Şirin Pancaroğlu / İstanbul’un Ses Telleri, Türk ve Batı çalgılarını buluşturan laboratuvardı

0

2010’un son günlerinde piyasaya çıkan “İstanbul’un Ses Telleri,” şehri saraylar, köprüler, kuleler gibi görkemli yapıları yerine karakteristik kuşları, ağaçları, çaresiz sokak çocukları, eski semtleri ve sabahlarıyla anlatmayı tercih eden sıradışı bir albüm. Altı çağdaş besteci, 15 dakikayı aşmayan eserlerinde, İstanbul üzerine senfoni besteleyenleri kıskandıracak duygu ve renk zenginliğine ulaşıyor. Arpın öne çıktığı bestelerde viyola, flüt, kontrbasın yanı sıra geleneksel çalgılardan klasik kemençe, ut, kanun kullanılıyor. Şirin Pancaroğlu projeyi, altı besteci eserlerini anlattı.

 

ŞİRİN PANCAROĞLU
Sadece üç koşulumuz vardı

Senelerden beri bestecilere eser siparişi verebilecek bir fonun eksikliğini hissediyorum. Avrupa’da çağdaş müziğe önemli kaynaklar aktarılıyor. Bizde sadece beste yarışmaları var. Aktif bir müzik kültürümüz olmasını, bestecilerin teşvik edilmesini arzu ediyordum. Çağdaş bestecilerimizle geçmişte birkaç ortak çalışmam olmuştu. İstanbul’un Avrupa Başkenti olması vesilesiyle daha kapsamlı bir proje gerçekleştirmek istedim. Tüm sanatçıların hayal gücünü besleyen İstanbul gibi bir şehri, farklı boyutlarıyla ele alan bir albüm hazırlamak üzere iki ayrı kuşaktan, farklı yaklaşımlara sahip altı çağdaş besteciyle bağlantı kurdum. Aslında, fark edilmese de Türkiye’de bestecilik alanında bir patlama yaşanıyor.  Geleneksel makam, ritm anlayışını bilen, çok başarılı bestecilerimiz var. Bu açıdan, birlikte çalışacak besteci bulmakta zorlanmadım. Arp Sanatı Derneği kanalıyla projeyi İstanbul 2010 Kültür Başkenti Ajansı’na sundum. 55 bin TL’lik bütçenin yüzde 73’ünü ajans karşıladı, geri kalanı sponsorluklarla çözümledik. Besteciler konuyu ve yaklaşımı özgürce seçti. Sadece üç koşulumuz vardı: Eser süreleri 8-15 dakika arasında olacaktı, altı parçadan en az ikisi solo arp, ikisi Türk müziği enstrümanları kullanacaktı. Çoğu yorumcu çağdaş bestecilerle çalışmaya çekinir. Ben 23 yıldır yurtiçi ve yurtdışında birçok ortak çalışma yaptım. Bu deneyimden yola çıkarak, tüm bestecilere önceden çağdaş arp eserlerinin notalarını, kayıtlarını ilettim, çalgının doğası ve çağdaş repertuvar konusunda ipuçları verdim. Yaklaşık iki yıllık çalışmanın sonucunda, arp tekniği açısından zorlanmadan icra edilebilecek altı çağdaş eser çıktı ortaya. Sadece Barış Perker’le icra üzerine birlikte çalışmamız, yazısını bazı yerlerde sadeleştirmemiz gerekti. Neredeyse hiç sorun yaşamadan, beş günde tüm albümü kaydettim. “İstanbul’un Ses Telleri”, benim için, Batı ve Türk sazlarının birlikteliği konusunda önemli bir laboratuvar çalışmasıydı. Bugüne kadar birbirini dışlayan iki müzik arasında katalizör işlevi görecek, bir kucaklaşma projesi oldu. Bu albüm bana, yorumcuların muhafazakar kalıpları kıran, farklı dünyaları buluşturup sinerji yaratan projeler için daha çok çaba harcaması gerektiğini gösterdi. Sonuç, tüm bu çabaya değdi. Şimdi bu repertuvarı yurtdışındaki önemli festivallerde seslendirmek üzere çalışmalarımızı sürdürüyoruz.

