Murat Cem Orhan / Hayalim Türk operasına kalıcı eserler kazandırmak

0

Murat Cem Orhan, konservatuvarda piyano öğrenimi görmek istemişti, yaş nedeniyle kabul edilmeyince şan bölümünde okudu, bariton oldu. Şarkılara tutkuyla bağlandı, öğrenciliğinde İzmir Devlet Operası’na kabul edildi, Amerika’daki yüksek lisansı sırasında Carnegie Hall’da bile sahneye çıktı. Fakat sınavını kazandığı İstanbul Devlet Operası’nda söylemeye hazırlanırken sözleşmesi fesh edilince şarkı söylemeye küstü. Depresyondan kurtulmaya çalışırken besteciliğe başladı. 8 ve 9’uncu Eczacıbaşı Beste Yarışması’nda birinci oldu. 35 yaşında bestecilik, şeflik öğrenimini sürdüren Orhan bugünlerde ilk operasını yazıyor. “Hedefim iyi bir şef ve besteci olmak” diyor.

 

Yarışmaya eser göndermeden geçmişin birincilerini, jüri ve dinleyici oylarının yöneldiği tercihleri incelemiş miydiniz? 2012 ve 2016’da üst üste birinci olan eserleriniz bu yarışma için özel olarak mı bestelenmişti?
– Geçmişteki yarışmaların birincilerine oranla daha geleneksel üslupla yazıyorum. Onlar daha çağdaş, kimi yerde atonal. Bestelerimi tercihlerden bağımsız, özgür anlayışla yazmayı tercih ettim. Ön koşullanmayla, zorlamayla bestelenecek eserin samimi ve kaliteli olabileceğini sanmıyorum.
2012’de yarışmaya kendimi sınamak için girdim. İlyas Mirzayev’den üç yıldır kompozisyon dersi alıyordum. Ulaştığım düzeyi merak ediyordum. Yarışma duyurusunu görünce çok sevinmiştim. Çünkü bale izlemeyi severim. Bale müziği yazmak heyecan vericiydi. Aylarca konu araştırdım. Klasik müzik tarihinin neredeyse tüm saygın bestecileri edebiyatla yakın ilişki içinde olmuş, sahne eserlerini değerli edebi metinler üzerine bestelemişler. Ben de Kuyucaklı Yusuf’u seçtim. Çünkü içinde yaralı bir kahraman vardı. Dramaturjik açıdan çok güçlü bir konuydu. 3 bölümden oluşan 27 dakikalık, geniş orkestra için müzik çıktı ortaya. Her bölümü Yusuf’un hayatının bir bölümünü ele alıyor.  Aradan üç ay geçtikten sonra 8 eser arasından finale kaldığımı öğrenince sevinçten havaya uçtum. İlk orkestra eserimin seslendirilecek olması başlı başına mutluluk nedeniydi. Finalistlerden biri daha önce eserini internette yayımlandığı için yarışma dışı kaldı. İzmir Operası eserimi seslendirdi ve halktan, jüriden, orkestradan tam puanla birinci oldum. Bu ödül bana kompozisyonu öğrenme konusundaki çabalarımın boşa gitmediğini, yol almayı başardığımı gösterdi.
2012’deki ilk birincilik yolunuzu açtı mı, eser siparişi aldınız mı?
– Bursa Devlet Senfoni Orkestrası iki kez seslendirdi eseri. Bu icraları dinlerken o kadar çok detayı değiştirmek istedim ki… Birinci ve son bölümde geleneksel davrandığımı, kendimi aşamadığımı gördüm. Orta bölümde kendimi özgür bırakmış, cesaretle denemelere girişmiştim. En güzeli orta bölüm olmuştu. Orkestra şefi İnci Özdil ve Hocam İlyas Mirzayev’le konuştuğumda onlar da benzer şeyler söyledi. Sonuç olarak birincilik bana öğrenmem gereken ne kadar çok şey olduğunu göstermişti… MSGSÜ Konservatuvarı’nın Kompozisyon Bölümü’nden tam puanla mezun olan Sercan Büyükedes, Yunus Gencer’den özel ders aldım. Armoni, kontrpuan, füg çalıştık. Ayrıca o dönemdeki kız arkadaşım Elif’in babası, besteci Cem İdiz bana çok yardımcı oldu. En büyük sorunum para kazanamamaktı. Sanıyorum yarışmada kazandığım ödülün de etkisiyle 2013’te piyasaya reklam, film müziği üreten Jingle House’a girdim. Yaşayacak, öğrenimime yatıracak parayı kazanma fırsatına kavuştum. Şirkete gelen işlerden biri Anadolu Efes’in Basketbol Milli Takımı için düzenlediği kampanyaydı. Bu vesileyle ilk kez şeflik denemesi yaptım. Ardından Eczacıbaşı Beste Yarışması Genel Sekreteri Serdar Ongurlar’ın tavsiyesiyle, Antalya operası dramaturglardan Zeynep Ergüven “Şekeronya Müzikali” projesini getirdi. Eser Antalya Devlet Operası’nda sahnelendi.  Cingöz’ün Oyunu çocuk müzikalini besteledim. Bu arada And Vakfı’nın kuruluş öyküsünü okuduğumda, oradaki aşk hikayesinden de etkilenerek Kavaklıdere Festival Uvertürünü yazdım…
Şeyh Bedreddin konu ve teknik olarak hangi süreçlerden geçti, ne kadar zamanda yazıldı; yarışmaya göndermeden fikir danıştığınız kişiler oldu mu?
– Ocak 2014’te yarışma koşulları açıklandı. Orkestralı şarkıyı görünce çok heyecanlandım. “İşte benim alanım” dedim. Yaklaşık 10 ay konu araştırdım. Pek çok metin okudum. Kuvayı Milliye Destanı üzerine çok düşündüm. Sonra Şeyh Bedreddin’in son sahnesini okuyunca çok heyecanlandım.  Aradığım metin gerçek bir opera aryasına uygun, bölümlü ve dramatik devinime sahip olmalıydı. Tüm bunlar elimdeki şiirdeydi. Ve kendi müziği vardı. Metne karar verince Şeyh Bedreddin, çağındaki yeri, asılma nedeni hakkında okumaya başladım. 1,5 aylık ön hazırlıktan sonra üç farklı müzikal atmosfer çizdim zihnimde: Hünkar Çelebi Mehmet’in kini, öfkesi… Şeyh Bedreddin’in yargılanma süreci… İç dünyası ve cevabı… Beste, orkestrasyon 16 günde tamamlandı. İlk bölümde Çelebi Mehmet’in öfkesi önemli bir devinim sağlıyor. Orta bölümde İran’dan getirilen Mevlana Hayder’in mutasavvıf kişiliği beni olgun, ağır bir müzik yazmaya yöneltti. Son bölüm ise karamsarlık ve ağıt yerine umut dolu. Çünkü Şeyh Bedreddin’in iç dünyasının son anda bile çok umutlu olduğunu düşünüyorum. Her devrimci umudunu koruyarak, gülerek idama gidiyor. Deniz Gezmiş, Che Guevera gibi. Bu nedenle finale umut dolu bir müzik yazdım. Zaten Nazım Hikmet de şiirinde böyle bir atmosfer çiziyor.
Orkestrasyonda renk sazı olarak kudüm kullandım. Gereken ağırlığı verdi. Bir ara ney de kullanmayı düşünmüştüm, vazgeçtim. Arp ve korangle ile Bedreddin’in hümanizmini, bakır üflemelilerle Çelebi Mehmet’in öfkesini, Mevlana Hayder’in olgunluğunu klarnet-obua ikilisiyle  çizdim.
Eseri yarışmaya göndermeden önce kız arkadaşım Elif İdiz’e ve ablama dinlettim. Profesyonellerin görüşleri kafamı karıştırabilirdi…
Ödülde önemli payı olduğu söylenen solist Doğukan Kuran’ı siz mi seçtiniz?
– Özellikle bariton sesi istemiştim. Seçimi yarışma komitesi yaptı. İzmir Konservatuvarı’ndan mezun başarılı öğrencilerden bir ekip oluşturulmuş. Kuran eserin iyi icra edilmesi için çok uğraştı. Amerika’dan uzun süre yazışarak icrayı hazırladık. Sonbaharda öğrenim gördüğü Curtis Konservatuvarı’ndaki konserinde bu eseri de seslendirecek.

