir genç kemancı sayesinde tanıdım. Çalışma odasındaki CD’lerine gözatarken başucu albümlerini sormuştum. Hiç tereddüt etmeden Neveu’nun Dutton’dan yayımlanan Brahms albümünü çıkardı. “Re majör konçerto yorumu müthiştir” dedi. Hepi topu 30 yıl yaşamış bir kemancının icraları, öyküsü 60 yıl sonra dilden dile geziyordu.

Enerji veren Nikolsky

Birkaç yıl önce, Berlin’de kullanılmış CD satan bir dükkanda rastlamıştım piyanist Andrei Nikolsky’nin Chopin kayıtlarına. “Chopin Yılı”ndaydık ve bestecinin tüm eserlerini baştan dinliyordum. Arşivimde, bestecinin ustalık işi “24 Prelüd”ü yoktu. Adını daha önce hiç duymadığım piyanistin albümünü aldım, MP3’üme kaydettim, günlerce dinledim. Hatta bir gece yarısı, Ağrı’nın zirvesine tırmanırken bana güç verdi…
Nikolsky’yi keşfettiğimde o öleli 15 yıl olmuştu. Öyküsünü gazete arşivlerinde buldum: Belçika’nın Walloon Bölgesi’nde trafik kazası geçirmişti. 36 yaşındaydı. Şöhret basamaklarını hızlı çıkmanın stresine dayanamadığı, çok içtiği söyleniyordu. Çaykovski Konservatuvarı’nın parlak öğrencisi, 1979 Long-Thibaud Yarışması ikincisi, 1987 Kraliçe Elisabeth Yarışması birincisinden geriye altı albüm kalmıştı… Liszt, Rahmaninof, Mozart ve “Cenaze Marşı” dahil Chopin yorumları You Tube’de dönüp duruyordu…

Gutman’ın övgüsü

Geçen hafta postadan ÇAĞSAV’ın yayımladığı “Benyamin Sönmez” albümü çıkınca Neveu ve Nikolsky’yi hatırladım. Bu kez öykünün başıyla sonu yer değiştirmişti…
Benyamin Sönmez’in adını ilk kez Natalia Gutman’dan duymuştum. 2008’in ilk günlerinde İstanbul’a konser vermeye gelecekti ünlü çellist. Almanca çevirmenliğimi üstlenen arkadaşım Simla Yerlikaya’yla telefonun başına oturup uzun bir röportaj yapmıştık. Tanıdığı Türk yorumculardan bahsederken Sönmez’in adı geçmişti. Stutgart’ta öğrencisi olduğunu, onu Moskova Konservatuvarı’na götürdüğünü anlatmıştı. “Benyamin çok yetenekli bir öğrenciydi. Ama öğrenci düzenine uyum sorunu vardı. Hayallerinin peşinde koşuyordu. Sınavları ertelerdi. Tabii bu tavrı okulda sorun oluyordu, ama ben her zaman onun yanında oldum, çünkü çok yetenekli olduğuna ve büyük bir çellist olacağına inanıyordum. Şimdi Türkiye’de yaşadığını, çalmaya devam ettiğini biliyorum” demişti.
İsmini bir kenara yazmış, röportaj fırsatını beklemiştim. Altı ay sonra İstanbul Uluslararası Müzik Festivali’nin açılış solisti olacağını öğrendiğimde kapısını çaldım. Yaklaşık dört saatlik söyleşinin özeti Hürriyet’te, tam metni Andante Dergisi’nde yayımlandı. Bu tarihten sonra dinleyicileri arasına katıldım. İstanbul’daki konserlerini kaçırmamaya, yurtdışındakileri basından tatip etmeye çalıştım. Kariyerinde sıçrama yapmaya hazırlandığı günlerde askerlik göreviyle ilgili sorun yaşadığını biliyordum. Fakat sorunun ne kadar vahim boyutlara ulaştığını duymamıştım. Öykünün geri kalanını 2011’in 3 Aralık günü öğrendim. Bir ikindi vakti masamdaki telefon çaldı. Hürriyet Haber Müdürü Necdet Açan’dı arayan. “Çellist Benyamin Sönmez’i tanıyor muydun, ölmüş” dedi… Arkadaşları, hocası, yakınlarıyla konuştum hemen. Sönmez, o yıl İstanbul Müzik Festivali’ne gelen ünlü Alman Kemancı Anne Sophie Mutter’in dikkatini çekmiş, takdirini kazanmıştı. Mutter’in daveti üzerine Almanya’ya gitmiş, birlikte konser vermiş, Mutter Vakfı’nın desteklediği genç virtüözler arasına girmesi ihtimali belirmişti. Fakat askerlik engeli vardı. Son umudu “bedelli” talebi de gerçekleşmeyince bunalıma girmiş, kalbinde ritm bozukluğu sorunu ortaya çıkmıştı. Ve 30 Kasım’da Ankara’da hocasının evinde uykuya çekildiği odadan bir daha çıkamamıştı…
Ve bana da Benyamin Sönmez’in başarıları yerine ölüm haberini yazmak düşmüştü…
(Serhan Yedig / 3 Şubat 2013 / Hürriyet)

İŞBİRLİĞİYLE HAZIRLANDI
“Benyamin Sönmez” albümünü genç çellistin dostları el ele vererek hazırladı. Prodüksiyonu Çağdaş Sanatlar Vakfı Başkanı Şefik Kahramankaptan üstlendi. Sönmez’e Goffriller yapımı çelloyla çalma fırsatı sunan hamisi Yüksel Erimtan maliyeti karşıladı. Birlikte çalıştığı müzikçiler konser kayıtlarını toparladı. Albümün ilk CD’sinde Sönmez’in piyanist Oxana Jablonskaya, Sabri Tuluğ Tırpan, Muhittin Dürrüoğlu, Gülmira Tokombayeva ve kemancı Atilla Aldemir’le seslendirdiği Beethoven, Chopin, Brahms, Tırpan, Dürrüoğlu, Saint-Saens sonatları, ikililer, üçlüler, ikinci CD’de CSO eşliğinde Elgar’ın (Mi Minör), Hacettepe Senfoni eşliğinde Dvorak’ın (Si Minör) çello konçertoları yer alıyor.

Linkler

Benyamin Sönmez Çello Yarışması

Share.

Leave A Reply

2 + 4 =

error: Content is protected !!