Nicolas Altstaedt / Şeflik, daha iyi çellist ve insan olma yolundaki çabamın bir parçası

0

Alman-Fransız çellist Nicolas Altstaedt, yakın gelecekte adını sürekli zirvede duyacağımız müzikçilerden. 2011’de Gidon Kremer, kurucusu olduğu Lockenhaus Festivali’nin yönetimini ona devretti. Geçen eylülde ise Adam Fischer’den kurduğu Haydn Filarmoni’nin yönetimini ve şefliğini aldı. 33 yaşındaki çellist 19 Aralık’ta İstanbul’da BİFO ile seslendireceği Bloch’un Şalemo’su için “Çello için yazılmış, en güzel şakıyan eserlerden biri” diyor.

 

Ne zaman, hangi vesileyle Nikolaus Harnoncourt dikkatinizi çekti ve hangi gerekçelerle sanatta örnek aldığınız en önemli kişiye dönüştü?
– Çocukluğumda Harnoncourt’un ne erken çağ müziği icra eden topluluğu Concentus Musicus Wien’i ne de meşhur Monteverdi kayıtlarından haberdardım. Sanıyorum 1990’ların başında, 10 yaşlarındayken, Salzburg Festivali’ndeki kayıtları elime geçmişti. Dinlediğim ilk albümleriydi bunlar. Mozart ve Beethoven icraları…Beethoven icraları beni adeta çarpmış, bir tür aydınlanma yaşamıştım. Çünkü öyle bir müzikal dil kullanıyordu ki, her sözcüğü, ifadeyi, tınıyı, rengi, anlamı, motifi, enstrümanlardaki her melodiyi ayırt edebiliyordum. Bu şeffaf, berrak anlatım çok etkileyiciydi. Müzik böylesine heyecan verici, anlaşılabilir olmalı. Zihinde pek çok soru oluşturabilmeli. Diğer yandan Harnoncourt’un icralarında son derece doğal, öykünmeden uzak bir tavır görmüştüm. Sanki Beethoven tekrar hayata gelmişti. Her dinlediğimde daha fazla etkileniyordum. Plaklarını dinledim, kitaplarını okudum ve sonunda karşılaştığım en dürüst, samimi müzikçinin Harnoncourt olduğunu anladım. Bir açıdan çok gerçekçiydi. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Beethoven icrasında yaygınlaşan, müziğin anlamını değiştiren tüm yanlış yaklaşımları reddediyordu.  Son derece açık bir zihin ve yüksek sadakatla, daha önce hiç yapılmayan düzeyde kaliteli yorumlar geliştirmek için çabalıyordu. Hayatını buna adamıştı. Biyografisini okuduğumda çok etkilenmiştim. Savaş sonrasında Karajan yönetiminde Viyana Senfoni’yle çalarken, müziğin farklı şekilde çalınması gerektiğini görmüş, bu güvenli hayatı bir kenara bırakıp, kredi alıp, bu bütçeyle yollara düşmüş, kitaplıkları gezip eski kaynakları, tarihi enstrümanları araştırmış, lüthiyelerle görüşüp nasıl tınladıklarını, geçmişin yorumcularının notlarından icra tekniklerini öğrenmiş. Savaş sonrasındaki zor dönemde güvenli işini bırakıp müzik uğruna böylesine riskli maceraya atılacak çok az kişi vardır.  Concentus Musicus Wien’le konserlere başlamadan neredeyse on yıl sadece prova yapmışlar. Taklitçilikten uzak, mütevazı, son derece içten, adanmışlık içeren bir müzik yaklaşımı bu. Beni hep etkilemiştir. Ben de aynı değerleri paylaşıyorum.
