Son yıllarda yıldızı gittikçe parlayan çellist Sol Gabetta, şöhrete kavuştuğu Saint-Saens’ın 1. Çello Konçertosu’nu seslendirmek üzere 2014’ün ilk günlerinde İstanbul’a geldi. “Öğrencilerimin enerjisiyle gençleşiyorum” diyen Gabetta ile konser öncesinde İsviçre’deki yaşamını, düzenlediği festivali, caz dersi alma planlarını, hayallerini konuşmuştuk.
Yeni yıla nasıl başlıyorsunuz, beklentileriniz, hayalleriniz, planlarınız neler?
– Müzik ve çello çalmak benim hayatım. Bu bir meslek değil, benim sesim. Size çok sersemce gelebilir bu yaklaşım, fakat böyle hissediyorum. Vücudunuzu, ruhunuzu kullanarak yaptığınız tüm sanatlarda, örneğin dansta, bu uğraşın hayatınızın bir parçası olduğunu hissedersiniz. Aksi halde sanat mesleğe dönüşür. Size de sanatçı denemez. Bu nedenle yeni yıla da müzik açısından bakıyorum. Size özel yaşamım açısından, kariyerim açısından beklentilerimi açıklayamam, bunların hepsi bir bütünün parçası. Fakat şunu söyleyebilirim: Eğer mutluysam, yani aile hayatım, arkadaşlarımla ilişkim yolunda gidiyorsa, her gün verdiğim derslerde problem yoksa, bu doğal olarak müziğime de yansıyor. Hayallerimin bir kısmı gerçekleşiyor. Kimi zaman çok çılgın hayaller kurabiliyorum. Örneğin festival organize etmek çılgın bir düştü. O günün özel koşullarından ortaya çıkmıştı. Erkek arkadaşımla Basel yakınlarındaki 350 nüfuslu Olsberg köyüne taşınmıştık. Tarihi bir kilise vardı, burada konserler düzenlemek mümkündü. Ben de festival organize ettim… Evet, hepimizin gelecekten beklentileri, hayalleri var, fakat yeni yıldan beklentileri sıralamadan önce, yaşadığımız zamandaki imkanları yetirince kullanıp kullanamadığımıza bakmak gerekiyor… 2014’ün hayatımın en iyi yıllarından biri olmasını bekliyorum. Çünkü son 10 yılda hayal ettiğim pek çok şey birbiri ardına gerçekleşmeye başladı. Hayallerin gerçeğe dönüşmesi için belirli bir zamana ihtiyaç var. Kimi zaman 10 yıl, kimi zaman 1 yıl, kimi zaman 10 dakika sürüyor gerçekleşmesi. Çoğunlukla zaman gerekiyor… Yıllardır zihnimde taşıdığım pek çok fikir var. Mesela çocuklar için müzik merkezi kuracağım. Bunun gerçekleşmesi pek kolay olmasa da diğer düşlerimden birçoğunun gerçekleşmesi mümkün gibi görünüyor…
Berlin Filarmoni’yle ilk konserimi vereceğim
Yılın en önemli projeleri, konserleri neler olacak?
– Berlin Filarmoni’yle ilk konserimi vereceğim. Simon Rattle’ın orkestrayı yönetecek olması bu konserin önemini artırıyor. Santa Cecilia Orkestrası’yla turneye çıkacağım. Lorin Maazel, 85’inci yaşını kutluyor. Bu vesileyle farklı ülkelerde konserler vereceğiz. Doğrusunu söylemek gerekirse benim için önemli bir yıl olacak.
Röportajlardan anladığım kadarıyla isminizin, kişiliğinizden yorumlarınıza hayatınızda önemli bir yeri var. Güneşi (Sol) çok sevdiğinizi söylüyorsunuz. Güneş yaz demek, uzun günler demek… Kıştan nasıl etkileniyorsunuz; İsviçre Alpleri gibi kışla özdeşleşen bir coğrafyada yaşıyorsunuz. Hayatınızdan memnun musunuz?
– (Gülüyor) İklim açısından pek cazip bir yer olmayabilir benim için, haklısınız. Fakat sıcak, güneşli, her zaman çok güzel bir ülkede yaşasam çalışmakta zorlanırdım. Canım hiç çalışmak istemeyebilirdi. Siz İstanbul’da yaşadığınız için şanslısınız. Güneşi daha çok görüyorsunuz. Günün birinde Akdeniz sahillerine yakın bir şehirde yaşamak hayallerimden biri… Bu nedenle kışın, sıcak coğrafyalarda konserler veriyorum. Örneğin kasımda Avustralya’ya gittim. Bir ay kaldım.
Yılın en uzun, en bol güneşli günü 21 Haziran’ı kutlamak için festival başlattınız. Yılın en kısa gününü, 21 Aralık’ı nasıl geçiriyorsunuz?
