Feyha Talay / Salle Pleyel sahnesindeki çellist

0

Efsanevi virtüöz Gaspar Cassado’nun öğrencisi Ayşe Feyha Talay, 24 Şubat 1968’de aramızdan ayrılmıştı. Öldüğünde 45 yaşındaydı. 1958’de Hayat dergisinde yayımlanan kısa bir haber, bugün çok az kişinin hatırladığı  çellistin başarısını duyuruyor. İşte haberdeki konserin ve Talay’ın öyküsü.

 

Hayat dergisinin 3 Mayıs 1958 tarihli sayısında, güncel gelişmelerin fotoğraflı kısa metinlerle duyurulduğu ön sayfalarında yayımlanmış haber. Hepi topu tek cümle:
“Geçenlerde Paris’te bir konser vermiş olan kıymetli        viyolonselistimiz Feyha Talay büyük başarı kazanmış, münekkitler gazetelerinde sanatçımızı öven uzun yazılar yazmışlardır.”
Büyük fotoğrafta Salle Pleyel konser salonunun                          kapısındaki afişi görüyoruz. Yanına Talay’ın vesikalığı                  iliştirilmiş. Neyse ki konser afişinden birkaç                                          küçük detayı öğreniyoruz.

Fournier’nin piyanistiyle çaldı

Resitalde Talay’a piyanist Tasso Janopoulo eşlik etmiş. O sırada 61 yaşında Janopoulo. Mısır asıllı Rum sanatçı büyük virtüözlerin piyanisti. Uzun yıllar yaşadığı Paris’te kimlerle konser vermemiş ki? Jacques Thibaud, Paul Tortellier, Henryk Szeryng, Pierre Fournier…
Bir zamanlar sahnesinde Ravel’in, Stravinski’nin eserlerini yönettiği, Saint-Seans’ın piyano konçertolarının dünya prömiyerinin yapıldığı 2500 kişilik salonda o günlerde kimlerin konser verdiğini yine afişlerden öğreniyoruz. Leh asıllı Fransız soprano, 12 ton müziğini ilk icra eden şancılardan Marya Freund bir resital vermiş… Schoenberg’in Gurre Lieder adlı büyük kantatında bir bölümü Freund’a borçlu olduğu düşünülürse, Talay’ın çıktığı sahneden geçenler hâlâ önemli isimler…
Resital programı hakkında ne yazık ki bilgimiz yok. Gazetelerde çıkan eleştiri yazıları hakkında da… Fakat 10 Şubat’taki resitalin 14 Şubat ve 31 Mart 1958’de Cumhuriyet gazetesinde de kısa bir haber olarak yer aldığını belirtelim. Bu haberde de, resitalden sonra Talay’ın Paris Radyosu’nda 25 dakikalık program yaptığı belirtiliyor.
Gazete arşivindeki kupürlerden, Talay’ın Paris konserlerini sonraki yıllarda da sürdürdüğünü öğreniyoruz.  Örneğin 1961 baharında yine Pleyel salonunda resital vermiş, Cenevre Radyosu’nda 40 dakikalık program yapmış.

14 yaşında radyoda canlı yayına çıktı

Peki kimdi Feyha Talay?
Doktor Rasim Ferit Talay ile Fatine Hanım’ın çocuğu olarak 1 Ocak 1923’te İstanbul’da dünyaya geldi. Muhtemelen annesinin ilk evliliğinden iki kardeşi vardı, fakat tek çocuk olarak büyüdü (*). Dr. Talay, Mustafa Kemal’ın sevdiği silah arkadaşlarındandı. Murat Bardakçı’nın bir yazısından öğrendiğimize göre, 1918’de yedi hafta yayımlanan Minber gazetesini birlikte kurmuşlardı. Rasim Ferit Bey, toplam dört dönem Bursa ve Niğde milletvekiliği yapmıştı.
Talay her ne kadar klasik müzik yorumcusu olarak tanınsa da, geleneksel Türk müziğiyle de yakından ilgili. İlk enstrümanı tanbur. Cumhuriyet Gazetesi’nin arşivindeki haberlerden öğrendiğimize göre, 1939 Nisanı’nda 16 yaşında tanburuyla, İstanbul Radyosu’nda resital vermiş. Cemil Bey’in eserlerini seslendirmiş. Bir ay sonra da çellosuyla bir başka program yapmış.
Odeon Plakları 1942-1943 Kataloğu’nda, firmanın yayımladığı ender klasik Batı müziği kayıtlarından biri yer alıyor… 270398 seri numaralı kayıtta 19 yaşındaki çellist Talay, G. Hegyel eşliğinde Bach’ın Re majör Aria’sını ve Handel’in  Re majör Largetto’sunu seslendiriyor… Öykünün bundan sonrasını Vural Sözer’in “Müzik ve Müzisyenler Ansiklopedisi”nden öğreniyoruz…
Talay, 22 yaşında Cenevre Konservatuvarı Yüksek Viyolonsel Bölümü’nü birincilikle bitirir. İtalya’da Gaspar Cassado’yla çalıştığı Chigiana Müzik Akademisi’nden virtüözlük belgesi alır.
1950’den 1965’e kadar İstanbul Belediye Konservatuvarı’nda viyolonsel, müzik tarihi ve oda müziği dersleri verir. 1952’de, 29 yaşında, Paris Ulusal Konservatuvarı giriş sınavlarının seçici kurul üyeliğine getirilir.
1949 Temmuzu’nda, Akşam gazetesinde üç sütun, tam sayfa yayımlanan röportajda Talay mezuniyet sonrası Cenevre Konservatuvarı’nda ders verdiğini anlatıyor: “Profesör muavinliği vazifesiyle ilk ve orta sınıflara ders verdim. Ayrıca Artistik Müzik Okulu’nda askere giden bir hocaya vekalet ettim.” Konservatuvarın konferanslar dizisi kapsamında geleneksel Türk Müziği akşamı düzenlediğini, çelloyla Tanburi Cemil’in, şancıyla birlikte Dede Efendi, Rahmi Bey, Bekir Ağa’nın eserlerini seslendirdiğini belirtiyor. Üç bin kişinin dinlediği konserin etkilerini değerlendirirken “Klasik Türk Müziği’nin melodi ve ritm itibarıyle Garp musikisinden çok daha zengin ve derin olduğunu kabul ettiler” diyor.

