Marielle Labeque / 1991’deki Poulenc yorumumuzu dinlemeye dayanamıyorum, adeta bir işkence

0

Klasik müziğin en popüler piyano ikililerinden Labeque Kardeşler 17 Ocak’ta BIFO’yla Poulenc’in konçertosunu seslendirmek için İstanbul’a geliyor. Bir de resital verecekler. Fırsatı değerlendirip Marielle Labeque’e Pekineller’le rekabetlerini, geçmişte yıldırım gibi çaldıkları icraları sorduk.

 

Klasik müziğe yeni dinleyiciler kazandırma, çağdaş müziği tanıtma, genç müzikçileri tanıtma konusuna epeyce zaman ayırıyorsunuz. Bu konuda ne gibi yeni çalışmalarınız var?
– Minimalist müziğin 50’nci yılı için Minimalist Hayal Evi projesini hazırladık. Yoko Ono, 1960’ların başında, New York’taki dairesinde ayda bir minimalist eserlerin seslendirdiği konserler düzenlerdi. Bu konserleri geçen yıl Londra’da verdiğimiz konserlerle andık. Fikir Times’ın müzik eleştirmeni Igor Toronyi-Lalic’den çıkmıştı. Üç konserden her birinde minimalizmin bir dönemine odaklandık. Zor eserlerdi, çok emek sarfetmemiz gerekti. Kaydettiğimiz üç albüm şubatta yayımlanacak. Daha sonra Paris’teki Site de La Musique’de üç konser vereceğiz. Philip Glass iki piyano için “Dört Bölüm” adlı müthiş bir eser yazdı. Raphael Seguinier, solo piyano için 24 eser yazdı. Keith Jarrett ’ın bestelerini çağdıştıran bu eserlerden beşini repertuvarımıza aldık.
Genç dinleyicileri konser salonuna çekmek için yeni projeleriniz var mı?
– Gençleri klasik müziğe çekmek için büyük salonlardan çıkıp, alternatif mekanlarda da konser vermek gerekiyor. Daha da önemlisi video klip çağında, görsel destek olmadan gençlere ulaşmak çok zor. Videosu yoksa Beethoven’in bir senfonisini oturup baştan sona dinlemezler. Çünkü hepsi çok iyi hazırlanmış video kliplerle müzik dinliyor. Klasik müzik açısından da imgeler önemli. Bu nedenle 2007’deki Stravinski – Debussy albümü için klipler hazırlattık. Birlikte çalıştığımız şeflerden Michael Tilson Thomas da kliplerle gençlerin dikkatini çekmeyi deniyor. Biz ayrıca diğer müzik türlerinde de çalışmalar yapıyoruz. Katia, caz, rock yapıyor. Ben flamenkoyu seviyorum. Bunlar gençlere ulaşmak için birer köprü. Tabii bu çabanın içten gelmesi, samimi olması gerekiyor. Proje uğruna yapılırsa etkili olmaz.
Genç bestecilere sipariş veriyor musunuz? Size ithaf edilmiş pek çok eser var, bunlardan ne kadarı siparişiniz?
– İki piyano için yazılmış orkestral eserlerin sayısı sınırlı. Yavaş yavaş genişliyor. Gençlik yıllarımızda Messiaen, Berio, Boulez gibi besteciler bizim için eserler yazmıştı. Sonraki yıllarda hep çağdaş müziğe yakın durduk. Örneğin şu anda elimizde beş yeni konçerto var. Bazı eserleri orkestralar bizim için sipariş veriyor. Philip Glass iki piyano için bir konçerto yazıyor. 2016’da hazır olacak. Son siparişimizi Richard Dubugnon’a verdik. Janine Jansen’in seslendirdiği harika keman konçertosunu dinledikten sonra, iki piyano için bir konçerto yazmasını istedik. Siparişi üstlenmesi için orkestralarla görüştük. LA Filarmoni, Gewandhaus Leipzig, Suisse Romande ve Paris Orkestrası ortaklaşa üstlendi. Eseri Japonya, Avrupa ve ABD’de seslendireceğiz. Aslında pek çok proje rastlantıyla başlıyor, anlık kararlarla gelişiyor. Gelecek yıl ne yapacağımızı size söyleyemem; dinlediğimiz müzikler, karşılaştığımız kişiler anlık ilhamlar veriyor. Mesela İspanyol şarkıcı Mayte Martin’le yaptığımız albüm böyle gerçekleşti.