Ödül sonrası orkestra partisini yeniden yazdım

Eseriniz yarışmada istediğiniz gibi icra edildi mi?
– İZDSO eserimi gayet güzel seslendirdi. Tempo biraz düşüktü. Şiiri okurken gereken hızı esere yansıtmıştım. Bu konuda Şef Serdar Yalçın’la konuştum. 80-84’e uyulmasını, bölümler arasındaki bağın kopmamasını istedim. İcra 70-76’larda gezindi. Buna karşın ödül açıklandıktan sonra ikinci tekrarda icra çok güzeldi.
Şeyh Bedreddin’in icrası yeni eserler için ilham verdi mi?
– İstanbul’a döner dönmez eser için yeni bir orkestrasyon yazdım. Provalar ve finaldeki icradan edindiğim tecrübelerin ışığında, duymak istediğim sesleri belirginleştirdim. Özellikle son bölümde çok güçlü olmasını istediğim yaylı çalgılar bölümünü değiştirdim. Fakat şimdiki durumundan da emin değilim. İlk haliyle bu bölüm şan partisinin altında cılız kalmıştı. Şimdi de orkestranın şan bölümünü ezmesinden çekiniyorum. Bir sonraki icrada duruma bakıp orkestrasyona son şeklini vereceğim.
Piyasa için ürettiğiniz film, reklam müzikleri arasında çok dikkat çeken eser var mı?
– Aliance Sigorta ve Konforama için bestelediğim jingle dikkat çekmişti. Şu anda Superfresh reklam müziği yayında. Kerem Korkmaz’ın Lüks Hotel filmine 16 parçalık müzik yapmıştım, bunlardan biri filmde kullanıldı. Filmdeki üç müzikten biri buydu. 2011 Altın Portakal’da filmin müziği jüri özel ödülü aldı, benim ismim hiç geçmedi. Jingle House’daki beş besteci arkadaşımla ortak çalışma olarak Cem Yılmaz’ın “Pek Yakında”sı, Kıvanç Baruönü’nün “Patron Mutlu Son İstiyor”, “Kocan Kadar Konuş”u için film müziği yaptık. Bunlar hayatımı kazanmak için yaptığım işler, asıl ilgi alanım klasik müzik.
Michael Nyman’la konuşmamda “Facing Goya operamın ana temalarından biri beğenilmeyen Coca Cola müziğiydi. Reklam için farklı, konser parçası için farklı fikirler üretmek gerekmez. Böyle sağlıksız yargılarım yok” demişti. Herhalde siz de ticari üretiminizi gelecekteki bestelerinizde kullanırsınız…
– Belki, kim bilir?
Bestecilikte şan eğitiminizin avantajını görüyor musunuz?
– “5 B” dahil tüm büyük bestecilerin mutlaka koro, şan deneyimi vardır. Şarkı bilmeden iyi müzikal cümle kurmak mümkün değildir. Şan eğitimi almamın besteciliğime önemli katkısı oldu. Orkestrada obua, keman dinlerken mutlaka şarkıyı duyarım. Hangi noktada nefes alacağını hissederim.

