Dave Holland / Hayatta hiçbirşey kusursuz değil, en güzel çiçek, en güzel taş bile

0

Miles Davis, 1969’da trompetiyle caz tarihine geçecek “Bitches Brew”ü üflediğinde 21 yaşındaki Dave Holland kontrbasıyla onun hemen arkasındaydı. Ardından Chick Corea’ya özgür uçuşlara çıktı. Stan Getz’e destek verdi. Thelonious Monk’la yolu kesişti. 1972’den bu yana 17’si kendi adına, diğerleri modern caza yönveren isimlerle 100 civarında albüm kaydetti. 2005 Sonbaharı’nda Akbank Caz Festivali’ne geleceğini duyunca Boston’daki evinden aradık. 1986’da AKM kulisinde konuştuğumuz huzur dolu, yüzünden tebessüm eksilmeyen Holland gitmiş, yerine aksi bir kişilik gelmişti. Ertesi gün 30 konserlik ABD ve Avrupa turnesine çıkıyordu ve o gün iyice gergindi. Bu ruh haline rağmen tasavvuf, iyi insan olma uğraşı, internet üzerinden müziğini özgürce paylaşma hayallerini sorduk.

 

Grubunuzla kaydettiğiniz albümlerde kontrbas sololarınızı gün geçtikçe daha az duyar olduk. Grup müziği egonuzla mücadele yollarından biri mi?
– Siz böyle duymuş olabilirsiniz, anlıyorum söylediğinizi. Ama değerlendirmenize katılmıyorum. Grubun iç dinamikleri önemli. Müziğimizde sololara ve grubun ortak sesine aynı oranda ağırlık veriyorum. Ben dahil tüm grup üyelerini solocu olarak aynı miktarda özgürlük sunuyorum. Her parçada  solo yapmak gerekmez. Mesela beş parça çalıyorsak Chris Potter’ın saksofonunu ikisinde duyarsınız. Daha fazla değil. Bir kişi üzerine odaklanmıyor müziğimiz. Bu arada grubun müzik üretiminin içe dönük bir etkinlik yerine sosyal bir etkinlik özelliği taşımasına özen gösteriyorum.
Müzik sizin için bir ifade aracı ve paylaşım fırsatı olmanın ötesinde hayatı keşfetme aracı mıdır; 40 yıllık tecrübeden sonra, müzisyen olmasaydım hayatın şu yönlerini hiç keşfedemezdim dediğiniz şeyler var mı?
– Sanat, bütün boyutlarıyla insanı yansıtır. Müzik benim için ilk günden bu yana aynı zamanda bir yolculuk, kendimi keşfetme yolculuğu. 40 küsur yıldır yürüdüğüm bir yol.

Hüdhüt Kuşu’nun izinde

Bu sorunun nedeni, 33 yıl önceki ilk albümünüzde sufi edebiyatının önemli isimlerinden Feridun Attar’dan esinlenmeniz, albüme Attar’ın eseri Mantık’ut Tayr’ın (Conference Of The Birds) adını vermiş olmanızdı. Kuşları Kaf Dağı’na götüren, tanrıyı ararken kendilerini keşfetmelerini sağlayan Hüdhüd’ün misyonunu bir müzisyen olarak paylaşıyor musunuz?
– Hayatta, müzikte bazen lider olursunuz; bazen liderin peşine takılan mürid. İkisini de öğrenmek lazım. Grubumla çalarken bile bazen lider konumundayım, bazen sadece grup üyesi. Topluma karıştığımda da bazen lider konumundayım, bazen de liderin peşindekiler arasında.
Son beş yılda, neredeyse tüm röportajlarda doğaçlamanın müziği hem müzisyenler arasında hem de dinleyiciyle iletişime açtığını, paylaşım atmosferi doğurduğunu, ibadet benzeri bir sosyal etkinliğe dönüştürdüğünü vurguluyorsunuz. Bütün bu işler olurken etrafta Hüdhüt kuşu uçuyor mu, bunu soruyorum…
– Evet, müzik sosyal bir etkinlik. Hem kişisel, hem sosyal özellikleri var. Tıpkı hayat gibi. Güçlü bir birey olmalı, aynı zamanda grup içinde yaşamasını bilmeli. Diğerlerini desteklemeli, yardım etmeli.
Sufi edebiyatıyla ilginiz devam ediyor mu; zaman içinde nasıl gelişti?
– Evet hem sufi geleneğinden hem de diğer geleneklerden eserleri okuyorum. Beni ilk etkileyen 1960’larda ABD’de yayımlanan İnayet Han’ın iki ciltlik eseriydi. Ardından Afganistan’dan İdris Şah’ın kitaplarını okudum. Peygamberin soyundan gelen İdris Şah, İngiltere’de bir üniversitede öğretim üyesi. Sufi geleneği üzerine birçok kitabı İngilizce’ye çevirdi, birçok kitap yazdı, konferans verdi. Sufi geleneğini Batı’da yaymaya çalıştı, bunda başarılı oldu. Bu iki sufinin yanı sıra Mevlana Celalettin Rumi başta olmak üzere birçok yazarın eserlerini okudum. Okudukça kendimi buldum.
İlginiz entelektüel düzeyde mi devam etti hep?

