Moldav kemancı Patricia Kopatchinskaja ya da hayranlarının taktığı isimle PatKop, Türk müzikseverlerin yakından tanıdığı bir virtüöz. 2005’ten bu yana Fazıl Say’la pek çok ikili konser verdi, albüm kaydetti. Şef Benjamin Zander’in “Dünyanın en heyecan verici kemancısı” dediği sanatçı 2014 Nisanı’ndaki İstanbul konseri öncesinde İsviçre’den cep telefonuyla sorularımızı yanıtladı. Kopatchinskaja “Fazıl Say’la çalışmak volkana düşüp canlı çıkmak gibiydi” diyor…
Kutlarım… Bartok yorumuyla ekimde Gramophone Dergisi’nden Yılın Albümü ödülünü aldınız, ocak ayında Grammy’ye aday gösterildiniz. Bu başarı yaşamınıza, sanatınıza neler getirdi?
– Şüphesiz bu ödülü almak çok güzel, Grammy’ye aday gösterilmek gurur verici. Yaptıklarımın anlaşılması güzel. Fakat çabamı, amaçlarımı değiştirmedi. Sadece sevindirdi.
Peki dinleyici beklentisinin yükselmesi sizi rahatsız etmiyor mu?
– Haklısınız, kimi zaman çok dikkat çekmek ciddi tehlikeler de getiriyor. Deneysel çalışma özgürlüğünüz kısıtlanıyor. Sorguya çekilmiş gibi hissediyorsunuz kendinizi. Her zaman iyi, en iyi olmak zorundasınız. Bu da tehlikeli bir durum.
Bu yıl mart ayında keman konçertonuzu tamamlayıp icra etmeyi planlıyordunuz; eser bitti mi?
– Keman konçertosu yazmaya niyetliydim, fakat ortaya çok farklı bir eser çıktı. Çok sevdiğim arkadaşım, birlikte konserler verdiğim piyanist Mihaela Ursuleasa iki yıl önce 33 yaşında öldü. Eser requem’e dönüştü. Yaylı çalgılar orkestrası, kemancı ve büyük davul için özel bir beste çıktı ortaya. Beste yapmaya ayıracak çok az zamanım oluyor. Sadece 23 günüm vardı tamamlamak için. Ocak ayında tamamladım. Martta İtalya’da seslendirdik.
Eseri kaydetmeyi düşünüyor musunuz, yeni besteler var mı tamamlanmayı bekleyen?
– Kompozisyon eğitimi almakla birlikte besteciliğe yönelme konusunda büyük bir şevkim olduğu söylenemez. Bununla birlikte ekmek, su kadar önemli beste yapabilmek. Yeterli sıklıkla ürün verebilmek… Kemancılık bana bestecilik konusunda da çok şey öğretiyor. Kendimi kemancı olarak nitelendiremem. Bu yanlış bir tanım olur. Çaldığım müzikle duygusal bir ilişkim yoksa, kemanımdan da ses çıkmaz. Çok sıkıcı bir uğraşa dönüşür müzik.
Yani, yaratıcılık yoksa ben de orada yokum, diyorsunuz…
– Hayatı boyunca sadece restoranlara gidip en güzel yemekleri yiyen fakat pişirmek konusunda hiçbir fikri olmayan kişilerin durumuna düşmek istemem. Bestecilik bence aşçılık gibidir. Bir yemeği tadarken içinde hangi sebzelerin olduğunu, hangi yöntemle pişirildiğini, ne gibi baharatlar eklendiğini anlayabilirim. Bu sayede daha çok zevk alırım yemekten.
İki yeni albüm geliyor
Peki keman konçertosu fikrini rafa mı kaldıracaksınız; tamamlanmayı bekleyen başka besteler var mı?
– Şimdilik herhangi bir planım yok… (Duraklıyor) Pardon, bir planım var… (Gülüyor) Yeni albümüm için fagot ve keman için bir eser besteleyeceğim. Umarım yetişir…
Ne zaman kayda giriyorsunuz?
