Wynton Marsalis / Ben Ornette Coleman’ı hep severdim

0

Cazın 9 Grammy ödüllü yıldızı, özgür doğaçlamayı savunan cazcıların boy hedefi, trompetçi Wynton Marsalis, 2007 ilkbaharında yayımladığı albümü “From the Plantation to the Penitentiary”de ilk kez enstrümanını bir kenara bırakıp rap türü şarkı söyledi. Rap ve hip hop’çıları pusulayı şaşırmakla, gençleri caniliğe teşvikle suçladı. Aynı günlerde, Lincoln Center Caz Orkestrası’yla çıktığı turnenin repertuvarına Ornette Coleman’ın da eserlerini ekleyip caz dünyasını hayrete düşürdü. Turnedeki Marsalis’in İstanbul Caz Festivali’ne geleceğini öğrenince, Denver – Montreal karayolunda, cep telefonundan yakaladık. Dudağına dokuz dikiş atılmasına neden olan sürpriz ameliyattan, rap düşmanlığına, aldığı ölüm tehditlerinden, free jazz konusundaki U dönüşüne merak edilenleri sorduk.

 

Fotoğraf: Clay McBride

Yeni albümün son parçasında trompeti bir kenara bırakıp, sözlerinizle rap ve hip-hop’çıları yerden yere vurmuşsunuz. Gençlerin beynine seks ve şiddet pompalamakla suçluyorsunuz. Jeniffer Sanon’un seslendirdiği bir başka şarkınızda, tüketim çılgınlığını eleştirmişsiniz. Bu kadar sert tepki göstermenize neden olan özel bir olay var mı? Üç oğlunuzun ergenlik çağından geçmesinin ya da ders verdiğiniz Lincoln Center’da karşılaştığınız bir olayın etkisi oldu mu?
– Oğullarımın özel bir payı olmadı harekete geçmemde. 16 yaşımdan bu yana, bu konularla ilgileniyorum. Her 10 yılda bir sosyal mesajı ön plana çıkan albümler kaydediyorum. Basında yayımlanan ilk röportajlarımdan bile endişelerimi, eleştirilerimi dile getirmiştim. 1985’teki Black Codes, muhalif bir albümdür. Sadece zenci kültüründeki dejenerasyon değil, kültürün genelindeki değişimi eleştirmiştim. Zamanla inanılması zor boyutlara ulaştı çürüme. Seks, canilik, uyuşturucu gibi öğeler daha fazla satmak için reklamdan müziğe her alanda kullanılmaya başlandı. Genç nesillerin hayatını karartma tehlikesi hiç umurlarında değil. Dostlarım uzun zamandır zencilerin neden bir araya gelip etkili bir toplumsal hareket oluşturamadığını, neden hep suçla özdeşleştiklerini, hapishaneden kurtulamadıklarını soruyor bana. From the Plantation to the Penitentiary (Tarladan Hapishaneye) albümü bu soruların sonucunda ortaya çıktı. Geçmişteki köleleştirmeyle bugün arasında benzerlikler görüyorum. Sonuçta büyük paralar kazanılıyor, kişilikler yok ediliyor. Zencilerin, gençleri yanlış yönlendiren rapçilerin artık kendine gelmesi, yaptıkları işin sonuçlarını görmesi gerek. Geçmişte bu konulardaki eleştirilerim çok daha sertti. Şimdi biraz daha yumuşattım. Zamanla daha politik davranmayı öğreniyorsunuz. Sözlerinizi seçiyorsunuz. Son albümdeki şarkılar aslında bu açıdan kibarca anlatıyor sorunu.
Söz oğullarınızdan açılmışken, sizde müzik aile geleneği… Babanız Ellis, kardeşleriniz Branford , Delfayo, Jason… Buna karşın oğullarınızdan hiçbiri müzikle ilgilenmiyor. Müziği seçmelerini istemiyor musunuz?
– İlgi alanları benimkinden farklı. Zorlamak istemiyorum. Müziği kendileri keşfetsin. Hayatı tüm boyutlarıyla gösteriyorum, deneyerek, yanılarak gerçekleri görmelerini sağlıyorum. İstedikten sonra hiçbir şeye erişmenin imkansız olmadığını görüyorlar. Örneğin, yıllar önce odalarının tavanına fosforlu yıldızlar çizmek konusunda iddiaya girmiştik. Yüzlerce yıldızı sabırla çizmenin mümkün olmadığını söylemişlerdi. “Bana bırakın” dedim. Zamanla çizdiğim yıldızların sayısı 700’ü, 1500’ü ve nihayet 2000’i buldu. Hiçbir şeyin bir anda yapılamayacağını, çalışmak gerektiğini gördüler.
Albümdeki rap tarzı parçada, sesinizde müthiş bir öfke var. Rap duygusunu yansıtmak için mi bu tonda konuştunuz yoksa gerçekten bu kadar öfkeli misiniz?
– 1985’te rap ortaya çıktığında da bu müziğe karşıydım. Şimdi de. Sesimdeki öfke gerçek. Kimseyi taklit etmiyorum.

