Nil Kocamangil / Gautier Capuçon’la çalışmak yorumculuğuma adeta yeni bir kişilik kazandırdı

0

MSGSÜ Devlet Konservatuvarı’ndaki eğitiminden sonra Almanya ve Fransa’da yüksek lisans yaptı Nil Kocamangil. Bir yandan solistlik deneyimini artırırken, diğer yandan oda müziği alanında uzmanlaşıyor. Fransa’da iki ayrı grupta çalıyor. Ayvalık Müzik Akademisi Orkestrası’yla 2015 yazında İstanbul Festivali’ne de katılan Kocamangil, aynı yılın sonbaharında Avrupa’nın ünlü konser salonlarından Amsterdam Concertgebouw’da resital verdi. 26 yaşındaki çellist müzik serüvenini anlattı.

Enstrüman sorununuzu çözebildiniz mi?
– Bu problem 2013 yazında, İsviçre’deki Verbier Festival Akademisi’ne katıldığım dönemde, inanılması güç, mucizevi bir tanışma ile çözüldü. Şöyle ki; orada bu konuyla ilgili danıştığım, yardım istediğim kişiler beni bir Türk festival izleyicisiyle tanıştırdı. Tabiri caizse, hızır gibi imdadıma yetişti. Yıllarca Türkiye’de aradığım desteği, İsviçre Alpleri’nde bulmanın şaşkınlığı ve mululuğunu halen yaşıyorum. Kendisi benim için yine İsviçre’deki Maggini Vakfı’ndan 1830’da Guiseppe Rocca tarafından yapıldığı tahmin edilen bir İtalyan enstrümanı kiraladı. Bu destek olmasaydı, böyle bir viyolonsele dokunmak bile benim için ancak bir hayal olacaktı. Değerli sponsoruma maddi – manevi desteği için bir kez daha sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.
Çocukluğunuz nasıl bir aile ortamında geçti, müziğe nasıl yöneldiniz, enstrümanınızı siz mi seçtiniz?
– Müziğe ilgimi, yeteneğimi 5-6 yaşında, anasınıfı öğretmenim keşfetti. Öğretmenimin akordeonunu çalarak müziğe başladım. Evde tek elle çaldığım bir mini orgum vardı. Çelloya ilk kez konservatuvarda, bu sınıfa seçilip enstrümanımı aldığımda dokundum. Başka bir enstrümanla bu kadar mutlu olamazdım herhalde. Müziğe gerçek anlamda viyolonsel ile başladığımı söyleyebilirim. Evimizde klasik müzik de dinlenirdi. Annem ve babam ben küçük yaştayken ayrıldı. Babamla yaklaşık 16 senedir görüşmüyoruz. Annem, İşletme Fakültesi mezunudur; MSGSÜ Devlet Konservatuvarı’nın öğrenci bürosunda çalışıyordu ve müzisyenlerle iç içeydi. Konservatuvara başladıktan sonra beni her hafta İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’nın konserlerine götürürdü.
Türkiye’deki öğrencilik döneminizde şevkinizi, müzik sevginizi artıran, sizi çalışmaya kışkırtan ya da tam tersine enstrümana küsmenize neden olan hatta okulu bırakmanın eşiğine getiren olaylar yaşadınız mı?
– Konservatuvar eğitiminde daha açık görüşlü, kuralcılıktan uzak bir yaklaşımı hayal ettim her zaman. Müfredattan örnek vermek gerekirse, yurtdışında öğrenciler bitirdikçe yeni esere geçer. Türkiye’de ise her sene bir konçerto, bir sonat, iki etüd istenir. Koca bir sene böyle geçer. Benim şevkim kırılmadı. Fakat bu öğrenciyi tembelleştirici, ilerlemesine katkıda bulunmayan bir sistem bu. Umarım bir gün değişir..

