Erkan Oğur, 1995’te basçı İlkin Deniz ve davulcu Turgut Alp Bekoğlu’yla bir araya gelip yeni, saf müziğin peşine düşmüştü. Aylarca çalıştılar, tartıştılar. Basçı Deniz’in ABD’ye yerleşmesine karşın arayış sürdü. 10 yıl boyunca müzikleri sadece küçük caz kulüplerinde, Northsea gibi yurtdışındaki önemli caz festivallerinde duyuldu. Telvin kıvama ulaşınca, 2004 sonunda kayda girdiler. Bir yıl sürdü. Albüm 2006’nın ilk ayında yayımlandı. İlkin Deniz’in Türkiye’ye gelmesini fırsat bilen üçlü 2005’in son günlerinde ilk kez Telvin repertuvarını İstanbullu konser dinleyicilerine sundu. Erkan Oğur “Telvin tecrübesi üçümüzün de enstrümanımıza, müziğe bakışımızı değiştirdi” diyor.
20 yıl önce Çekirdek Sanatevi’nde solo ve ikili emprovizasyonlardan oluşan bir dizi konser vermiştiniz. Konserlerin amatör kayıtları, “Perdesiz Gitarda Arayışlar” gibi isimlerle basılmıştı. Müzikal açıdan hâlâ önem taşıyan bu kayıtların yeniden yayımlanmasına neden izin vermiyorsunuz?
– Ses kalitesi düşük amatör kayıtlar, müzikçilerin onayı olmaksızın, telif ödenmeksizin çoğaltılmıştı. 250 adet basılan kasetlerden birine, yıllar sonra ABD’de, bir İngiliz’in evinde rastladım. 1990’larda kayıtların yayın hakları aynı anda birkaç kişiye birden satıldı. Şimdi istense de yayımlanamaz. Kayıtları alanlar uzlaşır, hangi koşullarda kaydedildiği albüm kapaklarında açıkça belirtilirse yayımlanmasına itirazım olmaz.
Telvin’de üçlü formu seçmeniz tercih miydi, zorunluluk mu? Grubun üyeleri nasıl bir araya geldi?
– Üçlü, bir müzikal fikrin paylaşıma açık, özgür ve etkili işlenebileceği en küçük nüve. Geometrideki üçgen fiziksel yeterliliği işaret eder, çatı çağrışımı yapar. Müzikteki üçlü ise ev ortamının sıcaklığına sahiptir. İlkin ve Turgut uzun yıllardır tanıdığım, enstrümanlarındaki yetkinliklerine inandığım, müzikte benzer beğenileri paylaştığım, birlikte uzun bir yolculuğa çıkacak kadar güvendiğim arkadaşlarım.
İlham Yunus Emre’den
Topluluk kurulurken müzikçiler birikimlerini bir araya getirmeyi ve yeni bir ses yaratmayı hayal
eder. Siz bu yolu mu seçtiniz, yoksa tam tersi yönde yürüyüp etkilerden arınmayı ve iç sesinizi keşfetmeyi mi? Telvin’in renk atmak, boya vermek, tasavvufta halden hale geçmek anlamına geldiği düşünülürse, 10 yıl sonra ulaştığınız nokta beyazlığın ya da saflığın müziği olarak nitelenebilir mi?
– Telvin renkler anlamına geliyor. Tasavvuf erbabı, halden hale geçmeye, karar haline doğru yürüyüşe telvin diyor. Yunus Emre’nin telvini anlattığı şiirinden etkilenip müziğimize bu ismi seçtim. Klişelerden, kirlerden arınıp, çocuksu saflığa ulaşma yolunda henüz emekleme aşamasındayız. Tutku, korku, aşk, hırs, nefs gibi insani zaaflardan, egolardan arındığınız noktada hâlâ müzik varsa, bu saf müziktir. 1995’te stüdyoya girdiğimizde, önce seçtiğimiz besteleri yorumladık. Sonuçtan memnun olmayınca, sadece doğaçlama yapmaya karar verdik. Tam beş ay başkalarının etkilerini yansıtan doğaçlamalar yaptık. Sonunda, o an üretilen ve bir kereye mahsus olan müziği çalacak noktaya ulaştık. Anahtar diyebileceğimiz bir temayla doğaçlamanın kapısından girip, bu dünyada özgürce dolaşıp, farklı bir kapıdan çıkmayı denerken kaybolduğumuz da oldu. Çalışmalarımızı kaydedip, bunların analizini yaptık. İlkin Deniz, ABD’ye yerleştikten sonra da yılda birkaç kez buluşup çaldık. Yurtdışındaki caz festivallerinde konser verdik. Fırsatlar azaldıkça buluşmalarımız kıymetlendi. Turgut’la ikili çalışmayı sürdürdük, bazen aramıza başka basçılar katıldı. Ama albüm için hep İlkin’i bekledik. Nihayet albüm kaydetmeye karar verdik, İstanbul’da buluştuk.