Rapçilerin tehdit etmesi umurumda değil

Ne kadar zamanınızı aldı bu şarkıyı yazmak?
– Üç saatimi. Konuşmak en kolay iş çünkü. Albümdeki diğer parçalar için çok çalışmam gerekti.
Incarnete’dan başka rap ve hip hop cephesinden size cevap veren oldu mu?
– Hiç umurumda değil ne söyledikleri, ne cevap verdikleri.
Deşarj olmak için mi söylediniz bu şarkıyı, yoksa rap ve hip hop dünyasındaki zencilerin şapkalarını önlerine koyup düşünmelerini sağlamak için mi? Olumlu cevap, destek gelmesi güzel olmaz mıydı?
– Size onların hayata bakışını, yaptıklarını anlatmam mümkün değil. Tek amaçları para kazanmak. Her kavramı sonuna kadar sömürüyorlar. Uzaktan anlamanız mümkün değil. Benim fikrimi neden desteklesinler ki? Hiçbir insani konu, ideoloji umurlarında değil.
Incarnate, şarkısında “Hip hop’a ateş açıyorsun / Hip hop benim ailem / Senin de ailen var biliyorsun / Benim aileme laf atan ayakları üstünde kalamaz” diyor. Açıkça tehdit ediyor sizi. Herhangi bir yasal girişimde bulunacak mısınız?
– Bu şarkıyı ilk kez sizden duydum. Incarnete’ı tanımıyorum. Zaten bu adı alan kişiyi ciddiye almam.
Dünya basınında albümünüzle ilgili birçok eleştirel yorum çıktı. Guardian, tüketim toplumunu eleştirmenizi samimi bulmadı, geçmişte reklamlarda rol aldığınızı hatırlattı, vakıf niteliğindeki Lincoln Center’dan yılda 830 bin dolar maaş aldığınızı hatırlattı. Fakat hiçbiri South China Post’taki kadar sert değildi. “Çenesi düşük: Çeneni kapa, trompetini çal Wynton” başlığını taşıyor bu yorum. Çabalarınızın yanlış anlaşılması umudunuzu kırıyor mu?
– Herkesin görünüşlerini açıklama hakkı var. İstediklerini düşünsünler, yazsınlar. Bence hiç sakıncası yok. Ne sevinirim ne de üzülürüm.
Söz ağırlıklı, sert ve eleştirel eserler yazmayı, söylemeyi sürdürecek misiniz?
– Tek alana takılıp kalmayı sevmem, farklı alanlarda çalışmayı sürdüreceğim.

En önemli uluslararası sorun iletişimsizlik

Fotoğraf: Frank Steward

Dünyadaki gelişmeler sizi Amerika’dakiler kadar ilgilendiriyor mu; mesela şu anda en önemsediğiniz uluslararası sorun nedir?
– Bence en önemli sorun kültürler arası iletişimin çok zayıf olması. Birbirimizle kültürlerarası diyalog kurmamızı sağlayacak araçlar yok. Diğerlerini anlamanın yollarını bulmamız gerekiyor. Özellikle kültürlü kişilerin harekete geçmesi gerekiyor. Bu sorunu dert edinip, diğer kültürlerden kişilerle bağlantı kurmaları lazım. Onları dinlemeleri lazım. Her fırsattı bu sorunu vurguluyorum. Bu sayede diplomatik ilişkiler de kurulabilir.
Lincoln Caz Merkezi’nin sponsorlarından Ahmet Ertegün’ün vefatı çalışmalarınızı etkiledi mi?
– Kaybı bizi ciddi şekilde etkiledi. Çünkü çok severdik, çok iyi bir ilişkimiz vardı. Müziği iyi bilirdi, cazı çok severdi. Merkezimizde onun önerisiyle birçok eğitim programı geliştirdik. Kardeşi Nasuhi ile birlikte Cazın Şöhretler Galerisi’ni kurmuştu merkezimizde. Vefatının ardından anısına çok güzel bir konser düzenledik. Ardından Şöhretler Galerisi Konser Dizisi’ni başlattık. Caz tutkusu bize ışık tutmaya devam ediyor. Anısını yaşatıyoruz.
Ertegün anısına bir albüm yayımlamayı düşünüyor mu Lincoln Center?
– Konserleri kaydettik. Bunların gelecekte yayımlanması sözkonusu olabilir.