Çellodaki icralarını dinlediniz mi, sizi etkileyen, ufkunuzu açan kayıtlar var mı?
– Uzun yıllar önce Bach’ın çello süitleri yorumunu  dinlemiştim. Detayları şu anda hatırlamıyorum. Tek hatırladığım, 1990’larda bu eserleri çalan bir icracıdan daha fazla şey bekliyordum. Muhtemelen 30-40 yıl önce kaydedilmişti. Yani 1950-60’larda… Düşündüğüm kadar heyecan verici bir yorum olmadığını görünce şaşırdım.  Çellodaki tekniği müthişti, çok etkilenmiştim. Fakat Bach’ın suitlerine getirdiği yorum devrimci, sarsıcı değildi. Çok temiz, nesnel bir yaklaşımdı sadece. Fakat yıllar öncesinde ilk dinlediğim riskli, çok kişisel, müthiş heyecan veren icralarındaki gibi değildi. Bana sıradan gelen icralar muhtemelen 40 yıl önce çok yenilikçi kokuyordu.
Harnoncourt’la tanıştınız mı?
– Berlin’e geldiğinde orkestra provalarını izlemiştim. Salzburg’da bir konserini izlemiş, kuliste tebrik etmiştim. Bu arada ona ne kadar saygı duyduğumu anlatmıştım. Bu yıl yine Salzburg Festivali’ne gideceğim, ocak ayında Mozart Haftası’nda konser vereceğim, muhtemelen konserlerde karşılaşacağız. Sanıyorum bazı konserlerinde yardımcısı olacağım, bu arada provaları izleyeceğim. Harnancourt’un provaları başlıbaşına bir maceradır. Nasıl yönettiğine, neler söylediğine, neleri denediğine tanık olmak heyecan verici.
Anladığım kadarıyla derinlemesine sohbet imkanınız olmadı henüz. Eğer bu yıl fırsat bulursanız ilk sorunuz ne olacak, en çok neyi merak ediyorsunuz?
– Üniversitemize gelmiş, okul orkestrasıyla Haydn’ın “Ayı Senfonisi”ni icra etmeden önce açık prova yapmış, ardından dinleyici sorularını yanıtlamıştı. Eser ve genelde müzik hakkında söylediklerini büyülenmiş gibi dinlemiştim. Ben yardımcı konumda olduğum için herhangi bir soru soramamıştım. Provada sahneye çıkıp, icra konusunda ön bilgileri verdikten sonra orkestranın bir anda değişip yepyeni bir tınıya kavuştuğunu görmek de sıra dışı bir deneyimdi. Bir anda her şey canlanıverdi sanki… Yakın arkadaşım klarnetçi Erito Kieri geçen nisanda Harnancourt’u ziyarete gitmiş, iki gün kalmış. Birlikte yürüyüşlere çıkmışlar, sohbet etmişler. İzlenimlerini anlattığında çok etkilendim. Ben de benzer bir buluşmayı hayal ediyorum.
İlk sorunuz ne olacak?
– (Gülüyor) Henüz karar vermedim… Bilmem ki… Çok iyi hazırlanıp giderdim buluşmaya. Mesela şu anda Schubert’in Do Minör 4’üncü senfonisini yönetmek için çalışıyorum. Eserle ilgili soracak pek çok soru var zihnimde… Aksan ve minuendo konusundaki tercihlerini sorardım. Çünkü partisyonda net olarak belirtilmemiş. Bunların yorumu icrada büyük farklılıklara yol açıyor. Farklı bir çok yol denenmiş bugüne kadar. Eserin açılışındaki nefesli solosunu biçimlendirmek bile çok önemli. İcrada özgürlüğün sınırı ne olmalı, eko hangi düzeyde olmalı?

