Okan Demiriş / Sarıkamış’taki müthiş doğanın etkisinde kalıp gördüklerimi müziğe dönüştürdüm

0

1965 sonbaharında, yedeksubaylık ön eğitimini tamamladıktan sonra, görev yerini belirlemek amacıyla çektiği kurada Sarıkamış’ın çıkması Okan Demiriş’in hayatında yeni bir pencere açmıştı. Doğunun doğasıyla büyülenen besteci gözlemlerini çadırda, kışlada müziğe dönüştürdü. Pasinler Süiti ve Doğu Süiti’ndeki dili sonraki eserlerini de etkileyecekti. Besteci iki eserin öyküsünü 1972’de Nurhan Olcayto’ya anlatmıştı…

Okan Demiriş

Eserlerimin bir çoğunun Doğu Anadolu’dan isimler taşımasının nedenini hayretle sorarlar bazen. Ben de “Sene 1965 sonbaharıydı” deyip söze başlarım…

Torbaya elimi sokup bir kağıt da ben çektim, diğer arkadaşlar gibi heyecanla açıp okudum. “9. Tümen, 17. Piyade Alayı, Sarıkamış” yazıyordu. Kısmet orasıymış, vatan görevi her yerde birdir, diye düşündüm. Ve bir gün kara tren beni bilmediğim, görmediğim yerlerden çeke çeke iki günde Sarıkamış’a getirdi. Daha sonraları Sarıkamış’a “Doğunun Kraliçesi” tabirini kullanmaktan kendimi alamaz oldum. Uzun zaman bu korkunç güzelliğin tesiri altında kalarak, kurtulmak için onları birer birer seslendirmeyi düşündüm. Gayem doğuyu sergilemek değildi, fakat gördüklerimi yaşatmayı arzu ettim.

Bunların en belli başlıları: Yaylı çalgılar orkestrası ve flüt için “Handere Süiti”, büyük orkestra için “Bir Doğu Süiti” ve yine yaylı çalgılar orkestrası için “Pasinler Süiti”. (Daha sonraları büyük orkestra eşliğinde piyano konçertosu, yaylı çalgılar dörtlüsü ve piyano – keman sonatı bitmiş partisyonlar içindedir.)

Digor ormanlarındaki tilkinin valsi Bir Doğu Süiti’ne keman solosuyla girdi

O büyük çam ormanları, beyaz zemin üzerindeki etekleri, teneffüs ettiğimiz hava, kuzeyde uzanan kral Allahuekberler (Dağları), yalnız başınıza orman içinde yaşadığınız heyecan, sular… İşte bunlar bizim Sarıkamış’taki yaşantımızın dekorlarıydı.

Hançerli Düzü bu dekorlar içinde Sarıkamış’ın hemen doğusunda, orman eteklerinden başlayıp kuzeye uzanarak kıvrılan, ince tarafı doğuya bakan hançer şeklinde bir düzlüktür. Bazen buraya “Kraliçenin Hançeri” de dediğim olurdu. 1966-67 senelerinde, Sarıkamış 17. Piyade Alayı İstihkam Takım Komutanlığı görevinde bulunduğum zamanlardır ki Hançerli Düzü yolumun çok gelip geçtiği bir yerdi. Onu karlar altında iki defa ve yeşillikler içinde de bir defa izleyebildim. Bu izlenim “Bir Doğu Süiti’nin formuna da tesir etmiş olacak ki birinci bölüm “Hançerli Düzü” form olarak A, B, A diye gelişir ve küçük bir “coda” ile biter.

İkinci bölüm “Posof”, Digor’un girişi olarak yapıta yerleşmiş görünürse de Kars’ın kuzeyinde karlar altında, sanki uyuyan bir güzel gibi, sessiz sedasız, cana yakın küçük bir sınır köyümüzdür.

Günlerden bir gün Digor’dayız… Mevsim kış. Orman içindeyiz. Birkaç teğmen arkadaş derinliklere doğru kayıyoruz. Bir sarı tilki belirdi ilerimizde. Sanki vals yapıyordu. Neşesi yerindeydi. Yerden kar zerrelerini havalandırıyor ve onlara kafa tutarcasına belirli tempoda kendi başına heyecanlanıp duruyordu. Bizleri görmediğine emindim. Fakat bu gösteriler kimeydi anlayamadık. Uzun zaman onu seyrettik. Birden silahlar patladı. Sarı tilki öyle güzel kaçıyordu ki… Sağa sola ataklar yaparak kurnazca bir kaçıştı bu ve tekrar hedef olmak istemiyordu. Eserin 3. bölümünün ortasındaki keman solo ile bu kaçısı ifade etmek istedim ve sonraları bu soloyu “tilki solosu” olarak tabir ettim.

