Rubalcaba, 10 yıldır caz dünyasında en çok konuşulan birkaç genç piyanistten biri. Büyük ustalar, mesela Charlie Haden, Chick Corea, Wayne Shorter ondan caz ve latin müziğine yön verecek genç dahi olarak bahsediyor. Klasik Batı Müziği eğitimi alan Rubalcaba, Havana’da babasının yerel müzik topluluğuyla çalarken önce Dizzy Gillespie ardından Charlie Haden tarafından keşfedildi. Onu evlat gibi seven Haden’ın desteğiyle Amerika’ya yerleşti. 2002’de Grammy aldı. Ödülden bir yıl önce, İstanbul’a geleceğini öğrenmiş ve turnedeki Rubalcaba’nın Japonya’da peşine düşmüştük. Almanya’da yakaladık. “Şimdi gerçek Küba müziğini dünyaya yaymanın tam zamanı, bu benim görevim” diyen piyanistle müzikteki mucizevi yükselişini ve Haden’la dostluğunu konuşmuştuk.
Bir röportajda baştan beri popüler müzik alanında kalmayı, kendi müziğinizi yapmayı düşündüğünüzü söylüyorsunuz. Konservatuvardaki 12 yıllık piyano eğitimi sırasında, klasiği seçmek bir an dahi aklınızdan geçmedi mi gerçekten?
– Küba’da konservatuvarda klasik eğitim gördüm. Ülkem aynı zamanda çok güçlü bir popüler müzik geleneğine sahip. Öğrenimim sırasında 19. yy’da bir grup Kübalı bestecinin klasik formda çok güzel eserler yazdığını farkettim. Amadeo Roden, Aleksandro Caturlan, L. Cervantes piyano, yaylılar, perkusyon için güzel besteler yapmış. Ulusal kimliklerini bulmak için çok uğraşmışlar. Popüler müziği çok üst estetik formlarda işleyip konser müziği haline getirmişler. Ben de aynı yoldan yürüyorum. Müziğin sadece dans, eğlence anlamına gelmediğini, aynı zamanda düşündürücü olduğunu göstermeye çalışıyorum. Amacım popüler müzikte yüksek yaratıcı düzey yakalamak. Bu günlerde solo piyano için yazılan klasik eserlerden oluşan bir albüm kaydetmeyi düşünüyorum. 19. yy sonu ve 20.yy’ın ilk yarısında yaşayan Kübalı bestecilerin eserlerini seslendireceğim. Şimdi bu müziği yaymak için en ideal zaman. Ayrıca bir görev. Sadece Kübalılar, Meksikalılar, Parisliler değil tüm dünya müzikseverleri yararına olacak yapılan iş. Bu proje benim açımdan çok riskli. Çünkü bugün dünya sadece Avrupalı bestecileri ve onların eserlerini tanıyor. Diğer kıtaların, ülkelerin klasik müzik geleneğini bilmiyor. Brezilya, Arjantin, Küba, Meksika’yı mesela… Küba klasik müziğini kaydettiğimde dinleyicilere yepyeni bir materyal sunacağım. İçinde Kuzey Amerika, Avrupa ve daha birçok etkileşim olan, aynı zamanda son derece özgün çalışmalar bunlar. Özetlersek popüler müzik ile klasik müziği birlikte çalmak gerçekten büyük avantaj benim için.
Kültürümüze sahip çıkmayı babam öğretti
Tüm dünyada Küba ve müzik denince akla salsa, dans geliyor. Siz konserlere derin, karmaşık ve çok zengin bir müzikle çıkınca dinleyicileriniz şok geçirmiyor mu; önyargı duvarını aşıp zirveye ulaşmayı nasıl başardınız?
– Söylediğiniz doğru, insanlar Küba’yı dans, eğlenceyle özdeşleştiriyor. Küba’nın zengin bir kültür dünyası var. Müziğin yanısıra, resim, folklor, dans, tiyatro ve daha birçok sanat ileri düzeyde. Küba müziği değişik alanlarda gelişti. Dans ve folk grupları tüm dünyada Küba müziğini tanıtıyor. Aynı zamanda ciddi bale prodüksiyonları da yapılıyor. Ben müzikte yeni yaklaşımı savunan, geleneksel müzik üretimini değiştirmeyi amaçlayan genç kuşaktan geliyorum. Köklerimiz Küba kültürüne bağlı olmakla birlikte her tür değişik etkileşime açığız. Caz ya da İngilizce… Konservatuvar kaynaklı çok güçlü bir teknikle, bilgi birikimiyle insanların dinleyeceği, aynı zamanda üzerinde düşüneceği, en gelişkin entelektüel yaklaşımla biçimlendirilmiş müzikler üretmeye çalışıyoruz. Dünyanın bir bölümü bu müzikal bakışı algılamaya hala hazır değil. Ama tam 15 yıldır dünyayı dolaşıyorum, bu müziği değişik platformlarda seslendiriyorum. Benim gibi birçok genç aynı şeyi yapıyor. Dans müziği gibi gösterip araya gerçek müziği sıkıştırıyoruz. İyi tepkiler alıyoruz.
