Reinhard Goebel / İngilizler’i çok eleştirdiğim için bana Erken Çağ Ayetullah’ı lakabını taktılar

0

Alman müzikçi Reinhard Goebel, dünyanın sayılı sol elle çalan kemancılarından ve Erken Dönem Alman Barok Müziği uzmanlarından biri. Provokatif bulunan Bach ve Telemann yorumlarıyla klasik müzik dünyasında birbiri ardına fırtınalar yaratıyor. 1973’te, 21 yaşındayken kurduğu topluluğu Musica Antiqua Köln, alanında öncü kabul ediliyor. 20 yıl önce yayımlanan Brandenburg Konçertoları yorumuyla Bach müziğine yeni bakış açısı getiren, albümleri birçok ödül kazanan Goebel, sivri dili nedeniyle Manş Denizi’nin kuzey kıyısında pek sevilmiyor. 2002 Sonbaharı’nda, Bach Günleri’ne gelmeden kısa süre önce, Köln’deki evinden aradık “İngiliz’lerle kan davanız nasıl başladı” diye sorduk.

İngilizler size “Erken Çağ Müziği’nin Ayetullah”ı diyor, Humeyni ve Rafsancani’yle bir benzerliğiniz var mı?
– Ayetullah gibi görünmüyorum… Sarığım filan yok… Meslektaşlarımla doğrular ve yanlışlar üzerine çok tartıştığım için bana bu ismi taktılar. 18. yy müziği üzerine Alman literatürü çok zengin. İngilizler’in hatta Fransızlar’ın bile konuyla ilgili eserleri çok sınırlı. Erken Çağ Müziği konusunda çalışanların mutlaka Almanca bilmesi gerektiğini söylüyorum. Bu bazılarını çok üzüyor. Çünkü eserleri üzerinde fazla düşünmeden, tartışmadan çalıyorlar. Özellikle İngilizler beni pek sevmez. Müzik ve dil açısından Alman kültürünün çok zengin olduğunu söylüyorum çünkü… İşte bu yüzden İngiltere’deki lakabım Ayetullah.
Peki Almanya’daki lakabınız nedir?
– Yoo… Almanya’da hiç kimse bana Ayetullah demeye cesaret edemez. (Gülüyor) Burada “Erken Çağ Müziği’nin Papası” diyorlar… Hakikaten çok komik…Ben sıradan bir müzikçiyim. 30 yıldır sadece Barok üzerine çalışıyorum, bu müziği çalıyorum. Tecrübem bazen sorunlara iyi çözümler bulmama, bestecinin arzulayabileceği yoruma ulaşmama yardımcı oluyor. Başka alanlarda da çalışmalarım var, bazen iyi sonuçlar da elde ediyorum. Fakat özellikle Alman Barok’u, yani Bach, Telemann, Johann Heinrich Schmelzer (Handel bile değil) konusunda tanınmış bir uzmanım. Ama Papa, Ayetullah ya da Dalai Lama değilim…