Müzikte kendi adıma karar
vermeyi Almanya’da öğrendim

Türkiye’deki eğitiminizden sonra Prof. Kanngiesser’le Köln’de çalışmaya başladığınızda ekol farklılıklarından doğan intibak sorunu yaşadınız mı? Almanya’daki eğitim süreci, Kanngiesser’le çalışmak enstrümanınıza yaklaşımınızı, müziğe bakışınızı nasıl etkiledi?
– Almanya’da genel anlamda ekol probleminden doğan bir sorun yaşamadım. Türkiye’de hocam Dilbağ Tokay’ın sınıfı aile gibiydi. Almanya’da ise Kanngiesser beni adeta baba şefkatiyle destekledi, kolladı. Öğrettiği en önemli şeylerden biri, kendi hocam olmam, kendi kararlarımı vermem gereğiydi. Tabii ki son kararı verirken hep ona danıştım. Ama bu zorunluluk değildi. Örneğin, parmak numarası veya arşe değişimiyle ilgili kararları deneyerek kendimin vermesi gerektiğini anlatmıştı. Bu size saçma gelebilir, fakat Türkiye’de bu tip zorluklarımız olduğunda uygulanan sistem öğrencide bağımlılık duygusu yaratıyordu. Almanya’da öncelikle bunu aşmayı öğrendim. Ya da önceden bahsettiğim müfredat konusu. Almanya’ya ilk gittiğimde hocamdan repertuvar listesi beklerken “Ne istersen onu çalacaksın” yaklaşımıyla karşılaşmak beni gerçekten şaşırtmıştı. Kısacası Almanya’da kişiliğimi bulmaya başladım.
Almanya’daki yüksek lisansınız sürecinde ufkunuzu ya da kariyer yolunuzu açan önemli kişilerle karşılaştınız mı? Bu tanışıklıklar sizi nasıl yönlendirdi?
– Köln Müzik Yüksek Okulu gibi Avrupa’nın en önemli okullalarından birinde öğrenim görmek gerçekten çok önemli ve şevk vericiydi. Sadece çello değil, tüm enstrümanların eğitimindeki seviyenin yüksekliği müziğe bağlılığımı artırdı. Örneğin Zakhar Bron, Viktor Tretiakov gibi ustaların öğrencileriyle oda müziği, orkestra çalışması yapmanın hazzı büyüktü. Almanya, genç müzikçiye çok olanak sağlıyor. 2011’de Werner Richard – Dr. Carl Dörken Vakfı’na konser bursiyeri olarak seçilmem, kariyerimde önemli bir basamak oldu. Bu sayede Almanya’daki bazı orkestralarda solist olarak çaldım, festivallerde resital verdim. Ayrıca beş temsilde Hagen Tiyatrosu Balesi’ne Bach’ın 2 ve 5’inci solo viyolonsel süitleri ile eşlik ettim. Mayu Kishima, Fedor Rudin gibi yeni nesilin önemli kemancılarıyla konserler verdim.

