Denizkızı Eftalya / Halka hep bir ağızdan şarkımı söyletebildiğimde muvaffak olduğumu anlarım

0

Denizkızı Eftalya, 1933 yılında şöhretinin doruğundaydı. Kapısını çalan gazeteci Hikmet Feridun Es’i evinde ağırladı, eşi besteci ve kemancı Sadi Işılay’ın pişirdiği yassı kadayıfı ikram etti. Kadayıf eşliğinde yapılan röportajda çocukluk günlerini, haftada 4,5 saat şarkı söyleyerek elde ettiği astronomik geliri, sesinin günlük yaşamda yarattığı mucizeleri anlattı… Eftalya, altı yıl sonra Boğaziçi’nde deniz üstünde verdiği konser sonrasında hastalanıp 48 yaşında hayata veda edecekti…

İstanbul’da Abdülhak Hâmit’ten tek mısra bilmeyenler pek çoktur. Tevfik Fikret’in ismini hiç işitmemiş olanlar doludur. Bazılarına Yahya Kemal’i sorarsanız size hayretle bakar:
– Kim bu, bir Yahya tanıyorum ama tahlisiyede dalgıçtır. O olmasın, der.
Fakat İstanbul’un en kenar mahallesine gidin… En küçük evin el şeklindeki tunç tokmağını tıkırdatın.
– Denizkızı Eftalya Hanım kimdir, bilir misiniz, diye sorun… Karşınıza çıkacak başörtülü hanım size Abdülhak Hâmit’ten mısralar okuyamaz amma Denizkızı Eftalya Hanım’ın hiç değilse 10-15 şarkısını bilir… Başörtülü hanım minderde oturmaya alıştığından iskemle kendini rahatsız eder. Fakat Huriye Hanım, Denizkızı’nı dinlemek için kaç yazdır bilmem ne bahçesinin beyaz boyalı iskemlesinde saatlerce kalçasını çürütmüştür… Denizkızı bizde en belli başlı halk şöhretlerinden biridir.
Halk arasında birbirleriyle hiç münasebeti olmayan ne garip şöhretler vardır… Meselâ Aksaray’ın bir çıkmaz sokağında Fatih Hoca’dan bahsedilir. Bir mahalle kahvehanesinde Mazhar Osman Bey’in ismi geçer… İşte birbiriyle hiç münasebeti, alakası olmayan halk şöhretleri: Denizkızı, Doktor Mazhar Osman, semalar mütehassı Fatin Bey, komik Naşit Bey, güzellik kraliçesi Keriman Hanım…
İşte Beyoğlu’nun tam göbeğinde eski Turkuvaz Pastanesi’nin üstündeki apartmanın merdivenlerini tırmanırken aklımdan bunlar geçiyordu.

Eşim Sadi Işılay bir yassı kadayıf yapar, parmaklarınızı yersiniz

Sadi Işılay, Eftalya Hanım, Hikmet Feridun (soldan sağa)

Evvelâ sıcak bir salona alındık… Duvarda, şöminenin üstünde resimler var: Münir Nurettin, Hafız Burhan, Paris’in meşhur Kafeşantan simaları…
Denizkızı bizi şık bir ev elbisesiyle karşıladı… Gece çok geç yattığı için yeni kalkmıştı… Kocası Kemani Sadi (Işılay) Bey’i sorduk:
– Şimdi geliyor… Mutfakta tatlı pişirmekle meşgul…
– Ya !… diye hayret ettiğimi görünce gülerek izahat verdi… Çok geç yataktan kalkarmış, mutfak işleriyle hiç meşgul olmazmış… Halbuki Sadi Bey -maşallah- gayet iyi bir ev erkeğiymiş…
– Malûm ya.. Evvelden de ev kadınları vardı, diyor. Bir tatlı pişirir… Hele bir yassıkadayıf yapar.. Herhalde parmaklarınızı da beraber yersiniz.
O esnada meşhur kemaninin sesi mutfaktan işitildi:
– Hikmet Bey… Hikmet Feridun Bey… Tatlı yemeğe buyursanıza…
Eftalya Hanım önde, biz arkada hep birden mutfağın yolunu tuttuk… Sadi Bey’in elinde keman yayı yerine bir tatlı kaşığı vardı… Önüne bir ahçıbaşı önlüğü bağlamıştı. Çıtır kadayıflar kaynamış şerbetten yeni çıkmış, tepsiye sıralanmıştı. Tabaklara kondu. Eftalya Hanım’la karşılıklı atıştırmaya başladık…
– Sadi.. Biraz daha ceviz koy… Biraz da tatlı…
– Nasıl ahçılığım?..
– Ellerinize sağlık. Kemanınız kadar tatlı…
Sadi Bey anlatıyor: Ev işlerine karşı dehşetli merakı varmış. Eftalya Hanım yalnız ütü bilirmiş…

“Kadayıf nasıl olmuş Hikmet Feridun Bey?”