Çello fiziksel bağımlılık yaptı

Şeflik, oda müziği icrası, orkestra solistliği, festival sanat yönetmenliği gibi başlıbaşına dört işi bir arada yürütüyorsunuz, zamanınızı nasıl paylaştırıyorsunuz?
– Çello en büyük aşkım, çalmayı çok seviyorum. Sadece konser için ihtiyaç duymuyorum çalgıma, aynı zamanda fiziksel bir bağımlılık hissediyorum. 6 yaşından beri hep yanımda. Kutusunu açmak, ona dokunmak, akordunu yapmak, arşeyle yaylara temas, akor, entonasyon, vibrato provası yapmak başlı başına bir ritüel. Bugüne kadar hayatta bundan güzel bir şey yaşamadım. Bundan vazgeçemem. Bence hayatta yapılabilecek en güzel şey müzik çalmak. İnsanoğlunun yarattığı en güzel eserlerle baş başa olmak… Daha iyi bir icracı, daha iyi bir insan olmak… Çellonun yanı sıra çocukluğumdan beri partisyonlara ilgi duydum. Kardeşimle tatile giderken yanımıza sevdiğimiz senfonilerin partisyonlarını alır, bunları incelerdik. Birlikte müzik yapmayı seven kişi için şeflik büyük mutluluk. Beklenmedik bir anda teklif geldi, benim için çok doğal bir süreç oldu. Geçmişte Haydn, Schumann, hatta 20. yy’da yazılan şefsiz konçertolarda çellist olarak orkestraya liderlik yapmıştım. Şeflik farklı bir alan değil benim için, çello icrasında adanmışlığın, daha iyi bir insan olma çabasının bir parçası.
Tarihte örnek aldığınız, hatta zaman-mekan makinesi icat edilse, atlayıp geçmişe dönüp katılmak isteyeceğiniz orkestra var mı?
– Viyana Filarmoni, Amsterdem Concergebouw her zaman karakteri olan iyi orkestralar. Birkaç yıl önce Viyana Filarmoni’yle çalmış, bu mutluluğu yaşamıştım. Geçmişe dönmek mümkün olsa, Mahler’in yönettiği dönemde onlarla çalmak isterdim. Tarihte hangi şef Mahler kadar olabilir ki? Onun Mozart operası icraları en çok ilgimi çeken konulardan biri…
Bu yıl birkaç önemli festivalde Beethoven’in tüm çello sonatlarını seslendirdiniz. Beş eseri bir arada icra etmek size neler kazandırdı, hepsini birden kaydetmeyi düşünüyor musunuz?
– Öğrenciliğimde ilkini ve beşincisini, uzun yıllar sonra popülerini öğrendim. Repertuvarıma en son giren 2’ncisiydi. Tümünü ilk kez 2013 yazında Lüksemburg’daki Echtarnach Festivali’nde dostum piyanist Alexander Lonquich ile seslendirdim. Benden 20 yaş büyük, olgun, çok saygı duyduğum bir müzikçiyle bu eserleri yorumlamak büyük şanstı. Çello sonatları Beethoven’in hayatının farklı dönemlerinde yazılmış. İlk ikisi piyanist açısından çok zorlu, icrası büyük çaba gerektiriyor. Çello sonatları, hayatının son döneminde yazdıklarına, örneğin piyano sonatlarına oranla çok daha devrimci, riskli. İkinci sonattaki fikirler çok yenilikçi. 1796’da, 26 yaşındaki bir besteciden hiç umulmayacak bir müzik dili, romantizmle karşı karşıyayız. Daha önce ne Beethoven ne de başka bir besteci bu yetkinliğe ulaşmış. Opus 69, Mi Majör sonatı hayatının ortalarında yazmış; keman konçertosuyla, Ramuzovski Dörtlüsü’yle yakından bağlantılı. Yine daha önce denenmemiş ifade biçimleri kullanıyor. Çok uzun olan ilk bölümde Bach’a, St. Metthew Passion’a kadar gidiyor. Çok yoğun bir anlatımla dönemin müziğine bakıyor. Piyanonun çok pes seslerle başlayıp, 2-3 oktav yükseldiğini  görüyoruz. Bu ilginç bir deney. Eserde piyanoyla çellonun rolü dengelenmiş. Son bölümde çelloya çok uzun sololar, kadanslar yazmış, neredeyse yapayalnız bırakmış. Olgunluk döneminde yazdığı opus 102, ünlü piyano sonatının hemen ardından gelmiş. Yine yepyeni fikirler var. Çok yoğun bir anlatım. İkinci bölüme yazdığı giriş, ilahi bir müzik. Kullandığı motifleri geliştirme biçimine, bestecilik üslubuna bakarsak, sanki 20’nci yüzyılda Anton Webern’i dinliyoruz… Öylesine yenilikçi. Son sonatında polifoni, füg ve pek çok kavramla hesaplaşıyor.  Son bölümündeki füg öylesine karmaşık, öylesine çılgınca… Bilgi bombardımanı adeta. İlk sonatlarındaki komik, zeki, riske girmekten çekinmeyen, havai fişek gibi patlayan anlatım son eserinde inanılmayacak kadar olgun, avand-garde, polifonik, 2’nci Viyana Ekolü’ne yakın, tamamen özgür bir üsluba ulaşıyor. Bu eserleri tek konserde seslendirmek, Beethoven’in hayatındaki bu uzun yolculuğa tanık olmak müthiş bir deneyim. Orkestral müziğini anlamak açısından da pek çok ipucu içeriyor.