ÖZKAN MANAV
Güvercinler, martılar bu şehrin bizden önceki sahipleri

Kendimi İstanbul’a ait hissediyorum. Kişiliğimde, müziğimde iz bırakmış en önemli kent. Tarihsel, coğrafi, kültürel katmanlar içeriyor, birbirinden çok farklı karakterdeki semtleriyle birkaç farklı şehirde yaşama duygusu veriyor. İstanbulu müzikte makamlarla özdeşleştirdiğim için geçmişte Tanburi İsah, Hacı Arif Bey’e göndermeler yapan eserler yazmıştım. Bu kez doğrudan İstanbul üzerine kısa bir eser yazmam istendiğinde, tarihi, mimarisi yerine bana haz veren yanına yöneldim: Sahilleri, Boğaziçi. İstanbul’u bu nedenle martılar, güvercinler kenti olarak algılıyorum. Onlar şehrin bizden önceki sahipleri. Solo arp için yazdığım “Güvercinler”de, Fransız besteci Messian gibi kuşlar üzerine ontolojik bir çalışmaya girişmeden, daha çok izlenimlere, kentin kuşlarında kendimizi görmemize odaklandım. Betimlemeci bir yanı da var eserin: Topluca hareketler, havalanma, kanat çırpma, süzülme, hızlıca uzaklaşma, yakınlaşma gibi etkiler içeriyor.
Yaşamının en verimli döneminde yitirdiğimiz düş ve imge dolu Ceren Necipoğlu’nun incelikleri, içe dönüklüğü de esere yansıdı. Geçen kış, yaklaşık 2,5 ayda tamamladığım bu eser, arpın olanaklarını tanıma açısından benim için yeni bir deneyimdi. Şirin Pancaroğlu gibi bir solistin teklif getirmesi beni cesaretlendirdi. Zengin tını olanaklarını keşfettim. Çarpma, gövdeye vurma gibi efektleri kullanmadım. Geleneksel çalma teknikleri içinde ses renklerini sonuna kadar keşfetmeyi denedim. Yedi sesli, diyatonik bir çalgı gibi görülüyordu, bunu kırmaya çalıştım.
(Saygun ve Usmanbaş’ın öğrencisi olan Profesör Manav (43), MSÜ Devlet Konservatuvarı Kompozisyon Bölümü Başkanı.)

HASAN UÇARSU
Hiç merak ettiniz mi, sokaklardaki çocuklar                                         ne hisseder, ne düşünür, iç dünyaları nasıldır

İstanbul’la gönül ve düşünsel bağım var, besteci olarak kimliğimin bir parçası. 2001’de çellist Yo-Yo Ma’nın “İpek Yolu” projesi için bestelediğim “Eski İstanbul’un Arka Sokaklarında,” şehir üzerine yazdığım ilk eserdi. Daha sonra bir eser daha yazdım. “İstanbul’un Ses Renkleri” için beste istendiğinde, her gün, hepiminizin gözünün önünde olan fakat görmezden geldiğimiz sokak çocuklarını konu olarak seçtim. El bebek gül bebek yetiştirilen iki çocuğun babası olarak, her görüşümde vicdan muhasebesi yaptığım çiçekçi, mendilci, darbukacı, tinercileri yansıtan bir eser için yaklaşık beş ay ön hazırlık yaptım. Kısa, vurucu portreler çizmek istemiştim önce. Sonra fikir değiştirdim, “Issız Çocuklar – İstanbul’un Diğer Çocukları”nı yazdım. Şunları düşündüm: Kimdi bu çocuklar, ne hissederler, düşünürler, nasıl bir iç dünyaları vardır? Yaşamla kalıcı ilk ilişkilerin kurulup geliştirildiği çağda, bu denli büyük biryaşam savaşının ağırlığı altında,  aşıyabileceklerinden, katlanabileceklerinden çok daha fazla sorunla karşılaşmanın bu çocuklarda yarattığı yoğun olumsuzluk ve travmalar onların dünyalarında nasıl karmaşık yankılar oluşturuyor, onulmaz yaralar açıyor? Beklenmedik hırçın çıkışlar, çalkantılar, ümitsiz bekleyişler, gerilimler, bazen boynu bükük teslim oluş, bazen sonsuz, direnç isyan… Yoksunluklar, arzular, umutlar, belkide en önemlisi büyük bir boşluk ve ıssızlık… İşte bu duyguları yansıtan “Issız Çocuklar” sosyal içerikli ilk eserim. İçerikten yola çıkarak daha önce arpta, flütte hiç denemediğim bazı teknikleri kullandım. Bu açıdan bakıldığında eser önüme yeni kapılar açtı. Bunun gelecekte eserlerime nasıl yansıyacağını henüz bilmiyorum. Fakat çalışma sırasında ortaya çıkan bazı fikirleri gelecekte kullanmayı umuyorum. Örneğin şu anda viyola konçertosu üzerinde çalışıyorum ve sokaktaki çocuk müzikçileri betimlemek için geliştirdiğim bazı ögeleri bu eserde kullanmanın yollarını arıyorum.
(Adnan Saygun’un öğrencisi Profesör Uçarsu (45), Pennsylvania Üniversitesi’nde George Crumb’ın danışmanlığında doktora yaptı. MSÜ Devlet Konservatuvarı Kompozisyon Bölümü öğretim üyesi.)

