Üç yaşında “harika çocuk” olarak girdi müzik dünyasına. Önce klasik, sonra caz eğitimi gördü. İlk konserini verdiğinde yedi yaşındaydı. Charles Lloyd, Art Blakey, Miles Davis gibi öncü cazcıların gruplarında ustalaştı. 1972’de adını efsaneleştiren solo konserlere başladı. Hiçbir ön çalışma yapmaksızın konsere çıkıyor ve saatlerce doğaçlama çalıyordu. 1993’te üçüncü kez İstanbul’a geldi, CRR Konser Salonu’nda aynı teknikle bir konser verdi. Bu vesileyle Jarrett’ın 45 yılda kat ettiği uzun yola göz attık.
Sıcak bir ağustos akşamı… Yıl 1987. Kuzey Fransa’da basketbol sahasından bozma küçük bir konser salonunda Jarrett solo çalıyor.
Yapış yapış sıcak, boğucu bir hava. Boynunda havlusu, gömleği terden sırılsıklam. Klavyeye eğilmiş, esin perisinin izinde parmaklarıyla koşuyor tuşların üzerinde. Tüm yaşam enerjisinin notalarda yoğunlaştığı, Jarrett’ın deyimiyle kişilik ya da biçim kaygılarının ortadan kalktığı bir tür trans anı yaşanan. Derken bir ses duyuluyor salonun uzak köşelerinden. Kırılan bir şişenin sesi bu. Konsantrasyonunu yitiren müzikçi bu arada ön sıradakilerin de yüksek sesle konuştuğunu fark ediyor.
İlk aklına gelen konseri yarım bırakıp salonu terk etmek. Ama aklına banka yöneticisinin üç ay önce gönderdiği mektup geliyor. Yoğun çalışma dönemi sırasında, fark etmeden, bankadaki tüm parasını harcamış, üstelik oldukça yüksek bir miktarda boçlanmıştı Jarrett. Evine, otomobiline haciz gelme tehlikesi belirince de yeterli parayı kazanabilmek için düşmüştü yollara. Üç aydır turnedeydi ve Japonya dahil Uzakdoğu’yu dolaşıp onlarca konser vermişti. Turnenin ikinci ayağı Avrupa’ydı. Fransa’dan sonra dört ülkede daha konser vermesi programlanmıştı. Salonu terk ettiğinde sadece Fransa bölümü değil, diğer ülkelerdeki konserleri de tehlikeye girecek, üstelik tazminat ödemek zorunda kalacaktı. Dikkati dağılmasına karşın çalmayı sürdürüyordu. İşte o sırada fark etti ön sırada kıkırdayan iki genç kızı. Durdu. Çaldığı parçanın bittiğini sanıp alkışlamaya başlayan dinleyici, bardağı taşıran son damla oldu. Yerinden kalkıp dinleyicilerin hayret dolu bakışları altında terk etti salonu. Sadece salonu terk etmekle kalmadı, daha önce de bu tür davranışlarla karşılaştığı için, Fransa turnesinin geri kalan konserlerini de iptal ettiğini açıkladı.
Fransa’daki bu konser Keith Jarrett ‘ın adını “kaprisli”ye çıkaran, “saygısız izleyiciye karşı aktif tavır” yaklaşımının da başlangıcı oldu. Almanya’da uyarılara karşın konser sırasında fotoğraf çekildiği için salonu terk etti; yine Avrupa turnesi sırasında konseri yarıda kesip gürültü yapan dinleyicilere sert bir söylev verdi; hatta bir seferinde öksürdüğü halde salonu terk etmemekte direnen dinleyiciyi tersledi.
“Dinleyiciden beklediğim sessizlik ve konsantrasyon. Öksüren kişiye tepki göstermem kişisel bir kapris sanılıyor. Sesten kişisel olarak rahatsız olduğum için değil, müziğin üretim sürecini parçaladığı için tepki gösteriyorum. Bozulan sadece konsantrasyonum değil, dinleyicilerin o anda tanık oldukları süreç. Ben her koşulda konserimi bitirip ücretimi alırım. Nitelikli doğaçlamalar bekleyen konser dinleyicisi olur zararlı çıkan.”
