1980’lerin sonunda Avrupa’dan caz gündemine giren en önemli saksofonculardan biri Andy Sheppard. Cesur, araştırmacı, yaratıcı. Carla Bley ve Steve Swallow’la yaptığı çalışmalarla yıldızı parladı. Blue Note ve Verve gibi büyük firmalardan yayımlanan albümleri eleştirmenlerden övgü aldı. 1990’ların sonunda büyük plak firmalarına posta koyup, Provokatör Plak adlı bağımsız bir firmayla anlaştı. Artık albümleri bu firma tarafından yayımlanıyor. “Bazen insanları kışkırtmak iyidir” diyen müzikçiyi, 2000 Nisanı’nda İstanbul’da vereceği konserden önce evinden aramış, yeni uzmanlık alanı provokasyon üzerine konuşmuştuk.
İstanbul’a daha önce iki kez geldiniz. Üstelik Anadolu Yakası’nda konser veren ender cazcılardan biri oldunuz. Gözlemlerinizi merak ediyorum?
– İstanbul’da konser vermek gerçekten çok hoşuma gitmişti. Yine geleceğim için çok sevinçliyim. Mısır Çarşısı, baharatçılar büyüleyiciydi. Farklı ve her köşesinde keşfedilecek birşeyler olan bir şehir. Hiç unutmuyorum, bir gün Ortaköy Meydanı’nda oturdum. Boğaziçi’ni, çevredeki insanları gözlemledim. Asya’ya karşıdan bakmak çok etkileyiciydi. Konserler için Avusturalya’dan, Afrika’ya, İskandinavya’dan Amerika’ya birçok ülke, şehir dolaştım. İstanbul gerçekten etkileyici bir kent. Yiyecekler de çok leziz…
Türklerle çalmak istiyor
Sokaklarda dolaşırken müzik açısından ilginç bir keşfiniz oldu mu?
– Ne yazık ki Türk Müziği’ni, Türk müzikçileri tanıyacak kadar zamanım olmadı. Umarım bu sefer tanıma, hatta müzikçilerle birlikte çalma imkanı bulurum. Ya da birileri dinlemem için ilginç CD’ler tavsiye eder.
Blue Note ve Verve’den ayrılıp Provokatör Plak’a geçtiniz. Dinleyicileri neden “kışkırtmak” istiyorsunuz, ayaklanma mı örgütleyeceksiniz?
– (Gülüyor) Büyük şirketler olaya matematiksel bakıyor. Moda akımlar yaratmaya, müzikçileri şekillendirmeye çalışıyorlar. Küçük bağımsız şirketlerse aile gibi. Bu ortamda sanatçı daha yaratıcı olabiliyor. Provokatör şirketin sadece ismi. Müzisyenleri teşvik eden, farklı şeyler yapmaları için cesaret veren bir firma. Egzantrik ve uçuk işler değil yayımladığı. Tutkuyla üretilen, müziğe kendini adamış, kararlı sanatçıların eserlerini yayımlıyor. Firma birkaç çalışmamı ard arda yayımlayacak. New Castle United futbol kulübü için müzik yazdım. Bir başka projeye yeni başlıyoruz, nasıl şekilleneceğini henüz bilmiyorum. Ayrıca DJ’lerle bir çalışma yapıyorum.
Eleştirmenler C. Pine, T. Smith S.Williamson’la karşılaştırıp sizin daha akustik ve derin bir müzik yaptığınızı söylüyor. DJ’lerden bahsettiğinize göre rotanız değişti…
– Müziğim biraz da rastlantılarla şekilleniyor. Müzisyen dostlarım gelip, şöyle bir şey yapalım, diyorlar. Kabul ediyorum, deniyoruz. Mesela Türk müzikçiler gelse, birlikte şu projeyi yapalım, deseler hemen kabul ederim. Plan, program yerine insani ilişkilerle müziğim gelişiyor, biçimleniyor. Benim için, klasik ritim eşliğinde, tabla eşliğinde ya da DJ ve drum’n bass eşliğinde çalmak birbirinden farklı değil. Bazen insanları kışkırtmak gerekiyor, DJ’lerle bunu yapmak mümkün… Önemli olan, müzikal açıdan hep bir adım ilerde olabilmek.
Konçerto yazdı
İki yıl önce saksofon konçertonuzu seslendirmiştiniz. Klasik çalışmalar sürüyor mu?
– İlk bestemdi. Orkestra için yazmak çok farklı bir iş. Öncelikle öğrenecek çok şey vardı. Sonuçta cesur bir çalışma çıktı ortaya. Emprovize çalınacak bölümleri olan, senfonik şiir gibi bir eser oldu. Devam edeceğim.
İstanbul’a son CD’nize adını veren “Dancing Man and Woman” grubuyla geliyorsunuz. Bu bir tür etno caz galiba…
– Epey renkli, etnik temaları (worldmusic) da içeren, rahat dinlenen bir müzik. Çok yetenekli genç isimler var grupta.
Bir önceki albümünüz “Learning to Wave” için çıktığınız Avrupa turnesinde, sololarınızla dinleyicileri ağlattığınızı okuduk gazetelerde. Bu sefer neşelendirip, dans ettireceksiniz…
– Bir parça duygusal açıdan çok yoğun, diğeri coşku dolu olabilir. Sanırım müzikte tüm duygulara özen gösterilmeli. “Learning to Wave” bu proje için bir araya gelmiş özel bir gruptu.
(Serhan Yedig / 11 Nisan 2000 / Hürriyet)