MAHİR CETİZ
Şehrin Haydarpaşa’dan sabah manzarasını unutamam

Ankaralıyım, buna karşın üzerine eser yazmak isteyeceğim şehirlerin başında İstanbul geliyor. Flüt, viyola, arp için “Sabah Sabah” şehir temalı ilk eserim. Dört yıldır yaşadığım, doktora yaptığım New York’ta İstanbul üzerine meditasyon yaparak, yaklaşık iki ayda yazdım bu eseri. İstanbul’u düşündüğümde ilk aklıma gelen, Haydarpaşa Garı’nda trenden indiğim sabahlarda karşıma çıkan büyüleyici güzellik. Sabahın gizemi, telaşı içinde daha yaşanmamış bir gün,  durgunluğu katmanlara ayıran titreşimler, bir sanat eseri, sevgili gibi baktığımız şehir silüeti… Tüm bu duyguların içine biraz da hasret katıldı. Bestelenme sürecinde Şirin Pancaroğlu’yla internet üzerinden, arp tekniği üzerine fikir alışverişinde bulundum. Eserde arpı geleneksel icra yöntemleri çerçevesinde kullandım, sadece birkaç yerde sıçramalar, geleneği zorlayan ögeler bulunuyor. Yine de bu çalışma önümde yeni kapılar açtı: Flüt, viyola, arp üçlüsünü geçmişte Debussy de sonatında kullanmıştı. Sabah Sabah’ı bestelerken bu üçlünün çekim alanına girdim, sanki Debussy ile diyalog kuran bir esere dönüştü. Şimdi Janus Trio için aynı formda bir eser yazıyorum. Ayrıca New York Filarmoni Orkestrası’nın Magnus Lindberg yönetiminde düzenlediği bestecilik atölyesinde de bu deneyimin ışığında arp ve oda orkestrası için bir konçerto yazdım. Orkestranın modern müzik topluluğunca gelecek sezonda bu eserin seslendirilmesi planlanıyor.
(Besteleri BBC Filarmoni gibi orkestralarca seslendirilen Çetiz (33), Hacettepe, Memphis, Manchester’daki öğreniminden sonra sonra şimdi Columbia Üniversitesi doktora programı öğrencisi.)

TURGAY ERDENER
Erguvan, ıhlamur, çınarsız İstanbul düşünülebilir mi?

Şehirlere ilgim eskidir. 35 yıl önce, konservatuvardaki öğrencilik yıllarımda, çalgılarla dünya gezisi adlı bir dizi oda müziği eseri yazmıştım. İstanbulname adlı bir de operet besteledim. Bu proje gündeme geldiğinde şehrin insanları, binaları yerine ağaçlarına odaklanmayı tercih ettim. Ağaçlara tutkuyla bağlıyım. Bin yıl öncesine tanıklık yapan bir çınar, zeytin ağacına dokunmak, kokusunu hissetmek beni çok etkiler. Arp, klasik kemençe, ut, kanun için yazdığım “İstanbul’un ağaçları”nda kokularını çok sevdiğim ıhlamur, çınar, renginden etkilendiğim erguvanı ele aldım. Ağaçlar üzerine şimdiye kadar yazdığım en kapsamlı eser ortaya çıktı. Türk Müziği enstrümanları ve arp için yazmak beni epeyce zorladı.  Kemençe ve utu tanımak, ses olanaklarını kavramak için tüm metod kitaplarını inceledim, icracılarla görüştüm. Zihinsel hazırlık ve ön çalışmam yedi ay, besteleme üç ay sürdü. Bu eser geleneksel çalgılarımıza beni yaklaştırdı, çağdaş bestecilerimiz tarafından görmezden gelinmelerine üzüldüm. Bundan sonra geleneksel çalgılarımız üzerine de eserler yazmak istiyorum. Dilerim albüm, diğer bestecilerimizi de geleneksel çalgılar üzerine düşünme yönünde kışkırtıcı olur.
(Nevit Kodallı’nın öğrencisi Erdener (53), Hacettepe Konservatuvarı Kompozisyon Bölümü öğretim üyesi.)