Babanız da piyanist; yıllardır popüler müzik çalıyor. Hayatı bu kadar ciddiye almanızı müziğinizde ondan çok uzaklaşmanızı nasıl karşılıyor?
– Babam, öğretmenim olmadı. Ama benim ve iki kardeşim üzerinde çok etkisi var. Kardeşlerimden biri basçı, diğeri piyanist. İkisi de babamın yolunu seçti. Evimizde hep Küba’nın en ünlü müzikçileri buluşur, prova yapar, müzik üzerine konuşur, yeni şeyler geliştirmeye çalışırdı. Kulağıma yerleşenler müzikte temelim oldu, kitaptan değil hayattan öğrendim birçok şeyi. Babam kültürümüze sahip çıkmayı öğretti. Konservatuvara geldikten sonra bir yandan evrensel bilgi birikimini özümsedim, diğer yandan popüler müzik geleneğine bağlı kaldım. Müthiş zenginlikti bu.
Babanız, eğlenmeyi bir yana bırakıp derinlere daldığınızı gördükçe endişeye kapılmadı mı?
– Başlangıçta gerçekten zordu, özellikle onun için. Benim müzikle ilişkim onunkinden çok daha derin oldu. Çok küçük yaşlarda kararımı vermiştim: Gelenekselden gerekenleri seçip özümsemeye, değişik ve özgün bir müzik dili geliştirmeyi kafama koymuştum. Babamın beklentileri farklıydı. Başlangıçta ne yaptığımı pek anlayamadı, doğru yolda olmadığımı düşündü. Bir süre sonra ne kadar ciddi olduğumu anladı. Yaptıklarımı gördü. Bazen çok açık, bazen çok örtülü fakat hep geleneğe, birikimine bağlıydı müziğim. Dilerim şimdi insan olarak, profesyonel müzikçi olarak benimle gurur duyuyordur.
12 yıllık konservatuvar eğitimi ruhunuza mükemmeliyetçiliğin damgasını vurmuş olmalı. Özgünlüğün sizin için başlıca ölçüt olduğunu söylüyorsunuz. Cazın temeli emprovizasyon risklerle dolu bir yolculuk. Soloya girince sıradan, yeterince yaratıcı olamama tehlikesini göğüslemek gerekiyor. Bu açıdan bakıldığında, yazılı müzik-emprovize müzik yol ayrımında, nerede duruyorsunuz?
– Başka bestecilerin eserlerini ya da kendi çalışmalarımı yorumlarken geleneksel anlatım biçimlerini genişletmeye çalışırım. Her sahneye çıkışımda yeni şeyler söyleme yeteneğimi donanır, müzik piyasına ya da genel beğenilere ödün vermeden, sadece yaratıcılığı gözeterek çalmaya çalışırım. Konservatuvardan önce yıllarca popüler müzik çaldım. Emprovizasyonlar içinde gelişti formasyonum. Konservatuvarda da tekniği, teoriyi, estetik değerleri, armoniyi öğrendim. Ama anlık yaratıcılığın ön plana çıktığı müziklerle bağlantımı sürdürdüm.
Eski kayıtlardan nefret ederim
Konserleri kaydedip sonra dinler misiniz; çıtayı istediğiniz kadar yukarıya çekemedinizi gördüğünüzde ne oluyor?
– Konserleri birkaç hafta, ay sonra dinlediğimde duygusu hala içimdedir. Severim, mutlu olurum. Ama aradan bir yıl, hele üç yıl geçince dinlemek işkence gibidir. Nefret ederim, nefret ederim… Hep böyle. Çünkü her gün, küçük adımlarla da olsa kendimi gelişmeye, doğruları yanlışları değerlendirmeye, yeni bir şeyler öğrenmeye çalışırım.
Sizi dünyaya tanıtan kontrbasçı Charlie Haden oldu. Çok iyi dost olduğunuzu biliyorum. Müzisyenliğini bir kenara bırakıp bize sadece insani özelliklerini anlatır mısınız? Sizi şaşırtan, güldüren, kızdıran özelliklerini…
– Dizzy Gillespie adımın ilk kez Amerika’da duyulmasını sağlayan kişi olmuştu. Ama Charlie’yi bana sonuna kadar inanan, müziğime güvenen, yürekten destekleyen ilk ustam kabul ederim. 1986’da Havana’da tanıştık. O günden bu yana hep çok yakın diyalog içinde olduk. Bazen sık, bazen seyrek ama hep diyaloğumuz sürdü. Yüreği çok temiz, çok duyarlı, müthiş bir insan. Çok seviyorum onu. Aynı zamanda çok matrak bir adam. Müthiş bir espri duygusu var. Kocaman çocuk gibi. Her zaman hayatı, yaşadıklarıyla ilgili komik bir hikayesi vardır anlatacak. Hiç beklenmedik işler yapar. Koşullar uygun mu diye bakmadan, etrafı kollamadan içinden geleni pat diye söyler…
Birçok ortak noktanız var: Eski filmlere meraklısınız, sosyal sorumluluk taşıdığınıza inanıyorsunuz… Baba oğul gibisiniz neredeyse…
– Farklı kültürlerden geliyoruz, yaklaşımlarımızda farklar var. Ama Charlie’den öğrendiğim en önemli şey benliğimi müziğe adamak. Modaları, müzik piyasasını bir yana bırakıp kendi sesimi korumak. Dizzy ve Charlie’yle aynı ilkeleri paylaşıyorum. Müzikçinin hayatına anlam kazandırması, herşeye dikkat etmesi gerektiğini düşünüyorum. Egzersizlerini düzgün yapmalı, gıdasına dikkat etmeli, uyuşturucudan uzak durmalı, düşünsel ve fiziksel olarak işinde konsantrasyonunu korumalı. Yaratıcılığın korunması için çok önemli bulduğum aile hayatını önemsemesi gerekiyor. Sakinlik, temizlik, vücut ve beyin için önemli. Duygusal, ruhsal yapısını, disiplini, araştırma isteğini korumalı, bıkıp usanmadan egzersiz yapmalı.
