Saksofoncu Tamer Temel, üçüncü albümünde siyasi karabasan sürecinden yola çıkıp lirik, zengin, dramatik yapısı güçlü, ağırlıklı olarak akustik bir müzikle dinleyicisini hayal dünyasının derinlerine davet ediyor. Serbest Düşüş’te bestelerini caz beşlisiyle seslendirmiş. Temel “Alacakaranlık günleri yaşıyoruz. Ve gittikçe koyulaşıyor. Serbest Düşüş bu sürecin yansıması” diyor.
Tamer Temel (42), kendini yetiştiren alaylı cazcılardan. Lise yıllarından itibaren sırasıyla bağlama, gitar, solfej, flüt, tenor ve soprano saksofonu okuyup dinleyip deneyerek öğrendi.
Caz virüsü İzmir’de, 9 Eylül Üniversitesi İktisat Fakültesi’ne başladığı yıl kanına girdi.
“Grubumla rock çalıyor, çalıştığımız prova stüdyosuna gelen diğer toplulukları da merakla izliyordum. Amatör bir caz grubu beni çok etkiledi. Özellikle de tenor saksofoncuları. O günlerde John Coltrane’in My Favorite Things albümünü dinleyip tenor çalmaya karar verince, stüdyoda tanıştığım o saksofoncudan enstrümanını satın alıp çalışmaya başladım.”
Hocaları plaklarda dinlediği, analiz ettiği efsanevi virtüözlerdi: Wayne Shorter, John Coltrane, Joe Henderson, Sonny Rollins, Joe Lovano, Warne Marsh, Lester Young, Lee Konitz… Sadece saksofoncular da değil davulcular, piyanistler: Bill Evans, Elvin Jones, Paul Motian, Brian Blade…
Tanışma, yüz yüze çalışma imkanı bulduğu iki isimden bahsediyor: Armoni dersleri aldığı İzmirli kontrbasçı, piyanist Haldun Özşakar ve Ohio’lu tenor saksofoncu Mark Turner. İstanbul’a konsere geldiğinde sadece birkaç gün birlikte geçirmesine karşın, enstrümanında kendi sesini oluşturmasında Turner’ın katkısı büyük.
İktisat diplomasını çekmecede saklamayı tercih eden Temel, 24 yaşından bu yana profesyonel müzikçi. İzmir’in kafelerinde, barlarında başlayan serüveni sekiz yıldır evlenip yerleştiği İstanbul’un önde gelen caz mekanlarında devam ediyor. Mitanni, Nardis, Samm’s, 60m2’de kendi ya da arkadaşlarının grupları ve caz şarkıcısı eşi Çağıl Kaya ile sık sık sahneye çıkıyor. Caz festivallerinde konser veriyor.
Konserde pişiriyor
Eğitimli kulaklara hitap etmesine karşın Fareli Köyün Kavalcısı gibi dinleyicisini peşine takan, anlattığı öykülerle farklı dünyalara sürükleyen, akıcı, kıvrak, ton açısından zengin, kendinden emin, üstadları çağrıştıracak kadar olgun bir üslubu var Tamer Temel’in. Çağdaş akustik cazın evrensel diliyle konuşup, folklordan ve elektronik süslemelerden uzak duruyor.
Bestelerini önce arkadaşlarıyla konserlerde çalıyor, olgunlaştırıyor. Bir yılı bulan pişirme işleminden sonra kayda giriyor. Masraflarını cebinden karşıladığı, neredeyse hiç gelir elde edemediği, kalitesine karşın kaotik bir ülkenin gündeminde çok az kişinin fark ettiği albümler kaydediyor şevkle.
“Beste yapmasam, sadece saksofon çalsaydım albüm kaydetme ihtiyacı hissetmeyebilirdim” diyor bu konudaki çabası sorgulandığında. “Defalarca icra ettiğim, belirli bir olgunluğa ulaşan bestelerin fotoğrafını çekip belgeleme, bunlara uzaktan bakıp değerlendirme imkanı veriyor CD’ler. Müzikte bir dönemi kapatıp diğerine geçişimi simgeliyor. Konserlerde ulaşamadığımız müzikseverlere taşıyor sesimizi. Neyse ki caz çevresindeki dayanışma sayesinde hâlâ küçük bütçelerle albüm kaydetme fırsatına sahibim.”