Üç yıl uğraştım, yönetmelik değişti

Şeflik konusundaki uğraşınız hangi yönde ilerliyor?
– MSGSÜ Konservatuvarı’nın yüksek lisans programında Maestro Antonio Pirolli’nin şeflik sınıfı açtığını öğrenince okula başvurdum. Şan bölümü mezunlarının şeflik ve kompozisyon bölümlerinde yüksek lisans yapamayacağı söylendi. Yönetmelik engelini aşmak için kompozisyon mezuniyet sınavına girmek istedim. Bu yol da kapalıydı. Sınıfa misafir öğrenci olarak katılmaya başladım. Yüksek lisans öğrencilerinden Can Okan’dan ders aldım. İkinci yılın sonunda Maestro Pirolli bölüm başkanlığına başvurup programa alınmamı talep etti. Resmi başvurum sonucunda yönetmelik değişti, artık şan mezunları da seviye derslerinin sınavlarına girdikten sonra şeflik yüksek lisans programı sınavına başvurabilecek. Bir yıldır, 2,3,4’üncü sınıfın kompozisyon ve armoni seviye sınavlarına giriyorum. Bunlardan geçtim. Önümüzdeki günlerde yüksek lisans sınavına gireceğim. Bir yandan da bu yılın başından itibaren Fazıl Say ile çalışmalarımı sürdürüyorum. Nazım Hikmet Korosu’nun şefliğini üstlendim. Fazıl Say’ın talebi üzerine Heidelberg Senfoni’yi yönettim. Gelecek yıl için projeler gündeme geldi. Geçen yıl Siena Akademisi’nde Michel Tabaschnik’in ustalık sınıfına katıldım. Ağustosta Rengim Gökmen’in ustalık sınıfına katılacağım. Şimdi hedefim iyi bir orkestra şefi olmak, başarabilirsem operaya girmek, bir yandan da operalar bestelemek. Gelecek yıldan itibaren şeflik yarışmalarına katılmaya başlayacağım.
Sesinizi bundan sonra sadece konuşmakta mı kullanacaksınız?
– Kararım bu… Fakat arada sürprizler oluyor. Ocak 2015’te Zorlu Center’da La Boheme sahnelenecekti.  Cem Mansur’un asistanıydım. İlk provadan sonra Maestro Mansur “Schaunard rolü eksik, sen söyler misin” diye sordu. Üç yıldır şarkı söylemediğimi, eseri bilmediğimi, hazırlanmak için sadece 7 günüm olduğunu belirtip özür diledim. Mansur ısrar edince hemen hocam Güzin Gürel’e gidip yardım istedim. Birlikte hazırlandık, çıkıp söyledim. Özlediğimi hissetmekle birlikte küskünlüğüm devam ediyor. Bu tür zorunlu durumlar olmadıkça sesimi kullanmak istemiyorum.
Elinizde hangi besteler var, yakın gelecekte neler yazmayı planlıyorsunuz?
– Aytaç Yalman’ın yazdığı, Elif İdiz’in redakte ettiği libretto üzerine “Çanakkale Operası”nı yazıyorum. Eserin yarısına geldim. Yıl sonuna kadar tamamlamayı planlıyorum. Şeflikle ilgili yoğun dönemi aştıktan sonra tekrar Şeyh Bedreddin’e döneceğim. Sahne kantatı ya da oratoryo olarak bestelemeyi düşünüyorum. Metin orkestra ve korolu esere çok uygun.
Yarışmada finale yükselenler arasında siz hangi besteleri sevdiniz?
– İkinci olan Utar Altun’un “Hiçlik”i benim birincimdi. Finale alınmayan Melis Peykoğlu’nun “Mavi Gözlü Dev”ini çok sevdim. İsmail Sezen’in “Yeraltı Kraliçesinin Şarkısı” da güzel bir eserdi… Birçok eserde orkestrasyon şancıyı ortaya çıkarmak yerine perdelemişti… Aslında pek çok çağdaş bestecinin şan eserlerini insan sesine uygun bulmuyorum. İnsan sesini yeterince tanımadan şan bestesi yapıyorlar. Örneğin Janacek’in bir eserini seslendirmiştim. Çok zordu, fakat ölümcül derecede yorucu olmadı. Sonrasındaki bestecilerin çoğunda şarkıcı ne öne çıkıp duyuluyor ne de şarkısı anlam kazanıyor. Puccini’nin, Verdi’nin eserlerine baktığınızda şan partilerinin altındaki orkestra yazısının çok sade olduğunu görüyorsunuz. Ayrıca insan sesi obua, klarnet gibi 40 aralık atlayıp melodik hatları takip edemez. İnsan sesi buna uygun bir enstrüman değil. Birçok çağdaş eser söyleyeni de dinleyeni de yoruyor…
Serializmden minimalizme, atonaliteden tintinabuli’ye uzanan günümüz müzik coğrafyasında müziğinizin koordinatları nedir, nelere yakın, nelere uzaksınız?
– Şu anda kendimi duygusal olarak neo klasisizme yakın hissediyorum. Keşke bu çerçevede iyi eserler üreten bir besteci olabilsem. Prokofiyef olamayacağımın farkındayım. Aslında öğrendikçe, yeni ufukları keşfettikçe sürekli değişiyorum. Yarın atonal ya da minimalist müzik yazabilirim. Beethoven’in uzun bir yolculuktan sonra, son dönemindeki piyano sonatlarında asırlar ötesine sıçrayacak kadar yenilikçi, neredeyse atonal müzik yazdığı düşünülürse, benim de yolculuğumun nereye varacağı belli olmaz.