Haftada üç gece sahneye çıkıyorum

Havadan, sudan, öteberiden bahsettik… Kazançları fevkalâde iyi.. Eftalya Hanım ayda yalnız söylediği şarkılar için 1100 lira alıyor… 300 lira da Sadi Bey’in aylığı var… 1400 lira… Bundan başka karı koca senede 25 plaktan fazla dolduruyor…
Eftalya Hanım, haftada üç gece çalışıyoruz, diyor. İki seans şarkı söyleriz.. Her seans üç çeyrek saattir… Yani haftada 4,5 saat şarkı söylerim…
Demek ki haftada 4,5 saatten hesapla Eftalya Hanım ayda 18 saat şarkı söylüyor… 18 saate 1100 lira… Plâk paraları da ayrı… İşte Denizkızı’nın halk arasındaki efsanevî şöhreti buradan ileri geliyor…
Sadi Bey, dünyanın her tarafında müzikhol artistleri böyle çok kazanır, diyor. Büyük bir musiki sanatkârı, bir Darülfünun öğretmeni hiçbir zaman bir müzikhol artisti kadar kazanamaz… İşimizden çok memnunuz. Kazancımızın yanı sıra kapımıza gelip bizi bara götüren, sonra tekrar eve getiren otomobilin masrafı da müesseseye ait.
Plâk doldurma meselesine gelince… Senede istediğimiz kadar plâk yapabiliriz. Fakat buna hem vaktimiz yok. Hem de lüzum görmüyoruz.
Dikkat ettim.. Eftalya Hanım cıgara üstüne cıgara yakıyor… Sordum:
– Sesiniz için dikkat etmez misiniz?
– Hiç… diye omuzlarını kaldırdı. Cıgaraya dayanamam… Geceleri sokağa çıkarken boynumu bağlamak filân aklımdan geçmez… Yalnız bazen salep içerim. Halbuki ötekiler… Bilhassa Münir Nurettin
– Peki yazın bahçeler çok kalabalık oluyor. Halbuki kışın eğlence hayatı biraz hafifler. Bu sizin kazancınıza tesir etmez mi?
– Hayır. Yaz – kış aynı parayı alırız. Hatta hasta olup gitmesem bile.

Denizkızı lakabını Boğaziçi’nde beni dinleyenler taktı

Denizkızı!.. Bu ismin nereden çıktığını pek çokları merak eder… Eftalya Hanım bunu şöyle anlatıyor:
Ben 5-6 yaşımdan beri bu ismi taşırım. Hatta daha garibi Eftalya ismini yadırgarım… Asıl ismim Denizkızı’ymış gibi gelir… Denizkızı ismi bana nasıl verildi? Çok küçüktüm… Babam saza pek meraklıydı… Misafirleri geldiğinde o saz çalar, ben de şarkı söylerdim… Büyükdere’de otururduk… Mehtaplı gecelerde daima sandal âlemleri yapardık. O zaman babam sandalda bütün gece bana şarkı söyletirdi… Sesim az zamanda bütün Boğaziçi’nde meşhur olmuştu… Geceleri mehtapta bizim sandalın arkasına 20 – 30 sandal takılır, beni dinlerlerdi… Fakat hiç kimse kim olduğumu bilmiyordu… Halbuki incecik sesle şarkı söyleyen bu gece şarkıcısına bir isim koymak lazımdı. Denizkızı, Denizkızı, demeye başladılar.
İşte Denizkızı bu 5 yaşındaki Eftalya’ydı. O zamandan beri Denizkızı’yım.

Beni dinlemek için 500 liraya iddiaya girdiler

Denizkızının meraklı maceraları var… Aklına gelenleri anlatıyor:
– Çok eskiden… O zaman müzikhollerde, bahçelerde şarkı söylemezdim… Yalnız büyük ziyafetlerde, büyüklerin sofralarında, ekâbirin davetlerinde şarkı söylerdim. Bir karnaval günüydü. Arkadaşlarımızla maskara kıyafetine girdik… Fazla konyak içmiştik. Bir gazinoya girdik… Tam karşımızdaki masada iki erkek hararetli münakaşaya tutulmuştu. Biri diyordu ki:
– Sana Denizkızını dinledim diyorum yahu.
– Haydi canım.. Sen onu dinleyemezsin…
– Dinlerim..
– Dinleyemezsin.
– Dinlersen 500 lira var…
– Söz mü?
– Söz…
Münakaşa beni de alâkadar etmişti… Hemen bir şarkıya başladım. Yüzümde maskem olduğu için kimin şarkı söylediği belli değildi… Evvelâ sustular, sonra alkışladılar… Şarkı bitince önümdeki masaya doğru ilerledim… Biraz evel 500 liraya iddiaya tutuşan beyin önüne geldim… Yüzümden maskeyi çıkardım:
– 500 lirayı kaybettiniz beyefendi, dedim… Arkadaşınız istediği kadını dinledi…