Fransız çellistler önyargıları silme çabasında

Verbier Festivali hatırası

Köln’deki yüksek lisanstan sonra, ikinci yüksek lisans için Paris Ulusal Konservatuvarı’na kabul edildiğinizde, ekoller arasında dikkatinizi çeken belirgin yaklaşım farkları nelerdi? Bu farklılıklar nedeniyle sorun yaşadınız mı, sorunları nasıl aştınız?
– İki ekol arasındaki fark, kültürlerinden kaynaklanıyor. Mesela Almanlar genel olarak daha soğuk ve mesafeli. Fransızlar ise daha sıcak ve yakın. Bu müziğe yansıdığında birinin yorumu daha sistematik, diğerinin fantazi dolu. İyi yorumcu olmak için ikisinin ortasını bulmak gerekiyor. Hem bestecinin isteğini yerine getirmeli hem de kendimizden bir şeyler katmalıyız. Ekol farklılığı konusunda hiçbir problem yaşamadım. Şunu gördüm: Geçmişte Fransızlar için “daha havalı bir yay tekniğiyle çalıyorlar” yorumu yapılırmış.  Bu ön yargıyı silmeye çalışıyorlar. Aslında geçmişin keskin görüş ayrılıkları tarih oldu, önemli bir ekol farkı kalmadı.
Paris Konservatuvarı’ndaki eğitim süreci, Prof. Coppey’le çalışmak enstrümanınıza yaklaşımınızı, müziğe bakışınızı nasıl etkiledi?
– Coppey gibi çok donanımlı, entellektüel, genç ve dinamik bir hocayla çalışmak gerçekten bana çok şey kattı; en önemlisi de teknik anlamda… Sağ ve sol el koordinasyonu, arşe kullanımı, sol eli hızlandırma gibi konularda daha önce bilmediğim, çok önemli teknikler öğrendim. Buna ilaveten, okulda tek Türk olmak, derslere başladıktan 4-5 ay sonra Fransızca konuşacak düzeye gelmek, her şeyi kendi başıma keşfetmek zorunda kalmak, düşe kalka hedefe ulaşmak bana hayatı öğretti.
Paris’teki yüksek lisansınız sürecinde ufkunuzu ya da kariyer yolunuzu açan önemli kişilerle karşılaştınız mı? Bu tanışıklıklar sizi nasıl yönlendirdi?
– En ufuk açıcı, motive edici kişi Fransız viyolonselci Gautier Capuçon oldu. Hayatımın en harika yılıydı… Paris’teki Louis Vuitton Vakfı işbirliğiyle bir yıllığına açılan “Classe d’excellence de Violoncelle” sınıfına başvurdum. Seçilen 6 kişiden biri oldum. Sonraki mutluluğumu kelimelerle anlatamam. Yoğun konser

programı nedeniyle Gautier’nin konservatuvarda ders verecek zamanı olmasa da deneyimini gençlerle paylaşmak istiyor. Bu proje için her ay 3 tam gününü bize ayırdı. Her birimizle günde 1,5 saat başbaşa ders yaptı. Ayrıca halka açık dersler yaptık. Her ay, üç günün sonunda konser verdik. O kadar çok şey öğrendim ki, bunları hayatım boyunca unutmayacağım, çalışıma adeta yeni bir kişilik getirdi. Bu dersler kaydedildi, belgesele dönüştürüldü. Eylülde Fransız TV’lerinde ve muhtemelen internette yayımlanacak. Hazirandaki son konserimizde bir aile gibiydik, ayrılık çok zor oldu. Hepimiz solist olarak da çaldık. Kayıtlarını ocak ayına kadar internetten izleyebilirsiniz .
Ustalık sınıfına katıldığınız, birlikte çalıştığınız önemli çellistler size ne kattı?
– Atölye çalışmalarında, ustalık sınıflarında birçok çellistle tanıştım, çalıştım. Aralarında en çok örnek aldığım kuşkusuz Gary Hoffman’dı. En iyi tanıdığım, birlikte en çok zaman geçirdiğim de Hoffman’dır. Solist ve oda müzikçi olarak inanılmaz bir sanatçı, ikisini bir arada yapabilenlere rastlamak zordur. Ondan öğrendiğim en önemli şey, korkmadan, inandığım gibi çalmak gerektiğiydi. Her zaman “Let it go!” diyor, büyük bir şevk veriyordu. 5 ya da 55 yaşındaki öğrencisine aynı saygıyla yaklaşıyor. Çok mütevazı, gerçek bir sanatçı. Frans Helmerson da kişiliğinde egodan eser olmayan, gençlere büyük saygı duyan bir usta. Çelloyu sevdiriyor. Pek çok meşhur çellistin hocası. Onunla çalışmak gerçekten büyük bir onur. Kendisinden detay gibi gözüken şeylerin aslında ne kadar önemli olduğunu ve asıl onların her şeyi değiştirdiğini öğrendim. Maria Kliegel, kendine has tarzı ve enerjisi olan önemli bir cellist. Günümüzde daha çok erkek egemenliğindeki enstrümanı böyle ustalıkla çalan kadın virtüözle tanışmak beni etkilemişti. Yo-Yo Ma ile az vakit geçirebildim ama o kadar değerliydi ki. Çok mütevazı ve işini seven bir sanatçı. Aynı havayı solumak bile ayrı mutluluk. Bütün bu sanatçılardan öğrendiğim en önemli nokta şuydu: Kişi ne kadar meşhur olursa olsun ancak mütevazi ise gerçek sanatçı rütbesine erişiyor. Benim de tek isteğim, gelecekte böyle bir sanatçı olarak anılabilmek.