Kim demiş fikrimi değiştirdiğimi?

Doktorların yanlış teşhisi nedeniyle, ters dönen bir sakal yüzünden kış aylarında dudağınızdan ameliyat olmuştunuz, altı dikiş atılmıştı. Dudağınız nasıl oldu, iyileştiniz mi?
– Yavaş yavaş iyiye gidiyor. Dudağımın biçiminde biraz değişiklik oldu. Bu nedenle uğraştırdı.
Bir röportajda, üç ay trompet çalamadığınızı, daha sonra her şeye yeniden başlamak zorunda kaldığınızı anlatmışsınız. Hatta “trompete ilk başladığım 14-15 yaşlarına döndüm, dudak teknikleri çalıştım” demişsiniz. Yaşadığınız sadece ıstırap verici bir süreç miydi; alternatif teknikler denerken yeni renkler, anlatım biçimleri keşfettiniz mi?
– Bu zorlu süreç enstrümanımı daha derinden kavramamı sağladı. Düşünsel anlamda geliştirdi beni. Teknik sorunlar zaten çok geride kalmıştı.
Son iki yılın elektronik arşivlerini tararken çok şaşırtıcı üç bilgiye rastladım: Ornette Coleman iki ay önce Pulitzer Ödülü almış. Duke Ellington’a bile verilmeyen bu ödüle, 10 yıl önce layık bulunan ilk cazcı sizdiniz. Blood on the Fields, her notası önceden yazılmış bir eserdi, bu nedenle emprovizasyonun mezarcıbaşı ilan edildiniz caz çevrelerinde. Oysa Coleman, özgür doğaçlama yaklaşımıyla kaydettiği “Sound Grammar”la ödül aldı. Bu kez tutucu eleştirmenler öfke saçıyor. Daha da şaşırtıcı olan, sizin Lincoln Center Orkestrası’yla çıktığınız konserde Coleman müziğini seslendirmeniz. Gazeteleri okurken, dünyanın sonu geldi herhalde, diye düşündüm. Lincoln Center’a modern cazı sokmadığınız için yıllardır eleştirilirken, neden birden bire fikir değiştirdiniz. Bu arada Coleman’ın ödül kazanmasını nasıl karşılıyorsunuz?
– Coleman müziğine bakışım değişmedi. Babamım yakın arkadaşıdır Ornette. Aynı şehirde yaşadık. Davulcumuz Erlin Wailey’in amcasıdır. Coleman’ın müziği, özgür emprovizasyon eksenli free jazz yaklaşımı, Avrupa müziğine yakındır. Daha çok sanat müziğidir. Caz değildir. Caz demek swing ve blues demektir. Coleman’ın müziğinin kökleri blues ve swing’e uzanır. Lise yıllarından bu yana Coleman’ın müziğini dinlerim. 19 yaşımda kaydettiğim ilk albümde, kardeşim ve Don Chery ile birlikte Ornette’in “Hesitation” adlı parçasını kaydetmiştim. Müzikal yaklaşımından, yaratıcılığından çok etkilendim.
Fakat eserleri Lincoln Caz Orkestrası’nın repertuvarına giremiyordu, diğer birçok çağdaş cazcının eseri gibi… Bu nedenle çok sert şekilde eleştiriliyorsunuz caz dünyasında.
– Bu doğru değil. Çünkü yedi yıl önce merkezimizde verilen bir konserde Coleman’ın eseri seslendirildi. Biz büyük orkestra için yazılan eserleri seslendiriyoruz, Coleman’ın bu türde bir eseri olmadığı için grup repertuvarına girmiyor.