– Yaklaşık bir ay sürem var. Bu ayın sonunda Sibirya’ya gideceğim. Teodor Kurukis yönetiminde Musica Eterna ile Çaykovski’nin konçertosunu seslendireğim. Tel yerine barsak kullanılan barok kemanlarla çalan harika bir yaylı grubu bu. Rönesans’tan, barok ve çağdaş müziğe geniş bir repertuvara sahipler. Şefi, üyeleri, hepsi çok çılgın müzikçiler. “Take 2” adlı albümde piyano hariç, kemanlı ikililer olacak. Klavsen, viyola de gamba, klarnet, fagot, obua ile ikililer yapacağım. Yeni bestelerin yanı sıra tarihin ilk polifonik müzik örneklerini seslendireceğiz.
Besteci olarak en etkilendiğiniz isimlerin başında Gyorgy Kurtag’ın geldiğini söylüyorsunuz. Ağırlıklı olarak şan ve koro için yazan bir besteci Kurtag. Size hangi formlar, enstrümanlar cazip geliyor?
– Benim müzik yaklaşımım, üslubum ruhani deneyime odaklanıyor. Son besteme “Hortus Anime / Ruhun Bahçesi” adını verdim. Müziğin formu, yapısal özellikleri, tekniğinden çok ruhun bize söylemek istediklerine önem veriyorum. En sevdiğim bestecilerden biri Galina Ustvolskaya… Şostakoviç’in çağdaşı ve ondan çok daha ilginç bir besteci. Tamamen sezgisel bir yaklaşımı var. Söz açılmışken; kısa süre önce Ustvolskaya’nın eserlerini kaydettim. Eylül ayında ECM’den yayımlanacak.
Son albümünüz Tigran Mansurian besteleri de ECM’den yayımlanmıştı. Bu firmanın sanatçıları arasına mı katıldınız?
– Naive’in sanatçısıyım. Firmanın izniyle ECM’e iki albüm kaydettim. Beni özgür bıraktıkları, repertuvar sayesinde yönlendirmeye çalışmadıkları için Naive’i çok seviyorum, bu firmayla çok mutluyum. ECM için kayıt yapmak da büyük onur.
Zamanınızı orkestra konserleri, yaylı çalgılar dörtlünüz, bestecilik ve kızınız arasında nasıl paylaştırıyorsunuz?
– Çok çok zor bir iş… Hayatta denge diye bir şey yok! Ben bu çabadan vazgeçtim… Evde ailemle biraz daha fazla zaman geçirebilmek, orkestra konserleri dengelemek için elimden geldiğince önceden plan yapıyorum… Oda müziği dörtlüsüyle çalışmak, solist kemancı için çok önemli bir deneyim. Orkestra önünde yükselen tansiyonu dengelemek, sakinleşmek için bire bir. Dörtlüler oda müziğinin kalbidir. Beethoven, Mozart, Haydn’ın en güzel bestelerini dörtlüler için yazılmıştır. Dört müzikçi bir araya geldiğimizde, sanki bir enstrümanı yeni çalmaya başlıyormuşum gibi acemi hissediyorum kendimi. Keman çalmayı unutuyorum adeta. Sanki tek vücut gibisiniz fakat dört beyinli, dört kalpli, dört ruhlu… Çok zor. Fakat sonunda ortak bir yorum çıkardığımızda müthiş seviniyoruz. Zorlu ve heyecanlı bir süreç bu. Tek müzikçi asla bu kadar doyurucu bir sonuç çıkaramaz ortaya…
Sihir yoksa konser anlamsızdır
Yılda orkestrayla ve dörtlüyle ortalama kaç konser veriyorsunuz?
– Ağırlık orkestra konserlerinde. Solistlik ön planda. Kendimi geliştirmek, oda müziği deneyimimi artırmak için dörtlüyü kurdum. Biliyorsunuz Fazıl Say’la bir ikilimiz vardı. Bir süre bu çalışmaya ara vermeye karar verdik. Çok farklı bir şey yapmak istedim. Dörtlüyü işte bu dönemde kurdum. Ama sadece dörtlüye odaklandığım söylenemez.
Biraz önce ruhani arayıştan bahsetmiştiniz. Sahnedeki görünüme, röportajlarda söylediklerinize bakılırsa konser vermek sizin için sanki bir tür Şamanist ritüel. Onlar gibi gökyüzüyle yeryüzü arasında bağlantı kuruyorsunuz. Dinleyiciler kadar sahnedeki müzikçiler de etkileniyor sizden. Besteci Peter Eötvös, sizinle beraber eserini yorumladıktan sonra “onun gibi sahnede ayakkabılarımı çıkarmak istedim” demiş. Vladimir Aşkenazi pek sevmediği Stravinski konçertosunu sevmeye başlamış. Bu vecd halini cazda ya da folk müziğinde özgürce geliştirmek, sergilemek kolay, fakat klasik müzikte riskli. İcra kalitesini nasıl koruyorsunuz?