Ey Digorlu Sarı Tilki, kim bilir şimdi ne kurnazlıklar peşindesindir. Seni vuramamaktan dolayı üzgün değiliz, çünkü niyetimiz neşeni bozmaktı. O da oldu…

Nefesli sazların duyulmasıyla “Büyük Coda” başlar. Buna “Veda Coda’sı” derim. Doğu Süiti’nin olduğu kadar orada yazdığım diğer yapıtların da coda’sı sayılır. Doyasıyla benim Doğu Anadolu’daki yaşantımın son cümlesi de denebilir. Böylece doğuyu sessiz sedasız, bir gün tekrar buluşmak arzusuyla, terk ettim.

Çobandede’nin zirvesinden Pasinler Ovası’nı 15 gün seyrettim

Yine bir sonbahar mevsimiydi. Erzurum yakınlarında 2500 küsur metre yükseklikteki Çobandede Dağı’nın zirvesinde vazifeliydik. Dağın Pasinler Ovası’na açılan cephesinde manzara korkunç bir güzelliğe sahipti.

Böylesine alışık olmadığımız kuşbakışı görüntüler beni daha da çok etkiledi. Çobandede’nin yükselişi, Allahuekber’lerin heybeti, hemen önümüzdeki küçük ve büyük Tüy köyleri, biraz ilerimizde harplerin düşmeyen tabyası, Dolangez Tabyası, doğuya hayat veren o muhteşem Pasinler Ovası’nın ilginç dekorlarıydı.

Besteci, Cüneyt Gökçer ve Selçuk Tollu ile evinde piyano başında.

Hislerimi seslerle ifade edebilmek için hemen çalışmaya başladım. Bazen çadırımın içinde gaz lambası ışığı altında gecenin geç saatlerine kadar çalışırdım. Çobandede Dağı’nda vazifemiz 15 gündü ve bu müddet içinde yaşadıklarımı seslendirdim.

Bir sohbet esnasında komutanı bulunduğum birliğimdeki erlerden biri sordu: “Geç saatlere kadar durmadan nasıl mektup yazıyorsunuz? Biz de memlekete yazıyoruz. Daha doğrusu yazacak şey bulamadığımızdan mektup hemen bitiyor…”

“Bakın çocuklar burada yazacak çok şey var. Pasinler’i yazıyorum” diye cevapladım. Doğuya uzanan hayat dolu ovayı gösterdim. “İşte onu anlatmaya çalışıyorum. Fakat harflerle değil, kelimelerle değil, onu seslerle, müziklendirerek anlatmak istiyorum” dedim.

Aldığım cevap şöyle oldu: “Bizim de merak ettiğimiz buydu..”

Soruyu yönelten er yanındaki arkadaşına döndü, konuyu anlamış gibi bir havayla durumun izahını yaptı: “Ben sana mektup yazarken şarkı söylenmez, teğmen başka bir şey yapıyor, demedim mi?”

Pasinler Süiti’nin birinci bölümünde sabahın erken saatlerinde yoğun bir sis tabakasının ardından Pasinler’i ancak kalın çizgileriyle görebilirsiniz.

İkinci bölümde, saatler ilerledikçe ova bütün ayrıntılarıyla meydana çıkar. Biraz sonra Pasinler’i yararak geçen trenin gürültüsü ve düdüğü ta uzaklardan yankılar yapar.

Üçüncü bölümde, akşam geç saatlere doğru esrarengiz bir havaya bürünür Pasinler.

Dördüncü bölüm, Pasinler için duyduğum esas temanın işitilmesinden sonra hayat veren ova Allahuekber Dağları’nın arasında yok olurcasına küçülerek kaybolur.