Müzik tarihini yazdı

Talay, 1950’lerde konservatuvardaki müzik tarihi derslerinin yanı sıra halka açık konferanslar verirdi. Bu notlarını geliştirerek Musiki Tarihi’ni yazdı. Tek ciltlik ansiklopedik kitap 1959’da Orhan Mete ve Ortağı Matbaası’nca İstanbul’da yayımlandı. Bugün hâlâ sahaflarda bulunuyor.
Gazete haberlerinden öğrendiğimize göre, Talay 30’lu yaşlardan itibaren sağlık sorunları yaşamaya başlar. Örneğin Dr. Bülent Tarcan’ın anlattıklarına bakılırsa, bir dönem konserlerde onun varlığı Talay için önemli bir güvencedir. Salonda Dr. Tarcan’ı gördüğünde rahatlar. Öğrencilerinden psikiyatrist Prof. Dr. Günsel Koptagel-İlal, 1957’de, Dram Tiyatrosu’nda Verda Ün’le Bach’ın 3. Süit’ini çaldığı resitalde safra kesesi nedeniyle sahnede kriz geçirince, imdadına Dr. Bülent Tarcan’ın yetiştiğini söylüyor.
İnternetteki bir blogda ise 1961’de konservatuvara giren çellist Ara Kebapçıoğlu, 1967’de okulu bırakma gerekçesini açıklarken “Hocam Feyha Talay’ın sinir krizleri ders verme temposunu çok bozmuştu” diyor.
Talay, 1965’te babasının ölümü üzerine dünyaya küser, içine kapanır. Bunu, internetteki açık artırma sitelerinde  hâlâ dolaşan fotoğrafındaki çellosu sayesinde öğreniyoruz… Cumhuriyet’te 20 Aralık 1985’te yayımlanan Üstün Duruel’in haberinde, İsviçreli lüthiye Pierre Loudez’nin 1939’da yaptığı, Talay’ın öğrenciliği döneminde İsviçre’den satın aldığı enstrümanın öyküsü anlatılıyor.  Yaklaşık 20 yıl boyunca Talay’ın çellosunu aralıksız kullandığını yazıyor Duruel.  Sonra şu bilgiyi ekliyor: “Babasının ölümüyle çalgıya sanki küsmüş, bir kenara bırakmış. Vecdi Seyhun’a satılan çalgı daha sonra İhsan Kartal’a geçmiş…”
Talay’ın vefatı gazetelere “esrarengiz ölüm” ifadesiyle haber olmuş. 25 Şubat 1968’de Milliyet Gazetesi’ndeki kısa haberden öğrendiğimize göre, Maçka’da hizmetçisiyle yaşayan Talay evinde ölü bulunmuş. Savcılık ölümü şüpheli görmüş, otopsi işlemi başlatmış.
Olayın devamını 27 Şubat’ta Cumhuriyet’te yayımlanan kısa metinden öğreniyoruz. Talay’ın bir süredir erken bunama ya da şizofreni hastalığından mustarip olduğu, ölümünün doğal yollardan meydana geldiği belirtiliyor… Haberde ayrıca Talay’ın hayırseverliği vurgulanıyor.
Yine Cumhuriyet’te aynı gün yayımlanan, Talay’ın Zincirlikuyu’da toprağa verileceğini bildiren tek sütunluk küçük ölüm ilanında ise “duçar bulunduğu hastalıktan kurtulamayarak vefat etmiştir” cümlesi dikkat çekiyor.
Bir ay sonra varisleri, sanatçının zehirlendiğini iddia ederek savcılığa başvursalar da bundan sonuç alamadılar.
Viyolonselist Feyha Talay Yardımsevenler Derneği, sanatçının son yıllarında faaliyet göstermiş. Fakat daha sonrası hakkında bilgi bulunmuyor.
(Serhan Yedig / 1 Mart 2016 / Andante)

Feyha Talay’ın imzası ve ithaf notu

Evinde Atatürk’e konser vermişti

Feyha Talay, geleneksel müziğe de vakıftı. Çocukluğunda başladığı tanburu uzun yıllar çelloyla birlikte ikinci enstrüman olarak kullanmıştı. 1930’ların ortalarında, Atatürk’ün çağdaş Türk müziğinin geleceği konusunda sanatçılarla görüş alışverişi yaptığı dönemde Talay Ailesi’nin evinde deneysel bir konser düzenlenmişti. Dönemin Riyaseti Cumhur Saz Heyeti neyzeni Burhanettin Öke, o akşamı şöyle anlatıyor:
“Atatürk’ün yakın arkadaşlarından Dr. Rasim Ferit Talay’ın evinde rahmetli Feyha Talay’ın idare ettiği bir musiki topluluğu Atatürk’ü çok etkiledi. Bilindiği gibi, Feyha Talay hem tanbur hem de viyolonsel çalıyor ve bizim musikimizi bildiği kadar, Batı musikisini de iyi biliyordu. Söz musikinin armonize edilip edilmeyeceğine intikal etti. Atatürk bir deneme yapılmasını ve kendisine haber verilmesini emretti. Hazırlıklar derhal başladı. Zeki Ün ve Veli Kanık Beyler bazı eserlerimizi çok sesli hale getirdi. Uzun çalışmalar yapıldı ve Atatürk’e haber verildi. Hemen şeref verip eserleri dinledi. Orkestra eserlerimizi çok sesli olarak icra etti. Sonra aynı eserlerin bizim uslupta ve bizim sazlarla çalınmasını emretti. Böyle de çalındı. Sonunda ‘Siz orkestranızı, siz de sazınızı bildiğiniz gibi çalınız’ deyip salonu terk etti. Atatürk denemeyi beğenmemişti…”

 

ÖĞRENCİSİ REŞİT ERZİN ANLATIYOR
Birkaç yılda bir Salle Playel’de resital verirdi

Reşit Erzin, mezuniyet günü Feyha Talay ve Mesut Cemil ile konservatuvar merdivenlerinde

Hocam Feyha Talay’ın tanburu bırakıp çello çalmasını isteyen kişinin Gazi Mustafa Kemal olduğunu duymuştum. Babası Doktor Rasim Ferit, Atatürk’ün Trablusgarp’tan yakın arkadaşı. Hatta “köprü altından akan su” anlamındaki Talay soyadını aileye Atatürk vermiş. Dolmabahçe’de fasıl organize edilmesi istendiğinde ekibi Rasim Ferit Bey kurarmış. “Tanbur esas çalgıdır fasılda, ondan sonra kemençe ve ut çalacak kişiyi arardık” derdi. Bu nedenle olsa gerek kızına öncelikle tanburu öğretmiş…
Feyha Hanım’la karşılaştığımda 16-17 yaşlarındaydım. CSO’nun şef çellisti Edip Sezen’den çello dersleri alıyordum. Her gün Galatasaray Lisesi’nden çıkışta lüthiye Vahagn Nigogosyan’ın Tünel’deki atölyesine uğrardım. Bir gün Başbakanlık’ta çalışan İnal Eğriboz’a rastladım. “Çello nasıl çalınır görmek istiyorsan bu bileti al, akşam konsere git” dedi. Sanıyorum 1951 yılıydı. Koro konserinin ortasında Feyha Hanım, Ferdi Statzer eşliğinde sahneye çıktı. Üç eser çaldı. Harika bir ton, harika bir viyolonsel… Dinleyicisini ilk duyuşta sürükleyen, yüksek kalitede, ince ve güzel bir sonoritesi vardı. Hayran kaldım. Hocası Gaspar Cassado da konserdeydi, ertesi gece de o çalacaktı.