Röportajlarda hep doğa sevginizden bahsediyorsunuz. Kuş ötümlerini müziğe dönüştürecek kadar doğayı seven Messiaen’le tanıştığınızda bu konuları konuşur muydunuz?
– Tanışmamız tamamen tesadüftü. Paris Konservatuvarı’nda arkadaşımız Michel Beroff, Olivier Messiaen’in “Visions De L’Amen”ini çalarken eseri çok sevdik. Notalarını aldık, bir odada çalışmaya başladık. O sırada koridordan geçiyormuş. Odaya girip, bir kez daha çalmamızı rica etti. “Ben artık piyano çalamıyorum. Kaydetmek isterseniz, prodüktörlüğünüzü yaparım” dedi. Öyle heyecanlandık ki, sanki müzik tanrısı yeryüzüne inmiş, bizimle konuşmuştu. Odadan çıktığında “Bizim gibi normal bir insanmış” demiştik birbirimize. 1969’da albümü onun gözetiminde kaydettik, yayımlandı. Evet, doğaya tutkuyla bağlıydı, kuşları çılgınca severdi. Kuş ötümlerinden başarılı eserler yazdı. Fakat kendisiyle bu konuda sohbetimiz olmadı. Pek çok büyük müzikçiyle bu şekilde rastlantıyla tanıştık. Berio’yu annemin bizi götürdüğü bir konserde tanımıştık, kim olduğunu bile tam bilmeden, dinlediğimiz Synfonia adlı eserinden etkilenip, eser siparişi vermiştik… Doğa konusuna dönersek. Her fırsatta dağlara gidiyorum, köpeklerimle uzun yürülüşlere çıkıyorum. Kenttin ses kirliliğinden kaçıyorum, kendimle başbaşa kalıyorum. Müzikte de sessizliğin önemini bana doğa öğretmiştir.
İki piyano deyince akla hep bütünleşmiş bir ses gelir. Siz ise bütünleşmeyi reddediyorsunuz, karakterlerinizi korumaya çalıştığınızı söylüyorsunuz. Peki bu tercihin sahnede yarattığı riskleri nasıl bertaraf ediyorsunuz?
– Aslında tek piyano yeter de artar. İki piyano varsa, ortaya orkestral ses zenginliği çıkmalı. Biz piyanoya oturduğumuzda, hangimiz obua, bas, klarnet, çelloyu çalacağız diye konuşuruz. Çalarken hep diğer enstrümanların seslerini hayal ederim. Kaz Anam gibi dört el için yazılan eserler çok nadirdir. Petruşka, İspanyol Rapsodisi gibi eserleri orkestradan piyanoya uyarlıyoruz. Yorumda iki ayrı karakterin korunması da önemli. Opera solistlerinin farklı ses renkleri gibi icraya boyut kazandırıyor. Bir piyanonun tonu parlakken, diğeri pastel kalıyor, ortaya güzel bir ton zenginliği çıkıyor. Zaten böyle olmalı. Katia ile aynı ruha sahibiz, bunun ötesinde birbirimizden çok farklıyız: Ellerimiz, tınılarımız, karakterimiz. Zaten bu sayede birlikteliğimiz sıkıcılıktan kurtuluyor. Mozart’ın konçertosunu çalarken, Katia’nın çaldığı bölümü aynen tekrar etsem icra sıradanlaşır. Onun gibi çalmak istemem. Çoğu kez yorum yerine riske girmeyi tercih ediyoruz.
Dolayısıyla her türlü sürprize açıksınız…
-( gülüyor) Evet, aynen öyle.