– Müzikçiler de şamanlar gibi olmalı. Gökyüzüyle yeryüzü arasında bağlantı kurmalı. Bu benim de hedefim. Şüphesiz ne şamanım ne de mucizevi güçlerim var. Sadece evrenin enerjisini sahneye taşımaya çalışıyorum. Bu sırada kontrolü korumak gerçekten zor. Solistin icrayla ilgili teknik sorunları sahneye çıkmadan çözmesi, konserde özgürce düş gücünün peşine takılmasını kolaylaştırır. Zaten konseri de bu ilginç yapar. Ben mükemmel yorumları dinlemek için konsere gitmem. Hiç ilgimi çekmez. Anlık yaşanan sihirlere, sürprizlere tanık olmak için giderim. Sihir yoksa konserin de anlamı kalmaz. Yorumcunun bu noktaya ulaşması zordur. Ulaştığınızda çevrenizde pek çok melek uçuşur…
Konserde vecd halinde yolunuzu kaybetmemek için mi sahneye notasız çıkmıyorsunuz?
– Size tuhaf gelebilir ama önümde duran notalar bana özgürlük duygusu veriyor. Ezberden çaldığımda kendimi hapisanede gibi hissediyorum. Her seferinde aynı yorumu çıkarmak gerekiyor. Oysa kitap gibi önünüzde durduğunda, her seferinde farklı üslupta okuyabilirsiniz. Her seferinde yeniden okuyormuş gibi oluyorum. Bana yeni kapılar, pencereler açıyor. Besteciyle diyalog kurmamı sağlıyor.
Orkestralara karşı sempatik görünmek zorunda değilim artık
Sahnede anlık yaratıcılık, özgüven, doğaçlama, yorumda akışkanlık, orkestra ve dinleyiciyle iletişim açısından son 10 yılda ne gibi dönüşümler geçirdiniz?
– Başlangıçta, gençliğimde ne istediğimi çok iyi biliyordum. Fakat bunu benden yaşlı orkestra şeflerine söylemeye cesaret edemiyordum. Orkestrayı durdurup bir pasajın icrasına yaklaşımları konusunda fikrimi söyleyemiyordum. Benim icra yaklaşımımı anlamayacaklarını düşünüyordum. Hep farklı olduğumu hissettim. Ama tuhaflık yaptığımı düşünmedim. Çünkü notalara baktığımda, düşüncemin doğru olduğunu görüyordum. Zaman bana özgüven kazandırdı. Özellikle kızımın doğumundan, anne olduktan sonra önemli bir değişim yaşadım. Kişiliğimi korumak konusundaki endişem ortadan kayboldu. Benim kişiliğimin hiç önemli olmadığını fark ettim. Utanılacak bir şey olmadığını gördüm. Orkestrayla prova sırasındaki tüm arayışın müzik adına yapıldığını düşünmeye başladıktan sonra düşüncelerimi net olarak ifade eder oldum. Geçmişte, sevilmek isterdim. Şimdi anlaşılmak istiyorum. Provalarda orkestralara net olarak düşüncelerimi anlatıyorum, esere yaklaşımımı onlarla paylaşıyorum. Onları düşsel müzik evrenime taşıyorum. Bu değişim bana mutluluk getirdi. Çünkü eskisi gibi sempatik görünme çabasında değilim, doğrusu hiç umrumda değil…
Röportajlarda dile getirdiğinizi iki çarpıcı yaklaşım annelik sonrasında mı gündeme geldi? Büyüleyici sesler bile uzun süre sonunda dayanılmaz hale gelir, diyorsunuz. Mükemmelliğin değil yaratılıcılığın peşinde olduğunuz söylüyorsunuz.
– Annelik ufuk açıcı bir deneyim. Neyin önemli neyin önemsiz olduğunu fark ediyorsunuz. Sahnede yapılan hatalar önemli değildir. Fakat eğer bir solist sahneye çıkıp, mükemmel çalıp bu arada size hiçbir öykü anlatmıyorsa, bu boşa geçirilmiş bir zamandır.