Konservatuvara girmemi sağladı

Aradan bir süre geçti. Bir gün Nigogosyan’ın atölyesinde çello çalıyordum. Kapı açıldı, Feyha Hanım, iki öğrencisiyle içeri girdi. “Kim çalıyor böyle” diye Nigogosyan’a sordu. Ayağa kalkıp selamladım. Saz almaya gelmişler. Öğrencilerinden Necati Giray’a birkaç enstrüman gösterildi. Feyha Hanım “Otur çal bakalım” dedi. Giray, sabah elinin henüz açılmadığını söyleyince, benden çalmamı istedi. Sonuçtan memnun kalınca, ailemi sordu. Meğer babalarımız arkadaşmış. Bu olayı anlattığı babası, babamla konuşmuş, konservatuvara girmeme vesile oldular. Feyha Hanım’a derse gittiğimde Ferdi Statzer’le tanıştım. Elimi omzuma koydu “Arkadaşım, senin mesleğin müzik” dedi. Onların tavsiyesiyle Cenan Akın’dan solfej dersi almaya başladım. 40 günde hazırlanıp sınava girdim. Bach’ın 2’nci suitini çaldım. Feyha Hanım, Jirayir Aslanyan’a dönüp “Bak öğrencin geldi” dedi. Ortada soğuk bir hava esti, fakat okula kabul edildim. Dört yılda bitirdim.
Feyha Hanım öğretmenimdi. Çok müşvik, neşeli, şakacıydı. Fakat kızdığı anda tokatı yapıştırırdı. Tembel öğrenciler ondan korkardı. Sigarası hiç sönmezdi. Parmakları sararmıştı. Başında bask tipi beresi olmadan sokağa çıkmazdı. Yeniköy’de babasıyla yalıda yaşardı. Mütevazıydı. Taksim’e hep otobüsle gider, gelirdi. Onu takside görmedim hiç.

Öğrencilerini yalısına davet ederdi

Yalıda bir akşam yemeği: Feyha Talay, heykeltraş Kuzgun Acar, Reşit Erzin, Münire Acar ve sofranın sol başında Rasim Ferit Bey.

Öğrencilerini yalıya davet ederdi. Rıhtımından denize girerdi arkadaşlarım. Beni severdi. Evlerinde kaldığım olmuştur, babasının sofrasında pek çok sohbete tanık oldum. Abdülhak Hamit’in eşi Lüsyen Hanım, Kuzgun Acar ve şancı eşi Münire Hanım gibi isimlerle tanıştım bu sofrada. Feyha Hanım, iştahsızdı, birkaç lokmayla yetinirdi, içki içmezdi. Yine de kiloluydu. Yemek yerine fındık fıstıkla beslenirdi.
Bir akşam Rasim Ferit Bey, kızına ders vermesi için David Zirkin’e başvurduğunu anlatmıştı. “Baktım ki ücüncü derste hâlâ gam çalışıyorlar, işine son verdim” demişti. Çellosunun öyküsünü de bu sofrada dinlemiştim. Kızı İsviçre’deki konservatuvar eğitimine başladığında yüklü miktarda parayı Cenevre’deki bir bankaya yatırmış, müdürden her ay küçük miktarda harçlık verilmesini istemişti. Feyha Hanım, 1939 Pierre Vloudez yapımı çello için yüklü miktarda para çekmeye gittiğinde müdür heyecanla İstanbul’u aramış. Baba-kız uzun zaman telefonda pazarlık yapmışlar. Sonunda Rasim Ferit Bey ikna olmuş.
Mare Laberte yapımı bir başka çellosu vardı. Bu hep konservatuvarımızın kütüphanesinde dururdu. “Öğrenciler kullansın, orada boşuna yatmasın” derdi Feyha Hanım. Bir yaz çalışmak için ödünç almıştım. Hiç unutmam odam bütün yaz, ahşabı korumak için sürülen kafurun kokmuştu. Bir trio provasında arkadaşım Ahmet Baydur çelloyu kırdı. Nigogosyan’ın Amerika’ya giderken bana bıraktığı aletlerle, ondan öğrendiğim tekniklerle tamir ettim viyolonseli. Feyha Hanım “Allah razı olsun, Stradivarius gibi adamsın” demişti.
Rasim Ferit Bey, kızının Avrupa turneleri için kesesinin ağzını açtığını anlatırdı. Bir turneden sonra “Bana 3 bin liraya maloldu” demişti dertli bir şekilde…