Türk çellistin dezavantajları

Türkiye’den yurtdışına açılan genç bir çellist olarak avantajlarınız, dezavantajlarınız neler?
– Diğer ülkelere oranla, Türkiye’de müziğe daha geç başlıyoruz. Mesela ben 9 yaşımda başladım ama yabancı arkadaşlarımın geneli 4-5 yaşlarında başladıklarını belirtiyorlar, böylece benim 4-5 senelik bir kaybım oluyor onlara göre yani onların 9 yaşındaki seviyesine ben ancak 13-14 yaşlarımda gelebiliyorum. Bence en büyük dezavantajlardan biri bu. Uzakdoğu ülkelerine nazaran da disiplin ve motivasyon eksiğimiz olduğunu düşünüyorum. Avantaj olarak da şunu söyleyebilirim ki, kendimize ait halk ve sanat müziklerimizin olması büyük bir artı. Bu sayede tek tür müzik dinleyerek büyümüyoruz. Farklı tarzlardan esinlenerek, eserleri daha farklı ya da daha hissederek yorumlama şansımız var.
Eğitim sürecinizde, konserlerinizde yaylı çalgılar dörtlüleri önemli bir yer tutuyor. Sizi dörtlülere çeken nedir?
– Paris’te oda müziği eğitimi alma kararımla beraber, Miguel da Silva (Crr de Paris) ve Itamar Golan’ın (CNSM de Paris) sınıflarında ayrı ayrı yaylı dörtlüm ve piyanolu üçlüm ile çalışmaya başladık. Bu dalın en önemli isimleriyle çalışma fırsatı bulduğum için çok şanslıyım. Bu sayede solo ve oda müziği dallarında donanımım gün geçtikçe artıyor. Bir yandan yaylı çalgıların uyumu konusunda kulaklarımızı eğitirken, öteki yandan piyanoyla beraber gelen denge konusuna dikkat ediyoruz. Bir şeyi çok emin olarak söyleyebilirim ki yaylı grupları, piyanolu gruplara oranla gerçekten çok daha zor; daha fazla çalışma gerektiriyor. Entonasyon konusu başlı başına problem, dört kişinin kulağı aynı doğruyu bulana kadar çalışmak gerekiyor, büyük bir emek istiyor. Zoru başarmanın hazzı büyük. İyi bir kuarteti hiçbir şeye değişmem.
Sevdiğiniz, örnek aldığınız gruplar hangileri, Kronos gibi haylaz bir toplulukta mı, Borodin gibi ‘ağır’ bir toplulukta mı çalmak isterdiniz?
– İlk olarak sayabileceklerim Ebene Kuartet, Hagen Kuartet ve Balcea Kuartet. Şahsen eserine göre hem haylaz hem de ağır olabilen bir toplulukta çalmak tercihim olur, bu doğrultu da Ebene Kuartet’in gerçekten büyük bir örnek ve harika bir ekip olduğunu düşünüyorum.
Doğaçlama ya da kompozisyonla ilgileniyor musunuz?
– Doğaçlama dersleri aldım fakat ikisi için de pek vaktim olmuyor.
Diğer müziklerle dinleyici ya da icracı olarak ilgileniyor musunuz?
– İcracı olarak maalesef diğer müziklerle ilgilenemiyorum. Fırsat olsaydı caz piyano öğrenmeyi çok isterdim. Dinleyici olarak ise; caz, funk, Türk Sanat Müziği, halk müziği gibi birbirinden farklı birçok müziği dinlemekten zevk alıyorum.
Zihinsel olarak hangi kaynaklardan beslenirsiniz?
– Sanatçı olarak her türlü şeyden etkilenip, ilham alabiliyorum. Bunu spesifik bir obje ya da konu ile belirtemem. Bir gün okuduğum bir kitap ya da gördüğüm bir resimden ya da o günkü ruh halimden..
Müziğin dışında iddialı olduğunuz alanlar, ilgileriniz, hobileriniz?
– Yemek yapmayı çok severim. Değişik tarifler denemek ya da kendi bulduğum yemekleri yapmak, onları süslemek beni rahatlatıyor ve mutlu ediyor. Yalnız yürüyüşe çıkmak, kitap okumak hobilerim arasında.
Repertuvarınızı hangi doğrultuda geliştiriyorsunuz? Örneğin önümüzdeki iki yılda öğrenmek istediğiniz önemli eserler hangileri?
– Repertuvarımı önümdeki hedeflere göre belirliyorum. Sınav, yarışma, konser.. Hangisinde ne gibi seçenekler varsa onların içinden bana en uygun, beni en geliştirecek olanını seçmeye özen gösteriyorum. Mesela 2016 Mart sonu Bursa Bölge Devlet Senfoni Orkestrası eşliğinde bir konserim olacak. Bu konser için Türkiye’de pek seslendirilmeyen bir eser seçmek istedim. Ernst Bloch’un “Schelomo” İbrani Rapsodisi’ni seslendirmeye karar verdim. Konseri heyecanla bekliyorum, tüm müzik severleri konsere davet ediyorum.