Farklılıklarımız artıyor

40 yıllık sahne beraberliğinden sonra çok farklı iki kişilik yapısı biraz birbirine yaklaştı mı?
– Sanıyorum her gün yeni bir farklılık keşfediyoruz. Bu da çok güzel. Piyano ikilisi için en önemli nokta, iki kişinin de özgür olması. Aksi halde, endişeler yorumu mekanikleştirebilir. Yıllar bizi çok değiştirdi. Bugün ilk “Kaz Anam” kaydımızı dinlediğimde yorum çok yetersiz geliyor. Evet, teknik açıdan mükemmel, fakat bu yetmez. Çok hızlı, köşeli bir icra. Bugün konsere çıktığımızda, icrada birbirimize yaslanmak yerine özgürlüğümüzü kullanmayı tercih ediyoruz. Kuşkusuz salondaki atmosfer, izleyiciden aldığımız elektrik de icraya yansıyor. Tüm hazırlık sürecini, provalardaki çalışmalarımızı bir kenara bırakıp sahnede anlık ilhamla, emprovizasyon yapar gibi çalıyoruz. Bunun için de kimi zaman birbirimizden ayrılıp, kendi dünyalarımıza çekiliyoruz. Hatta bazen farklı şehirlerde oluyoruz, uzun zaman konuşmuyoruz. Bugünkü yorumları dinlediğimde bu çabanın yorumlarımıza da yansıdığını görüyorum. Bir piyanonun kemanla, çello ya da şancıyla çalması iki piyanodan çok daha kolay. Çünkü piyano vurmalı çalgı gibidir, yaylı çalgılar kadar esnek değildir. Vurguları, ifade gücünü yakalamak için özgürlük gerekir…
Yani uzun süreli ikili çalışmanın karmaşık psikolojisi sizi ne birbirinize benzetti ne de uzaklaştırdı…
– Hep yeni bir şeyler keşfetmeye çalıyoruz. Spontan yaşıyoruz. Hatta plak firması bile bu çabanın bir ürünü. Hep aynı eserleri, aynı şekilde çalsaydık bu beraberlik bu kadar uzun sürmezdi. Farklı müzikçilerle çalışıyoruz. Birbirimizden bıkmadık. Zaten bu noktaya gelince birlikteliği sürdürmenin anlamı yok. İkimiz de kişiliklerimizi, heyecanımızı koruyoruz. Çocukluğumuzda birliktelik çok daha zordu. Bugün zorlukları, başarıları birlikte paylaşıyoruz. Birlikte gücümüz artıyor. Tecrübeler bizi birbirize yaklaştırıyor gün geçtikçe. Her yeni gün bizim için bir armağan. Her gün bir öncekinden farklı olmakla birlikte…
Bugün dünyanın önde gelen konser salonları, festivaller hep büyük plak firmalarınca yönlendiriliyor. Kısa zamanda yıldızlar yaratıp diğerlerine yolları kapatıyorlar. Neden riske girip plak firması kurdunuz, hayatta kalmayı nasıl başardınız?
– Erato, EMI gibi firmalarla başladık bu işe. Günün birinde koşulları kabul edilemez noktaya geldi. Aslında bu dönemde bile istediğimizi yaptırmayı kısmen başardık. Philips, Rapsody in Blue’yu kaydetmek istediğimizde, pek sıcak bakmamıştı. Biz Bartok sonatlarını kaydetmek istediğimizde, Rahmaninof’ları önerdiler. Stravinsky’nin satmayacağını söylediler. Peki öyleyse, albüm kaydetmenin ne anlamı var? Albümler sahne repertuvarını desteklemeli. “Tea for Two” gibi çılgın işler yapsaydık çok sevineceklerdi… Kapasitemizi göremediler. Eğer onların çizdiği yoldan yürüsek mutsuz olacaktık. Mozart’ın Re Majör Piyano Konçertosu ve birkaç sonatla yetinsek bugün çoktan unutulmuştuk. Sonunda Katia’nın çabasıyla firmamızı kurduk; ben korkuyordum, o cesaret etti. Stravinsky’yi kaydettik. Evet, Gershwin kaydımızdan daha az satıyor. Eee n’olmuş yani? Bu bizi etkilemiyor. İstediğimizi kaydetmenin onuru bize yetiyor. Philips’e kaydettiğimiz, çok sevdiğimiz CD tükendi, artık piyasada yok. Bunu basmak yerine daha çok satacağını düşündükleri CD’leri basıyorlar. Biz kendi firmamızı kurup özgürlüğümüzü kazandık, özgün işler yapmak dikkat çekmemizi sağladı, bu sayede ayakta kaldık. Plak firmalarının çizdiği yoldan yürümek başkalarına iyi gelebilir, bize değil. Müzik senin için ne anlama geliyor, nasıl müzik yapmak istiyorsun, ne söylemek istiyorsun? Bunların cevabını sanatçı kendi vermeli.
Prova sürecinde hâlâ yorumlar üzerine uzun tartışmalar yapıyor musunuz, yoksa her şey reflekslerle mi ilerliyor?
– Hâlâ yorum üzerine saatlerce konuşuyoruz, tüm detayları tartışıyoruz. Bazen kavga ediyoruz. Sonra mikrofonun önüne çıktğmızda tüm sorunlar çözülüyor ve en iyi yorumu buluyoruz.