Çağdaş müzik efekt olmaktan çıkarılmalı

Asla yaklaşmayacağınız akımlar, formlar var mı?
– Şu anda atonal müzik bana çok uzak geliyor. Çağdaş müziği efekt olarak algılıyorum. Geçen yaz İtalya’da Xenakis’in bir eserini yönettim. Sadece sesler bütünü, efekt olarak algıladım. Oysa ben müziği efekt olmaktan çıkarmaktan yanayım. Orkestra, çocuk müzikallerinin yanı sıra solo piyano için eserler besteledim. Yaylı çalgılar dörtlüsü bestelemek istiyorum. Yaylı sazları yakından tanımak için 5 aydır çello dersleri alıyorum. Saz bilgisi dersindeki veriler iyi eserler yazmak için yeterli değil.  Piyano ve şan için lied’ler beslemek istiyorum. İyi bir edip değilim, güçlü, beni etkileyen şiirleri uyarlayacağım.
Türk Müziği’nde birinci ve ikinci kuşak besteciler arasında bayrağını devralıp koşmak istediğiniz, eserlerinde size cazip gelen kıvılcımlar bulup bu fikirleri geliştirmek istediğiniz besteciler var mı?
– Ferit Tüzün’ü örnek alıyorum. Hatta eserlerindeki bazı fikirlerden feyz alıyorum, kullanıyorum. Trompet-çelloyu birlikte kullanmış mesela, bu fikri inceleyip geliştiriyorum. Makamları tanımaya çalışıyorum, başarıyla çok sesliliğe uyarlayan bestecilerin eserlerini inceliyorum. Saygun’un Türk makamlarını kullanma başarısını takdir ediyorum. Yunus Emre Oratoryosu müthiş bir eser. Oğuzhan Balcı’nın çalışmaları ilginç.
Türk Halk Müziği, dünya halk müzikleri ilginizi çekiyor mu?
– Afrika’daki ritm örgüsünden yararlanıp bir eser de besteleyebilirim. Fakat 35 yıldır günde 5 vakit ezan dinliyorum, dolayısıyla Anadolu’nun müzik geleneği genlerime işlemiş durumda.
Kalan’ın yayımladığı ilk albümünüz Divan Alafranga’da klasik müzik repertuvarından ünlü eserleri Türk Müziği sazlarına uyarlamıştınız. Bu albüm epeyce yankı uyandırdı, Radyo 3’te sinyal müziği bile oldu. Bu tür ticari başarı getirebilecek çalışmalarınız devam ediyor mu?
– THY için Eric Satie’nin Gymnopedie’sini Türk sazlarıyla seslendirmiştim. St. Michel Lisesi bu türden birkaç eser daha düzenleyip konser yapmamı önerdi. Fransız klasiklerinden bir repertuvar oluşturdum. Çok beğenilince konser St. Benoit Lisesi’nde de tekrarlandı. Kalan Müzik’in sahibi Nilüfer Hanım bu konseri izlemiş, albüme dönüştürme fikri ondan geldi. O albümden 1 TL bile kazanmadım. Prodüksiyon masrafları çıktıktan sonra kalan miktar üzerinden yüzde 15 telif alacaktım. Aslında prodüksiyonu da ben yapmıştım. Düzenlemesi, orkestrayı toplaması, kaydetmesi bana aitti. Sanıldığı gibi kazanç getirmedi. 4 konser verdik, bunlar da kazanç sağlamadı. Aslında çıkış noktam para kazanmak değil, klasik müzikten korkan, uzak duran geniş yığınların ilgisini klasik müziğe yönlendirmekti.  Facebook, Twitter’dan gelen mesajlarda, Ravel, Satie’nin diğer eserlerini de merak edip dinlediklerini, çok sevdiklerini yazan dinleyiciler çıktı. Rus klasiklerini de bu formatta seslendirmeyi düşünmüştük, fakat gerçekleşmedi.
Zihinsel tazelenmenizi sağlayan ne gibi uğraşlarınız var?
– Yelken yapıyorum. Doğayla bütünleşmek bana iyi geliyor. Okumak yaşamımın vazgeçilmez parçası. Biyografilere, anektot içeren metinlere ağırlık veriyorum. Türk edebiyatının erken dönem eserlerini keşfediyorum. Örneğin Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü operaya uyarlamak gibi hayaller kuruyorum. Plastik sanatlar, mimari, sinemadaki gelişmeleri takip ediyorum. Yemek pişirmekten keyif alıyorum. Evdeki tamiratları yaparım. En büyük hobim yeğenlerimle sohbet etmek, birlikte bir şeyler yapmak.
35 yaşına, yolun yarısına vardığınız halde hayal ettiğiniz gelecek için gereken eğitimi henüz tamamlayamamak sizde stres yaratıyor mu?
– Acelem yok… Brahms ilk senfonisini 40 yaşında bestelemiş… Geçmişte tek endişem para kazanamamaktı. Artık düzenli gelirim var. Klasik müzik uğraşımdan para kazanmayı beklemiyorum. Sadece istediğim için şeflik, bestecilik yapabilecek, en iyi eğitimin ücretini ödeyebilecek konuma gelmek bana büyük bir özgürlük sağladı. İdealim iyi bir şef olmak, Türkiye’de çalışmak, güzel operalar bestelemek.
Türkiye’de müzikle ilgili temel kurumlar çökertilirken, TÜSAK kılıcı sanatın tepesinde sallanırken nasıl böyle umutlu olabiliyorsunuz?
– O kurumları biz müzisyenler çökerttik. İşimize gereken özeni göstermedik, sanata sahip çıkmadık, memur ruhuyla müzik yapmaya çalıştık. İstanbul’da İDSO’nun 8 TL’ye izlenebilen tek konserine gitmeyen arkadaşım Ege Semercioğlu, geçenlerde eşiyle Amsterdam’a gittiğinde Concertgebouw’un konserini dinlemiş. Bana bir hafta boyunca, Şostakoviç 8’inci senfonisi yorumunu anlattı. İki kişi 92 Euro ödemişler. “Bu düzeyde çalan bir orkestranın konserine paramın olduğu her hafta giderim” diyordu. Dekor tasarımcısı bir arkadaşımı İstanbul’da zorla Madame Butterfly temsiline göndermiştim. Öfkeyle döndü, icranın ne kadar kötü olduğunu anlattı. Londra’ya yerleştiğinde yine aynı ricada bulundum. Orwell’in eserinden bestelenen çağdaş opera 1984’ü izlemiş. “Bayıldım, harikaydı” dedi. İki yıl Londra’da kaldı, pek çok opera izledi, hepsini mutlulukla bana anlattı.
(Serhan Yedig / Haziran 2016 / Opus Dergisi)