Fazıl Say’ın sonatını
kaydettiğim için çok mutluyum

Bir röportajda sizin için yazılan eserlerden en sevdiklerinizi sıralarken Fazıl Say’ın sonatını liste başında belirtmişsiniz. Say’la yolunuz nasıl kesişti, müziğinden nasıl etkilendiniz?
– Dört yıl önce Oxford Müzik Festivali’nde karşılaştık ilk kez. İngiltere’de pek çok konser verdik. O dönemde yoğun olarak çağdaş bestecilerin eserlerini seslendiriyordum. Özellikle klarnetçi dostum Jörg Widmann’ın bestelerini. Sofia Gubaidulina, İngiliz deha Thomas Ades’in eserleri de repertuvarımda. Fazıl Say, Almanya’da yorumcu ve besteci olarak tanınıyor. Daha önce çello için eser yazmamış besteciye eser siparişi vermek repertuvarı genişletmek açısından da önemli. Jörg ve Ades gibi Fazıl Say’dan da eser istedim. Kabul etti. Otantik, daha önce duymadığımız tarzda bir eser besteledi. Fazıl yorumcu olarak da benzersiz, kendine özgü bir stili var ve bununla tanınıyor. Dolayısıyla eseri birlikte seslendirmek de heyecan vericiydi. Kronberg Çello Festivali dahil pek çok kez seslendirdik. Dinleyiciler eseri çok sevdi. Ve geçen hafta kaydettik. Umarım CD gelecek baharda piyasaya çıkacak.
CD repertuvarında başka hangi eserler var?
– Resital albümü Fazıl Say’ın dört bölümlük sonatı “Dört Şehir” ile başlıyor. Yaklaşık 25 dakikalık bir eser bu. Daha sonra Şostakoviç’in benzer yapıdaki sonatını ve iki küçük eseri seslendirdik.
Ortak çalışmanız sürecek mi?
– Amsterdam Concertgabouw’da resital vereceğiz. Bunu Almanya, Hollanda, Paris ve Türkiye’deki konserler izleyecek. Çello konçertosu yazmasını rica etmiştim, kabul etti. Heyecanla bekliyorum. Belki bir resital CD’si daha kaydederiz.
Say’ın çello sonatındaki dört kenti merak ediyor musunuz?
– İstanbul’a gelmiştim, fakat eserde bu kent geçmiyor. Muhtemelen daha önce İstanbul Senfonisi’ni bestelediği için. Sonatın ilk iki bölümü Sivas ve Hopa üzerine. Sivas’ta çellonun flüt gibi tınlamasını istedi. Çok etkileyici, harika bir tondu bu. Çok sevdim. Karadeniz şehri Hopa’yı görmedim. Bir düğün dansı atmosferi yaratmış. Çellonun kemençe gibi tınlaması gerekiyor. Bodrum’u da henüz görmedim. Umarım bir gün dört kente de yolum düşer.
Bugüne kadar 12 albümünüz yayımlandı. Sizce diskografinizde ne eksik, ilk fırsatta neleri kaydetmek istersiniz?
– Fazıl’ın eserini kaydetmek önemliydi. Çünkü talebim üzerine yazılmıştı ve sevmiştim. Daha önce kaydedilmemiş büyük eserlerden Mieczyslaw Weinberg’in konçertosunu birkaç hafta önce Berlin Senfoni Orkestrası’yla  kaydettim. Albümün diğer eseri Şostakoviç’in 1. Çello Konçertosu’ydu… Carl Philipp Emanuel Bach’ın konçertoları müzik tarihinde hak ettikleri yeri bulmamış eserler. Oysa, dahi bir besteci. Mozart, Haydn gibi… Çellistler bile bunun farkında değil. Geçen hafta ünlü bir çellist dostumla karşılaştım, sadece Mi Majör konçertosunu çaldığını söyledi. Diğerlerini merak etmemiş bile. Oysa diğer iki konçertosu da müthiş eserler. CPE Bach’ın tüm konçertolarını kaydetmek istiyorum. Bundan sonra Alexander ile Beethoven’in sonatlarını kaydetmeyi planlıyoruz. Fakat henüz piyanoforte ve bağırsak telli dönem çalgılarıyla mı, yoksa modern çalgılarla mı kaydedeceğimize karar vermedik. İlki bana daha cazip geliyor şimdilik. Ardından sevgili dostum, Fin kemancı Pekka Kussisto ile keman-çello ikilisi için çok ünlü eserleri kaydedeceğim.