Haden’la yeni albüm hazır
Charlie Haden’la yeni bir ortak projeniz var mı?
– Nocturne adında bir albüm kaydettik. Bu ay Verve’den yayımlanacak. Charlie bu albümün prodüktörlüğünü beraber yapmamızı istedi. Romantik Küba müziği istiyordu. 1950’lerde birçok romantik beste yapıldı. Bunlara “bolero” deniyor. Elime geçenleri banda kaydedip Charlie’ye gönderdim. Dinleyince sevincinden çıldırmış. 12 bolero seçti. Meksikalı bestecilerden ve kendi çalışmalarından iki parça koydu repertuvara. Bir de benim bestemi aldı.
Quartet West’le birlikte mi çalıyorsunuz?
Miami’de yaşayan Uruguaylı kemancı Frederico Bito, davulcu Ignacio Roa’nın yanısıra üçer parçada saksafoncu Joe Lovano ile David Sanchez, bir parçada Pat Metheny çalıyor. (Albüm 2002’da Grammy ödülü aldı)
Son albümünüzün kapağı ilgi çekici. Piyano taburesine oturup sırtınızı dönmüşsünüz, önünüzde piyano yok. İsmi “İçsel Yolculuk.” Bu kapakta dinleyicinize tekniği, şovu bir yana bırakın iç sesimi çalıyorum; kulak verin mi demek istiyorsunuz?
– Düşünceleri açıkça ortaya koyduğunuzda fazlasıyla çıplak oluyor. İnsanları düşündürecek, ipuçları verecek şeyleri tercih ediyorum. Piyanolu CD kapaklarından gerçekten bıktım. İnsanlar bakıyor ve işte bir piyanist, diyorlar. Amacım insanların merakını kamçılamak. CD kitapçığında yazanları okumalarını sağlamak. Müziği dinlerken, yazdıklarımı okumalarını, mesajımı görmelerini istedim. Hepsinden öte caz CD’lerinin kapağında farklılık yaratmaya çalıştım. İşte bu kadar. Sanırım hepimiz farklı iletişim yolları aramak zorundayız.
Amerika’ya yerleşmek ufkunuzu açıp üretkenliğinizi kamçıladı mı?
– Dış dünya müziğini, sanatını, hayatını etkiliyor. Bakışın, yaklaşımın değişiyor. Çünkü farklı bir ruh haline geçiyorsun. Politik, ekonomik, entelektüel açıdan farklılaşıyorsunuz. Yeni şeyler öğrenmek, yeni dünyanın koşullarını amaçların doğrultusunda şekillendirmek zorundasın. Dünyam büyüdükçe Küba müziğiyle ilgili düşlerim de büyüyor. Yerel, ulusal bakışla değil, uluslararası bakışla. Charlie’yle yaptığımız albüm bu açıdan önemli. Küba müziği; fakat çağdaş ve uluslararası yaklaşımla ele alınmış hali. Yeni, taptaze bir bakış. Charlie’nin cesaretini, meydan okuma duygusunu yansıtıyor.
İstanbul konseri öncesi dinleyicinize iletmek istediğiniz bir mesaj var mı, özellikle de sizi ilk kez dinleyeceklere?
– Aslında söyleyeceğim çok basit. İlk kez geleceklere ya da önceden müziğimi bilenlere söyleyeceğim aynı olacak. Müziğimizin içine elimizden geldiğince sevgi ve inanç koyuyoruz. Yaptığı işe inanmayan müzikçi, insanları yaptığı müzik ve anlattıkları konusunda ikna edemez. Biz sahneye mümkün olduğunca derin duygularla, yaptığımız işe sonuna kadar inanıp çıkıyoruz. Büyük bir sorumluluk. Aynı zamanda büyük bir meydan okuma. Öyle bir meydan okuma ki izleyici olmadan gerçekleşemez.
(Serhan Yedig / 9 Nisan 2001 / Cumhuriyet)