Doğaçlama yapanlara çok imreniyorum

Marielle Labeque ve eşi Semyon Bikov

Katia gibi emprovizasyona yakın mısınız siz de, ikili doğaçlama yapar mısınız?
– Keşke doğaçlama yapabilseydim. Robert Lewin’i Mozart, Beethoven konçertolarında kendi kadanslarıyla dinlerken ona çok imreniyorum. Müthiş bir yetenek. Gerçekten takdir ediyorum. Ben sadece çağdaş müzik çalıyorum. Katia caz çalıyor, emprovizasyon yapıyor. Ben ise operaya meraklıyım. Epeyce fazla opera dinliyorum, önemli temsilleri kaçırmıyorum.
Eşiniz (şef Semyon Bikov) sizi Rus müzik kültürüne, icra geleneğine yaklaştırdı mı?
– Eşim nadiren Rus eserleri icra ediyor. Daha çok Strauss, Wagner eserlerini yönetiyor. Sayesinde ben de bu müziği daha çok duyuyorum. Şancıları dinliyorum. Bu da orkestra tınısını, şancıların şarkı tekniğini piyano icrasına taşımama yardımcı oluyor. Bugünlerde hep bas Ferruccio Furlanetto’yu dinliyorum. İtalyan bir solist olarak St. Petersburg’da Boris Godunov’u seslendiriyor. Müthiş hassas bir ses, çok çok güzel. Şef Simon Rattle’ın eşi, Çek mezzo soprano Magdelana Kozena’nın sesine hayranım… Her ikisi ses de bana ilham veriyor. Katia’da Mayte Marti’yle çalışmaya başladıktan sonra çok değişti.
Son yıllarda çok sık Türkiye’ye geliyorsunuz. Fazıl Say ’ın dışında tanıştığınız Türk müzikçi var mı, Türk besteciler, müzikçilerle çalışma yaptınız mı?
– Fazıl Say müthiş bir müzikçi, büyük bir yetenek. Davetiyle Antalya Piyano Festivali’nde çalmıştık, çok mutlu olmuştuk. Bugüne kadar bir Türk besteciyle çalışmadık. Belki günün birinde Fazıl Say iki piyano için bir eser yazar. Biz de seslendiririz.
Zaman zaman kendinizi Türklerle kuşatılmış gibi hissettiğiniz oluyor mu? Almanya’ya gittiğinizde sahnede Ferhan-Ferzan Önder Kardeşler’i görüyorsunuz, ABD’ye gittiğinizde Güher-Süher Pekinel Kardeşleri…
– (Gülüyor) İnanılmaz, müthiş bir şey… Pek çok piyano ikilisi var. Harika… Hepsine ihtiyacımız var. Yeni ikililer geliyor. Özellikle Amerika’da yeni, güçlü ikililer çıkıyor. Hepsine ihtiyacımız var. Birkaç piyano ikilisiyle bağlantımız var. Fransa’da Lafitte Kardeşler’i tanıyorum. Almanya’da yaşayan Daniel ve Anton Gerzenberg Kardeşler’i takip ediyoruz. Danae-Kivelli Dörken Kardeşler 4-6 yaşında konserlerimize gelirlerdi. Şimdi 20’lerindeler, Japonya’da konser veriyorlar. Kendimi onlara çok yakın hissediyorum. Zaman zaman telefon ediyorum. Aynı odada mı kalıyorsunuz, arada kapı olan odalarda mı, konserleri nasıl organize ediyorsunuz gibi sorular soruyorum. Benzer süreçlerden geçtik çünkü. Kız kardeşler günlük hayatta çoğunlukla kavga eder, bu normaldir. Birlikte bir iş yapmaya başladıklarında durum değişir, hele piyano ikilisi gibi bir nedenle bir araya geldilerse durum değişir.