Büyük firmanın sanatçısına ödüller
albümü çıkmadan ayarlanıyor

Altı yıl önce özgürlüğünüzü korumak için Sony’den aldığınız teklifi reddettiğinize pişman mısınız?
– Hayır. Benim için, müzik için önemli olan pek çok kaydı yapamazdım Sony’nin sanatçıları arasına girsem. Firmanın yöneticisini tanıyordum, yaklaşımını biliyordum. İlgi alanlarımız çok farklıydı. Sadece çok sevdiğim eserleri kaydetmek istiyorum. Hangi firmanın yayımladığı önemli değil, beni anlamaları, desteklemeleri önemli. Ne yazık ki pek çok sanatçı plak firmalarına teslim oluyor. Bu çok kötü. Çünkü sanatçının öncelikleri, adanmışlığı zedeleniyor. Büyük plak firması yöneticisinin uygun gördüğü eseri kaydetip, albüm piyasaya bile çıkmadan ECCO Ödülü’nü cepte keklik kabul etmek bana göre değil… Şaibeli işlere girmek istemem. Hayat çok kısa. Arzu ettiklerimizi ertelemeden yapmalıyız. TV’ye canımız istediğinde çıkmalı, CD’yi istediğimiz zaman kaydetmeliyiz. Stravinski böyle demişti… (Gülüyor)
Size çekici gelmeyen çağ, eserlerini asla seslendirmeyeceğiniz besteci var mı?
– Hayır, yok… Güzel olan her eser ilgimi çeker, hiçbir sınırlamam yok. Tek kriter güzel olması.
Festivalde seslendireceğiniz Bloch’un “Şalemo”su ne kadar zamandır repertuvarınızda, bu eser hangi yönleriyle size çekici gelmişti?
– Çocukluğumda Bernstein ile Rostropoviç’in yorumuyla dinlemiştim ilk kez. Eserde çello kral Salomon’un sesi olarak beliriyor. Bloch önce bu rolü şancı için yazmış. Fikrini değiştirip, solistini çello yapmış. Çello için yazılmış, en güzel şakıyan eserlerden biri. Uzun yıllar repertuvarıma almak istemiştim. Dört yıl önce ilk kez Manchester’de, BBC Filarmoni’yle seslendirdim. Büyük orkestra için yazılmış, büyük orkestrasyonlu, çok zorlu bir eser. Epeyce prova gerektiriyor. Öte yandan Yahudi kültürü açısından önemli bir yapıt. Pek çok şehirde seslendirdim, fakat İstanbul gibi bir kültür mozaikinde bu eseri seslendirmek büyük mutluluk.
İstanbul’a 230 yaşındaki dostunuzla mı geliyorsunuz, yoksa genç dostunuzu mu getireceksiniz?
– Yaşlı arkadaşımla geleceğiz. Çoğunlukla onunla konser veriyorum. Çünkü çok özel bir tınısı var, bilgeyle sohbet etmek gibi bir şey onunla çalmak. Fakat genç arkadaşımı da getirebilirim. Tınısı diğeri kadar zengin olmasa da, müthiş bir enstrüman.
(Serhan Yedig / 8 Aralık 2015 / Müzik Söyleşileri)

 

10 YAŞINDA LIGETI DİNLEMEYE BAŞLADI
Nicolas Altstaedt, Heidelberg’de doğdu. Kalp, damar cerrahı ve amatör piyanist, çellist babanın iki çocuğundan biri. Annesi Fransız. “Dedemin görev yaptığı dönemde Vietnam’da doğmuş, çocukluğu Fransa’da, İsviçre sınırına 200 metre uzaklıkta ki bir bölgede geçmiş. Tıp öğrenimi için Heidelberg’e geldiğinde babamla üniversitede tanışıp evlenmiş. Laboratuvarda çalıştığı dönemde ağabeyim ve ben doğmuşum, işten ayrılmış.“
Ailedeki müzik merakının kökeni halaya dayanıyor. “Halam genç yaşta Fransız bir çellistle evlenip Paris’e yerleşmiş. Orgçu olmuş. Pek çok sanatçı ve düşünür varmış çevrelerinde. 10 yaş küçük olan babam, eniştemden etkilenip çello ve piyano çalmaya başlamış. Benden üç yaş büyük ağabeyimi piyanoya, 6 yaşında ellerim yeterli büyüklüğe geldiğinde beni çelloya teşvik eden babamdı.  Çelloyu ilk andan itibaren sevdim, başka bir enstrüman çalmayı düşünmedim.”
Altstaedt’in çocukluğu Hans Werner Henze’nin yaşadığı küçük Gütersloch kentinde geçti. Her sabah Henze’nin evinin önünden geçip, bisikletle okula gitti. Sık müzik festivali düzenlenen şehirde, babasının teşvikiyle 10 yaşından itibaren çağdaş müzik konserlerine gitmeye başladı. Ligeti’nin dünya prömiyerlerini izledi, besteciyle üç kez şehrinde karşılaştı. John Cage ile de… Ağabeyi piyanoya başlayınca o da babasının çellosuyla eşlik etmeyi denedi. Ailesi zorlamadan müziği sevdi. Rus cellist Boris Pergamensçikov en önemli öğretmeni oldu. İdolü ise eski çellist, yeni orkestra şefi Nikolaus Harnoncourt’tu.

(c) Bu metnin tüm yayın hakları saklıdır, kısmen dahi olsa izinsiz alıntı yapılamaz.

Linkler

Kişisel web sayfası

Wikipedia biyografisi

İstanbul konseri

Share.

Leave A Reply

3 × four =

error: Content is protected !!