ARDA AGOŞYAN
Yerebatan’ın duvarlarında geçmişin sesleri saklıdır

Son iki yıldır müziğime İstanbul teması girdi, geleneksel çalgıları da kullandığım iki eser yazdım. Bunlar Zürih’te seslendirildi. Eserlerimde Türk Müziği öğelerini, geleneksel formların sınırlamasına bağlı kalmadan Klasik Batı Müziği’ne uyarlıyorum. Eklektik diyebileceğim bu yöntemle dinleyicinin kolayca yakınlık kuracağı eserler yazmaya çalışıyorum. Klasik kemençe, kontrbas, arp için “Yerebatan”ın ön hazırlığı 1,5 ay, yazımı üç hafta aldı. Sarnıcın gizemli atmosferi beni hep etkilemiştir. Duvarlarında, geçmişten biriktirerek getirdiği, özenle koruduğu seslerin yansımalarını duyar gibi olurum. Esrarengiz atmosferle oluşan hipnotizmadan, su damlacıklarının düşüşüyle uyanırız. Sessizliği bozan hıçkırıklar içimizde melodiye dönüşür. Hangisi gerçek, hangisi yankı, başlangıçlar nedere biter, bitişler nerde başlar anlaşılmaz. İşte eser bu duygu birikimiyle oluştu. “Yerebatan” deneyimi önümde yeni kapılar açtı. Bu eserin ışığında önümüzdeki yıllarda klasik kemençe ve kontrbas için ikili konçerto bestelemeyi hedefliyorum.
(Dört konçerto, bale ve oda müziği eserleri bulunan Agoşyan (33), İstanbul Konservatuvarı Kontrbas Bölümü öğretim üyesi.)

BARIŞ PERKER
Yedi resimde dünü ve bugünü yansıttım

7,5 yıldır ABD’de müzik öğrenimi görüyorum, bu nedenle İstanbul özlemi bestelerime yansıyor. Daha önce İstanbul’u Dinliyorum adlı bir üçlü bestelemiştim. Solo arp için “Yedi Resimle İstanbul”da kentin bende bıraktığı izlenimleri yansıttım. İlk bölümde Boğaziçi, dalgalar, sahillerin kıvrımlı yapısı, çocukların denize girişi, sahilden balık tutanlar yansıtılıyor. İkinci bölümde, Boğaziçi’nin Marmara’ya bağlantığı noktada tüm ihtiyamıyla beliren Topkapı Sarayı, daha sonraki bölümlerde geçmişin Moda, Büyükada’sı, bugünün rengaren Nişantaşı ve Taksim’i yansıtılıyor. Eseri dört ayda besteledim. Sonra Şirin Pancaroğlu’ya eser üzerine çalıştık, değişiklikler yaptık. Son şeklini alması yaklaşık altı ayı buldu. Bu deneyim arpın olanaklarını daha iyi tanımamı sağladı. Şu anda bir çello konçertosu yazıyorum. Belki daha sonra, “Yedi Resim”de kazandığım deneyime döner, bu esinle yeni eserler besteleyebilirim.
(John Hopkins Üniversitesi’nde Nicholas Maw’ın öğrencisi olan Perker (30), doktorasını sürdürüyor.)

YEDİ VİRTÜÖZ
Albümde Şirin Pancaroğlu arp, Evrim Baştaş viyola, Halit Turgay flüt, Arda Agoşyan kontrbas, Derya Türkan klasik kemençe, Tahir Aydoğdu kanun, Yurdal Tokçan ut çalıyor.

(Serhan Yedig / 2011 / Hürriyet)

Linkler

Şirin Pancaroğlu’nun web sayfası
Hasan Uçarsu’nun web sayfası
Özkan Manav’ın web sayfası

Mahir Çetiz’in web sayfası
Turgay Erdener’in web sayfası
Arda Agoşyan’ın biyografisi
Barış Perker’in web sayfası
Derya Türkan’ın web sayfası
Yurdal Tokçan’ın web sayfası

Share.

Leave A Reply

sixteen − 2 =

error: Content is protected !!