Nigel Kennedy / Eleştirmenlerle hiç sorun yaşamadım

0

Vivaldi konçertolarının punk giysili popüler yorumcusu, bir zamanların Aston Villa ikinci başkanı Nigel Kennedy, klasik müzik dünyasındaki statükoya isyanını sürdürüyor. 2001’de Londra Senfoni’yi tembellikle suçlayıp ülkesini terk etmiş, Polonya’ya yerleşmişti. Burada klezmer grubu Kroke ile tanıştı. Öğretmeni Menuhin’e nazire yapıp ”East Meets East”i kaydetti. ”Türkler İngilizler gibi değil, konsere kafalarında şablonlarla gelmiyorlar” diyen Kennedy, yeni projesiyle Türkiye’ye gelmek ve geleneksel Türk müziği sanatçılarıyla tanışmak istiyor.

 

İngiltere’de klâsik müziğin ”kara koyunu” olduğunuzu söylüyorsunuz. Sizce sorun İngiliz kültüründe mi yoksa klasik müzik geleneğinde mi?
– Pop kültüründeki sisteme isyan eden, anarşist birçok grup kamuoyu tarafından gayet iyi benimseniyor. Sorun klasik müzik dünyasındaki insanların kökenleriyle ilgili. Belli çevrelerden, kolejlerden gelen bir kast bu. Hayatlarında hiçbir şey için çalışmaları, çabalamaları gerekmemiş. İyi bir şey yapmak için ne kadar çok çalışmak gerektiğini bilmiyorlar. Müzikçilerle sorunum yok. Gayet iyi anlaşıyoruz. Sorun orkestra yöneticileri, belki eleştirmenler. Aslına bakarsanız eleştirmenlerle de pek sorunum olmadı. Bana hep iyi davrandılar…
İngiltere yerine Almanya’da doğsaydınız durum farklı olur muydu?
– Konser vermeye başladığım yıllarda İngiltere’de İngiliz kemancılara karşı garip, sebepsiz, olumsuz önyargı vardı. Keman deyince akıllarına Ruslar, İsrailliler geliyordu. Oysa Almanlar, Fransızlar kendi müzikçilerini destekler. İngilizler konsere kafalarında belli kalıplarla gider. Farklı bir şey duyduklarında şok geçirirler. Almanlar böyle değil. Türkiye’ye dört kez geldim, İstanbul ve İzmir’de konserler verdim. Çok sıcak karşılandım. Türklerin de önyargısız olduğunu gördüm.
Bu nedenle mi oğlunuz Amadeus’un futbolcu olup hayatını müzik yerine Aston Villa’ya adamasını istiyorsunuz?
– (Gülüyor) Öylesine bir istekti. Oğlum müziği çok seviyor. Altı yaşında, ben söylemeden gidiyor ve piyano başına oturup durmaksızın çalışıyor. Tercih ona kalmış, istiyorsa müzikçi olur. Ama Aston Villa’da oynamak isterse bu da beni mutlu eder.

Şipşak yorum olmaz

İngiltere’de en son Londra Senfoni’yle yetersiz prova saati nedeniyle ciddi sorun yaşadınız, ülkeyi terk ettiniz. Polonya’da, Krakow Oda Orkestrası’nda mutlu musunuz?
– Bu tür sorunlar yaşamıyorum. Eserleri daha derinlemesine kavramak, daha iyi yorumlamak için gereken zamanı ayırıyorlar.
Penderecki, Gorecki gibi önemli çağdaş bestecilerin ülkesinde yaşıyorsunuz artık. Cazcılarla birçok ortak proje geliştirdiğiniz halde çağdaş klasik bestecilere uzak duruyordunuz. Bu yaklaşımınız değişecek mi?
– Penderecki ile ortak bir çalışma yapmak için birkaç kez konuştuk. Yakında ortak bir şeyler yapacağız sanırım. Çağdaş müzik deyince, yaratıcı sürece daha fazla katılacağım çalışmalar ilgimi çekiyor. Caz, etnik müzik gibi. Müzikte dengeyi böyle buluyorum. Sadece klasik çalmakla yetinseydim ilk bakacağım yer çağdaş besteciler olurdu.
Geçenlerde Daily Mirror’a; ”Dinleyicini şok et ki sesin duyulsun” demişsiniz. ”East Meets East” albümü daha önceki çalışmalarınızdan, mesela ”Kafka”dan çok daha samimi, hatta filozofça. Piyasada crossover denilen projelerde, oynak işler tutuyor. Sizinki yer yer hüzünlü. Bu yaklaşım şok etme taktiğinin bir parçası mı?
– Yaklaşım farklılığını vurguladığınız için teşekkür ederim. Dört yaşında piyanoyla başlamıştım müziğe. Eğer tüm hayatınızı müziğe verdiyseniz firmaların pazarlama taktikleri, müzikte ticaret ikinci planda kalıyor. Sadece müziği düşünerek üretiyorum. EMI gibi bir firma projelerimi desteklediği için şanslıyım. Bu arada Daily Mirror sevdiğim bir gazete. Çünkü altı sayfası futbol haberleriyle dolu. Ama yazdıklarına inanmam… Hatta futbol haberlerine de… (Kahkahalar) Ben şuna inanırım: Önyargılarla müzik yapılmaz. Hayatın tinsel (ruhani) boyutuyla ilgilenmiyoruz. Müzikte tinsel özellikler korunmalı, beklentilere göre butik üretim yapılmamalı. Yani şok etmek yerine insanlara beklemedikleri, yeni, tinsel anlamlar taşıyan şeyler vermeye çalışıyorum.