Albümlerini, konser kayıtlarını You Tube’den paylaşıma açıyor. Korsanlar albümü internete yayınca kızmıyor, kırılmıyor. “Zaten CD’den kazanç beklemiyorum. Müziğimin aranması, dinlenmesi beni sevindirir” diyor.
2010’da yayımlanan ilk albümü “Barcelona”yı New York’ta kaydetmeyi planlayıp vize alamayınca gitarcı Dave Allen, kontrbasçı Masa Kamaguchi, davulcu Marc Miralta ile İspanya’da stüdyoya girmişti. Dokuz bestesini seslendirirken, op. 44 keman konçertosunun adagio bölümü üzerine çeşitlemelerle Adnan Saygun’a saygılarını sunmuştu.
Üç yıl sonra yayımlanan “Bir Kedi Kara”da ekip genişledi. İsmiyle şair Ece Ayhan’a göz kırpan, onun anısına ithaf edilen CD’de John Zorn, Norah Jones, Bill Frisell gibi şöhretlerin albümlerindeki davulculuğuyla tanıdığımız Kenny Wollesen vibrafon, Volkan Topakoğlu kontrbas, Serkan Özyılmaz piyano, Cem Aksel davul, Eylül Biçer gitar çalıyordu.
Karanlığa rağmen
Müzik, edebiyat ve eşinin sevgisi… Tamer Temel’i besleyen başlıca kaynaklar bunlar.
Türküler ilk gözağrısı. Hâlâ evinde zaman zaman bağlama çalıyor. Müziğine etnik unsurları karıştırmasa da Anadolu’nun çağdaş ozanlarını, örneğin Aşık Mahzuni’yi severek dinliyor. Çok bunaldığında Neşet Ertaş’ın bozlaklarıyla ruhunu iyileştiriyor.
Cazdaki yeni gelişmeler, isimler ve albümleri internetten anında takip etmekle birlikte çağdaş müzik başlıca ilgi alanlarından. Debussy, Stravinski, Schoenberg, Webern’le başlayan keşif yolculuğu son dönemde Ligeti’ye ulaşmış.
Plastik sanatlarla ilgisi sınırlı olsa da edebiyat, özellikle romanı rehber kabul ediyor: “Romancıların geniş, çok detaylı bir konuyu anlatma yöntemi bana ışık tutuyor. Bu nedenle iyi bir okurum. Şiir, öykü, deneme de ilgimi çeker.”
Sanat dışında da pencereleri dünyaya açık. Yaşadığı çağın, toplumun tanığı olduğunu söylüyor. Gözlemlerini vicdan süzgecinden geçirip izlenimlerini Facebook sayfalarında aktarıyor. Müziğine doğrudan yansıtmak yerine metaforları tercih ediyor.
Geçen sonbaharda, yeni albüm için İTÜ MİAM Stüdyosu’nda kayda girdiğinde Türkiye zorlu günlerden geçiyordu. Milletvekili dokunulmazlıkları kaldırılmış, yazarlar tutuklanmış, haber bültenleri çatışma ve ölüm haberleriyle dolmuştu. 7 Kasım’da Facebook sayfasına şu notu düşmüş Tamer Temel:
“Karanlıkta baş aşağıya yuvarlandığımız günlerden geçiyoruz yine. Son yılların en umutsuz günleri. Yaşadıklarımız gibi albüm ismi de bu oldu…”
Kapak fotoğrafında arkadaşının 2 yaşındaki oğlu Tibet’in baş aşağıya durup uzaklara baktığı “Serbest Düşüş” piyasaya çıktıktan sonra Jazz Dergisi’nden Eray Aytimur’a seçtiği ismi açıklamış:
“Finans krizine değil ama toplumsal çöküşümüze bir gönderme. Karanlığın ardı arkası kesilmezken bir de biz birbirimizin derdine o kadar ilgisiziz ki, hem etik hem estetik açıdan serbest düşüşteyiz, yere vardığımızda kendimize gelir miyiz, yoksa artık bizden eser kalır mı bilemiyorum.”
Öyküyü siz yazın
Albümdeki müzik ise memleketteki gidişatın aksine yükselişi işaret ediyor. Barcelona ve Bir Kedi Kara’dan daha ileride, daha zengin. Dramatik yapısı güçlü, etkileyici atmosferiyle dinleyicisini kuşatan, ses dokusu iyi işlenmiş, saniyesi boşa harcanmamış yedi bestenin tümü Temel’in. İlk iki CD’nin aksine “Serbest Düşüş”te yazılı müziğe ağırlık verdiğini, doğaçlama alanını sınırlandırdığını söylüyor.