Yeniköy’den ayrıldı, babası öldü ve Feyha Hanım kötüleşti

Birkaç yılda bir Salle Pleyel’de konser verirdi Feyha Hanım. Gazetelerde yayımlanan eleştirileri sınıfa getirir, Saim Akçıl kupürlerin tercümesini, araya övgü cümleleri de ekleyerek sınıfta okurdu.
Zaman zaman hocası Gaspar Cassado’dan bahsederdi. Diyalogları kopmamıştı. Yılbaşında ondan aldığı kartları görürdüm. Eşiyle çektirdikleri fotoğrafları da gönderirdi. Birlikte Bach’ın eserlerini çalışmak istermiş Cassado. Feyha Hanım “Ondan mı öğrenecektim Bach’ı” demişti. Alman çellistler dururken, İspanyol’dan Bach öğrenmek ona tuhaf gelirdi. Oysa Cassado’nun tüm Bach süitlerini yorumladığı plakları ünlü firmalardan yayımlanmıştı…
Mezuniyetime yakın yıllarda, Cassado’dan rica edip Santiago de Compostela’da benim için ustalık sınıfında burs ayarlamıştı. Cassado rahatsızlanıp, görevini öğrencisine devredince gitmemiştim.
Yanlış hatırlamıyorsam 1961’de babasıyla Yeniköy’deki yalılarını satıp (**)  Şişli Sıracevizler’de bir apartmana taşındılar. “Kaloriferi var, kışın rahat edeceğiz” demişti. Fakat Feyha Hanım’ın ruh ve beden sağlığı bu olaydan sonra kötüleşmeye başladı. Gittikçe tükeniyordu. Hiç unutmam Haydn’ın re majör konçertosunu çalacağı konserden kısa süre önce sahneye çıkamayacağını söylemiş. Ferdi Statzer’i bana göndermiş. Ferdi Bey, hocamın delilik görüntüsü altında kapris yaptığını söyleyip onun yerini almamı istedi. Gece, gündüz çalışmam gerekmişti hazırlanmak için.
Feyha Hanım’la benden habersiz TRT’ye konserimin kaydı sözü verdiği için bir tartışmamız olmuştu. Ardından birkaç kez terslik yapıp intikamını almayı denese de sonunda barıştık. 1962’de bir gün sohbet ederken “Ben artık devrimi tamamladım” dedi. 39 yaşındaydı henüz… Babasının ölümü son darbe oldu. Askerdeydim, babasının cenazesine gitmeleri için ailemden ricada bulunmuştum. 2,5 yıl Nizip’te askerlikten sonra terhis olmamı takip eden günlerde Feyha Hanım’ın ölüm haberi geldi. Doktor Bülent Tarcan’dan öğrendiğime göre, son yıllarda yatmaktan kas erimesi ortaya çıkmış.
Çok soğuk, karlı bir kış günü düzenlenen cenaze törenini Feridun Darbaz’dan dinlemiştim. Cemaat 4-5 kişiden ibaretmiş…

 

GÖNÜL GÖKDOĞAN
O gün konserdeydim

Feyha Hanım, annemin arkadaşıydı. Zaman zaman karşılaşırdık. Benden 17 yaş büyüktü, dolayısıyla çok yakın bir ilişkimiz yoktu. 15 yaşında eğitim için Paris’e gittim. Sanıyorum üçüncü sınıftaydım. Feyha Hanım, konsere geldiğinde davet etti. Türkiye’nin NATO Temsilcisi Büyükelçi Muhittin Nuri Bey ile gittik. Salle Pleyel’in Chopin isimli küçük salonunun dörtte üçü doluydu. Biz en önde oturuyorduk. Janopoulo gibi önemli bir piyanist eşlik ediyordu. İcra kalitesini değerlendirecek durumda değildim henüz, fakat ertesi gün buluştuğumuzda Feyha Hanım konserden çok memnundu. Sağlık sorunları nedeniyle sonraki yıllarda gittikçe az seyahat etti. Paris’te başka konserini izleyemedim. Zaten her zaman vesveseli, huzursuz, sinirli bir hali vardı. Şiddetli başağrıları olurdu.

DİPNOTLAR

(*) Ocak 1946’da İsviçre’de vefat eden annesi Fatine Talay’ın ölüm ilanında, kafa karıştıran bir bilgi yer alıyor. Bu ilana göre Fatine Hanım’ın her ikisi de mühendis Kudret ve Fatin İsfendiyaroğlu adlı iki çocuğu daha var. Bir başka kaynakta ise bahsedilen iki kişinin, ilk seri atışlı topun mucidi Ahmet Süreyya Emin Bey’in torunları, Dr. Fuat Süreyya Paşa’nın oğulları olduğu belirtiliyor. Muhtemelen Fatine Hanım, ikinci evliliğini  Dr. Talay’la yaptı. Ve Dr. Talay’ın da ikinci eşiydi. Feyha Talay’ın ölüm ilanında ise kardeşlerinin adı geçmiyor. Mustafa Kemal (Atatürk), 1918’de Karlspad’da tedavi gördüğü sırada yazdığı günlüklerinde “Arkadaşım Doktor Rasim Ferit Bey’in refikası Fransızdır. Pek haluk, kıymetli bir kadındır. Savaş nedeniyle Paris’te bulunuyor. Mebruke Hanım’dan işittiğime göre, doktor refikası için ağlıyormuş” diyor.

(**) Murat Bardakçı’nın verdiği bilgiye göre, yalıyı armatör Manioğlu aldı. Onlar da Tansu Çiller’e sattı. Yalı, 1993-96 arasında siyasi tarihimize geçen önemli görüşmelere sahne oldu.

 

ARŞİVLERDEN BİR TANIKLIK
ÖĞRENCİSİ PROF. GÜNSEL KOPTAGEL-İLAL
Feyha Hanım’ı son gören psikiyatrist benim
vücut sağlığı kötü, akıl sağlığı yerindeydi

Viyolonselist ve müzik öğretmeni Feyha Talay’ın (1923 – 25 Şubat 1968) genç denecek yaşta dünyamızdan ayrılışının bugünlerde yıldönümü olması ve yine kısa süre önce Prof. Dr. Metin Özata’nın “Atatürk ve Tıbbiyeliler” adlı değerli yapıtı hazırlarken benden Feyha Hanım’ın babası Dr. Rasim Ferit Talay hakkında bazı bilgiler sorması ile bu aileye ait anılarım yeniden canlanmıştı. Son günlerde çıkan bazı yayınlarda benim de viyolonsel hocam olan Feyha Hanım’la ilgili hoş ve gerçek sayamayacağım bazı sözleri üzücü bulduğumdan, yanlış yorumları ve bir takım rivayetleri belki düzeltebilirim umuduyla bildiklerimi kaleme almak gereksinimini duydum.