– Ne Hıristiyan ne Müslüman ne de Budistim. Hiçbir dine bağlı değilim. Sadece bir insanım. Tüm büyük ustalardan öğrenmeye çalışıyorum. Muhammet, İsa, Buda ve diğerleri hakkında okuyorum. Yaşamayı, insan olmayı öğrenmeye çalışıyorum.
Miles Davis’in grubundan arkadaşınız, önceki ay Carnegie Hall’da beraber konser verdiğiniz, sizin gibi mistisizmle yakından ilgilenen saksofoncu Wayne Shorter birkaç yıl önce uçak kazasında eşini kaybetti. Bu derin acıyı “1+1” gibi unutulmayacak bir albüme dönüştürdü. Siz de yakınlarda böylesine derin bir acı yaşadınız (tek oğlunu kaybetti), mistisizm size güç verdi mi; bu acıyı müziğe dönüştürmeyi başarabildiniz mi? 
– Ölümü ve hayatı anladıkça kendimizi de daha iyi tanıyoruz. Bu iki gerçekliği kabul etmek olgunluk sürecinin parçası. Kendimizi tanıdıkça daha iyi sanatçı oluyoruz. Ve umarım daha iyi bir insan oluyoruz. Öfkeyle, hayal kırıklığıyla mücadele etmeyi öğreniyoruz. Bunları olumlu bir şeylere dönüştürmeyi öğreniyoruz. Bu benim günlük uğraşılarımdan biri. Umarım başarabiliyorum.

Sihirli formül: Mükemmel yoktur!

Birkaç yıl önce utçu Enver İbrahim ve saksofoncu John Surman’la unutulmaz Thimar albümünü kaydettiniz. Buradaki birçok eser sufi terimleriyle adlandırılmış. Tek bestenize “Mazad” adını vermişsiniz. Ruhlarımızın haraç mezat durumunu mu, yoksa Sanskrit tanrısı Ahur Mazad ve ateşe kurban edilme ritüelini mi işaret ediyor bu isim?
– İsmi öneren Enver İbrahim’di. Söylediğine göre Mazad, Arapça çöl rüzgarı anlamına geliyormuş. Canlandıran, hayat getiren bir rüzgar. Bestem onda bu çağrışımı yapmış. Eserin ilham kaynağını sorarsanız, Enver İbrahim ve müziği. Mazad’da onu anlatmaya çalıştım. Ruhu yüceltecek, onun çalacağı kadar güzel bir eser yazmak istedim.
Son 20 yılda en az 5-6 kez Türkiye’ye geldiniz. Karşılaştığınız kültür, kurduğunuz dostluklar, tanıştığınız müzikçiler hayatınız, sanatınız ya da kişiliğinizde herhangi bir iz bıraktı mı?
– Böyle bir etkileşim yaşadığımı söyleyemeyeceğim. Ama şunu unutmamak lazım, yolculuğa çıktığınızda karşılaştığınız her şey hayatınızı biraz daha zenginleştirir. İstanbul’a ayağımı ilk bastığımda kültürel, coğrafi, tarihi açıdan bu kadar önemli bir şehre gelmekten dolayı ne kadar heyecanlandığımı hiç unutmam…
Hayalinizin birkaç farklı katmanda dinlenecek müzikler üretmek olduğunu söylüyorsunuz: Melodik ve ritmik açıdan öyle zengin olacak ki, sıradan dinleyici bile zevk alabilsin ama entelektüel kulaklar da içinde yenilikler keşfetsin. Öte yandan emprovizasyonsuz müziğin müzik olmadığını savunuyorsunuz. Salt emprovizasyonla, çok katmanlı mükemmel bir müzik üretmek mümkün mü?
– Hiç kolay değil, ama mümkün. Bu dünyada hiçbir şey kusursuz değil. En güzel çiçek, en güzel taş bile. Mükemmel olmadıklarını söyleyebilirsiniz, ama onlar bu özellikleriyle de mükemmel kabul edilebilir. Müzik de öyle. Emprovizasyon besteciliğin bir uzantısı. Doğaçlama yaparken müzik dilini kullanıyorsunuz. Beste yaparken kullandığınız gibi melodi ve ritm oluşturuyorsunuz. Doğaçlama bir tür anlık bestecilik. Doğaçlamada kullandığım ölçütleri bestelerimde de kullanıyorum. 1983’te solo çelloyla “Life Cycle” albümünü kaydettim. Neredeyse tümü emprovizeydi. Beste yaparken de melodi ve ritmleri aynı şekilde yaratıyorum.
Bas gitarla başlayıp, uzun yıllar ağırlıklı olarak kontrbas çaldınız. Sonra bir ara yine bas gitara yöneldiniz. 120 yaşındaki akustik dostunuzun veremediği neyi veriyor size elektro bas?
– 13 yaşında başlamıştım bas gitara. 1995’te bir kez daha elime alma nedenim Herbie Hancock ‘un “New Standarts”ıydı. Üç parçada elektro bas çaldım. Çünkü bu parçaların ruhuna çok uyuyordu. Ton açısından, titreşim farklılığı, hamle yapma yeteneği açısından avantaj sağlıyor. Bununla birlikte albümde kontrbasın kullanıldığı parçalar da vardı.