Konservatuvar kuralları şancı
depresyon ise besteci yaptı

Erkek evlat sahibi aileler, gençlik flörtlerinde kız arkadaşları potansiyel tehlike olarak değerlendirir. Oğullarının dikkatinin dağılmasından, hedefinden uzaklaşmasından, yoldan çıkmasından endişe eder.  Murat Cem Orhan, endişeli ebeveynlerin yüreğine su serpecek. Müzik serüveninin sıçrama noktalarını anlatırken, bunları tesadüfen ya da bilinçli yönlendirmeyle hep kız arkadaşlarına borçlu olduğunu söylüyor. “Karşıma çıkanlar sanki beni bir noktaya yöneltmek için seçilmiş kişilerdi” diyor…
Murat Cem, İzmir doğumlu. Annesi öğretmen, babası doktor. Sekiz yaş büyük ablası dahil ailede müzikle uğraşan, meraklı müzik dinleyicisi yok. Beş yaşındayden ailesi ikiye bölündü, babası ablasını alıp İstanbul’a yerleşti. 9 yaşında, ilkokul öğretmenin önerisiyle, okulda açılan hafta sonu halkoyunları ve piyano kurslarından, tesadüfen piyano sınıfına girdi. İkinci haftasında piyano öğretmeninin önerisiyle evine konsol piyano alındı, özel müzik derslerine başladı. 13 yaşında Saint Joseph’in  ortaokulunu bitirdiğinde, 13 doktor çıkaran ailesinin yolunu takip edip, tıp fakültesine hazırlık amacıyla İzmir Fen Lisesi’ne girdi. Lise yıllarındaki üç rastlantı doktorluktan vazgeçip müziğe yönelmesini sağladı. İlki Güzel Sanatlar Lisesi öğrencisi, keman çalan kız arkadaşıydı. “1,5 senelik beraberliğimizde düzenli olarak İZDSO konserlerini izleme alışkanlığı kazandım. İlk konserde İdil Biret, Çaykovski’nin piyano konçertosunu çalmıştı, öylesine etkilendim ki müziğe ilgim arttı. 1994-2014 arasında her hafta konsere gittim” diyor. İkinci tesadüf kafa dengi arkadaşlarla karşılaşması, rock grubu kurmasıydı. Bu grupla katıldığı Milliyet Liselerası Müzik Yarışması’nda 2009’da en iyi icra ödülü aldılar. Caza ilgi duymaya, caz armonisi dersleri almaya yöneldi. Fakat asıl önemli etken, lise 2’de okulda sahnelenen Damdaki Kemancı müzikaliydi. Rejisör Vallam Lali Nikoladze ve müzikolog Atilla Abana, genç müzikçiye piyanoyla eşlik görevi verdi. Başarısı üzerine ertesi yıl Arşın Malalan’da şefe asistanlık yaptı. Nikoladze ve Abana, genç müzikçiyi doktorluk hayalini bir kenara bırakıp, konservatuvara gitmesi için yönlendirdi.

