20. yy keman geleneğine damgasını vuran Isaac Stern’in gözde öğrencisi Shlomo Mintz özel bir resital programıyla 2002 Haziranı’nda Aya İrini’ye gelecekti. Ünlü kemancıyı bir hafta önce Viyana’daki konseri öncesinde yakaladık. Sorumuzu beklemeden Dünya Kupası’nda A Milli Futbol Takımı’mızı överek başladı konuşmasına. Sonra genç kemancılara neden okçuluk dersleri aldırdığını, hocası Stern’i, Galilee Dağı’ndaki keman okulunu ve müziğe yaklaşımını anlattı.
– Tebrikler, Dünya Kupası maçlarında çok başarılıydınız. Umarım başarınız devam eder.
Teşekkür.. Anlaşılan o ki, Seul’de Dünya Kupası kapsamında konser vermenin yanısıra futbola özel ilginiz var. Tüm maçları izliyor musunuz, futbol oynar mısınız?
– Yolculuk yapmıyorsam, konser vermiyorsam mutlaka izliyorum. Dünya Kupası maçlarının çoğunu izledim. Galatasaray’ın maçlarını da zevkle izlemiştim. Aslında çocukluğumda futbol da oynardım. Ellerim için tehlike oluşturmaya başladığı anda bırakmak zorunda kaldım. Şu anda vücudum istesem de oynayamayacak durumda. (Gülüyor)
Paris, Cleveland, Manhattan konservatuvarlarında ders veriyorsunuz, ama hayalinizdeki okulu İsrail’de, çölün kıyısında kurdunuz. Neden?
– Keshet Eilon, Lübnan sınırı yakınındaki Galile Dağı’nda. Avrupa’yı çağrıştıran güzel bir atmosferi var. Yani, çölde sayılmaz. Keshet İbranice yay ve gökkuşağı anlamına geliyor. Gökkuşağından tüm renkleri, kültürdeki sağlıklı ögeleri bir araya getirmeyi anlıyorum. İsrail, zengin bir kültür birikimine sahip. Köklü bir keman geleneği var. Perlman, Zuckerman, Ashkenazy, Sham bu birikimle yetişenlerden ilk akla gelen isimler. Amacım bu birikimi uluslararası ögelerle harmanlayıp sağlıklı bir çalışma ortamı yaratmak. Okul her ulustan, dinden, dilden öğrenciye açık. Genç kemancı konservatuvardan mezun olduktan sonra çok kritik bir sürece girer. Verimli bir sanatçı olana kadar zorlu, hatta tehlikeli bir yolculuk vardır önünde. Keshet Eilon’da yeni mezunlara konser tecrübesi kazandırıyoruz. Tecrübeli kemancılar özel bir eğitim programıyla gençlere bu bilgiyi aktarıyor.
Kemancılara önce okçuluğu öğretiyor
Keshet Eilon’a sporcuları, özellikle okçuları davet ettiğinizi duydum…
– Yay-ok, yay-keman arasındaki ilişkiyi irdeliyoruz. Ayrıca kemancı kondüsyonunu korumak için spor yapmalı. Uzun saatler ayakta keman çalmak ileri yaşlarda ciddi omurga sorunlarına yol açıyor. Okçulukla tanışmak kemancılara ne kadar ciddi kazanımlar getiriyor, bilemezsiniz. Bu arada okçularda müziğe ilgi oluşturmaya çalışıyoruz. Bu iki ayrı ilgi alanı arasında düşünsel bütünlük kurma çabası olarak değerlendirilebilir.
Keshet Eilon’un üç öğrencisi geçen yıl çok önemli iki yarışmada ilk sıraları aldı. Yakın gelecekte kemanın zirvesinde bu okuldan çıkanları mı göreceğiz; böyle bir amacınız var mı?
– Kesinlikle dileğimiz bu. Yarışmaların yanısıra konser başarıları uyguladığımız metodun doğruluğunu gösterdi. Parlak bir genç kuşak yetiştirebilirsek keman geleneği sürecek. Bunu bir sonraki kuşağa aktarmak da bizim yetiştirdiklerimizin görevi. Deneyip yanılarak, hataları düzelterek öğreniyoruz. Bu sayede keman geleneği evrim sürecini sürdürüyor. Hataları düzelttikçe dinleyiciyle iletişimimiz artıyor, insanları bir araya getirme gücümüz de…
20. yy’da kemana damgasını vuran hocanız Isaac Stern’e geleneğin sürmesi açısından vefa borcunuz olduğunu düşünüyor musunuz?
– Muhteşem bir kemancıydı. İsmini ve geleneğini sürdürmek için bana ihtiyacı olduğunu sanmıyorum. Yorumları hala severek dinleniyor. Bununla birlikte sorunuzu evet, diye cevaplayacağım. Eğer doğru bilgiye, niteliklere sahipseniz bunu gelecek kuşaklara iletmek görevinizdir. Tabii amacım herkesin Isaac Stern gibi çalmasını sağlamak değil. Kemanın ögelerinin, kapasitesinin doğru algılanması. Çalgının yetenekleri kuşaklar boyu keşfedilmiş, geliştirilmiş. Stern sürecin sadece bir parçası. Önemli bir parçası.