Nadia Boulanger’den ders aldı
Jarrett 1945, Pennsylvania doğumlu, üç yaşından beri müzikle uğraşıyor. Piyano ile başladı müziğe, daha sonraki yıllarda davul, vibrafon ve soprano saksofon çalmayı öğrendi. 5 yaşında, repertuarı klasik müzik yapıtlarmdan oluşan ilk konserini verdi. Kendi bestelerini çaldığı ilk konserini gerçekleştirdiğinde 17 yaşındaydı. Paris’te, üstün yetenekli piyanistlerin öğretmeni Nadia Boulanger’la çalıştı bir süre. Ara verip Amerika’ya döndü. Berklee College of Music’de bir yıllık caz öğreniminden sonra okuldan ayrılarak Tony Scott, Art Blakey, Charles Lloyd ve Miles Davis’in gruplarında çaldı. Daha sonraki yıllarda Charlie Haden, Paul Motian, Jan Garbarek, Jack DeJohnette ve Gary Peacock’la kurduğu üçlülerle konserler verdi, plak çalışmaları yaptı. Çalışmaları caz ağırlıklıydı ama klasik müzikle ilgisini koparmadı. Handel, Bach, Mozart, Beethoven, Bartok, Şostakoviç gibi bestecilerin yapıtlarını yorumladı. Handel, Bach ve Şostakoviç yorumları CD olarak yayımlandı.
1970’lerin başında Alman prodüktör Manfred Eicher’in girişimi Keith Jarrett’ın müziğinde bir dönüm noktası oldu. Çağdaş cazın öncü müzikçilerinin yapıtlarını yayımlayan ECM firması, Jarrett’a da solo plaklar hazırlamayı önerdi. 72’de yayımlanan ilk solo plağı “Facing You” büyük ilgiyle karşılandı. Aynı yıl 18 konserlik uzun bir Avrupa turnesine çıktı. ECM’in “Solo Concerts Bremen and Lausanne” adıyla yayımladığı konser kayıtları 1974’te Amerika, Avrupa ve Japonya’da yılın plağı ödülünü kazandı. Ancak en büyük satış rakamlarını Köln Konseri albümüyle yakaladı. Yaklaşık yirmi yıl sonra, bugün bile sevilerek dinlenen plak caz çevrelerini şaşırtarak milyonlarca sattı. ECM’in en iyi satan plağı olduğu söylenmekte. Jarrett’ın solo çalışmaları Dark Intervals, on plaklık Sun Bear Concerts, Paris Concert ve 1992’de yayımlanan Vienna Concert albümüyle sürdü.
Emprovizasyon yapan vecd duygusuna aşina olmalı
Jarrett’ın kendi müzik dilini oluşturmasında solo çalışmaların önemli bir yeri var.Tamamıyla doğaçlama bu albümler müzikçiyi kuşağının en fazla etkilenilen piyanisti konumuna getirdi. Önceden tasarlanmış melodi ya da motif olmaksızın konsere çıkan Jarrett, müziği o anda, dinleyicisinin tanıklığında yaratıyor. Kimi zaman 5 dakika, kimi zaman 40 dakikayı buluyor doğaçlamaları. Jarrett’a göre, ön çalışma yapmadan çıktığı konserlerde parçaya başlamak kadar, ne zaman bitmesi gerektiğini saptamak da zor iş…
“Emprovizasyon yapacak kişi vecd duygusuna alışık olmalı. Bestecinin esin perisini bekleyecek zamanı var. Bugün olmazsa yarın gelebilir. Ama, sözgelimi bu akşam saat 20.00’de konsere çıkacaksanız, emprovizasyonun tek koşulu vecd duygusuna yakın olmak zorundasınız. En başarılı doğaçlamalar, çalacağınız müziğe ilişkin hiçbir bilgi yokken çıkar. Solo konserlerden önceki günlerde belleğimdekileri silmek için bir süre piyanodan bile uzak dururum. Her konser kesinlikle sıfırdan Doğaçlama, kendi yasaları olan farklı bir dünyadır. Müziğin anlık gerçekliğini derinden kavramanın en etkin yöntemidir bence, doğaçlamacı, yaratıcı akışı engelleyen müzikal fikirleri kafasından attıktan sonra müzik yapmaya başlayabilir. Bu süreç müzisyenin kişiliğini eriterek müziğin ve dolayısıyla kendi özünü yakalamasıdır. Yüzeyselliğin yüceltildiği günümüz toplumlarında, kimse özün derinliği ile ilgilenmese de, derinlikler olmadan yüzeyselliğin de kavram olarak var olamayacağını unutmamak gerekir. Doğaçlama doğası gereği sonsuza dek sürebilir. Asıl söylemek istediğinizi çalmadıkça uzayacaktır; söylenmek istenen tamamlandığında olay bitmiştir. Bir ressamın tuvaldeki son fırça darbesi gibi, melodinin olgunlaşma sürecinde bir noktada, ezgiyi daha fazla elimde tutmak istemediğimi hisseder ve parçayı bitiririm.”