Cazcı olacaktı

1999’da liseden mezun oldu. 9 Eylül Üniversitesi Maden Mühendisliği Fakültesi’ni kazandı. Babasını ikna etmekte zorlanacağı için konservatuvarı gündeme getirmedi. Fakat tatilde ziyarete gittiği halasında 7 saat piyano çalıştığını tüm aile duyunca, beklenen izin geldi. Üstelik babası hazırlık için özel ders parasını da verdi.
“4 şan, 2 kulak dersiyle sınava girdim. Yaşım geçtiği için sadece şan ve piyano onarımı bölümüne girebiliyordum. 103 kişi arasından şan bölümüne 11 kişi alındı, üç erkekten biriydim. Hedefim şan eğitimini tamamlayıp, yurtdışında caz eğitimi almaktı. O yıllarda Herbie Hancock, Oscar Peterson, Spyro Gyra dinliyordum. Hatta Grup Girdap’la akşamları Mavi Bar’da caz çalıyordum. 2002’de Korint Caz Festivali’ne davet edildik, 6 konser verdik. Grubun kurucusu Yavuz Darıdere’den caz armonisi konusunda çok şey öğrendim…”
Birkaç kez piyano çalışırken caz vurguları kullandığında hocaları tarafından uyarılsa da iyi bir şan öğrencisi oldu. Fakat operaya tutkuyla bağlanması 3’üncü sınıfta gerçekleşti. Her salı, perşembe opera gösterilerini izledi, hocası “bir eseri öğrenmek için en az beş kez izlemek gerekir” demişti. O ise sezon boyunca izliyordu. Örneğin 2001-2002 sezonunda İzmir’deki tüm Don Giovanni temsillerini izledi. Tosca’yı dinlediğinde adeta şok geçirdi.
“2002’de şarkı söylemenin vücutta yarattığı sihirli etkiyi fark ettim. O titreşim serotonin salgılanmasını sağlıyor, depresyondan çıkartacak kadar güçlü bir etki bu. Beni şan ve operaya bağlayan, gelecek planlarından cazı çıkartmamı sağlayan bu oldu.”
Murat Cem Orhan, konservatuvardan mezuniyetine bir yıl kala, 2003’de İZDOB’da sözleşmeli çalışmaya başladı. Buna vesile olan kişi yine Vallam Lali Nikoladze’ydi. Konservatuvarda Cosi Van Tutte’nin prodüksiyonu yaptı. Bu çalışmalar sırasında tanıştığı opera müdürü Alpaslan Mater, onu operaya davet etti. İlk temsiline Aspendos Festivali’nde çıktı. Nabucco’nun üçüncü perdesindeki 40 saniyelik solo “Il Gran Sacerdote”yi söyledi.
“Bu olay benin için milattı. İyi bir opera sanatçısı olabilmek için bu tarihten sonra çok çalıştım. Değişim programıyla gittiğim Venedik’teki Benedetto Marcello Konservatuvarı’nda klasik müziğe bağlılığım arttı. İtalyanca öğrendim. Temsillerde Türk bestecilerin eserlerini de seslendirdim.”
Konservatuvarın son sınıfında İzmir Devlet Operası’nda iki eserde sahneye çıkıyor, gelecek için planlar yapıyordu. Burak Bilgili’nin başarısından etkilenip İtalya’ya eğitime gitmeye hazırlanıyordu. Milano Konservatuvarı’ndan Vittorio Terranova’yla yazışmış, programını yapmıştı. Fakat beklenmedik bir tesadüf yolunu değiştirecekti. “O dönemdeki kız arkadaşım şancıydı. Burak Bilgili’yi yetiştiren Güzin Gürel’den ders almak istiyordu. İstanbul’a geldik, Güzin Hanım’la buluştuk. Kız arkadaşımın ses tellerinde sorun çıktı. Güzin Hanım beni dinlemek istedi. Figaro’dan Kont’un aryasını söyledim. ‘Bir genç sanatçıya kontun aryasını öğretebilirsiniz ama kont olmayı öğretemezsiniz, aferim’ dedi. Ardından İtalya’ya gitmek yerine, kendisiyle çalışmamı önerdi…”