İngilizler’e müzikçileriniz iyi değil diyorum, çok kızıyorlar

Musica Antigua Koln üyeleri İngilizler’in görüşlerini paylaşıyor mu acaba? Biliyorsunuz diktatör şefler pek sevilmez. Sir George Solti’ye “Haykıran Kurukafa” diyorlardı…
– 30 kişilik grubumuz içinde birçok espri yapılır. Bana istediklerini söyleyebilirler. Hiç sorun değil. Ama bunu sadece biz bizeyken söylerler. Başka yerde değil… Bana Ayetullah diyen, İngilizler. Müzikçilerinin hep en iyi olduğunu düşünürler. Ben de en iyi olmadıklarını söylüyorum. Sebep bu…
Sol elle çalan sayılı kemancılardan birisiniz. Sağdan sola geçmenize neden olan kaza ne zaman ve nasıl oldu; vücudunuzu yeniden programlamak ne kadar zamanınızı aldı?
– Öncelikle şunu söyleyeyim: 10 yıl sol elle çaldıktan sonra geçen ekimde tekrar sağ ele geçtim. El değiştirmeme neden olan rahatsızlığın sebebi parmaklarımdı. Çok uzun saatler çalıştığım, ellerimi çok yorduğum, çok farklı kemanlarla çaldığım, konserden konsere koştuğum (yılda 220 konser!) ve stresle başa çıkamadığım için iki parmağımda felç benzeri bir rahatsızlık oluştu. 32 yaşındaydım. Sol elle aynı sonuca ulaşmak tam altı yılımı aldı. Zor ama çok önemli bir tecrübeydi. Sonra tekrar sağ ele döndüm. Son yayımlanan Telemann albümümü sağ elle kaydettim. Dün de bir Bach konçertosu kaydettik. Sonuç gayet iyi. Tekrar sağ ele döndüğüm için çok sevinçliyim. Çünkü koca orkestrada tek başına sol elle çalmak zor iş. Arşeyi herkese karşı sallamak gibi. (Gülüyor) Çok tuhaf görünüyor. Keman çalan sarıklı Ayetullah’tan bile tuhaf….
Eh, artık size bir lakap takmak gerekirse “Dünyanın sağ ve sol elle çalabilen tek erken barok uzmanı kemancısı” diyebiliriz. “Ayetullah”tan daha şık duruyor…
– Mutlaka bir isim takmak gerekiyorsa, neden olmasın…

Söylediğinize şehir efsanese derler

Sol elle çalan kemancıların çok daha yüksek, parlak sesler elde ettiklerini okudum bir yerlerde. Kimi zaman rahatsız edici de olabiliyormuş. Doğru mu?
– Bunu söylemek mümkün değil. Bir tür şehir efsanesi olsa gerek. Herkes “aman tanrım nasıl çalıyor” diye hayranlıkla bakıyor. Sirkte alevli halkadan atlayan aslana bakar gibi dinliyorlar sizi..
1973’te Almanya’da Musica Antigua Köln’ü kurduğunuzda Erken Çağ Müziği’nin bir başka önemli uzmanı David Munrow İngiltere’de aynı alanda çalışıyordu. Yollarınız kesişti mi hiç?