Babası Atatürk’ün doktoru
amcası ise avukatıydı

Feyha Talay ülkeye değerli hizmetlerde bulunmuş köklü ve saygın bir aileden gelmekteydi. Babası Dr. Rasim Ferit Talay, Lofçalı Mehmet Ferit Paşa’nın oğlu olup, 1908’de İstanbul Tıbbiye Mektebi’nden mezun olduktan sonra Paris’te cerrahi uzmanlığı eğitimi görmüş, ardından Hilal-i Ahmer (Kızılay) heyeti başkanı olarak Trablusgarp ve Balkan Savaşları’na katılmış, daha sonra Sağlık Müfettişi, İstanbul Sağlık Müdürü ve Hastane Baş Operatörlüğü gibi çeşitli devlet ve toplum hizmetlerinde bulunmuş, Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcından beri de kardeşi Hukukçu Sadettin Ferit Talay ile birlikte Mustafa Kemal Atatürk’ün en yakın ve en güvendiği yardımcıları olmuştu. Atatürk genç yaşlarında ve mücadeleli yıllarında sağlık sorunlarında hep Rasim Ferit Bey ile haberleşerek onun görüşlerini ve desteğini almıştır. Hukukçu Sadettin Ferit Bey de milli mücadeleye başlarken onun avukatlığını üstlenmiştir. Gerek Rasim Ferit Bey, gerekse kardeşi Sadettin Ferit Bey milli mücadele yıllarında kimi zaman örtülü kimi zaman açık yoldan yaptıkları çalışmalarla Mustafa Kemal’e değerli destekte bulunmuşlar, Cumhuriyet kurulduktan sonra da biri sağlık alanında diğeri hukuk alanında olmak üzere ülkeye önemli hizmetlerde bulunmayı sürdürmüşlerdir. Sadettin Ferit Bey 1926-1928 yıllan arasında Baro Başkanlığı yapmış, Rasim Ferit Bey de 1934-1946 yılları arasında 5, 6 ve 7’nci dönem milletvekili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bulunmuştur.
Talaylar ile ailemin tanışıklığı benim Feyha Hanım’ın öğrencisi olmamdan daha öncesine dayanır. Büyükbabam, General Osman Nuri Koptagel ordudan emekliliği yaklaştığı sıralarda Nişantaşı’ndan Osmanbey’e uzanan Şair Nigar So-kak’taki 47 numaralı evi satın almış, orada oturmaya başlamış, emekli olduktan kısa süre sonra Atatürk’ün çağrısıyla 1935’de milletvekili olarak Ankara’ya taşınınca o evi bize bırakmış, biz (annem, babam ablam ve ben) orada oturmaya başlamıştık. Şair Nigar Sokak o zamanlar belli ailelerin oturduğu bir mahaldi. Osmanlı’dan modern çağa geçiş mimarisindeki evler ve birkaç apartman bulunurdu. Şair Nigar Sokağı’nın Baytar Ahmet Sokağı ile kesiştiği yerden sonra Osmanbey’e uzanan yanında sol tarafta köşede Cemal Reşit Rey’in ailesinin konağı vardı. (Cemal Reşit’in babası Ahmet Reşit Bey, Osmanlı’nın son zamanlarının dışişleri bakanlığı yapmış, edebiyatta da H. Nazım takma adıyla bilinen bir kişiydi). Ondan sonra birbirinin eşi, önlerinde demir parmaklıklarla çevrili bir bölümden sonra evin kapısına varılan, sokak boyunca sıralanmış 5 ev bulunurdu (halen Londra’da bu evlerin benzeri vardır). Evler 5 katlı kâgir binalardı. Ön yüzleri (kuzeye bakan yüzler) tahta kaplamalı idi. Bu 5 evden 39 no.da bir Ermeni aile, 41 No.da Sadettin Ferit Bey ve ailesi, 43 No.da Memduh Şevket Esendal ve ailesi, 45 No.da Avukat Hayri Bey, 47 No.da da Koptagel Osman Paşa Ailesi (yani biz) otururduk.
İşte Sadettin Ferit Bey ailesi ile hem büyükbabamın dostu olması, hem de bizim komşuluk ilişkilerimiz nedeniyle bir tanışıklık vardı. Bizim ailede de müzik ön planda bir konu olduğundan Rasim Ferit Bey’in müzisyen bir kızı olduğunu da hep duyardık. Bundan başka, Rasim Ferit Bey ve ailesi Yıldız’daki Şeyh Zafir Ailesi’nin de yakınıydı. Bir akrabalık ilişkileri yoksa da çok yakın dostlukları vardı. Şeyh Zafir Ailesi ile bizim de (annemin jinekologu, bizi doğurtan hekim Dr. Bekir Zafir Bey dolayısıyla) oldukça yakın bir ilişkimiz vardı ve onlar da hep Feyha Talay’dan söz edip överlerdi.

1955 Nisanı’nda Feyha Hanım’la
çello destlerine başladık

Ben Demirhan Altuğ’un piyano öğrencisiydim. 1952 sonbaharında viyolonsel çalmaya heves edince, çoktandır hayranı olduğumuz Mesut Cemil Bey’in bana ders vermeyi kabul etmesi üzerine balıklama atlayarak piyanodan viyolonsele geçtim. Sevgili, kibar Demirhan Bey buna sanırsam kırıldı ve benimle 20 yıl kadar pek konuşmadı ama sonra başka bir vesile ile tekrar barıştık. Mesut Cemil Bey dünya tatlısı, harikulade bir insan ve hocaydı. Ne yazık ki bir süre sonra Bağdat’a konservatuar kurmaya gidince ben hocasız kaldım. O sıralarda bizim evde çok yoğun müzik uğraşları olmaktaydı. Ablam Yüksel, Cemal Reşid’in öğrencisi olarak müziği meslek edinme yolunda gidiyor, Panayot Abacı haftada birkaç gün ge-lip oda müziği çalışmaları yapıyordu. Bu arada Cemal Reşid Bey’in parlak öğrencisi olarak orkestra yönetmeye başlamış ve çok başarılı konserler veren Pertev Apaydın da arkadaşımız olarak sık sık bizim eve gelip gidiyor ve müzik çalışmaları yapılıyordu.
18 Şubat 1952 tarihinde Pertev, İstanbul Belediye Senfoni Orkestrası ile Beethoven’in 4. Senfoni’sini yönettiği çok başarılı bir konser vermişti. Cemal Reşid Bey’in batonu ilk kez genç bir öğrencisine verip orkestrada başarılı bir konser yaptırması müzik ortamlarında epey heyecanla konuşulur olmuştu. Pertev bu başarılı konserden sonra vereceği ikinci konser için Çaykovski’nin 6. Senfoni’sine (Pathetique) hazırlanırken, yavaş yavaş hocası Cemal Bey ile arasında soğukluklar başlamıştı. 22 Mart 1954 tarihinde verilecek bu konserin öncesinde Cemal Bey yurtdışına gitmiş, konserde de bulunmamıştı. Gerek prova sürelerinin ayarlanması, gerekse orkestra düzeni gibi önemli diğer konular açısından Pertev, konser öncesinde çok üzülmüş ve telaşlanmıştı. Her şeye rağmen konser o zamana kadar alışılmamış derecede büyük başarıya ulaştı. Ardından ertesi yıl için Pertev’e Ankara’da Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’yla vermek üzere bir konser teklifi geldi. Konserde Çaykovski Romeo ve Jülyet Uvertürü, Çaykovski 6. Senfoni ve Feyha Talay’ın solist olduğu Lalo viyolonsel kon-çertosu çalınacaktı. Pertev bu vesile ile Feyha Talay ve ailesini tanımış oldu. Konserden sonra benim için aracılık ederek beni ders almak üzere Feyha Hanımların evine götürdü. Talaylar ailemi tanıdığından beni memnunlukla kabul et-mişlerdi. Böylece Nisan 1955’te ben Feyha Hanım’dan viyolon-sel dersi almaya başladım.

