1960’larda John Coltrane onun sağlam ritmleri eşliğinde uçuşa çıkardı. Çalışmalarıyla cazın akışını değiştirip müziğe sınırsız özgürlük duygusunu soktular. Coltrane kadar Elvin Jones da sonraki kuşakları etkiledi, tekniğiyle modern caza yön verdi. Öykücü, romancı ve bizatihi cazcı Kürşat Başar çocukluk günlerinin idolü olan bu büyük ustayla karşılaşmasını, Jones’un “sol elinin sırrı”nı 1997’de, Jones’un İstanbul konseri öncesinde yazmıştı. Jones’u 2004 Mayısı’nda kaybettik…
On iki yıl geçmiş. Elvin Jones’un 59’uncu yaş gününü kutladığımız o sonbahar çok gerilerde kalmış. Onu görmeye, kaldığı otele gittiğimde boynumda bir opera dürbünü asılıydı. Sabahın ll’inde Jones ikinci viskisini içiyordu. Dürbüne baktı, “Bu da nesi böyle?” diye sordu. “Öğleden sonra, konserinde senin sol elini daha iyi görmek için dürbün.”
“Onun için dürbün getirdin ha? Vay canına.”
Genç bir davulcu olan, aynı zamanı asistanlığını, menajerliğini yapan Japon eşini çağırıp dürbünü ona da gösterdi.
Cazcılar, özellikle davulcular, EIvin’in sol elini neden görmek istediğimi bilir. O, davulda, en olmayacak şeyi rahatlıkla yapan ve tekniğin en üst düzeyinde gezinirken bile teknik çaldığını hissettirmeyen nadir davulculardandır.Bir sonraki kuşaktan yine üstün tekniğe sahip Peter Erskine’in aynı konserde kulisten gözünü kırpmadan onu izlemesi bu yüzdendi.
Onunla karşılaşmamdan çok önce, 15 – 16 yaşlarındayken, bir arkadaşımda bulduğum eski plakları dinliyordum. Babası Amerika’dan getirmiş, o caz sevmediği için plakları bana veriyor. O yıllarda davul çalıyorum ama cazla pek fazla ilgim yok. Eve gelip plakları tek tek dinliyorum. İçlerinden birinin kapağında devasa bir zenci var. 50’lerin bir Atlantic plağında ilk kez onu duyuyorum ve davul çalmanın nasıl bir şey olduğunu anlıyorum.
John Coltrane’in 60’lardaki topluluğundaki çalışını dinledikçe, dev zenciye hayranlığım iyice artıyor. Bir davulcu arkadaşımla birlikte sıcak öğleden sonraları oturup saatlerce onun çalışını dinliyor, attığı ritmleri deniyoruz. Pek başarılı olduğumuz söylenemez tabii.
Elvin Jones 1985’te, sanırım ilk BİLSAK Festivali için, İstanbul’a geldi. Dinlemek bir yana onunla konuşabilecektim.
İlk karşılaşma
İri yarı, argo konuşan, konuşurken birdenbire anlattıklarını yaşayan, dalıp giden, bambaşka şeyler anlatan, kahkahalar atan, ikide bir omuzumu yerinden çıkartacak bir yumruk patlatan bu adam aynı zamanda caz tarihini yaşamış biriydi.
Çocukluk günlerini anlattı önce. Babası ve kardeşleriyle kasabalarına gelen sirke gittiklerinde, kocaman bir davul çalan adamın önünde çakılıp kalmış:
“Küçücük bir çocuktum; anlıyor musun, şu kadar bir velet; o kocaman davula adam vurup durdukça sanki yerime çakılıyordum. Babam acaip kızdı, bu kadar para verdik; bir sürü gösteri hayvanlar filan var sen burada bu dangalak davulun başında duruyorsun Allah’ın cezası diye beni tepeledi. Nedenini bilmiyorum dostum, gerçekten, neden o kadar etkilendiğimi bilmiyorum. Geçmişten gelen bir şey vardı belki; hatırlamadığım zamanlardan gelen bir ses; beni çağıran bir şey…”
Çağrıyı izleyen küçük çocuk, caz tarihinin en büyük davulcularından biri oldu. Çocukluğunda duyduğu o temel vuruşları unutmadan, çok az müzisyende görülecek biçimde geliştirerek kendisinden sonraki müzisyenlere yeni yönler gösterdi.
Gerçek özgürlük savaşçısı
Eskiden ritm, “eşlik” olarak düşünülürdü. 60’lara gelindiğinde davul artık öteki enstrümanlar gibi aynı zamanda bir solo çalgısı haline gelmişti.