Aylarca çalıştıktan sonra, tam ve yarım sesleri buluşturan Lidyen moduna ulaşmanın Telvin için dönüm noktası olduğunu söylemiştiniz. 10 yılda müziğiniz bu açıdan hangi noktaya geldi?
– Nicolas Slonimsky’nin Lidyen’den bahsettiği kitabı, Onno Tunç’un önerisiyle almış, okumuştum. Bu sayede gitarda birçok ses keşfettim. Aslında, Pençgah makamı da Lidyen’i içerir. Ancak, günümüzde bu zenginlik kullanılmıyor. Öğrendiklerimi Telvin’e taşıdım, arayışımız sürüyor.
10 yıl + 500 saat
10 yıllık Telvin tecrübesi size ne kazandırdı?
– Enstrümanlara bakışımı, ritm anlaşımı belirledi. Heybemin dolduğunu hissettim. Beste yapma arzumu pekiştirdi.
Telvin’in ilk albümü ne kadar zamanda kaydedildi?
– 12 Aralık 2004’te başladık, aralıklarla çalışıp 12 Aralık 2005’te tamamladık. Yaklaşık 500 saat stüdyoda çalıştık. Stüdyo ve konser kayıtlarını elemek zaman aldı. Atmaya kıyamayınca iki CD’lik albüm oluştu.
Yurtdışında katıldığınız festivaller Telvin’i nasıl etkiledi?
– Nothsea, Berlin caz festivalinde, birlikte konser vermeyi hayal dahi edemeyeceğimiz yetkin müzikçilerin yanı sıra konser vermek, Houston’a davet edilmek özgüvenimizi pekiştirdi. Belki konser anında müziğimize o atmosferin rengi sinmiştir ama bu etki müziğimizi belirleyecek noktaya gelmedi.
Telvin’de gitar farklı karakterlerde karşımıza çıkıyor. Akustik, caz, perdesiz ve ney tonunda elektro gitar gibi. Basla davul neden aynı özgürlüğü yaşamadı, standart seslerle yetindi?
– Telvin’de enstrüman bir sinyalin taşıyıcısı, müziğin öznesi değil. Yıllardır enstrümanlarımı kendim yaptığım için Telvin’de kendi seslerimle çalabildim. İlkin ve Turgut ise standart enstrümanlarla çalıyor. Şimdilik, standart seslerle yetindiler. Enstrümanlarında kendi renklerini yaratmak için çalışıyorlar.
Albümdeki 15 parçanın tümü emprovizasyonlardan mı oluşuyor?
– Çoğunluk emprovizasyonlarda. Bazıları otantik çıkışlı parçalar, tema düzeyinde besteler. Mesela, “Aşkın Kucağında” adını verdiğimiz parça sadece bir ölçü sayarak başlanan bir emprovizasyondan, o anda yaratıldı. Sonuçtan öyle etkilendik ki, bize albümü tamamlama gücünü verdi. Telvin’deki her parça isminin yanı sıra bir de renk taşıyor. Örneğin ilk kez Malatya’da çaldığımız bir parçaya, kayısı rengi sindi, eşbabiye rengi oldu.
Emprovizasyonlardan oluşan kayıtlar üzerinde sonradan değişiklikler yaptınız mı?
– Hepsi canlı kayıt, 15-20 dakikayı bulan bazı parçaları keserek kısalttık sadece. Albümdeki parçalardan hiç değilse birinde bir çığlık olsun istedim. Bu fikirden bile vazgeçtim. Bu arada röportajı bitirmeden bir şey eklemek istiyorum: İnternetten hiç hoşlanmıyorum. Dünyaya iyiliklerden çok kötülük taşıdığına inanıyorum. Bu nedenle internet ortamında bulunmak, görünmek istemiyorum. Web sayfam yok, benim adıma açılan web sayfalarının hepsi isteğim ve iznim dışında kurulmuştur. Bu sitelerde bana atfedilen bilgilerin dikkate alınmamasını rica ediyorum.
(Serhan Yedig / 24 Aralık 2005 / Hürriyet)