Dinleyicilere internetten seslenecek

35 yıl tüm albümleriniz takıntılı bir şekilde ses kalitesine önem veren, bulup çıkardığı sanatçılarla ekol yaratan, dünyanın dört bir yanındaki dinleyicileriyle neredeyse tarikat oluşturan Alman firması ECM’den yayımlandı. Geçenlerde birden bire ayrıldınız, Dare 2 Records’u kurdunuz. Telif hakları mıydı tek sorun, yoksa Manfred Eicher yaratıcılığınızı da sınırlamaya mı kalktı?
– Daha fazla yaratıcı özgürlük, eserlerim üzerinde yayımlandıktan sonra da sözsahibi olma hakkı istiyorum. ECM dahil neredeyse bütün plak firmaları kaydın ana kopyasını müzisyenlere vermiyor. İsterseniz, tüm stüdyo harcamaları talep ediliyor. Yine de master kopya firmaya ait. Ailem, bir torunum var. Öldüğümde tüm varlığımı ona bırakmak istiyorum. Internet üzerinden müziğimi dinleyicilere ulaştırmak amacıyla hazırlık yapıyorum. Konser kayıtlarını, grubun dışında yaptığım müzikleri web sitesinde yayımlayacağım. Elimde son iki yılın konser kayıtları var. Bunları değerlendirmek istiyorum. Gelecekteki konserlerimi de kaydedip yayımlayacağım. Trilok Gurtu ile ikili bir albüm kaydetmeye hazırlanıyorum. Beşlimle bir başka albüm kaydedeceğim. Albümlerden sadece bir ya da iki parça satın almak mümkün olacak. Adım adım, iyi düşünerek kuracağım sistemi. Belki günün birinde diğer müzikçilerin eserlerini de yayımlayacağım. Ayrıca web sitesi üzerinden düzenlemelerimi, bestelerimin notalarını, konser görüntülerini satın almak mümkün olacak.
Uzun yıllar dörtlü, beşli formunda çalıştıktan sonra son iki albümde nefeslilerin ön plana çıktığı büyük orkestra müziğine yöneldiğinizi görüyoruz. Neydi sizi bu arayışa yönelten?
– Hâlâ caz orkestrası için besteler üretiyorum. Yakınlarda bunları kaydedip yayımlayacağız. Besteci olarak daha büyük ölçülerde çalışmak benim için bir tür meydan okuma. Ayrıca daha çok müzikçiyle bir arada olmak, orkestrasyonla müziğime daha fazla renk taşımak istedim. Caz orkestrasının trompet, saksofon ağırlıklı geleneksel tınısını çok seviyorum. Bunu çağdaş yaklaşımla kullanmayı deniyorum. Bu arada altılı için de eserler yazıyorum. Gelecek yıl yayımlayacağım.
Geçen yıl aynı beşliyle İstanbul’a gelip bir konser vermiştiniz. Aradan geçen bir yılda müziğiniz hangi coğrafyalardan geçti, kimlerle buluştu, nasıl etkilendi, müziğinizde hangi değişimlerin izini göreceğiz?
– Geçen yaz Wayne Shorter, Herbie Hancock, Brian Blade dörtlüsüyle turnedeydim. Böylesine usta müzikçilerle çıktığım turne bana çok şey kazandırdı, bu kadar yıl sonra bile birçok şey öğrendim. Yepyeni bir repertuvarla geliyoruz. Farklı parçalar çalacağız. Daha rafine bir müzikle karşılacaksınız.
Dinleyicilerinize konserden önce bir mesajınız var mı?
-Konsere geleceklere öncelikle müziği bizimle paylaşmak istedikleri için teşekkür etmek istiyorum. Umarım konserden sonra hayata ve kendilerine dair bir şeyler keşfederler ve daha mutlu insanlar olurlar.
(Serhan Yedig / 2 Ekim 2005 / Hürriyet)

Linkler

Kişisel web sayfası

Biyografisi

Share.

Leave A Reply

1 × two =

error: Content is protected !!