Abdülhak Hamit’in eşini
Feyha Hanımların evinde tanıdım

Feyha Hanım, babası Rasim Bey ve yanlannda çalışan birkaç hizmetliyle birlikte Yeniköy’deki yalılarında (şimdi Tansu Çiller’in) otururdu. Ben haftada bir gün (kışları cumartesi, yazları çarşamba) saat 15.00’de Yeniköy’e derse giderdim. O sıralar İstanbul Tıp Fakültesi ikinci sınıf öğrencisiydim. Gittiğimde bana Yeniköy fırınının çıtır çıtır halkalarıyla çay ikram edilir ve bir saat kadar Feyha Hanım’la sohbet yapardık. Bu sohbette dünyadaki, özellikle de Avrupa’daki müzik, sanat, edebiyat olayları yanı sıra güncel olaylar ve Feyha Hanım’ın Cenevre Konservatuarı’ndaki, öğrencilik yıllarının olayları ve diğer tanınmış çellistlerle olan deneyimleri ve çevremizdeki müzikçilerle ilgili bazı olaylar konuşulurdu. Saat 16.00’da Rasim Ferit Bey öğle uykusundan kalkıp aşağıya iner ve katılımıyla sohbet bir saat daha sürerdi. Rasim Ferit Bey tıp mensubu olduğundan benim gelmiş geçmiş hocalarımı tanır, hepsi hakkında kimi iyi, kimi alaylı bir takın öyküler anlatır, öğütler verirdi. Bunun yanı sıra ondan yakın ve uzak tarihimizden de epey bilgiler edinirdim. Rasim Bey edebiyat ve siyaset kadar Batı Müziği ve Türk müziği konusunda da çok bilgiliydi. Feyha Hanım’ın da genel kültürü derindi. Evlerine sürekli tanınmış kişiler gelir giderdi. Abdülhak Hamid’in eşi Lüsyen Hanım’ı, ünlü tarihçi Feridun Fazıl Tülbentçi’yi, Atatürk’ün Muhafız Komutanı İsmail Hakkı Tekçe Paşa’yı orada tanımıştım.
Feyha Talay, Rasim Ferit Bey’in tek çocuğuydu. 1935 Ankara Maarif Okulu, 1938 Ankara Kız Lisesi mezunuydu. Küçük yaşta kemençe çalarak müziğe başlamış sonra viyolonsel ve Batı müziğine yönelmişti. Liseyi bitirdikten sonra Cenevre Konservatuarı’nda müzik eğitimini tamamlamış; yüksek viyolonsel diploması (1945) ve birincilik ödülü almıştı. Ayrıca Pablo Casals ve Gasper Cassado ile de çalışmış, İtalya’daki Siena Müzik Akademisi virtüozite kursları’ndan da mezun olmuştu (1948). Paris Milli Konservatuvarı Jüri üyesi olarak bulunmuş, Paris, Cenevre, Atina radyolarında konserler vermişti.

Cemal Reşit orkestra konseri
ve resital vermesine engel oldu

1948’de yurtdışındaki eğitimini bitirip Türkiye’ye döndüğünde İstanbul müzik yaşamında Cemal Reşit Rey egemendi. Her nedense Cemal Bey ona konser müzisyeni olarak etkinlikte bulunacağı fırsatı vermemişti. Feyha Hanım bunun üzerine İstanbul Konservatuarı’nın Beşiktaş’taki yatılı kısmına öğretmen atanmıştı. Orada viyolonsel ve müzik tarihi dersleri verirdi.
Cemal Reşit Rey’in ailesi ile Rasim Ferit Bey’in ailesi arasında garip bir husumet vardı. Neye dayanırdı bilemiyorum ama iki taraf da birbiri hakkında pek iyi konuşmazdı. Bu karşılıklı öfkenin nedeni acaba Talay Ailesi’nin sıkı Cumhuriyetçi, Rey Ailesi’nin saltanata yakın olması mıydı acaba? Bunu hep düşünmüşümdür.
Yukarda da dediğim gibi, müzik dünyası Cemal Reşit Bey’in egemenliğinde olduğundan, Cemal Bey, Feyha’ya konser de verdirmezdi. İstanbul’da ne belediye ne de filarmoni orkestrasıyla konser verebilirdi. Resitalleri de engellenirdi. Buna karşılık babası Rasim Ferit Bey, her yıl (o zamanların tek konser salonu olan) Saray Sineması’nda kızına bir resital ayarlardı. Bu konserleri düzenlemekle Rasim Bey şahsen meşgul olur, evde çalışma masasının başına oturup davetiyeleri kendi hazırlardı. Aynı şekilde Rasim Bey, kızına Avrupa’da da böyle konserler ayarlar ve bir iki yılda bir Feyha Hanım Avrupa’da konser vermeye giderdi. Fransa’da, Dandelot adında ünlü bir emprezaryosu vardı. Bunlardan, benim bildiğim bir konser Paris’te Salle Pleyel salonlarından birinde olmuş ve resitalde piyano ile refakat için de o zamanların ünlü ve pahalı refakat piyanisti Tassopoulos tutulmuştu (yıl 1957 veya 1958 olacak).

