İdil Biret / Acı, ama gerçek; insan olarak sempati duyduğum besteci çok az

0

120 konçertoyu bulan repertuvarıyla müzik dünyasında sıradışı bir piyanist İdil Biret. Günlük hayattaki özellikleriyle de bir o kadar şaşırtıcı. Çapraz okuma yeteneğiyle 300 sayfayı bulan kitapları bir günde bitirebiliyor, okuduklarını unutmadığı için binlerce maddelik ansiklopedi oluşturacak bilgiyi hafızasında taşıyor, telefon defteri kullanmıyor, gelecekte yaşanacak olaylarla ilgili sezgileri çevresindekileri şaşırtacak düzeyde. 1996’da Yedikule Zindanları’ndaki konserini 8 bin kişi izlemişti. 2001’de bu konseri yineledi. Rahmaninof’un 2. Piyano Konçertosu’nu Tekfen Karadeniz Solistleri eşliğinde yorumladı. Konser öncesi buluştuk, programlanmış piyano için yazılmış bir eseri seslendirip makinelere meydan okuma macerasını, bugüne kadar ortaya çıkarmadığı bestelerini, sıradışı özelliklerini ve Rahmaninof’a yaklaşımını konuştuk.

Dünyanın dört bir köşesinde 30’un üzerinde konser vereceğiniz 200-2003 sezonuna Yedikule Zindanları’ndaki iddialı konserle başlıyorsunuz. Önce geçen sezonu soralım, sizi en çok ne yordu?
-Her konserde farklı program çalmaya dikkat etmeme karşın konserler beni yormuyor. Bu yıl Georgi Ligetti’nin tüm piyano etüdlerini kaydettim. Beni özellikle “14a” çok yordu. Topu topu beş sayfalık bir eser. Süresi bir dakika 40 saniye kadar. Fakat makine için, örneğin bir Yamaha piyanonun programlanıp çalması için yazılmış. Eseri, bazen günde 12 saat olmak üzere yaklaşık bir buçuk ay çalışarak çaldım. Çıldıracak gibi oluyordum bazı anlarda. Çok yoruldum ve iyi bir tatile ihtiyacım vardı.
Tatilde rutinleriniz ya da ritüelleriniz var mı?
-Eşimle ve yakınlarımızla her yıl ağustosta mavi yolculuk yaparız. Yüzmeye, denize meraklıyım. Beni bir sal üzerinde bıraksalar herhalde çok mesut olurdum; yeter ki deniz üzerinde olayım. Yemekle, içkiyle aram yoktur; şikayet etmem. Hergün birkaç kilometre yüzerim; suyun dibini, balıkları seyrederim. Yüzme nefes kontrolünü öğretmesi açısından önemli, bu piyano çalarken de çok önemli. Mavi yolculuğu törensel hale getirecek rutinlerim yoktur. Düne hiç bakmam, bugünü yaşarım. İnsan her an değişiyor. Her yıl mavi yolculuğa çıkan farklı bir insan. Farklı şeyler görüyor, yaşıyor.
Salınızda müziğe, kitaplara yer ayırıyor musunuz?
-Eşim mutlaka plaklarını, CD’lerini alır yanına. Ben sessiz piyanomu alırım; havanın kapalı olduğu günler kamaraya kapanır, çalışırım. Mutlaka birkaç kitap vardır yanımda. Bu yıl Cocteau’dan Melvin’e, Hemingway’den Lelian’a birçok yazarın İstanbul gezisi notlarından oluşan bir kitap okudum. Şehrin pek iyi bilmediğim Avrupa Yakası’yla ilgili çok ilginç şeyler öğrendim. Bu arada bugünlerde çok konuşulan mezarlıkların 1900’lerin başında fuhuş ve uyuşturucuyla anıldığını öğrenip çok şaşırdım. Bir genç Fransız yazarın romanını okudum. Bir de uzun zamandır araştırdığım bir konuyla ilgili, Cathhretler’i anlatan bir kitap okudum. Ortaçağ’da ortaya çıkmış bir arınma hareketini bir papaz eleştirel gözle anlatıyor. Araya birkaç kitap daha serpiştirdim.