Elvin Jones, farklı ritmleri bir arada çalma anlayışıyla (polyrythm), enerjisi, tekniği, müziğin genel yapısı üstüne getirdiği yaklaşımla, modern düşüncelerle beslenen müziğe önemli katkılarda bulundu.
Jones’un özellikle 6/8’likleri ünlüydü. Kimi parçalarda süpürgeyle “cool” da takılsa, kimi parçalarda gökgürültüsünü andıran ataklar da yapsa, zilleri deliler gibi kullansa da onun çalışını duyduğumuzda heyecanını tanırdınız.
1960’larda John Coltrane’in ünlü “My Favorite Things” albümünde başlayan birliktelikleri yıllar boyu sürdü. Artık Jones, onun saksofonundaki beklenmedik gidişlerini, iniş çıkışlarını, çığlıklarını izliyor, sololarında onu iyice yükseltiyordu.
Coltrane 1967’de öldü. Caz hayranları peygamberlerini kaybettiklerini düşünüyorlardı. Aradan yıllar geçtikten sonra, günün birinde oğlu Ravi Coltrane elinde bir soprano saksofonla çıkageldi. Bir zamanlar bir müzik devrimine birlikte imza attığı adamın, Coltrane’in oğlu, karşısında duruyor, sopranosuyla babasının özgün sound’unu üflüyordu.
Elvin Amca’sıyla stüdyoya girdiler. Acemi kuşun, arkasında bu iri yarı davulcu varken uçmaktan korkmayacağı kesindi. Ravi, heyecanla kulağındakileri çalarken, yaşlı adam gözlerini kapamış, yıllar öncesini, John Coltrane, McCoy Tyner ve Steve Davis’le unutulmaz “My Favorite Things”i çaldıkları o kasım öğleden sonrasına gitmişti.
Hiç yaşlanmayacak olan bu adam, Joshua Redman’la ya da Wynton Marsalis’le asker arkadaşlarıyla buluşmuş gibi çaldığında herhangi bir kuşak farkı hissetmedi. Eğer caz, özgürlüğün sınırlarını sürekli zorlamaksa, bence önemli olan Elvin Jones’un gerçek bir özgürlük savaşçısı olmasıydı.
Sol elin sırrı
Elvin Jones, bu kez gününüzün en ünlü trompetçisi Wynton Marsalis’le İstanbul Caz Festivali’ne geliyor. Wynton onun gibi sokaklardan gelmedi. İyi bir aileden; iyi bir müzik eğitimi aldı. Cazı babasından öğrenirken öte yandan konservatuvarda da caz okudu. “Beyazların müziğinin dağın arkasındaki canavar olmadığını” herkese göstermek istiyordu. Bunu başardı. Birbirlerine biraz uzak durmayı tercih eden cazla klasik müziği, bu gerçekten farklı iki yapıyı öğrenip ilginç bir çizgi geliştirdi. İnanılmaz tekniğiyle, geleneksel caz bilgisini de kullanıp kısa sürede zirveye oturdu. Eski tarzı, modern müziği ve klasiği çok iyi çaldığı plaklara imza attı. Onun kadar “düzgün” trompet üfleyen cazcıya pek rastlanmaz. Şimdi Elvin’le birlikte caz tarihine göndermelerle dolu ama tümüyle modern bir anlayışla çalacak.
Elvin Jones İstanbul’a ilk gelişinde 60’ıncı yaşına girerken; ona dünyaca ünlü “İstanbul” zillerinden armağan ettiler. Elinde devasa bir zille geldiğinde gözleri hâlâ doluydu. “Düşünsene” diyordu, “şu zil, orada gördüm, iki tam küçücük çocuk, şu zile binlerce kez çekiçle vuruyor, onların alın teri var bu zilin üstünde. Bana verdiler; zile her vuruşumda o çocukların vuruşları da duyulacak, anlıyor musun?”
Jones, bu duyarlılığı hep yaşadı Onun için de bütün teknik becerisinin ötesinde, sessiz bir hüzünden, çığlıklarla dolu isyana uzanan ve aynı parçada birlikte yaşanan gelgitleri ellerinde taşımayı başardı.
Eğer konserine giderseniz bu hiç yaşlanmayan adamın müziğin bütün noktalama işaretlerini koyduğu, beklen medik aksanlarla süslediği, bütün söz sanatlarını yerli yerinde kullandığı, dolu dolu çalışını dinleyeceksiniz. O muhteşe swing’le, Afrika davulunun gökgürültüsünü duyacaksınız. Ama mutlaka trampetin üstünde sanki bir başkasıymış gibi çalıp duran sol eline dikkat edin neden onu izlemeye bir opera dürbünüyle gittiğimi anlayacaksınız.
(Kürşat Başar / Haziran 1997 / Aktüel Caz Eki)