– Evet, festivalim ismini Sol’dan, yani benden ve güneşten alıyor. Solsberg, aynı zamanda “Güneşli Dağ” anlamına geliyor. Kış sezonunda konserlerim öylesine yoğun ki, değil festival düzenlemek, eve uğrayacak zamanım yok. Zaten festival düzenlememin amacı da yılın en uzun günlerinde, dağların en güzel zamanında evimde olmak arzusu… Yaşadığımız Solsberg, haziranda Toscana gibi oluyor. Festival vesilesiyle pek çok kişi köye geliyor… Konserleri düzenlediğimiz kilise kışın bu döneminde buz gibi soğuk. Bu nedenle Kış Gündönümü festivali düzenlemem mümkün değil…
Yılda 120 konser
Yılda ortalama kaç konser veriyorsunuz, bu konuda bir üst sınırınız var mı?
– Ortalama 120 konser veriyorum. Daha fazlasını istemiyorum. Fakat limit koymak mümkün değil. Bir yıl 110, ertesi yıl 130 olabiliyor.
Yaz gündönümü kutlamalarınız bu yıl 30 güne yayılacak. Festivalin geleceği için ne gibi düşünceleriniz var?
– Gelecek yıl 10’uncu yaşını kutlayacağız. Demek ki sorunuz üzerine düşünmenin zamanı geldi. 2005’te üç günlük bir etkinlik olarak başlamıştık. Amacım yaz aylarında dostlarımla geçireceğim bir zaman dilimi yaratmaktı. Köyün tarihi kilisesinde veriyorduk konserleri. Saygı duyduğum, önemsediğim ve arkadaşım olan müzikçiler geliyordu, onları evimde ağırlıyordum. Kendilerini evlerinde gibi hissediyorlardı. Festivalin aradan geçen zamanda bir aya yayılması büyük bir gelişim. Bu açıdan planlarım gerçekleşti. Fakat beni korkutuyor. Daha fazla büyümesini istemiyorun. Çünkü organizasyonu zaman istiyor. Ayrıca arkadaşlarla bir araya gelip, müziğin keyfini çıkarma fikrinin ikinci planda kalmasından endişe ediyorum.
Yurtdışından izleyici geliyor mu?
– Evet sadece komşulardan değil, uzak ülkelerden de izleyiciler geliyor. Haziran sonu Alp Dağları’nın en güzel olduğu dönem. Bu dönemde tatile gelenler, festival zamanını hesaplıyor, konserleri de izliyor. Zaten bölge halkı çok kültürlü, müziksever. Konserlerimiz ilk günden itibaren doluyor. İzleyici eksikliği çekmiyoruz.
Gelişimim sürüyor…
İki yıl önce bir röportajda olgunlaşma sürecine girdiğinizi söylüyorsunuz. Çelloda kendi sesinizi bulmanız ne kadar zamanınızı almıştı?
– Kişinin kendini objektif değerlendirmesi pek kolay değil… Eğitim sürecinde eserlerin yapısını değerlendirmeyi, yorumda dengeyi öğreniyoruz. Bundan sonraki aşamada sanatçının kişisel sesini bulması için kendisini özgür hissetmesi gerekir. Ancak bundan sonra olgunlaşma yolunda ilerlemeye başlar. Yine de olgunlaşma konusunda hiçbir zaman yüzde 100 emin olamazsınız. Çünkü her geçen gün dönüşürsünüz. “Zirveye, sınırlarımın sonuna ulaştım” dediğiniz anda gelişim durur, öldünüz demektir. Umarım günün birinde ben de sınırlarımın sonuna ulaştığımı düşünmem… Çoğu kişi kapasitesinin yarısını bile kullanmıyor, bu nedenle yetenekleri doğal yollardan engelleniyor. Dilerim ki bende de bu tür engeller yoktur. Şu ana kadar şanslı olduğum söylenebilir… Ders verdiğim öğrencilerimin gençlik duygusuyla besleniyorum, sağlığım, gücüm yerinde, turnelere çıkmaktan zevk alıyorum. Yaşım, enerjim, gelişimim, olgunlukla birlikte ulaştığım dengeye bakılırsa her şey yolunda. Bununla birlikte hep ilerlemenin yollarını arıyorum. Buna karşın, olgunluğun sınırlarına ulaştığımı söylemiyorum. Çünkü bu yolun sonuna geldiğim anlamına gelir…
Caz dersi almak istiyorum
Yorumlarınıza yüklediğiniz enerji, yüksek tempolar, ışıltılı kişiliğinize bakılırsa klasik müzik emprovizasyona neredeyse kapalı yapısıyla size zaman zaman dar geliyor olmalı. Kendinizi daha özgürce ifade edebileceğiniz emprovizasyona açık diğer müzik türleriyle ilgileniyor musunuz?