Ada vapurunda şarkı söyledim, iskeleye yanaşmak bilmedi

Bir sigara yaktı… Dumanların, üfleyip dağıttıktan sonra hafızasını bir daha yokladı…
– Bir sabahtı… Adadan ilk vapurla dönüyorduk. Yolcular azdı, hepsi de adanın ve İstanbul’un en kibar, en maruf simalarıydı… Yaz sabahı çok hoşuma gitti. Güvertede oturduğum kanepede biraz uzandım. Bir şarkı tutturdum. Bir şarkı, bir şarkı daha, bir şarkı daha. Sadi de keman çalıyordu. Saatler geçti. Etrafıma baktım kara görünmüyor… Sordum:
– Neredeyiz kuzum Sadi?..
O da farkında değildi. Etrafına bakındı:
– Bilmem…
Biraz sonra kaptan indi yanımıza:
– Affedersiniz… Ben bir kabahat ettim… Sizin vapurda olduğunuzu gördüm. Fırsat bu fırsattır diye dümeni çevirdim. Hayırsız Ada’yı geçtik… Yolcular da:
– İlle kaptan vapuru İstanbul’a geç götür. Mesuliyet bize! İşi hallederiz, diye başladılar…
O günü adadan ilk vapur İstanbul’a saat 14.00’te geldi. Bunu hiç kimse bilmez.

Fransa’daki Ermeni kadının musiki hasretini dindirdik

Karı, koca uzun seyahat etmişler. Bütün Avrupa’yı gezip dolaşmışlar. Medine’ye, Filistin’e ve Mısır’a gitmişler. Bilhassa Avrupa’daki Ermenilerin, Musevîlerin, Rumların Şark musikisine gösterdikleri meyli anlata anlata bitiremiyorlar. Fransa’ya yerleşen birçok Ermeni bilhassa alaturka plâk almak için İstanbul’a geliyormuş.
– Paris’teydik. Orada fevkalâde zengin bir Ermeni ailesi varmış. Alaturka musiki meraklısı bir ihtiyar kadın bu ailenin reisi… Bir muzip tanıdık bizi, bu kadıncağıza:
– Alman musikişinasları, sizin musikiden pek hoşlandığınızı biliriz. Dinletmeğe getirdik, diye takdim etti. Kadıncağızın yüzünü astı. Bizim Türkçe bildiğimize ihtimal vermediği için bizim ahbaba Türkçe:
– İlâhi, dedi.. Bunları niçin getirdin? Bilirsin ki ben alaturka musikiden başka hiçbir şeyden hoşlanmam.
İçimizden gülüştük. Dostumuz piyanoya geçti. Sadi kemanı eline aldı. Hep birden bir alaturka şarkıya başladık. İhtiyar kadın benim sesimi plâklardan gayet iyi tanırmış. O alafranga bir şarkı beklerken tanıdığı sesi işitince:
– Ka bu Denizkızı!
diye kanepesine yığıldı. Sonra: Ha denizler, deryalar senin olsun!.. diye boynuma sarıldı.. Bizi günlerce evinden bırakmadı…

Beni izleyin, gazeteleriniz tiraj rekoru kırsın!

Bir konyak daha vereyim mi?
– Teşekkür ederim..
– Mesele, muvaffakiyetin en büyük sırrı halkın istediğini kavrayabilmektir. Ben bunu yaptığıma kailim. Bir bahçede, bir müzikholde şarkı söylerken dikkat ederim, ayni şarkıyı kendim söylerken halka da söyletebilirsem -ama hep bir ağızdan- muvaffak olduğumu anlarım, gazetecilere tavsiye ederim. Eğer bu usulle, halkın istediklerini anlayabilirse 100 binlerce nüsha gazete satılır. Güzel bir şarkı dinlemek için mademki epeyce para veriyorlar. Her halde güzel bir şey de okumak isterler…
Kalkmak zamanı geldi:
— Bekleriz… Yalnız gazeteye yazmak için değil. Her zaman bekleriz…
(Hikmet Feridun Es / 5 Nisan 1933 / Yedigün dergisi / Arşiv çalışması: Zeynep Erdoğan)

Linkler

Denizkızı Eftalya / Kıbrıs’ta beni gerçek denizkızı sanıyorlarmış, sahnede protesto ettiler

Share.

Leave A Reply

2 × four =

error: Content is protected !!