Yıl 1934, İgor Stravinski 52 yaşında. Ateşkuşu, Bahar Ayini gibi klasik müzik geleneğini sarsan eserlerden sonra yeni fikirlerin, ifade biçimlerinin peşinde. Fakat başı hâlâ dertte. Eleştirmenler ve dinleyicilerle… Bakın rahatsızlığını bu röportajda nasıl ifade etmiş…
25 yıl önce hangi etkilerle beste yapmaya başladığımı soruyorsunuz… Rusya, Almanya ve Fransa’nın yaşayan büyük ustaları Rimsky-Korsakov, Strauss ve Debussy beni etkileyen ilk isimlerdi… Bir de müthiş bir bas olan babam… Yurtdışında konserler verirdi babam, Şaliyapin kadar meşhurdu, fakat onu hiçbir güç ülkesinden ayıramazdı. Bu nedenle müzikal başarılarla dolu bir atmosferde geçti çocukluğum. Duygularımı müzikle ifade etme yeteneğim, teknik yetkinlik konusunda çalışma tutkum ailemden mirastır.
Rimsky-Korsakov’dan kompozisyon dersleri aldım. İlk günden itibaren sistematik çalışma disiplinini kazanmam için büyük çaba gösterdi.
“İlham gelmesini bekleme asla” derdi. “Canın istese de istemese de her sabah düzenli olarak beste yap. Günün sonunda hiçbir şey çıkmasa da, şevkin kırılmasın. Bir başka gün fikirlerin birbiri ardına geleceğini düşünerek gönül rahatlıyla istirahat et.” Düzenli çalışmanın en faydalı yöntem olduğunu gördüm hep…
Petruşka, Ateş Kuşu artık seviliyor, çünkü kulaklar alıştı
Şimdilerde zamanımın çoğu konserlerde geçiyor. Eserlerimi seslendiriyorum. Hayatım ikiye bölünmüş durumda. Evdeyken her sabah beste yapmaya başlıyorum. Sakin ve düzenli bir yaşamım var. Konser turnesine çıktığımda, toplumla yüz yüze geldiğimde dikkatim dağılıyor, hiç beste yapmıyorum.
Kendi eserlerimin yanı sıra diğer bestecilerin eserlerini de seslendirir miyim? Sanatçı işinden gerçekten zevk almak istiyorsa uzmanlaşmalı. Bu nedenle müzikal ruh açısından bana yakın çağdaş ve klasik bestecilerin eserlerini çalmayı, incelemeyi tercih ederim.
En çok duyduğum sorulardan biri şu:
“Petruşka ve Ateş Kuşu, sonraki eserlerinden çok daha güzel. Neden bu yönde çalışmayı sürdürmüyorsun?”
“Bu yönde” tanımıyla neyi kastettiklerini sorduğum kişilerden henüz hiçbir yanıt alamadım. Bunun yanı sıra hatırlatmakta yarar var: Petruşka ve Ateşkuşu’nu 22 yıl önce bestelemiştim. Gençlik dönemimdi. Korkarım ki herkes gibi ben de yaşlanmamı durduramam. Yaşlandıkça çözümlenmesi gereken yeni müzikal problemler ve bunların çözümleri için yeni ifade biçimleri buluyorum.
Şunu unutmamak gerekir: Petruşka, Ateşkuşu, hatta Bahar Ayini’nin (eleştirmenler hâlâ bu eserlere küfrediyor!), şimdi sevilmesinin nedeni bestelenmelerinden bu yana defalarca çalınmaları, toplumun kulağının alışması. Bu eserleri sevdiğini söyleyenler, prömiyerlerine katılmadılar. İlk kez bu eserlerle karşılaşma deneyimini yaşamadılar. Bu eserler, sonrakilerden, bugün yazdıklarımdan daha büyük tartışmalar yaratmıştı…
Sıçramıyorum, beste yapıyorum
Eleştirmenler sürekli “Stravinski’nin müziği gelişim süreci yerine sıçramalardan ibarettir” diyor. Zavallılar şunu fark edemiyorlar ki, doğada da gelişim onların ifade ettiği şekilde gerçekleşmiyor. Mikroskobun başında bir bitkinin büyümesini bekleyen var mı? Bir gün Ateşkuşu’nu, diğer gün Apollon musagète’i, ertesi gün keman konçertosunu, ardından ikili konçertantı bestelediğim için “sıçrıyor” diyorlar. Bu rahatsız edici, yanlış anlaşılma içeren bir bakış, çünkü ben sıçramıyorum! En basit şekilde ifade etmek gerekirse, her yeni başladığım eserde çözülmesi gereken yeni sorunlar yumağıyla karşılaşıyorum, kesinlikle yeni malzemelerle çalışıyorum, sıklıkla farklı araçlar (enstrümanlar) kullanıyorum.