Gelecekte “keşke” demek istemiyorum

Katılmayı planladığınız, hazırlandığınız önemli yarışmalar var mı?
– Bu yıl yaş kategorimde yarışma yok. Program ise bir hayli dolu. Almanya’da Mannheim Filarmoni Orkestrası’nın kaydedeceği ilk CD’si için eylül başında davet geldi. C. Saint-Saens’in “Kuğu” (Hayvanlar Karnavalı’ndan) adlı eserinde solist, diğer eserlerde viyolonsel grup şefi olarak yer aldım. 26-29 Eylül’de Hollanda’da “The International Holland Music Sessions” tarafından seçildiğim New Masters on Tour projesi kapsamında dört gün üst üste, dört şehirde resital vereceğim. İçlerinden sabırsızlıkla beklediğim konser Amsterdam’daki ünlü Concertgebouw salonunda. 4 Kasım’da Fransa’da beraber eğitim aldığım yaylı kuvartetim Quatuor Hades ile İstanbul’a geleceğiz. Boğaziçi Albert Long Hall konserinde Fazıl Say’ın “Divorce” adlı eserini de seslendireceğiz. 2016 Şubatı’nda Eskişehir Anadolu Senfoni Orkestrası, martta Başkent Akademik Orkestrası’yla, sonra Bursa Bölge Devlet Senfoni Orkestrası eşliğinde solist olarak konserler vereceğim. Mayısta piyanist Kandermir Basmacıoğlu ile Kadıköy Süreyya Operası’nda resitalimiz var. Bunlara ek olarak yeni bir gelişmeyi daha sizlerle paylaşmak isterim; piyanolu üçlüm Trio Milhaud ile bizi France Musique Radyosu’nda dinleyip şans eseri keşfeden bir menajer ile anlaşma yaptık. Bu gelişmenin CD projeleri ve yeni konserlerin kapısını aralamasını bekliyorum.
Fransa’daki oda müziği yüksek lisansını tamamladıktan sonra hedefiniz nedir? Hangi yolda yürüyeceksiniz?
– Bunların hepsi başlı başına gerçekten çok önemli ve herkes gibi benim de gerçekleştirmek istediğim başlıca hedefler arasında. Ancak hangi sırayla olacaklarını her şey gibi gelişmeler ve zaman belirleyecek. Yalnız annemin her zaman bana öğütlediği gibi hiçbir adımımdan sonra “keşke” demek istemiyorum, umarım her şey yolunda ilerler.
(Serhan Yedig / Kasım 2015 / Opus Dergisi)

Linkler

Kişisel web sayfası

Share.

Leave A Reply

3 − one =

error: Content is protected !!