Carnegie Hall’da Romeo Jülyet

Orhan, 2004’te İstanbul’a taşındı. MSGSÜ’de Güzin Gürel’le yüksek lisansa başladı. O yıl iki yarışmada dereceye girdi. Edirne Uluslararası Opera Yarışması’nda birinci, Siemens yarışmasında üçüncü oldu. İtalyan Kültür Merkezi’ndeki resitalinden sonra, kurumun bursuyla İtalya’da Chigiana Akademisi’nde Renato Bruzon’la çalıştı. “Onunla 20 gün aynı odada müzik konuşmak bile başlı başına önemli bir deneyimdi” diyor o günleri anlatırken. Berlin operası solistlerinden Raina Babaivanska’yla Mozart operaları üstüne çalıştı.
Bir yandan İtalyanca ve ses eğitimi dersi veriyor, tüm boş zamanını Borusan Müzik Kütüphanesi’nde okuyarak, dinleyerek geçiriyordu. Siemens Yarışması’nda kazandığı 2 bin Euro’nun yarısını o yıl festival konserlerine yatırmıştı.
Felsefe okumaya da o dönemde başladı. Müzik tarihine paralel olarak felsefe ve dünya edebiyatını inceledi. Yazarlar bestecilere, felsefeciler sinemacılara, koreograflara yöneltti.
Orkestra partisyonları satın alıp, eserleri analize başladığı dönemde bir arkadaşı şef bageti hediye etmesi önünde yeni bir ufuk açacaktı. “Şanda ifade gücümü artırmaya çalışıyordum. Örneğin orkestrayla söylüyorsam, çello rengini yakalamayı hayal ediyordum. Güzin Hanım’ın sınıfındaki konserlerde arkadaşlarımı piyanoda ben eserlere hazırlıyordum. Koro şefi, korrepetitör gibi çalışıyordum.”
2006’da yine o dönemdeki kız arkadaşının teşvikiyle ABD’ye gitti, Brooklyn Konservatuvarı’nda yüksek lisans sınıfına kabul edildi, Patricia McCuffy ve Metropolitan Operası’nın solistlerinden Sherill Milnes, Ashey Putham’la çalıştı. 3 yıl boyunca farklı opera topluluklarının sahnelediği operalarda 12 başrol oynadı. New York Lyric Opera Company’nin Carnegie Hall’da sahnelediği Romeo Jülyet’te Merkussio’i seslendirdi. Opera Company of Brooklyn’nin sahnelediği eserlerde 7 başrol seslendirdi. Ayrıca, okuldaki bölüm başkanı, orkestra şefi Richard Barrett’ın şef asistanlığını yaptı. İtalyan restoranlarında garsonlukla hayatını kazandı.

Şarkıya küstüm

Yüksek lisansın ardından özel opera gruplarında çalışmaya hazırlanırken sanatçı vizesi alamayınca 2009’da Türkiye’ye döndü. “Büyük bir bunalıma girdim. Şarkı söylemeye küstüm. 3,5 ay evden çıkmadım. İşte bu dönemde sahne kantatı Kül’ü yazdım. Anadolu’da tarih boyunca gördüğümüz sofuluğa dikkat çektim. Orkestranın yanı sıra elektronik ve efekt sesleri de vardı. Bir gün İstanbul Devlet Operası’ndan davet geldi. Figaro’nun Düğünü’nün kadrosunda sözleşmeli olarak yer aldım. Eserin sahnelenmesi gecikti, askere gitmek zorunda kaldım. Dönüşte sözleşmemin feshedildiğini gördüm. Bir kez daha bunalıma girdim. Şarkı söylemeye küstüm. Ağzımı bile açmayacağım bundan sonra, dedim…”
Bu kez çıkış yolunu reklam, dizi, film müziği piyasasında aradı. “Bilgisayar edindim. TV başında dizi seyredip bu işin püf noktalarını öğrenmeye çalışıyordum. Bir arkadaşımla şirket kurdum. Kontrpuan, füg öğrenmeden bestecilik yürümeyecekti. İlyas Mirzayev’den üç sene kompozisyon dersi aldım. Şirket para kazanmadığı için piyano ve şan dersleri veriyordum.”
Üç yıl Mirzayef’den ders aldıktan sonra 2012’de düzeyini öğrenmek için 8. Eczacıbaşı Beste Yarışması’na girmesi Murat Cem Orhan’ın kaderini değiştirdi. Sonraki dört yılda kariyerinde ciddi sıçrama yapmasına yol açtı.

 