Yine de beş virtüöze maharetlerini gösterme fırsatı sunan, yoğun paslaşmalarla ilerleyen, örtüşen seslerle derinlik ve ton zenginliği kazanan gerçek bir takım müziği çıkmış ortaya. Saksofon soloları bile grubun ortak ses düzeyinin üstüne çıkmıyor.
Albüm kapağını bir kenara bırakıp, isimlerle koşullanmadan dinlediğinizde ilk parçadan itibaren zihni kuşatan, New York’taki bir caz kulübünün sahnesine ışınlayan, adım adım gelişip kimi zaman aniden yön değiştirdiği için merak ve heyecanı diri tutan bir müzikle karşılaşıyorsunuz.
Beni en etkileyen parçalar açılıştaki “Panoptikon”, ortadaki “Dram”, kapanıştaki “Salgado’nun Gördüğü.” İç bölümleme, dramatik kurgu, diğerlerinden farklı atmosferleriyle film ya da uzun öyküyü çağrıştırıyorlar. Fakat hiçbiri günlük hayata dair açık “mesaj” vermiyor. İlkinde Serkan Özyılmaz’ın piyanosu, ikincisinde Eylül Biçer’in gitarı, sonuncusunda Matt Hall’un kontrbası ve Tamer Temel’in soprano saksofonu, tüm albümde Volkan Öktem’in davulda ton zenginliği yaratma becerisi göz kamaştırıyor.
CD kapağından isimleri takip ederek dinlediğinizde yepyeni bir anlam katmanı açılıyor önünüzde. Ansiklopedide “Panoptikon”un anlamını araştırdığınızda, düşünür Jeremy Bentham’ın 1785’te tasarladığı ideal gözetim imkanı sunan hapishane modeli olduğunu, kavramın zamanla “gözün iktidarı” anlamına dönüştüğünü, yüksek savaş ve iletişim teknolojileri kullanan global güçlerin dünyayı açık hapisaneye, toplumları mahkuma dönüştürme çabasını simgelediğini kavradığınızda Temel’in bestesini farklı bir kulakla dinliyorsunuz. “Panoptikon”un açılışındaki piyanonun yalnızlığı, düş gücünüzün de yardımıyla yeni bir anlam kazanıyor. Bas ve davulun pes tonlarıyla piyanoyu kuşatılıp köşeye sıkıştırılmasını, sözü devralmak isteyen gitarın aynı kaderi paylaşmasını yeniden değerlendiriyorsunuz. Latin dansı gibi başlayan “Serbest Düşüş”ün piyanonun solosuyla kaotik yapıya bürünmesini, tenor saksofonun kontrbasın çizdiği tel örgünün ardından korku, endişe, hüzün dolu tonda fakat susmaksızın, ısrarla konuşmasını, nihayetinde 11’inci dakikada dans ritminin, huzurun dönüşünü, saksofonun ulaştığı sükuneti rahatça öykülendirebiliyorsunuz.
Buna karşın Temel, programlı müzik yaklaşımına uzak durduğunu söylüyor. Ne de olsa caza özgün karakterini kazandıran özgürlük ruhu… Enstrümanlara rol biçmek, öyküler kurgulamak bu açıdan riskli:
“Müziğimle açık mesaj vermek istemiyorum. Zaten sanatta metafor bunun için var. Programlı müzikler yazmak yerine yarattığım atmosferle sözümü söyleyebilecek ustalığa ulaşmayı hayal ediyorum.”
Yeni limanlara
Biz “Serbest Düşüş”ü dinleye duralım Tamer Temel çoktan yeni limanlara yelken açmış. Bir yandan klarnet üflemeyi öğrenip Sidney Bechet’nin, Şükrü Tunar’ın dünyasının kapılarını aralıyor. Diğer yandan bestelerini yaptığı piyanosunun başında 20. yy’da klasik Batı müziğini yönlendiren eserleri inceliyor. İTÜ MİAM Stüdyoları’nda kaydını tamamlamak üzere olduğu yeni albümde de bu etkiler öne çıkacak.
“Davul, saksofon, piyano üçlüsü için yazdığım besteler doku itibarıyla çağdaş müziğe daha yakın. Hatta yer yer 12 ton etkisi öne çıkıyor. İlk dört albümden farklı bir yapısı olacak…”
(Serhan Yedig / 3 Mart 2016 / Hürriyet)
Linkler
Kişisel web sayfası