(Nurhan Olcayto / 7 Mart 1972 / Bestecilerimiz Anlatıyor*, TRT – 2)

 

(* ) Bestecilerimiz Anlatıyor programı İstanbul Radyosu’nun 2. Programında (TRT-2), 1972 yılında yayımlandı. Programın amacı, müzikseverlere Türk bestecilerinin TRT arşivinde kaydı bulunan eserleriyle birlikte, eserler hakkında birinci ağızdan bilgi sunmaktı. 1970’de, TRT’de çoksesli müzik prodüktörü olarak çalışmaya başlayan Nurhan Olcayto (1943-2021), programı hazırlarken besteciler hakkında yazılı kaynaklardan bilgi bulabilmiş, ancak eserler hakkında bilgiye ulaşamamıştı. Dönemin TRT Çoksesli Müzikler Şubesi Müdürü Dr. Erdoğan Saydam’la birlikte 14 besteciye mektup yazdı. TRT arşivinde ses kaydı bulunan eserleri hakkında bilgi istedi. Bu çağrıya Adnan Saygun, Ferit Tüzün, İlhan Baran, Ulvi Cemal Erkin, Necil Kazım Akses cevap vermedi. 17 Ocak 1972’de yayımlanan ilk program için Cemal Reşit Rey, TRT Harbiye Stüdyoları’na giderek üç eserini anlattı. Bülent Tarcan, Cenan Akın, Nevit Kodallı, Okan Demiriş, Yalçın Tura, Ertuğrul Oğuz Fırat, Ekrem Zeki Ün ise yazılı metinlerle cevap verdi. İlhan Usmanbaş, daha önce yayımlanmış, eserlerini anlattığı bir yazıyı göndermekle yetindi. Cemal Reşit Rey’in eserleriyle ilgili üç, Bülent Tarcan’ın eserleriyle ilgili iki program olmak üzere “Bestecilerimiz Anlatıyor” dizisi toplam 13 program olarak 15 günde bir TRT-3’te yayımlandı. Nurhan Olcayto, 33 yıl sonra TRT’deki programlarını noktaladı. Bu metinlerin yok olmamasını, genç kuşaklara ulaştırılmasını arzu ediyordu. Müzik Söyleşileri bu arzuyu yerine getiriyor.

Okan Demiriş’in el yazısıyla Pasinler Süiti’nin öyküsü.

Nurhan Olcayto programın öyküsünü anlatıyor

TRT’de çoksesli müzik prodüktörü olarak çalışmaya başlamamın ikinci yılıydı. Program hazırlarken çalacağım eserler hakkında çeşitli kaynaklarda araştırma yapıyordum. Bestecilerle ilgili bilgiye ulaşmak kolaydı. Ancak eserler söz konusu olunca durum farklıydı. Pek çok başyapıt hakkında günümüze yeterli bilgi ulaşmamıştı. Türk bestecilerinin eserleriyle ilgili yazılı kaynak da yetersizdi.

Program yapımcısı Nurhan Olcayto

Bu boşluğu doldurmak, geleceğe yönelik kalıcı bilgi sağlamak amacıyla bir program dizisi yapmak istedim. Bir çeşit arşiv amaçlı çalışma olacaktı. O zamanki Çoksesli Müzikler Şubesi Müdürü Dr. Erdoğan Saydam’a açtım düşüncemi. Her zamanki olumlu ve destekleyici tavrıyla yaklaştı önerime. Eserlerin bestelenişi, ilk yorumu ile ilgili bilgileri, biçim ve yapı açısından müzikal analizlerin en doğrusunu bestecilerimden alabileceğimizi ve kendi anlatımlarıyla vermenin daha ilginç olacağını düşündüm. Radyomuz arşivinde eserlerinin kaydı bulunan Adnan Saygun, Ferit Tüzün, İlhan Baran, Ulvi Cemal Erkin, Necil Kazım Akses Cemal Reşit Rey, Bülent Tarcan, Cenan Akın, Nevit Kodallı, Okan Demiriş, Yalçın Tura, Ertuğrul Oğuz Fırat , Ekrem Zeki Ün,  İlhan Usmanbaş‘a amacımızı açıklayan birer mektup yolladık. Bazıları heyecanla yanıtladı talebimizi, bazıları yanıt vermedi. Gelen bilgilerle İstanbul Radyosu’nun 2. Programı’nda, 1972 yılında, diziyi gerçekleştirdim. Aradan 33 yıl geçti. Radyodaki dolabımda bu kaynağı içeren dosyayla her karşılaşışımda, görevimi eksik yapmanın ezikliğini duyar oldum. Bantlar silindi, metinler dolapta… Benden sonra ne olacaktı tüm bunlar? Bu düşünceyle dosyayı çıkarıp metinlerin internet ortamında yayımlanmasını arzu ettim…

Linkler

Okan Demiriş’e adanan web sayfası

Share.

Leave A Reply

15 + 11 =

error: Content is protected !!