Sahnede heyecandan tutulurdu

Feyha Hanım aslında iyi bir çellistti. Sazını da sever, konserleri engellenmiş de olsa çalışmasını kesmezdi. Bildiğim kadarıyla gece yansından sonra çalışırdı. Kendilerine ait müstakil bir yalıda oturduklarından, konu komşu derdi olmadan, ara sıra denizden geçen takaların gürültüsü dışındaki gecenin sessizliğinde daha rahat çalışabiliyordu. Çok iyi bir tekniği ve müzikalitesi vardı. Evde çaldığı zamanlar bu kaliteleri daha belirgin ortaya çıkardı. Ne var ki, yıllardır ülkesindeki müzik ortamında olumsuz bakışlar altında kaldığından, sahneye çıktığında trak olur, verimi düşerdi. İster icracı sanatçı, ister ko-nuşmacı olsun, sahne rahatlığı ancak sahneye çıka çıka elde edilir. Sahneye çıkması hele de olumsuz duygu ve tutumlarla engellenmişse, o kişinin sinirli olup veriminin düşmesi son derece normaldir.
Benden kısa süre sonra Reşit Erzin de Feyha Hanım’dan ders almaya başladı. Reşit, hocasına büyük hayranlık duyguları sergiler, nerdeyse önünde secdeye yatıp iltifatlar sıralar, Feyha Hanım da gülerek “hadi git işine!” diyerek işi şakaya alırdı.
Feyha Hanım şişmancaydı. Henüz 32-33 yaşlarındaydı. Buna rağmen birçok organik şikâyeti vardı; barsak, safra kesesi, böbrek problemlerine bir türlü çare bulunamadığından yakınırdı. O dönemin en ünlü cerrahlarından Prof. Şinasi Hakkı Erel ameliyatlar yapmış ama onu rahat ettirememişti. (Şinasi Hakkı Erel’in babası Hakkı Şinasi Paşa ile Rasim Bey’in dostluğu vardı. Bazı kaynaklarda ülkenin sağlık hizmetlerinin düzeltilmesi konularında birlikte çalışmış oldukları da belirtilir). Ben tıp fakültesinin daha ilk sınıflarında olduğum halde, Feyha Hanım’da bir endokrin bozukluğu olduğunu düşünür, babasının hekim olduğu halde bunu neden görmediğini ya da göz ardı ettiğini anlayamazdım.
Feyha Hanım hiç de çirkin değildi. Geçenlerde anılarını yazmaya kalkışan bir müzikçi onun dış görünüşünden dolayı sevilmediğini söylemiş. Feyha Hanım bütün maddi imkânlarına karşın gösterişi sevmeyen, abartılı süslenmeyen, sade ve yapmacıksız bir insandı, ama onu biraz yakından tanıyabilme yeteneğine sahip olanlar gerek kendisinin gerekse babasının ne kadar ince düşünceli olduklarını ve verici yanlarının ne kadar geniş olduğunu görüp anlayabilirlerdi. Sanat gibi estetik ve derinliğe yönelik konuyla uğraşma iddiasında olan kişilerin insanları dış görünüşlerine göre değerlendirmeye kalkışmaları gerçekten de ürpertici ve üzücü oluyor.

Konser öncesi babası öldü, Feyha Hanım
provada tutulunca konser iptal edildi

1958’den sonra ben Tıp Fakültesi’nin yoğun programı, ardından asistanlık yaşantım ve 1960’da da nöropsikiyatri uzmanlık eğitimi ile psikanaliz eğitimimi yurtdışında sürdür-mek için Berlin’e gitmem dolayısıyla Talay Ailesi’yle pek temasım olmadı. 1964 Ekim sonuna doğru Türkiye’ye döndüğümde sokaktaki konser afişlerinde Feyha Talay’ın İstanbul Belediye Orkestrası’yla bir konseri olduğu ilanını gördüm, fakat birkaç gün sonra gazetede Rasim Ferit Bey’in ölüm ilanı çıktı. Başsağlığı dilemek için telefon ettiğimde, telefona çıkan kişi Feyha Hanım’ın ilaç alıp yatmış olduğunu, uyuduğundan uyandıramayacağını söyledi. İlan edilen konser de iptal edildi. Ondan sonra benim ülkeye dönüş telaşım içinde kendisini tekrar arama fırsatım hemen olmadı, bir süre sonra telefonla aramaya çalıştığımda da telefon açılmadı. Aradan bir yıl kadar geçtiğinde, bir gün Meydan gazetesinden (dergisinden) bir hanım, yaptığım mesleki çalışma konusunda röportaj yapmak için bana geldi (Hanımın adı galiba Handan Turunç idi). Konuşma sırasında Feyha Hanım’dan ders aldığımı öğrenince onun hakkında bilgi verdi. Babasının ölümünden sonra çok fena olduğunu, yalıda oturmak istemeyip sattığını ve Teşvikiye’de bir apartman katına taşındığını söyleyerek, onu aramamın çok iyi olacağını bildirerek bana adresini ve telefonunu verdi. Ne zamandır bulamadığım adresine ulaşınca sevindim. Telefon ettiğimde karşıma çıkan kişi yine uyuduğunu, telefona çıkamayacağını söyledi.