Edebi kitapları iki kez okurum

Nota okumak insanın kitap okuma hızını da artırıyor anlaşılan…
-Sayfayı iki yanından çapraz taradığım için bütün metni görüyorum. Birkaç yüz sayfalık bir kitap bir günde bitebiliyor bu yöntemle. Kitapçı dolaşmayı çok severim. Bazen kendimi kaptırıp kitapçıda birkaç kitabın önemli bölümlerini okuyorum. Yine de bir kucak kitapla çıkıyorum her seferinde. Edebi kitapları lezzetini alabilmek için iki kez okurum.
Özel ders aldınız mı hızlı okumak için?
– Okumayı çok küçük yaşta kendi kendime öğrendim. Hızlı okumayı da aynı şekilde. Bazı merak ettiğim kitapların elimden alınacağını biliyordum, tek yol hızlı okumaktı…
Repertuarınızda 100 kadar konçerto bulunduğunu okudum. Hepsi ezberinizde olmasa da bir o kadar da oda müziği eseri vardır herhalde. Sanıyorum iyi düzeyde beş dil konuşuyorsunuz. Ve hâlâ öğrenmeyi sürdürüyorsunuz. Bu kadar bilgiyi hafızanızda nereye sığdırıyorsunuz; özel bir yönteminiz var mı?
-Repertuarımdaki konçertolar 120 civarında. Hafızayı güçlendirmek için egzersiz yapmak gerekir. Mesela telefon numaralarını hafızamda tutarım. Telefon defteri taşımam. Bulmaca çözerim. Herald Tribune’un bulmacaları favorim. Alman basınındaki bulmacalar daha kolay geliyor bana. Akdeniz’de bir ada diyor. Fransızlar ve İngilizler’inki farklı. Bir de hafızayı lüzumsuz şeylerle meşgul etmemek lazım. Ben lüzumsuz hiçbir şeyi tutmam, kolaylıkla atarım hafızamdan.
Oda müziği repertuarınızdan hiç söz etmediniz. Aranız iyi değil mi bu türle?
– Aksine, en sevdiğim tür oda müziği. Egosunu dizginleyebilen çok iyi müzikçilerden oluşan bir dörtlü ya da beşlide çalmak isterdim. Arada bir ikili, üçlüler için yazılmış eserleri de seslendirebilirdik. Fakat bu çağda herkes iyi bir takımın oyuncusu olmak yerine küçük gezegenlerin imparatoru olmayı tercih ediyor.
Hayatı mükemmel akustikli konser salonlarında geçen bir solistin bir anda açıkhavaya, onbinlerce izleyicinin karşısına çıkması nasıl bir duygu; 1996’daki Yedikule Zindanları Konseri’nde ne hissetmiştiniz; geriye hafızanızda neler kaldı?
-Keşke imkan olsa, açıkhavada daha çok konser versem. Farklı, nadir bir şey benim için. Doğaya daha yakınsınız. İnsanlar çimlerin üzerinde oturuyor. Bunun yanısıra rüzgar doğru yöne essin, akustik bozulmasın diye düşünüyorsunuz. Aslında benim hayalim bir gün denizin ortasında konser vermek. Yedikule Zindanları’ndaki konserden hafızamda sahneye çıktığımda karşılaştığım görkemli görüntü kalmış. Çok etkilenmiştim. Hatırladığım herkesin çok mutlu olduğu bir konser olması. Biraz da üşümüştüm galiba. Bu sefer biraz daha hazırlıklı çıkacağım sahneye…

Bestecisini depresyona sokan konçerto

Geçen konserde Rahmaninof’un 3’üncü piyano konçertosunu çalmıştınız. Bu eserle tuhaf bir maceranız olduğunu okudum. ABD’deki ilk büyük konserinizin repertuarında bu eser varmış. Konserden birkaç saat önce Kennedy öldürülmüş. Ve siz çıkıp çalmışsınız. İkinci konçertoyla bu tür maceralarınız oldu mu?
-12 yaşından beri 2. Konçerto’yu çalıyorum ya da çalmaya çalışıyorum. Bir ara Hollywood filmlerini vazgeçilmez müziği olmuştu. M. Monroe’nun oynadığı “7 Years Each”de bile kullanıldı. Ben de eserden soğudum. Yaklaşık 20 yıl hiç çalmadım. Fakat 1970’lerin sonunda Svietoslav Richter yorumunu dinlediğimde, Rahmaninof’un hayatını incelediğimde eserin gerçek önemini anladım: Rusya’da Rahmaninof çok gözde bir müzikçidir. 1. Senfonisi’ni yazar. Eseri Glazinof gayet içkili bir şekilde yönetir. Ertesi gün gazetede Rus Beşleri’nden birinin kaleme aldığı felaket bir eleştiri çıkar. “Cehennemde konservatuvar olsaydı en başarılı talebesi Rahmaninof olurdu” demektedir yazar. Besteci depresyona girer, müziği bırakır. Günün birinde bir doktor çıkar ortaya; önce Rahmaninof’u hipnotize ederek iyileştirir sonra müziğe geri dönmesi için ikna eder. İşte bu eser ona ithaf edilmiştir.
Peki sizce 2. Senfoni nasıl yorumlanmalı; zaman içinde bu konuda fikriniz değişti mi?
-Değiştiğini söyleyebilirim. Önceleri Rahmaninof’un başından geçen felaketi yansıttığını düşünerek bu yönünün vurgulanması gerektiği kanısındaydım. Sonra bestecinin kendi yorumunu dinledim. Bence geçen yüzyılın en iyi birkaç piyanistinden biri Rahmaninof. Eserle arasına mesafe koyup, aşırı duygusallıktan arınarak çalmış. Şimdi ben de bu yaklaşımın doğru olduğu kanısındayım. Bazı dönemlerde etkiyi artırmaya çalışırken doğal, doğru nefes alma alışkanlığı ikinci plana atılıyor. Oysa müzik doğal bir şey, entellektüelleştirmeye çalışırken doğallığından uzaklaştırmak tehlikeli.
Yorumlayacağınız bestecilerin yazılarını, haklarında yazılanları, biyografileri, çağdaşı yazarları okuyorsunuz. Bazen yaşadıkları yerleri ziyaret ediyorsunuz. Bu keşif sürecinde tanıdıkça nefret ettiğiniz besteci olmadı mı hiç?
-Acı ama gerçek: İnsan olarak sempati duyduğum çok az besteci var. Bunlardan biri Liszt. Özverili, yardımsever, has bir insan. Hatalarını farkettiğinde düzeltmeye çalışmış. Haydn da öyle. Brahms kötü bir karakter değil. Ravel kedi sevdiği ve mükemmelliyetçi olduğu için bana uzak değil. Sonuçta bestecilerin hatalarını gördüğümde bunun nedenlerini araştırıyorum. Mesela Mozart gibi bir dahinin yaptıklarını okuyunca onu anlamaya çalışıyorum. Sebepleri keşfedince kızamıyorsunuz.