– Biliyorsunuz Munrow 1975’te intihar etti. Hiç karşılaşmadık. Ayrıca o Orta Çağ müziğiyle ilgiliydi. Ben Erken Dönem Alman Barok’u üzerine çalışıyorum. En önemli hocam Franzjosef Maier idi. MAK ise hep uluslararası bir topluluk oldu. Farklı etkileşimlere açıktık hep. Orkestra, Flaman, Alman ve Avusturya kültürlerinin buluştuğu bir pota gibiydi. Flaman klavsenci Tom Koupmann’ın, Hanoncoure’un öğrencileri oldu aramızda. İngilizlerle pek ortak çalışma yapmadık. Daha çok Kıta Avrupası’nı temsil ettik.
Erken Çağ Müziği’yle ilgili tartışmalar hiç bitmez. Eski enstrümanların yeni örnekleri, kullanılan aksesuvarlar, tempolar hep tartışma konusudur. Son 30 yıllık tecrübeden sonra bazı temel konularda uzlaşma sağlanabildi mi?
– Daha çok 14 ve 15.yy çalgıları yani Türklerin Avrupa’yı fethettiği günlerdeki enstrümanlar tartışılıyor. 18.yy enstrümanları ile ilgili tartışmalar çok önemli değil. Küçük bir çevrede “kullandığın tel çok ince” ya da “arşeyi yanlış yönde tutuyorsun” gibi iğnelemeler oluyor. Müzikte teknik açıdan sınır yoktur. Ben yorumda tamamen modern yaklaşımı savunuyorum. Eski teknikleri, duyarlılıkları, 18.yy alışkanlıklarını ortaya çıkarmak gibi bir amacım yok. Bugünün teknik bilgisi ve duyarlılığıyla çalıyorum. İnce-kalın tel, akord konusunu sorun yapmıyorum. Do’yu bugün bazıları 440 Herz ile kullanıyor. Oysa Erken Çağ’da 415’ti. 1730’da Almanya’nın bir küçük köyünde böyle yapılmıştı çünkü. Tüm bunlar beni ilgilendirmiyor…
Laf aramızda, yorumlarınızdaki yüksek tempo Klasik Batı Müziği dünyasında sert rüzgarlar estiriyor. American Record Quide’da Brandendurg Konçertoları’ndan altıncısını ünlü yorumlarından birinden 2 dakika daha kısa sürede çaldırdığınız yazıyor. Bu süratin özel bir nedeni var mı?
– Örnek gösterdikleri yorumun temposunun doğru olduğunu kim söylüyor? O dönemdeki tempo anlayışını ölçecek bir ölçü var mı elimizde? Doğru tempo diye bir şey yok ki! Senin tempon yanlış derseniz, ben de size diğerlerininkinin doğru olduğunu hangi gerekçeye dayanarak söylüyorsun, diye sorarım. Bu kadar basit işte. Ben tempolarımı eserin yapısına bakarak söyleyebilirim: Saray bestecisi neden böyle bir eser yazar? Şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Meslektaşlarım bu konularda hiç düşünmeden çalıyor. Ben ise yorumun her noktası için ciddi sanatsal kararlar veriyorum. Yargılarımın çok radikal olduğunu söyleyebilirler. Diyelim ki yanlış kararlar veriyorum. 20 yıl önce kaydettiğim Brandenburg CD’leri hala en beğenilen albümler, bu yorumları dinlemek istiyor herkes, üstelik taklit ediliyorlar. Evet, yorumda tempoyu yükselten bendim. Neden bugün her yerde bu tempoyla çalınıyor?