Pekinel Kardeşler’le rakip değiliz

Biyografilere bakılırsa Pekinel Kardeşlerle aranızda sadece bir yaş var. Onlar da Paris Konservatuvarı’nda okudu. Tanışıyor musunuz?
– Sanıyorum bizden gençler. Biz 1968’de mezun olduk. Pekineller’le okulda hiç karşılaşmadık. Sanıyorum onlardan önce mezun olmuştuk. O tarihte sadece Alfons ve Aloys Kontarsky Kardeşler (*) vardı. 30’lu yaşlarda piyano ikilisine başladığımızda biz de aşağı yukarı bu düzeydeydik. Pekinelleri ise sonraki yıllarda duyduk…
Bir dönemler siz EMI ve Philips’in, onlar ise Deutshce Gramaphon, Teldec’in yıldızıydı. Aranızda gerilim, rekabet yaşandı mı? Zaman zaman hayal ettiğiniz projeler Pekineller nedeniyle plak firmalarının engeline takıldı mı?
– Hayır, pek sayılmaz. Biz Katia’yla öylesine meşguldük ki… Pek çok konserimiz vardı. Yeryüzünde piyano ikilileri gibi pek çok kemancı, çellist, şancı var. Pekineller’in neler yaptığını, neler çaldığına dikkat etmedim, onları takip etmedim. Herhangi bir rekabet yaşanmadı. Zaten farklı repertuarlarımız vardı, farklı plak firmalarında çalışıyorduk. Belki aynı firmada olsak, karşı karşıya gelebilirdik. Belki eleştirmenler karşılaştırma yapmıştır, hatırlamıyorum. Tekrarlamam gerekirse, plak firmalarının gelişimimiz konusunda herhangi bir katkısı olmadı. Philips’e forte piyanoyla Bach önerdiğimizde kabul etmediler. Bunun yerine Bobby Mc Ferrin’le albüm yapmamızı istiyorlardı. Biz ise bu dönemde Giovanni Antonini, Reinhard Goebel gibi şeflerle çalışmayı tercih ettik, klavsen çaldık. Bunlar plak firması için çekici değildi. Eeee n’olmuş? Biz kaydedip kendi firmamızdan yayımladık. Musikverain’da konser verdik. Bugün bulunduğumuz yerde payları yok. Katia’nın cesareti ve kararlılığımızla geldik bugüne.
Nice genç müzikçinin kariyeri büyük plak firmalarının elinde tükeniyor. Söyledikleriniz umut verici.
– Kesinlikle doğru. Genç kendini teslim ettiğinde istediklerini yaptıyorlar, sonra genç müzikçi gözden düşüyor, yani sanatını öldürüveriyorlar. Cesur olmak, plak firmalarına teslim olmadan mücadele etmek lazım. Evet, arkamızda DG yok, ama hayattayız…