Stern’in zor iletişim kurulan, ters bir insan olduğu söylenir. Sizin aranız nasıldı? Stern deyince aklınıza ilk ne geliyor?
– Çok sevdiği, sık tekrarladığı bir esprisi vardı: “İki arkadaş Carneggie Hall’un önünde karşılaşır. Dün akşam Stern’i dinledin mi, müthişti, der biri ötekine. Diğerinin cevabı şöyledir: Hayır, dinlemedim. Ne söyledi?..” Kendiyle ilgili şaka yapmayı severdi Stern. Ciddi bir insandı. Ama ortamı şakayla yumuşatmayı iyi bilirdi. Katı kuralları vardı. Tümüyle hemfikir olmasam da insan ilişkileriyle ilgili kurallarının bir bölümünü benimsediğimi söyleyebilirim. Ne söylemeli, ne zaman, nasıl söylemeli gibi şeyleri ondan öğrenmeye çalıştım. Bana öğrettiği en önemli şey yeteneğimin sınırlarını ölçme yetisidir. Dokuz yaşından itibaren yıllarca birlikte çalıştık. Müzik bilgisinin yanısıra derin tecrübesini aktardı. Bunları konserlere taşıdım. Ona minnettarım.
Kaza yaparak öğrendim
Isaac Stern gibi güçlü bir etki kaynağından kurtulup kendi sesinizi oluşturmanız, daha sonra sahnede onun şöhretinin gölgesinden sıyrılmanız zorlu bir süreç olmuştur herhalde. Çıkış yolunu nasıl buldunuz?
– Bazı boyutlarıyla uzun, bazı boyutlarıyla kısa süren bir dostluktu. Günün birinde noktalanması gerekiyordu. Edinilen sayısız bilgiyle yola koyulmak, özgün bir kişilik yaratmak lazım. Haklısınız, Stern’in gölgesinden kurtulmak zor olabilirdi. Çıkış yolu tanrının verdiği yetenekleri kullanmaktan, farklı şeyler denemekten geçiyor. Sanat içinde sayısız malzeme bulunan bir mutfağa benzer. Kendi spesyalitenizi yaratmak için sayısız seçeneğiniz var. Sanatçı yolunu bulmayı, yoldan karşıya geçmeyi kendi öğrenmeli. Bazen kaza yaparak öğreniyorsunuz. Hayat mektebi böyle bir şey. Atlıyorsunuz ortaya, ilk adımda sendeliyorsunuz. Sonra yürümeye başlıyorsunuz. Sanatta olgunluk alınan doğru kararların sayısıyla orantılı. Sadece tecrübeyle ilgili değil, içgüdülere de bağlı. Örneğin 10 yıl önce Stern için doğru olan, bugünün genç sanatçısı için doğru olmayabilir. Sanat sürekli evrim içinde. Bazı kararlar anlık olmak zorundadır. Doğruyu seçtiğinizi umarak yolunuza devam edersiniz.
Mintz’i hocası Stern’den ayıran en önemli yaklaşım farkı nedir?
– (Sessizlik) Zor, cevaplaması imkansız bir soru. En doğrusu, cevabı kamuoyuna bırakmak. Dev bir mozaik düşünün. Taşların kullanım biçimi farklılaşıyor. Dinleyiciler yeni mozaiğe bakıp kararını kendi vermeli.
Birkaç yıldır Türk kemancılar da Keshet Eilon’a katılıyor. Aralarında umut veren isimler var mı?
– Son 15 yılda Türkiye’de keman geleneği önemli bir yol kat etti. Bununla birlikte, örneğin Alman keman geleneğiyle karşılaştırırsanız, Türk keman geleneğinin önünde epeyce yol var. Genç Türk kemancılarında Avrupalılar gibi geleneğe sımsıkı bağlı olmamanın avantajını görüyoruz. Başa çıkmakta zorlanacak kadar yeni fikir, yaklaşım üretebiliyorlar. Övülecek bir yön bu. Gelişmenin nereye varacağını zaman gösterecek. Yakın gelecekte Türk kemancıların adlarını önemli uluslararası yarışmaların sıralamasında görürsem hiç şaşırmam…
Sekiz dil biliyor
Öğrencilerinize eserleri döneminin edebiyatı ve resmiyle paralellikler kurarak izah ettiğinizi duydum. Resim ve edebiyatın yanısıra yabancı dil öğrenmeyi seviyorsunuz, ilgilerinizden ve hobilerinizden söz edebilir miyiz?