Çağdaş besteciler müzik tarihini bilmiyor

Erken Çağ müziği 1980’lerde çok ilgi çekiyordu. Şimdilerde ilgi ve dinleyici sayısı azalıyor galiba, ne dersiniz?
– Hayatın her alanında olduğu gibi: Hızlı yayılma, kalitesizleşme cazibeyi azaltıyor. Erken Çağ müziğiyle uğraşan çok sanatçı var; çoğu yetersiz. Dinleyiciye gereken birikimi aktaramıyor. Sulandırılma, içerikten yoksun hale getirilme sözkonusu. Fakat gelişmelerden şikayetçi değilim. Sulandırılmış örnekler sayesinde dinleyicinin gerçek müziği ayırt etme becerisi gelişti. Bir zamanlar ortadan kaybolan beğeni şimdilerde geri dönüyor.
30 yıllık çabanızın birikimi, Erken Çağ müziğinde keşfettiğiniz tonlar, renkler çağdaş bestecilere esin kaynağı oluyor mu?
– Olmuyor, kesinlikle olmuyor. Çağdaş besteciler geçmişin birikimiyle iletişim kurmamak için elinden geleni yapıyor. Ne zaman çağdaş bir besteciyle karşılaşsam hep Vivaldi ve Heinrich’in eserleri hakkında ne düşündüklerini sorarım. Bach ve Mozart’ın dışında geçmişin müziğiyle ilgili hiçbir şey bilmediklerini görüyorum. İlgilenmemelerinin nedeni şu olsa gerek: 18. yy’da besteci her hafta bir kantat yazan zanaatkardır. Haydn gibi şef besteciler bir sonraki sezona eser siparişi alıp, beste yapar. 19.yy’da deha işin içine giriyor. Bestecilik modern bir tanım kazanıyor. Sanatçı kilisenin ya da sarayın personeli olmaktan çıkıyor. İşte bu nedenle çağdaş müzikte Bach ve Mozart’ın dışında geçmişin etkisini görmek mümkün değil. Bana sorarsanız çağdaş besteciler tonlarla, renklerle hiç ilgilenmiyor. Modern müzik uzmanı değilim. Sadece ne yaptıklarını, yapabildiklerini, yapamadıklarını görüyorum. Ve günümüz müziğinde erken dönem birikiminin çok çok az görüldüğü kanısındayım.
Avrupa’daki birçok büyük orkestra ekonomik sıkıntılar nedeniyle dağılıyor. MAK, 29 yıl nasıl hayatta kaldı; devletten destek alıyor musunuz?
– Hayatta kalmamızın tek nedeni dinleyiciye çok kaliteli ürünler sunabilmemiz. Çok çalışıyoruz. Sabah 7’den akşamın 11’ine kadar işimin başındayım. İşte sırrımız bu: mükemmelliyet, kalitesizlik değil. MAK gönüllü çalışma esasına göre kurulmuş bir orkestra. Yılda ortalama 170 konser veriyoruz. Gelirlerimizden menajer ve prova yeri kiramızı ödüyoruz. Kalanını eşit paylaşıyoruz. Grubun kullandığı enstrümanlar bana ait. 17 – 18.yy’da yapılmış harika enstrümanlar var bu koleksiyonda. Jacob Steiner yapımı kemanlar mesela. MAK benim çocuğum gibi. Hep repertuarını geliştirmeye, gruba yeni yönelimler bulmaya, enerjisini yükseltmeye çalışıyorum.
Türk Müziği ve Türk müzikçilerle yollarınız kesişti mi hiç?
– 16 ve 17’inci yüzyıl müziğinde Türklerin önemli bir etkisi var. Bu nedenle Türk Müziği de ilgimi çekiyor. Bir Türk viyolacı hanım meslektaşım erken dönem Türk Müziği ile ilgili bir CD verdi. Konser telaşından sonra ilk fırsatta bunu dinleyeceğim. Daha önce İslam müziğinin örneklerini dinlemiştim. Tahmin edebileceğiniz gibi, ton sistemi farklılığı ve esin aldıkları felsefe çok farklı olduğu için, bu eserler hakkında fikir yürütmek bizim için çok zor.
İstanbul’a kaç kişilik bir grupla geliyorsunuz, repertuarı nasıl oluşturdunuz?
– Beş kişilik bir grupla Bach’ın yazdığı son fügü seslendireceğiz. Bach tamamlayamadan ölmüş. Sonunu, bestecinin seçtiği enstrümanları bilmiyoruz. Klavsen için yazdığı düşünülüyor. Belki bir dizinin parçası. Bu duyarlı eser yaklaşık 1.5 saat sonra aniden kesiliveriyor. Biliyorsunuz füg, barok müzikteki en karmaşık formdur. İki ya da üç bölümden oluşur. Her bölüm aynı yönde hareket ediyor ve polifonik yapı içerir. Kavramak ve yorumlamak çok, çok zor. Gruptaki her üyenin aynı oranda çabasını gerektiriyor. İstanbul’da yorumlayacağımız eser basit bir temayla Bach’ın iki saatlik ne kadar karmaşık bir eser yaratabileceğini gösteriyor. Temaların etrafındaki süslemeler, renkler yani kontrapunt deha ürünü. Eser, tamamlanmadığı kanısıyla, yüzyıllarca seslendirilmemiş. Dahi bir bestecinin son eserini tamamlamaya cesaret eden de çıkmamış. İlk yorumu 1920’de yapılmış. Zorluğu nedeniyle bugün bile çok az yorumlanıyor. Yetersiz düzenleme ve sıradan bir yorumla tüm büyüsünü kaybedebilecek, sıkıcı hale gelebilecek çok hassas bir eser çünkü…
Enstrüman seçimi ve düzenleme nasıl yapıldı?
– Eserin müzikal dokusundaki canlılığı korumayı amaçladık. Ses grupları yaylı çalgılar dörtlüsü ve klavsen arasında dönüşümlü olarak gidip gelirken dinleyicilerin mümkün olduğunca ilginç ses, renkler duyması sağlandı. Bu düzenlemeyle yıllar önce CD olarak yayımlanmıştı.
(Serhan Yedig / Cumhuriyet Gazetesi / Eylül 2002)

Linkler

Reinhard Goebel’in Wikipedia biyografisi (İngilizce)

Reinhard Goebel’in kişisel web sayfası

Topluluk hakkında bilgiler

Share.

Leave A Reply

fifteen − 9 =

error: Content is protected !!