Klasik müzik defterini kapadım

Lincoln Center Orkestrası’yla çıktığınız, İstanbul’a uğrayacağınız turnenin repertuvarını nasıl hazırladınız?
– Caz tarihinden geniş bir seçki hazırladık. Coltrane, Ted Nash, Mingus, Mulligan, Ellington bes

Marsalis, İstanbul’daki konserinden sonra Galata’daki Nardis caz kulübünü ziyaret etti. Hayranlarıyla sohbet etti.

telerinin yanında kendi bestelerimizi de seslendireceğiz.
İlk kez İstanbul’da iki günlük bir atölye çalışması yapacaksınız. Nedir işleyeceğiniz konular?
– Cazın anlamı, swing duygusu, ifade biçimleri…

Türk cazcılarla hiç yolunuz kesişti mi?
– 10 yıl önce İstanbul’a geldiğimde, konserden sonra bir kulüpte birçok müzikçiyle jamsession yapmıştık. Bundan sonra Türk müzikçilerle karşılaşmadım. Bu kez umarım yeni müzikçilerle tanışırım. İstanbul’u ve Türk kahvesini gerçekten özledim…
Geçenlerde okuduğum bir röportajda yayımlanmayı bekleyen, hazır 11 projenizin bulunduğunu söylüyorsunuz. Neler var sırada?
– Country müziği yapan Willie Nelson’la bir albüm kaydettik. İspanya’da bir kulüpte “Victoria Sweet”ı kaydettik. “Music Deep in My Soul” adlı albümü çok severek kaydettim. “Let’s Freedom Swing” albümünde Elenor Rosevelt, Martin Luter King, Vaslav Havel, Nelson Mandela’nın ünlü nutukları üzerine cazcıların yaptığı besteleri seslendiriyoruz.
Bu albümler için beste siparişi veriyor musunuz genç bestecilere?
– Lincoln Center kanalıyla birçok besteciye eser siparişi veriyoruz. Geri Allen’dan, Joe Lovano’ya kadar birçok tanınmış isim var aralarında.

Yeni albümlerin arasında klasik müzik var mı?
– Bundan sonra klasik müzik yok. Sadece caz çalacağım artık.
(Serhan Yedig / 9 Temmuz 2007 / Hürriyet) Ana fotoğraf: Frank Steward

MARSALİS RAP USULÜ ŞARKISINDA SORUYOR
Nereye ey ahali?

Halkın dilinden konuşun / Özellikle bazı alışkanlıklar hızla artıyorsa / Her ne kadar rap denen oyun hoş bir şekilde başladıysa da / Bol miktarda cinayet, çılgınlık… / Ey siz 1960’ların tüm radikalleri, tüm dünya hipileri / Doğrucu devrimciler ve Camus okurları / Liberal öğrenciler ve insan hakları eylemcileri / Şimdi lider oldunuz da n’oldu / Ey, siz tüm vatanseverler, vatandaşlar, hakiki demokratlar / Parlak düşünürler, çok başarılı olanlar / Sizler, hepiniz / Gençliğimde bizler çok naivdik / Hepiniz işe Eldridge* gibi başladınız, Beaver’a** dönüştünüz (KORO: Nereye ey ahali, nereye ey ahali)/ Burnunu kapama / Kokan biziz / Partideki çürümüşlüğü bahane etme / Sol ve sağ birlikte batırdı memleketi / Sadece adalet açısından da değil… / Özgürlüğün ve gururun simgesiydik / Kennedy ve King öldükten sonra korktuk / Geldiğimiz yer yolsuzlukta birlik / Baykuş gibi oturup, kim yalan söyledi, diyoruz şaşkınlıkla (…)

* Eldrige Cleaver, Kara Panter üyesiydi, daha sonra Cumhuriyetçi partiye katıldı.

** 1950’lerde ideal Amerikan ailesini yansıtan TV dizisinin hayali karakteri
(Şarkıyı National Public Radio‘daki Wynton Marsalis röportajı sayfalarında dinleyebilirsiniz)

Linkler

Kişisel web sayfası
Biyografi

Share.

Leave A Reply

19 + 4 =

error: Content is protected !!