Rus şarkılarından Hindistan’a esine açık
Keith Jarrett’ın solo çalışmalarında, iyi bir müzik dinleyişinin kolayca farkına varabileceği, çok değişik etkileşimlerin izlerini bulmak olası. Fransız izlenimci piyano literatüründen, değişik dönemlerde yapıtlarını seslendirdiği bestecilerin yapıtlarından Jarrett’ın müziğine klasik kökenli etkiler yansıyor. İngiliz halk ezgilerinin, Rus şarkılarının, Hindistan ve Uzakdoğu’nun gizemli müziğinin öğeleri de belirgin biçimde Jarrett’ın emprovizasyonlarında görülebiliyor. “Nasıl isterseniz öyle tanımlayın ama, bu eklektisizm değil” diyor Jarrett. Benmerkezci ya da kişisel biçim yaratma çabasındaki bir müzikçide görülemeyecek bu özelliğin kendi müziğinde görülebilmesini, üzerinde çok durulan “kişisellik” kavramına karşı çıkmasıyla açıklıyor Jarrett.
“Sizden önce söylenen hiçbir şeyi tekrarlamadan kendi müziğinizi üretmeniz, sanatçılığın ilk adımıdır. Bu aşamaya ulaşıldığında, önyargılar ve endişeler dahil herşeyi bir yana bırakabilirseniz sanatçı olursunuz. Her şeyi bir yana bırakan kişinin müziği, birilerinin melodilerini çağrıştırabilir, ancak özde her zaman farklı olacaktır.”
Keith Jarrett’ın, çok sık olarak, müziğiyle kişiliğin bağlayıcı özelliklerinden arınıp öze yaklaştığını vurgulaması, sanatçının mistik özelliklerini ön plana çıkartıyor. Kendisini ifade etme biçimi, sufilerin ayrıntılardan arınıp kendi özünde Tanrı’ya ulaşma çabasını anımsatmakta. Belki de bu yüzden, müzik dünyasında Jarrett’ın sufi olduğu söylentileri dolaşıyor.
1970’lerin sonunda yayımladığı “Byablue” albümü besteleri ve ilginç parça adlarıyla bu konuda ipuçları vermekteydi. Ancak kendisi bu konuda yorum yapmaktan kaçınıyor. Geçen nisanda La Magazine’de yayımlanan röportajda, günümüz müziğinde melodinin neden ortadan kaybolduğunu açıklarken şunları söylüyordu:
“Melodi neden öldü? Milyarlarca cevabı olabilir bu sorunun. Tanrı öldüğünde melodi de öldü. Ne zaman yaşama karşı kararsız, şüpheci hale geldik, işte o andan itibaren şüphe tüm ilişkileri yönlendiren etmen oldu.