Öğrencilerimin geleceğini düşündükçe hallerine acıyorum

Her piyanistin tırmanmayı düşlediği bir Everest’i vardır. Tecrübesinin, yeteneğinin uygun noktaya gelmesini bekler. Bugüne kadar 60 CD’si yayımlanan; Rahmaninof, Brahms, Chopin ve Beethoven’in tüm piyano eserlerini kaydeden bir piyanistin Everest’inin hangi eserler olduğunu merak ediyorum.
-Beethoven ‘in Diabelli Varyasyonları’nı çalıştım ama çalmadım. Bach’ın Goldberg Varyasyonları ilgimi çekiyor. İnsan zaman geçtikçe mükemmelliyetçileşiyor. Kendisine karşı acımasız yapıyor. Ayrıca “aaa, bunu da başardım” demek yeterli değil. Bunun da ötesine geçmek lazım. Her çaldığınız eserde insanlara yeni bir şeyler verebilmek lazım. Bunu sürekli kendi kendinize soruyorsunuz. Bir şey veremediğinizi hissederseniz kendinizi çok sert eleştiriliyorsunuz. Artık stüdyoda kayıtla oynayıp mükemmelleştirmek mümkün. Buna girmeden, konser kaydı gibi plak yapmak lazım.
Belli bir noktada konser piyanistliğini bırakıp kendinizi eğitime adamayı düşünüyor musunuz; yoksa mümkün olduğunca konserleri sürdürmekten mi yanasınız?
-Hedefim piyanist olarak mümkün olduğunca ilerlemek. Ben kimseye bu işi tavsiye etmem. Bugün Rahmaninof’un devri değil. Çok önemli yarışmaları kazanmak bile çıkış sağlamıyor. Başka şeyler gerekiyor. Müthiş bir manipülasyon var müzik piyasasında. Ben bu koşulları kime tavsiye edeyim? Master derslerine girdiğimde öğrencilerin geleceğini düşünüp acıyorum.
Çocukluğunuzda besteler yaparmışsınız; şimdi emprovizasyona meraklısınız. Çekmecenizde besteler olmalı; ne zaman gün ışığına çıkacaklar?
– (Gülüyor) Solo piyano için yazdığım, yazmayı düşündüğüm eserler var. Etüdler var hazır. Orkestra eşliğinde farklı çalgılar için tasarladığım eserler var. Fakat benim kişisel kriterlerim çok katı. Sanıyorum etüdleri bir süre sonra gün ışığına çıkaracağım. Mahler’i çok iyi anlıyorum. Her provada birşeyler bir şeyler değiştirmiş…
Cazla aranız nasıl; dost ortamında da olsa hiç grupla çalmayı denediniz mi?
-Bill Evans, John Coltrane, Thelonius Monk, Oscar Peterson’ı severek dinliyorum. Emprovize çalarken bazen bazı eserleri cazlaştırmayı deniyorum. Fakat bir noktaya geliyor ve elimde olmadan klasiğe döndüğümü hissediyorum. Bu yüzden caz grubuyla çalmayı hiç denemedim. İyi bir klasik müzik formasyonu olan piyanistin iyi bir caz piyanisti olacağını sanmıyorum. Gulda denedi, bence olmadı.
(Serhan Yedig / 8 Eylül 2001 / Hürriyet)

Linkler

İdil Biret’in kişisel web sitesi

İdil Biret ile Bach icraları üzerine söyleşi

İdil Biret ile Ertuğrul Oğuz Fırat ve çağdaş müzik icraları üzerine söyleşi

Chopin külliyatı üzerine söyleşi

Share.

Leave A Reply

6 + three =

error: Content is protected !!