Mozart’ı tekrar kaydetmeliyiz, hem de acilen

İstanbul’da seslendireceğiniz Poulenc’in Re Minör Konçertosu’nu 1995’te BBC proms’da seslendirmiştiniz. You Tube’de son iki yılda 30 bin kişi izlemiş. Rüzgar gibi çalıyorsunuz, internette pek çok izleyici bu noktaya dikkat çekmiş. Aradan geçen zamanda esere yaklaşımınızda, icranızda neler değişti?
– 1991’de Philips’ten yayımlanan CD’deki Boston Filarmoni Orkestrası eşliğindeki yorumumuzu dinlemeye dayanamıyorum… Çok hızlı, ifade gücü zayıf, yavaş bölümler çok yavaş… Tanrım, dayanılır gibi değil! Geçenlerde Londra’daki bir radyo röportajında programcı CD’den Poulenc’in birinci bölümünü çalmaya başladı. Öncesinde övücü yorumlar yaptı. Canlı yayındaydık. “Lütfen bu işkenceye bir son verin” dedim. (Kahkahalar…) Gerçekten felaketti. Sonra ikinci bölümü çalacağını söyledi. “Tanrım, bu bölümdeki yorumumuz da öyle yavaş ki, gerçekten çok sıkıcı” dedim. O zaman eserin böyle çalınması gerektiğini düşünüyorduk… Şimdi bakış açımız değişti. Evet, bu konçertoyu Stravinski ruhuyla, o zamanlar Seiji Ozawa’nın yaptığı gibi, koşturarak, haykırarak çalabilirsiniz… Ya da sürati bir kenara bırakıp hakkıyla müzik yaparsınız. Georges Pretre’nin şefliğinde seslendirdiğimizde ise çok daha farklı bir yoruma ulaşmıştık. Çünkü eserin ruhunu biliyor. Eserin Re Minör tonu çok güçlü bir ifade kazandırıyor. İçinde çok farklı ruh halleri, coşku, neşe var. Yıldırım gibi çalıp geçilecek bir konçerto değil, her bölümün karakteri farklı. 2005’te Simon Rattle yönetiminde Waldbühne Berlin’deki konserimizde nihayet istediğimiz yoruma ulaşabildik. Açıkhavada, izleyici önünde verilmiş bir konserdi, çok etkileyici bir atmosferde, mikrofon önünde olduğumuzu bile unuttuk. Bu konserin videosunu da internette izleyebilirsiniz. Bazen hız icraya akıcılık kazandırıyor. Örneğin barok eserlerde. Ama bu çok kritik bir tercih. Her barok eser hızlı icra edilemez. Tercih çok dikkatli kullanılmalı. Yıllar sonra Mozart’ı da farklı seslendiriyoruz. Geçen yıl hayalimizdeki Viyana Filarmoni’yi eşim yönetti, biz de Mozart çaldık. Harika bir konser oldu. Yorum, daha önce Giovanni Bortalini’yle, forte piyanolu kaydımızdan çok farklıydı. Barok yorumda enstrüman farklıydı, icra daha hızlıydı. Yine de Philips’in isteklerini kabul etmek yerine Giovanni’yle çalmayı tercih ederim. Bortalini ya da Viyana Filarmoni’yle farklı bakışlarda çalmak da çok zevkli. Her ikisi de ikna edici icralar. Artikülasyon, ifadelendirme farklı olsa da…
Poulenc’i bir kez daha kaydetmeyi düşünmüyor musunuz?
– Bu eseri hiç değilse 2005’te Simon Rattle’la çaldık ve videosu var. Acilen Mozart’ı yeniden kaydetmemiz gerekiyor. Çünkü 1980’lerin ortasında esere bakış açımız, icramız neredeyse tamamen değişti. Nasıl yaparız bilmiyorum, fakat kesinlikle yeniden kaydetmeliyiz. Giovanni Bartolini’yle yaptığımız çalışmalar için üç piyano yapılmıştı. Bach’ı Silverman’la çalıyoruz, bizim için üç özel piyano yaptılar. Mozart’ı Walter’le. Belki bu konçertoyu Giovanni ve Walter piyonoyla yeniden kaydederiz. Walter ile Rattle’la Age of Enlightment Orkestrası eşliğinde turneye çıktık, Sir John Gardener’la konserler verdik. Piyanonun tonunu çok sevdim.  Yakınlarda yayımlanacak Labeque Üslubu adlı filmde de bir bölüm var. Rattle’la birlikteyiz, üçüncü bölümün sonundaki yıldırım gibi final duyuluyor (gülüyor). Hiç fena tınlamıyor. Fakat Viyana Filarmoni’yle böyle çalmak istemem. Çünkü onlar gerçekten iyi müzik yapıyor, onlarla böyle çalmak hiç iyi fikir değil… Age of Enlightment ile bu tempoyla çalmak mümkün, fakat her orkestrayla aynı yorumu yakalamak mümkün değil.
İstanbul konserinize son dakikada bir resital eklendi. Neden böyle bir program hazırladınız?
– Fransız müziği ve çağdaş müzik bir arada. Debussy’yi gerçekten seviyoruz, çok çalıyoruz. Nyman’ı ilk kez çalacağız. Bu eser Minimalist projesinin bir parçası. Kaydedeceğiz. Site de La Musique’da çalacağız. Glass da yeni bir eser bizim için. Çaldığımız her yerde büyük ilgi çekti. Bize büyük cesaret verdi.

(Serhan Yedig / 6 Ocak 2012 / Hürriyet)

(*) Kontarsky Kardeşler, 1975’te İstanbul Festivali’nde konser vermişti.

Linkler

Labeque Kardeşler’in biyografisi

Kişisel web sayfaları

 

Share.

Leave A Reply

3 × five =

error: Content is protected !!