– Müzikte olduğu gibi diğer sanatlarda da beni etkileyen yücelik. Yücelikten ne kastettiğimi sorarsanız, sanat eseriyle karşılaştığınızda damarlarınızda hissedeceğiniz kadar kuvvetli bir duygu oluşuyorsa, mükemmelliğini görüyor ve etkisi sizi baştan çıkarıyorsa bu eser yücedir. Bu biraz da kişisel beğeniyle ilgili. Koleksiyon diyemeyeceğim ama orijinal notaları biriktiriyorum. Resim topluyorum. Konuştuğum dillerin sayısı sekiz civarında. Belki en önemli hobim sessizlik arayışım. Beethoven’in 5. Senfonisi’nin açılışında ilk temanın ardından gelen sessizlik nasıl eserin bütününe enerji yüklüyorsa, sakin geçen bir gün de bana öyle enerji verir. Bazen bütün gün konuşmadığım olur. Okurum, yürürüm, yüzerim. Yoluma devam edecek, istediklerimi gerçekleştirecek gücü depolarım.
Sessizlik arzusu ve aile yaşamını bir arada yürütmek zor olsa gerek…
– İki oğlum var. Herhangi bir sorun yaşamıyoruz. Önemli olan istek, onlar da durumu idare ediyor, ben de… (Gülüyor)
Diğer müzik türleriyle aranız nasıl? Türkiye’ye birkaç kez geldiniz. Enstrümanlar, müzik türleri hakkında bilgi edinebildiniz mi?
– Tüm müzikleri seviyorum, dikkatle dinliyorum. Benim için müzikte iki kategori var: İyi ve kötü. Cazın hatta hip hop’ın iyisi ve kötüsü var. Emprovizasyonun da. Türk Müziği bana çok, çok, çok zor geliyor. Sizin için doğal olan benim için çok güç. Buna karşın dinlemesini seviyorum. Köklü, hayatın içinde, derin bir müzik. Türk halkının bu müziği dinlediğinde neden bu kadar duygulandığını çok iyi anlıyorum.
İsteseniz Stradivarius Society en iyisini bulup ödünç verebilecekken siz neden adı pek bilinmeyen bir ustanın kemanını tercih ettiniz?
– Sadece Stradivarius Society değil, birçok kurum ödünç keman vermeyi teklif etti. Ödünç kemanı sevmiyorum. Guarnerius kullanıyordum, geri verdim. Şimdi İspanyol yapımı bir keman kullanıyorum. Stradivarius’un ölümünden hemen sonra yapılmış. Latin Amerikalı bir koleksiyoncudan satın aldım. Ödemek biraz zor oldu, ama isteyince başarıyor insan. İlk görüşte aşk diyebiliriz. İyi ki satın almışım, her geçen gün daha çok seviyorum. Çalgınızın da bir özelliği olmalı. Mutlaka alışıldık tınıya sahip olması gerekmiyor.
En büyük hayalim yüceliği yakalamak
İki hafta önce Seul’de konser verdiğiniz 7 Stars Oda Müziği Topluluğu Misha Maisky, Yuri Bashmet gibi isimlerle dostluğunuz sayesinde mi oluştu, yoksa zeki bir prodüktörün projesi miydi?
– Prodüktörün fikriydi. Grubu toparlamada benim de payım oldu. Çok ender bir araya gelen müzikçileri buluşturan güzel bir projeydi. İyi bir konser oldu. Dinleyicilerin tepkisi olumluydu. Batı’ya taşınabilir mi bilmiyorum. Herkesin programı yoğun. Böyle bir proje gündeme gelirse, yeniden oturup düşünmek gerekiyor.
Şu anda hangi projeler üzerinde çalışıyorsunuz?
– Şu anda herhangi bir kayıt projesi yok elimde. İstediklerim gerçekleşirse kayıt yaparım, yoksa kayıt yapmayı düşünmüyorum. CD’nin tanıtımı, dağıtımı düzgün yapılmalı. Konserler için de aynı şey sözkonusu. İyi bir proje gelirse katılırım. Beğenmezsem katılmam.
Plak firmalarını, prodüktörleri bir kenara bırakalım. Müzikte en büyük hayaliniz nedir?
– Yüceliği yakalamak. İnsanları bir araya getirecek kadar güçlü bir ışık yaratmak. Dayanılmaz çekim gücü olan bir ışık. İnsanlara sınırlarını gösteren, bu gezegenin iyiliği için onları buluşturacak kadar güçlü bir ışık.
(Serhan Yedig/ Cumhuriyet Gazetesi / Haziran 2002)
16 YAŞINDA CARNEGIE HALL’DA SAHNEYE ÇIKTI
1957 Moskova doğumlu. İki yaşında ailesiyle İsrail’e göç etti. 11 yaşında İsrail Filarmoni ile ilk konçertosunu, 16 yaşında Carnegie Hall’da ilk konserini çaldı. ABD’de Dorothy De Lay ve Isaac Stern’in öğrencisi oldu. Keman ve viyola tekniğiyle göz kamaştıran Mintz, İsrail Oda Orkestrası, Maastricht Senfoni Orkestrası’nın sanat yönetmenliğini yaptı. Plakları Diapason d’or, Edison, Premio Accademia Musicale Chigiana, Grand Prix du Disgue ödülleri kazandı. Paris Konservatuvarı, Manhattan Müzik Okulu ve Cleveland Konservatuvarı, Keshet Eilon’da master dersleri veriyor.Wieniawski ve Kraliçe Elisabeth keman yarışmalarında jüri başkanı. Sekiz dil biliyor. Evli ve iki çocuk sahibi.