Nasıl enerji topluyorsunuz, ruhunuzu nasıl besliyorsunuz?
– Müziğin ve ailemin dışında hayatımda hiçbir şey yok. Hobim yok. Çok sıkıcı bir şahsiyet olduğum söylenebilir (gülüyor). Kızıma zaman ayırmam gerekiyor. Sporla aram pek iyi değildir. Bir aralar kilo vermeye çalışırken koşu yapıyordum. Zihne de iyi geliyor. Tüm müzikçilere tavsiye ederim…
Sahnede Fazıl Say kadar güçlü başka piyanist yok
Neredeyse 10 yıldır Fazıl Say’la konserler veriyorsunuz. Kişiliğiniz, kemancılığınız, emprovizasyona bakışınız, besteci yönünüz bu çalışmadan nasıl etkilendi?
– Sekiz yıldır birlikte çalışıyoruz. Şimdi bir süreliğine ara verdik… Sanıyorum sahnedeki en iyi anlarım onunla birlikte verdiğimiz konserlerdi. Bu deneyimden ne öğrendiğime gelince: Bir volkanın ortasına düşüp hayatta kalmayı öğrendim (kahkahalar). Fazıl’ın müziğinde ortaya çıkan bu doğa güçlerine, patlamalara, yer sarsıntılarına karşı koymayı, hayatta kalmayı başarırken, diğer yandan birlikte çalmayı, iletişim kurmayı öğrendim. Bu çok özel bir durum. Sahnede onun kadar güçlü olan başka bir piyanist yok… Ben rastlamadım…
Fazıl Say’ın Türkiye’de başına gelenleri, Twitter nedeniyle açılan davaları izliyor musunuz?
– Evet, izliyorum. Hiçbir uygar ülkede, Fazıl’ın anayurdunda başına gelenler yaşanmaz. Herkes fikrini açıklama özgürlüğüne sahip olmalı.
Yani, “siyasi görüşlerini açıklamayı bir kenara bıraksın, sanatıyla uğraşsın” fikrini desteklemiyorsunuz…
– Ülkem Moldova uzun yıllar Sovyetler Birliği’nin yönetimi altındaydı. Muhalif görüşlere yer yoktu. Ailemle Avusturya’ya göçtüğümüzde bizi en mutlu eden şey herkesin fikrini açıklama özgürlüğünün bulunmasıydı. Bireyler, gazeteler politikacıları eleştirebiliyordu. Bu demokrasinin temel kuralıdır. Politikacılar muhalif görüşlerden korkmamalı. Çünkü bu demokrasinin temel kuralı…
Rene Jacobs beni Mozart’ta daha çılgın olmaya teşvik etti
Mozart yorumculuğu konusunda Fazıl Say’la ortak bir noktada buluşmayı başarabildiniz mi? Birkaç yıl önce birlikte Mozart çalmamaya karar vermiştiniz, bu karar hâlâ geçerli mi?
– Bunu nereden biliyorsunuz?
Siz söylemişsiniz… Web sayfanızda son 10 yılda dünya basınında yayımlanan tüm röportajlar yer alıyor…
– (Kahkahalar) Evet, müziğe bakış açımızda pek çok fark var. Demokrasi müzikte de geçerli. Fazıl’ın Mozart’a bakışı benimkinden çok farklı. Bu nedenle Mozart’ı repertuvarımızdan çıkarttık. Bu artık Mozart çalmayacağım anlamına gelmiyor. Başkalarıyla çalıyorum (kahkahalar).
İstanbul’da Mozart’ın KV218 numaralı re majör konçertosunu seslendireceksiniz. Bu eser ne kadar zamandır repertuvarınızda, Mozart’ın 19 yaşındaki sesini hangi yaklaşımla yansıtmayı tercih ediyorsunuz?