– Söylediğiniz kısmen doğru. Klasik müzik emprovizasyona neredeyse kapalı. Buna karşın besteler birer büyük yapıdır. Duvarların arasına adım attıktan sonra özgür olabilirsiniz. Odaların yerini değiştiremezsiniz belki ama yine de özgür olmak mümkündür. Emprovizasyon batıl inançlar gibidir. Mutlaka fiziksel boyutu olması gerekmez. Birkaç yıl önce yetenekli piyanist Stefano Bollani ile tanıştım. Klasik yapı üzerine emprovizeler yapıyor. Birlikte konser verdik. Gelecekte de ortak çalışmalar yapmanın yolunu arıyoruz. Keşke yeterince zamanım olsa hiç değilse caz konusunda temel eğitim alsam. Ancak bu eğitimden sonra sahnede emprovizasyon yapmak isteyebilirim. Çünkü sıradan, laf olsun diye doğaçlama yapmak istemem.
Geçen yıl İstanbul’a 1759 Guadagnini yapımı antika çellonuzla gelmiştiniz. Yeni bir çello aldığınızı okudum, yaşlı dostunuza ne oldu?
– Barok eserlerde antika çellomu kullanıyorum. Bir de tipik, modern bir çello aldım. Bunu da diğer çalışmalarımda kullanıyorum.
Çağdaş bestecilerle çalışmalarınız sürüyor mu?
– Evet sürüyor. Michel van der Aa‘in 2011’de benim için yazdığı Çello Konçertosu’nun video kaydını yaptım kısa süre önce. İngiliz besteci Marc-Anthony Turnage şu anda çello ve keman için bir konçerto yazıyor. Gelecek sezonda Patricia Kopatchinskaja ile birlikte seslendireceğiz.
Fazıl Say’ın piyano konçertosu müthiş
Türk bestecilerle diyaloğunuz var mı?
– Sadece Fazıl Say’ı tanıyorum. Yanlış hatırlamıyorsam bir kez birlikte konser de verdik. Bestelediği son piyano konçertosunu geçenlerde dinledim. Harika, çok güzel bir eserdi. Umarım diğer Türk bestecilerin de eserlerini tanıma fırsatı bulurum.
İstanbul’da seslendireceğiniz Saint Saens’ın 1. Çello Konçertosu uzun zamandır repertuvarınızda. Zaman içinde esere yaklaşımınızda ne gibi değişimler oldu?
– Sanat yaşamım açısından çok önemli bir eserdir. Büyük konçertolardan oluşan çello repertuvarından, orkestra önünde çaldığım ilk eser. Bu açıdan orkestralı konser kariyerimin başlangıcı sayılabilir. Bartok Senfoni Orkestrası’yla ilk kez yorumladığımda 11 yaşındaydım. Çok hırslı bir hocam vardı. Beni şef partisyonundan çalıştırmıştı. Yani tüm enstrümanların partilerini nota nota ezberlemiştim. Şimdi de rahatlıkla hepsini söyleyebilirim, en iyi bildiğim eserlerden biridir. 10 yıl önce Sony’den yayımlanan ilk CD’mde bu eser yer almıştı. Zaman içinde esere bakışım neredeyse tamamen değişti. Eski kaydımı yeterince olgun bulmuyorum, yeniden kaydetmek istiyorum. Bu nedenle tekrar konser repertuvarıma aldım. Genç çellistlere yeteneğini gösterme fırsatı veren, romantik bir eser olarak algılardım geçmişte. Şu anda yorumda romantizmin dozunu düşürüp, daha klasik bakışla yaklaşmaktan yanayım. Aslına bakarsanız son dönemde Romantik Çağ eserlerinin Klasik Dönem’in uzantısı olduğunu keşfettim. Geçiş döneminin tüm eserlerini bilmiyoruz. Tanımadığımız, eserleri günümüze ulaşmayan besteciler var. Tüm bunları bilmeden Romantik Çağ’ı anlayabilmek mümkün mü? Örneğin Schumann’ın neredeyse unutulmuş olan Klasik Dönem bestecisi Beethoven’i gündeme getirmesi, eserlerini seslendirmesi Romantik Çağ bestecilerini çok etkilemiş. Beethoven’in eserlerini Solsberg Festivali’nde döneminin piyanosundan, yani forte piyanodan dinlediğimde eserlerinin geçmişle ne çok bağlantısı olduğunu fark ettim. Schumann’ın konçertosunu da analiz ederseniz Bach’la bağlarını görürsünüz. Hayran olduğu bestecinin eserlerinde kullandığı sayısal özellikleri bile eserine uygulamıştır. Tüm bu bilgilerin ışığında Romantik Çağ eserlerini sadece romantizmle algılamak eksik olur, Klasik Çağ’la bağlantısını da ihmal etmemek gerekir. Artık Saint Saens’ın konçertosunu bu çok boyutlu yaklaşımla ele alıyorum. Sadece Romantik Çağ’ın öncüsü olarak ele almak, detaylardaki zenginliği görmezden gelmek demektir.
(Serhan Yedig / 27 Mayıs 2017 / Müzik Söyleşileri)
Linkler
Kişisel web sayfası