Örneğin, keman konçertosunu besteledikten sonra, oda müziğinde kemanın yeri konusuna odaklandım. Sonraları Duşkin’le kaydettiğim, keman ve piyano için İkili Konçertant’ı yazma fikri böyle ortaya çıktı. Piyano akorlarıyla, arşenin yarattığı akorları karıştırmanın çok sevilen bir sahte orkestra efekti yarattığını düşünürüm yıllardır. Bu enstrümantal ve akustik sorunu çözmek için, sonunda en az sayıda enstrümanla çalışmak zorunda kaldım. Sadece iki enstrüman kullanarak elde ettiğim ses harmanı, piyano ve birçok yaylı kullanılarak oluşturulan tınıdan çok daha saf.
Peki neden bu keman konçertosundan sonrası “sıçrama” olarak değerlendiriliyor? Sadece farklılık sözkonusu… Tıpkı bir öğünde meyve, sonrakinde biftek, sonrakinde pasta yemem gibi… Kimse buna itiraz etmez, çünkü çok doğal. Anlamadıkları şeyleri sürekli başkalarına açıklama çabası içinde olmasalar, eleştirmenlerle tartışmaya hiç girmezdim… Ne zaman sadece benim açıklayabileceğim bir durum olsa, başkaları benim adıma açıklama yapmaya çalışıyor! Eleştirmenler sürekli “Stravinski’yi şunu ya da bunu yapmaya ne zorluyor” diye soruyor. Şunu hiç anlamıyorlar, düşünemiyorlar ki Stravinski’nin bir beste yaparken kesin amaçları var. Önemli olan bu amacı sorgulamak, hedefine ulaşıp ulaşmadığını irdelemek…
Sıradan dinleyici çağının müziğini anlamakta hep zorlanır
Buna benzer bir başka yaygın saplantı, müziğimde duygulara yer vermek istemediğim düşüncesi…
Büyük bir yanlış anlaşılma bu.
Duygu yerli yerinde. Ben bu duyguyu yaşıyorum ve ifade ediyorum, bunu hissetmeyenler ya da paylaşmak istemeyenlere tek önerim psikiyatriste başvurmaları!
Dinleyiciler ‘yeni’ müziği kınamaya çok hazırlıklı. Çünkü bu müzik alıştıkları tipte melodiyle, duyguyla dolup taşmıyor. Yeni müzikteki melodik yapıları ilk duyuşta kavrayamıyorlar. Eleştirmek için acele edenler, Gounod’nun hayattayken melodik olmayan müzik yazmakla suçlandığını, aynı suçlamanın Wagner ve Debussy’ye de yapıldığını bilmeli.
Sıradan dinleyici çağının müziğini anlamakta hep zorlanır. Özgün bir söze sahip, bunu özgün şekilde ifade edebilen bestecilerin melodilerindeki duyguyu yakalamak, bundan zevk alabilmek çoğunluk açısından sorundur. Mozart’ın müziğindeki duygusal derinlik ancak son yıllarda anlaşılabilmiştir. Oysa anlamaya yetecek kulağı, yüreği olanlar için bu duygular hep o müziğin içinde vardı.
Kötü piyano çalan kadını sadece radyo dinleyene tercih ederim
Korkarım ki bu kişilerin artması gerekirken sayıları gittikçe azalıyor. Çünkü tarihte hiçbir zaman müzik bugünkü kadar geniş yayım imkanı bulamamıştı. Durum dinleyicinin çoğunluğunu tembelleştiriyor. Sadece bildiklerini duymak istiyorlar; benzer biçimdeki, formdaki eserleri algılayabiliyorlar. Müzikteki özgünlükten, yeni denemelerden korkuyorlar. Radyonun düğmesini çevirdiğinde, pikaba plağı yerleştirdiğinde müziğe ulaşabilme imkanına kavuşmak, müziğe karşı yapay, dahası müziğin temellerini sarsacak bir yaklaşımın gelişmesine sebep oluyor. Geçmişin başarılı kadınları soyunma odalarında pasta yer, piyano çalardı. Günümüzde de pasta yemeyi sürdürüyorlar. Fakat piyanonun kapağı kapalı, pasta yerken radyo dinliyorlar! C’est énorme, ça!
Ben kötü piyano çalan (bêtement) kadını, sadece radyo dinleyene tercih ederim. Kendileri müzik yapanlar, müzikten daha iyi anlar. Daha iyi anlayanlar, daha iyi duyar. Dinleyici tekrar aktif hale gelene kadar (sadece icra değil, tüm duydukları müziklere entelektüel açıdan anlayıp katılmakta) söyleyecek hiçbir sözümüz olmamalı.
(Norman Cameron / Gramophone Dergisi / Ağustos 1934)
Tercüme: Serhan Yedig, (C) tercümenin her hakkı saklıdır.
Linkler
Stravinski: Gelecek bana hiçbir zaman yaşadığım anın güvenini vermiyor