Nihayet kapıyı açtı
hocamı son kez gördüm

Bir kaç kez telefonla arayıp ulaşamayınca, bir akşamüstü kalkıp o adrese gittim. Kapıyı açan hizmetli yine Feyha Hanım’ın ilaç alıp uyumuş olduğunu söyledi. Bunun ardından bir cumartesi öğleden evvel yine gittim, kapıyı çaldım fakat açılmadı. İçerden Bach’ın orkestra süiti müziği geliyor, fakat zili ısrarla çalmama rağmen kapı açılmıyordu. Biraz sokakta dolaşıp yine geldim. Bu kez elektrikler kesilmişti. Zil de çalmıyordu. Kapıya ısrarla elimle vurmaya başladım. Nihayet kapı aralandı ve Feyha Hanım çıktı. Çok kötü bir görünümdeydi. Saçlarının tepesi dökülmüş, yüzü şişmiş, gayet halsizdi. Beni hemen tanıdı, memnun olup içeri aldı. Hiz-metçinin kapıyı açmadığını söyleyince, “yok onu ben bir yere yolladım, gelir, Allah razı olsun bana çok iyi bakıyor” diye savundu. Durumu çok kötüydü ve kendi de farkındaydı. Sürrenal (böbrek üstü bezi) bozukluğu olduğunu, Viyana’ya falan da gidip gösterdiğini ama artık hiçbir şey yapılamadığını söyledi. (O sıralar Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel komadaydı) Feyha Hanım “Bıktım artık, Cemal Gürsel gibi komaya girsem de kurtulsam” dedi. Kendisini otomobille biraz gezdirmeyi önerdim. “Başka zaman inşallah, şimdi halim yok” diyerek nazikçe reddetti. Bu arada benim ne yaptığımı, ailemi falan sorup, selamlar söyledi. “Zafirler de beni hiç aramadılar, neye aramadılar?” dedi. Yani vücutça çok kötüydü ama aklı yerindeydi. Bu arada, onu tanıyan birinden dedikodular duymuştum. Feyha Hanım’ın hizmetçisinin oğlunu evlât edinmek istediğini, aradaki yaş farkı nedeniyle kabul edilmediğini, bunun üzerine onunla nikâh kıydığı söylenmişti. Bunun ne kadar doğru olduğunu bilmiyorum ama Feyha Hanım babasının ölümünden sonra yapayalnız kalmıştı. Çok yakın ilişki içinde olduğu akrabası da yoktu. Buna karşılık kendine bakan, bakımına muhtaç olduğu bir hizmetlisi vardı. Galiba bu hizmetli de kendi ailesi ile birlikte ona bakmaktaydı. Feyha Hanım onlardan memnundu, her işine koştuklarını söylemişti. Ben bu görüşmeden sonra Şeyh Zafir ailesine de durumu bildirip onlar tarafından aranmayı istediği haberini verdiğimde ise onlar da kimseyle görüşmek istemediğini duyduklarını, onun için aramadıklarını söylediler.
Bu olaydan bir süre sonra Feyha Hanım öldü. Gazete haberlerinde akrabalarının ona bakan hizmetkârı Feyha Hanım’a yanlış veya fazla ilaç vererek öldürmekle suçlayıp, otopsi yaptırdıklarını okudum. Bir yerlerden öğrendiğime göre, babası öldükten sonra Feyha Hanım çok kötü olmuş, depresyona girmiş, Teşvikiye Sağlık Yurdu’nda yatmış ve o sırada bazı psikiyatrlar onun hakkında bir rapor vermişler. Nitekim ben Feyha Hanım’la son görüşmemi bazı kişilere anlatmıştım. O günlerde bir gün Psikiyatri Profesörü İhsan Şükrü Aksel Hoca bana “Yahu sen Feyha’yı ölmeden önce görmüşsün galiba, nasıldı?” dedi. Ben de aklının çok yerinde, ama bedence çok kötü durumda olduğunu söylemiştim. Aradan aylar geçtikten sonra bir gün klinikte koridorda Feyha Hanımların yalısındaki hizmetçilerden birini gördüm. Eğer bir suçlama varsa belki yardımcı olabilmek için kızı odama çağırdım, ama o korkarak kaçıverdi. Olay ne şekilde biçimlendi ve sonlandı bilemiyorum, ama Rasim Ferit Bey’in üstüne titrediği kızı Feyha Hanım’ın sonu böyle acı bitti. Bu arada, babası öldükten sonra depresyona girmesi doğal olabileceği gibi, bu sırada Feyha Hanım travmatize edici bir olay daha yaşamıştı. 1964 yılında artık Cemal Reşit Bey müzik ortamında tartışmasız bir egemenlik içinde değildi. Orkestra elemanları onunla çatışmaya girmiş, bir takım karmaşalardan sonra, orkestra konserlerinde çalacak solistleri kararlaştırmak için orkestra üyelerinden bir komisyon kurulmuştu. Feyha Hanım’ın konseri ilan edildikten sonra babası ölmüştü. Babasının ölümü onun için muhakkak ki büyük bir sarsıntıydı ama o buna rağmen konseri vermeye niyetlenmiş fakat herhalde bu seferki trak daha da yoğun olduğundan konser iptal edilmişti. Hem babasının ölümü hem de bu olay Feyha Hanım’ı herhalde çok kırmış ve sarsmıştı. Üstelik beden sağlığı da giderek kötüleşmekteydi. Eğer babası öldüğü ve o konser travmasını yaşadığı sıralarda doktorlar ne olduğunu bilmediğim bir rapor vermişlerse, onu ölümünden önce en son gören kişi (psikiyatrist) bendim ve ben gördüğümde de herhangi bir akıl sorunu yoktu.
(Prof. Dr. Günsel Koptagel-İlal / Şubat 2009 / Orkestra Dergisi)

ÖZDEN TOKER

Ankara’da verdiği resitali hatırlıyorum

İsmet İnönü ve Özden Toker

Babam İsmet İnönü, 1923’te Çankaya’da bir bağ evi satın almış. Bugün Pembe Köşk olarak bilinen bu evde 1930’da doğdum. Çocukluğumda aynı bahçenin içinde başka ailelerin evlerinin de bulunduğunu hatırlıyorum. Belki de Atatürk sevdiği, önem verdiği kişilerin birbirine yakın yaşamasını arzu etmişti. Örneğin Ankara Hukuk Fakültesi’nin kurucusu, İstanbul Üniversitesi’nin ilk rektörü Cemil Bilsel komşumuzdu. Bilsel ile bizim evimizin arasındaki boşlukta kurşuni renkli, iki katlı bir bina hatırlıyorum.

Hafızamda hayal ile gerçek arasında bir görüntü daha var: Muhtemelen 5-6 yaşlarındayım, bu eve misafirliğe gitmişiz,  15 yaşlarında, siyah ve uzun saçlı, yuvarlak yüzlü, hafif kilolu bir genç kız iskemleye oturmuş, bacaklarının arasında viyolonsel var. Büyük bir yetkinlikle çalıyor…

Sonraki yıllarda kurşuni renkli ev yıkılmış olmalı. Yerine siteler yapıldı. Bu evde oturan aileyle de herhangi bir bağlantımız kalmamıştı. Bu bölgeden geçerken hep viyolonselci genç kızı hatırlıyordum. İsminin Feyha ya da Feyhaman olduğunu tahmin ettiğim kız sanki düşlerimde karşıma çıkıyor ve kimliğini tespit etmemi, onu arayıp bulmamı istiyordu. Çevremdekilere sorduğumda, soruşturduğumda hiçbir sonuç alamamıştım. Rastlantı sonucu internette Feyha Talay hakkındaki bu yazıya ulaştığımda, aradığım çellistin o olduğunu anladım. Aynı döneme ait Atatürk ile ilgili pek çok anı kalmış zihnimde. Belki de yazıda bahsedilen, Atatürk’ün huzurunda verilen konserdi hatırladığım…

Babam çelloyu severdi. “İnsan sesine en yakın enstrüman” dedikleri için bu çalgıya ilgi duymuş, öğrenmek için ders almıştı. Yürüyüş yapmasını da severdi. Yürüyüş sırasında o evin önünden defalarca geçtiğini, bu sırada  Feyha Talay’ı prova yaparken duymuş olduğunu tahmin ediyorum. Büyük ihtimalle Atatürk’ün doktoru ve milletvekili olan komşumuz Rasim Ferit Talay ile tanışıyordu. Kızı Feyha’nın çello konusundaki yeteceğinden haberdardı. Fakat bu konuyu kendisiyle hiç konuşmadık. (Serhan Yedig ile 9 Nisan 2019 tarihli telefon görüşmesi)

Linkler

Feyha Talay / Alaturkacının alafranga çalamayacağını iddia edenlere aksini ispatladım (1946’da Akşam gazetesinde yayımlanan röportaj)

Feyha Talay’ın, SALT Arşivi’ndeki gençlik fotoğrafı

Share.

Leave A Reply

12 − 1 =

error: Content is protected !!