Bach da eserlerini Tanrı’ya adamıştı
Melodi doğrudan konuşur ve şüpheye yer bırakmaz; inancın olmadığı yerde insan ruhuna ulaşamaz. Şu andaki kültürün melodiyi hak ettiğini sanmıyorum. O bir duygudur; akışkan ve kırılgan… İmaj bombardımanına uğradığımız bir dönemde melodiyi yakalamak gittikçe zor olmaya başladı. Çünkü onu duyabilecek konsantrasyonumuz yok.”
Keith Jarrett’ın “hymn” ya da Türkçe söylersek dua olarak adlandırdığı birçok bestesi var. Neden bu ismi seçtiği sorulduğunda Bach’ın da birçok yapıtını Tanrı’ya adadığını hatırlatıyor. Yapıtlarını büyük bir güce bağlamaz, onun varlığına teslim olmazsa hiçbir yere varamadığını belirtiyor. Jarrett’a göre, yaratıcılık bir armağan ve bunu kabul ettiğini belirtmek için yapıtlarını “hymn” veya dinsel ayini çağrıştıran “rituel” gibi terimlerle adlandırıyor.
Keith Jarrett’ın mistik duyarlılığı Cat Stevens örneğini hatırlayan hayranlarını kaygılandırmakta. Müzikçinin çeşitli alardaki yoğun temposuna bakılırsa şimdilik böyle bir tehlike yok. Resitaller veren, standart üçlüsüyle caz dünyasında ilgiyle karşılanan albümler yayınlayan, oda müziği türündeki bestelerini tamamlayıp kaydetmek için çaba harcayan Jarrett’ın hidayete ermesi pek beklenmiyor. Yine de çok emin olmamakta yarar var.
Keith Jarrett’ın yayımlanan son doğaçlama çalışması Viyana Konseri oldu. Müzikçi albüm için yazdığı notta, “Bugüne kadar ateşi içimde taşıdım. Geçmişte bu ateşten kıvılcımlar yansımıştı müziğime. Bu kayıtta dinlediğiniz müzik ise alevin kendi dilidir” diyordu. Yaklaşık yirmi yıl önceki ünlü Köln konseri güzelliğin tarifiydi. Viyana ise güzelliğin içindeki yaşam…
Zaman içindeki değişim dinleyiciye de yeni görevler yüklüyordu. Köln konseri yıllarında belirli hacimdeki melodilerde yoğunlaşan düşünceydi dinleyiciye ulaşan. Oysa şimdilerde Jarrett’ın müziğini kavrayabilmek için bütün bir sürecin, ayrıntılardan arınarak, yaşamın ve müziğin özüne ulaşılması sürecinin yakalanması gerekiyor.
500 bin lira ücret ödemek pahasına da olsa bu süreci yakalamak için hazırsanız, pazar akşamı Keith Jarrett Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda sizler için çalacak. Üretilen müzik yaratıcısı tarafından beğenilirse,
konser kayıtlarının ECM tarafından yayımlanması tasarlanıyor. Jarrett ‘ın bir de esprili mesajı var konsere katılacaklara: “Bakın iki seçenek var: Ya biraz çatlağım ya da çok duyarlıyım. Müziğimi dinleyin. Ne söylediğimi yakalayıp değerlendirin. Eğer gerçekten çatlak olduğumu düşünürseniz unutun gitsin. Eğer duyarlı olduğuma karar verirseniz, izin verin, müziğim sizlere daha az toksik bir dünyanın yolunu gösteren rüzgar gülü olsun…”
(Serhan Yedig / 3 Kasım 1993 / Aktüel)
1 Yorum
Evet “melodi öldü çünkü günümüz kültürü melodiyi haketmiyor” (bunu 1993’te söylemiş) hala (2019’da) geçerli ve hatta çok daha kötü durumda. O kadar ki sırf bu yüzden, ileride evlenme teklif etmeyi düşündüğüm kıza, müzik zevki hakkında kalbini sonsuza dek kırabilecek saçma sapan bir yorum yaptım (ve tabi ki bir daha beni görmek istemedi..!) Ben dünyanın en aptal insanıyım ve işte haklı olduğumu görmek sonuçta hiç bir şeyi değiştirmiyor…