– Bu konçertoda Mozart aristokrasiyle halkı yan yana getiriyor. Her yorumun bir öyküsü olması gerektiğini söylerim hep. Re Majör konçertoda bir gaydacı hayal ediyorum. Aristokratların balosu sırasında aniden ortaya çıkıyor. Sarhoş ve züccaciyedeki fil kadar sakar. Gaydası halkın sesini temsil ediyor. Bir süre sonra yakalayıp balo salonundan dışarı atıyorlar, aristokratlar dansa devam ediyor. Kadanslar dahil eseri hep bu yaklaşımla çalıyorum. Bu konçertoyu benim için bir efsane olan ünlü Mozart yorumcusu Rene Jacobs’la seslendirdim. Pek çok çılgın fikrim vardı bu eserle ilgili. Provaya çıkarken bu fikirlerimi nasıl karşılayacağını çok merak ediyordum. Beğenecek miydi, yoksa sersemce mi bulacaktı? Beğendi… Hatta daha daha çılgınca şeyler yapmam için beni teşvik etti. Sadece beni değil, orkestrayı da… Bartok stili pitsikatolar, özel tonlar, renkler ekledik yoruma. Sonunda hayal ettiğimden de çılgın bir yorum çıktı ortaya. Artık bu eserin her icrası benim için büyük bir keyif, mutluluk. Günün birinde tüm Mozart konçertolarını kaydetmeyi planlıyorum.
Besteci M. Sotelo’yla ve İstanbul’da seslendireceğiniz eseriyle yollarınız nasıl kesişti?
– Çağdaş müziği çok seviyorum, her fırsatta yeni eserler seslendiriyorum. Sotelo’nun müziğini rastlantı sonucu keşfettim. Fakat İspanya’da çok ünlü bir besteci. Flamenko şarkılarıyla tanınıyor. Öylesine özgün bir müzik dili var ki, daha önce benzerini hiç dinlememiştim. Ayrıca bestelerinde flamenko dansçısına da yer veriyor ki bu çok orijinal bir fikir. Halk müzikçisiyle klasik müzikçiyi buluşturuyor. Bu eseri birkaç yıl önce yazdı, ilk kez Madrid’de seslendirdik. Eserin yeniden düzenlediği kısa versiyonunu ise ilk kez İstanbul’da seslendireceğiz. Dinleyicinin tepkisini çok merak ediyorum. Türk müzikseverlerin halk müziğini, flamenkoyu sevdiğini biliyorum…
Konser vermeyi taze malzemelerle sahnede yemek yapmaya benzetiyorsunuz. Orkestranın, dinleyicinin de ortaya çıkan lezzette payı olduğunu söylüyorsunuz. Bayvera Radyo Oda Orkestrası’yla ne kadar zamandır birlikte mutfağa giriyorsunuz, ortaya çıkan lezzetten memnun musunuz?
– İlk kez birlikte pişireceğiz. Doğrusu hazırlayacağımız pastanın tadını ben de merak ediyorum.
Hakkımda karar vermeden olumsuz eleştirileri de okuyun
Web sayfanızdaki “mutfağım” bölümüne yerleştirdiğiniz “çöp kutusu” sayesinde hakkınızda çıkan tüm olumsuz eleştirileri okumak mümkün. Bu yazıları çöpe atmadan önce, soğukkanlılıkla okuyup değerlendirmeyi başarabiliyor musunuz, içinde size üzerken ciddiye aldığınız, öğrendiğiniz de çıkıyor mu?
– Bir sanatçıyı tüm boyutları tanımak isteyen dinleyicinin olumsuz eleştirileri de okuması gerekir. Sahnede kimi zaman kötü durumlar da yaşanır ya da bazıları yorumu beğenmez ve sert bir şekilde bunu dile getirir. Demokrasi dediğiniz budur zaten. Olumsuz eleştiriler de olumlular kadar önemlidir. Sanatçı onlardan da yararlanır. Merakımdan dolayı tüm eleştirileri okurum. Salondaki 2 bin kişinin düşüncesi kadar, onunki de beni ilgilendirir. Eğer eleştirmen iyi eğitimli, birikimliyse yazdıklarından bir şeyler öğrenirim. Fakat bazen çok sersemce eleştiriler yapılıyor. Bunları hiç ciddiye almam. Genel olarak konuşmak gerekirse, gazetecilerin röportajlarda, eleştirmenlerin köşelerinde yazdığını önemserim. Çünkü yaptıkları işe saygı duyarım, önemserim. Bu nedenle dikkatle okurum, üzerine düşünürüm.
(Serhan Yedig / Nisan 2014 / Müzik Söyleşileri)
Linkler
Kişisel web sitesi