HASAN UÇARSU (*)
Katılım geçmişe oranla çok fazlaydı

Yarışma ortamı, yarışmadan beklenen eserler bu sene farklıydı. Geçmişte 15 dakikalık orkestra eseri istenirdi. Bu kez 4-6 dakikalık orkestra eşlikli şarkı istendi. Başvuran eser sayısı arttı. Çünkü 6 dakikalık şarkıyı kotarmak, 15 dakikalık orkestra, 30 dakikalık bale müziği yazmaktan kolaydı. Dolayısıyla müzik dili açısından bakıldığında, finale kalan bestelerin temsil ettiği estetik anlayış skalası da genişlemişti.
Bu yarışmanın özelliği eserin finalde icra edilmesi. Ayrıca izleyici, jüri ve orkestra üyelerinin 1/3’lük oy hakkı var. Ödül alacak eserin en az iki grubu memnun etmesi gerekiyor. Bu yıl üç grubu da memnun eden eserler çıktı.
Kişisel görüşüm, belirli bir kaliteyi, donanımı oluşturmak kaydıyla farklı estetik anlayışları finale almak. Çünkü final konserinde dinleyiciye Türkiye’nin bestecilik açısından güncel panoramasını da göstermek gerekir. Biçimsel açıdan bu yılın finalde yarışan eserlerine bakıldığında, geçmiş yıllardan farklı, özel estetik yapı içeren eser yoktu. Modal – makamsal, tonal, modern dokunuşlar içeren, dışavurumcu eserler vardı. Şarkı yarışmasında benim beklentim şarkının öne çıkmasıydı. Fakat birçok eserde vokalden çok orkestra yazısına ağırlık verilmişti. Normalde beklenenden daha fazlası, renklisiyle karşılaştık. Birçok eserde şarkıcıdan çok arka plandaki renk, armoni zenginliği dikkat çekiyordu. Bu beklemediğim bir durumdu. Sanırım genç bestecileri sesin imkanları yerine orkestra daha fazla cezbediyor. Orkestra yazısında güçlerini sonuna kadar kullanmışlar. Bu açıdan umut verici.
Yarışmaya katılan 30 civarında eser arasından, birinci olan Şeyh Bedreddin Orkestralı Bariton Aryası ilk bakışta dikkatimi çekmişti. Hatta bestecisini merak etmiştim. İnsan sesini bütün özellikleriyle, metnin anlam dünyasıyla örtüştürerek, farklı dramatik unsurlarla birlikte çok iyi kullanmış. Müzik dili olarak yeni değil. Özgün olmayabilir, fakat ayağı yere basan sağlam bir müzik. Bestecinin program notlarında yazdığı gibi geç Alman romantizmi, Wagner etkileri taşıyan bir eser. Pastiş gibi değil. Yani bestecinin üslubunu taklit etmiyor. Sadece tesirler taşıyor. Ve bunu olumlu anlamda sergiliyor.
Hocam Adnan Saygun “Etkilerden kaçmak yerine bunları taktis edin; alın, dönüştürün, yeni bir terkip yapın” diyordu.
Murat Cem Orhan’ın Kuyucaklı Yusuf Balesi, iki yıl önce 8. Nejat Eczacıbaşı Ulusal Beste Yarışması’nda birinci olmuştu. Bu eserde bestecinin teknik açıkları vardı. Aradan geçen zamanda kendini geliştirdiğini görüyorum. Wagner tesirinin onu geliştiren yönlerden biri olmuş. Şimdi ondan beklentim, sağlam teknikle yoluna devam etmesi, daha yaratıcı hamlelere yönelmesi.
(*) MSGSÜ Konservatuvarı Kompozisyon ve Orkestra Şefliği Bölümü Başkanı, ilk iki yarışmanın birincisi, jüri üyesi.

SERDAR YALÇIN                                                                            Bestecilerin arayışları, genç icracıların
heyecanı sevinç vericiydi

Bu yıl ilk kez yarışmanın jürisinde yer aldım, finaldeki eserleri seslendiren İZDSO’yu yönettim. Geçmiş yarışmaların birincilerini CD kaydından dinlediğimde epeyce başarılı eser olduğunu gördüm.
Bu yıl başvuran eserlerin partisyonunu incelediğimde sadece 3 eseri finale değer bulmuştum. Diğerlerinde birçok prozodi hatasına rastladım.
Beklentimi çok yüksek tuttuğumu seslendirme aşamasında fark ettim. Eserlere daha yakından baktığımda, haksızlık ettiğimi gördüm, diğerlerinin arasında da iyi fikirler keşfettim. Orkestrada güzel tınılar, renkler bulmuş ve kullanmışlar.  Adnan Saygun’un öğrencisi olduğumuz halde biz de ilk şarkılarımızda hatalar yapmıştık…
İcracılar arasında lise öğrencileri vardı. Yarışma atmosferindeki bu gençlik ve heyecan çok hoşuma gitti. Solistler genç ve deneyimsiz olmalarına rağmen iyiydi. Hatta ikisini sanat danışmanı olduğum İş Sanat’ın açılış konseri için önermeye karar verdim.
Yarışmaya Maori yerli dilinde, Almanca eserler de katılmıştı. Oysa bu yarışmada Türkçe kuralı konulması gerektiğine inanıyordum. Maori dilini kullanan besteciyle görüştüğümde, sonrasında bir kez daha bu konuyu üzerine düşündüğümde önyargılı davrandığımı fark ettim. Aslında bunlar hoş birer arayış…
“Şeyh Bedreddin” benim de birincimdi. Birinciliğini Nazım Hikmet’in şiirine borçlu değil. Orkestrayı, vokalleri çok iyi kullanmış. Arya, orkestralı lied tekniği açısından başarılı. Bestecinin şan eğitimi alması, koro şefliği yapmasının da bunda etkisi olduğunu sanıyorum. Bu sayede hem jüriden hem de halktan en yüksek oyu aldı.
İZDSO’ya da teşekkür etmek gerekir. Yorucu bir sezonun sonunda, tam tatile gitmeye hazırlanırken yarışma konserine katıldılar. Genç bestecilerin kimileri ilk bakışta antipatik gelen, alıştıktan sonra sevilen eserlerini en iyi şekilde seslendirmek için büyük çaba, özen gösterdiler.
Besteci olmadan müzikte üretim olmaz. Bu açıdan beste yarışmaları çok önemli. Sadece Eczacıbaşı Beste Yarışması’nın varlığını sürdürmesi bile umutlarımı filizlendirmek için yeterliyken, gençlerin bu yarışmaya gösterdiği ilgi, final akşamı boş bir salonla karşılaşmayı beklerken salonu dolduran coşkulu dinleyici beni çok mutlu etti. Bu yıldan itibaren yarışmanın devam etmesi için elimden gelen desteği vereceğim.

Linkler

Kişisel web sayfası

Facebook hesabı

Twitter hesabı

Share.

Leave A Reply

twelve − one =

error: Content is protected !!