Otantik çalgı ruh ister

Doğu-Batı buluşmasına alıştık. Siz albümünüzün adına ”Doğu Doğu’yla Buluşuyor” adını vermişsiniz. Neden?
-Ben çocukken Menuhin’in Ravi Shankar’la yaptığı ”Doğu Batı’yla Buluşuyor” albümünü severek dinlerdim. Kroke ile stüdyo çalışmalarını bitirdiğimizde ortada albüm ismi yoktu. Parçalardan ”One Voice”da aynı temayı önce ben, sonra Kroke’nin kemancısı, ardından Lübnanlı kemancı Abud Abdallah üç farklı üslupla çalıyoruz. Dinlerken Yahudi, Müslüman ve Hıristiyan müziğinin aslında Ortadoğu’dan kaynaklandığını fark ettim. Bu nedenle albümün adını ”East Meets East” koydum.
Birkaç röportajda ”Bu albümü Arap üslubuyla kaydettik” demişsiniz. Avrupalı bir klezmer grubuyla bu üsluba nasıl ulaştınız? Kemanınızda rebab, tambur gibi otantik çalgıların tınısı duyuluyor. Bu çalgıların ustalarıyla çalıştınız mı?
– Müzikte herhangi bir üslubu kavramak istediğimde örneklerini dinlerim, sonra tinsel derinliğini algılarım. Sonra kendi yorumumu sunarım. Hiçbir zaman gerçek Arap ya da Hint kemancısı olmayacağım. Taklit etmek yerine bunlara saygı duyuyorum, esinleniyorum. Klasik Batı Müziği kimi zaman çok köşeli hale gelebiliyor. 12 ton ve kesin sınırlar içinde çalıyoruz. Oysa otantik çalgılar sınır tanımıyor, büyüleyici bir akışkanlığa ve duyarlılığa sahipler. Bana çekici gelen de bu.
Türkiye, Doğu’ya açılan önemli köprülerden biri. Anadolu’daki yerel ensrümanlarla, müziklerle ve Türk müzikçilerle yolunuz kesişti mi hiç?
– Türk müzisyenlerle çalmadım hiç. Çok ilginç çalgılarınız, önemli ustalarınız olduğunu biliyorum; bir kısmını dinledim. Fakat hiçbiriyle tanışmadım. Çok farklı bir üslup. Yeterince eğitebilirsem kendimi, bu müzikçilerle çalabilecek konuma gelirim. Umarım çıkacağımız konser turnesinde Türkiye’ye de yolumuz düşer ve bu ustalarla tanışırım. Konser teklifi gelirse fırsatı hiç kaçırmayacağımdan emin olabilirsiniz.
Konser olmazsa takımınız Aston Villa’ya Türkiye’de bir maç ayarlarız, ne dersiniz?..
– (Gülüyor) Tabii, neden olmasın. Galatasaray’la bir maç organize edip, bu vesileyle küçük bir müzik festivali düzenleyebiliriz…
Yeri gelmişken, sıradaki projeleriniz nedir?
– Vivaldi’nin 500 konçertoluk repertuarını adım adım keşfetmeye çalışıyorum. Berlin Filarmoni ile görüşmelerim sürüyor. Bir Vivaldi serisi yapmayı düşünüyoruz. Bu arada Polonyalı cazcılardan bir grup kurdum. Günün birinde İstanbul’a gelip Türk müzikçilerle ortak çalışma yapmak isterim. Bu arada Polonyalı bir bestecinin konçertolarını öğrenmeye çalışıyorum. Bach’ın solo keman repertuarını çalışıyorum. Bu arada kendi konçertomu yazmak istiyorum. Hafızamda birçok fikir embriyon halinde…
(Serhan Yedig / 26 Temmuz 2003 / Hürriyet)

Linkler

Kişisel web sayfası

Facebook hesabı

Share.

Leave A Reply

eleven − six =

error: Content is protected !!