Maria Joao Pires / Konser vermeyi, sahneye çıkmayı hiç sevmiyorum

0

Kuş kadar küçük ve zarif piyanist Maria Joao Pires, okyanus kadar derin Chopin, Mozart, Beethoven, Schubert yorumlarıyla tanınıyor. Kişiliği gibi icraları da yalın ve samimi. Röportajlarda öyle laflar ediyor ki, kendini rekabet koşullarına kaptırıp müziği unutan meslektaşları kadar müzik endüstrisini de sarsıyor.

Neredeyse yarım asırdır dünyanın dört bir yanında alkışlanan, en iyi Chopin yorumcusu ilan edilen, plakları dünyanın en prestijli plak firması Deutsche Grammophon tarafından yayımlanan bir piyanistten duymanız mümkün olmayan şeyleri alenen söylüyor Maria Joao Pires:
“Ellerim küçük, teknik açıdan problemlerim var. Kuşkusuz piyanoya uygun kişisel vücut dilimi oluşturdum, sorunları aşmak için yöntemler geliştirdim, fakat hâlâ problemler devam ediyor. Piyanoya yeterince zaman ayıramadım hiç. Genç yaşta çocuk sahibi oldum, her şey benden soruluyordu. Bir açıdan ben hep amatördüm. Mesleğe dönüştü, fakat bunu amaçlamamıştım. İstediğim bir şey değildi, piyanist olma sürecim bu açıdan pek doğal sayılmaz. Ayrıca konser vermeyi hiç seviyorum. Sahneye çıkmaktan hoşlanmıyorum. Kendimi hiç rahat hissetmiyorum. Sadece plak kaydetmeyi seviyorum.”
Konser veriyor, albüm kaydediyor, fakat müziğin piyasa koşullarında yürütülmesinden rahatsız. Dört yıl önce Arts Journal’dan Patrick Stearns’e bakın neler söylemiş: “Sanat dediğiniz bu değildir. Rekabet koşulları müzikçilerin ruhunu tüketiyor. Müziğe iş olarak başlanmaz. Yarışta rakibinizin yerini almak için onu öldürecekmiş gibi hissedersiniz kendinizi. Bu berbat bir şey. Sanat değil.”

Savaşı egoyla

Resitalleri sevmiyor. “Chopin’in berbat icadı… Hayatım boyunca benim için ıstırap nedeni oldu”diyor. “Bir kişinin her şeyi yapması gerekiyor. Sahnede gruptan, toplumdan, her şeyden uzak kalıyorsunuz.” Beş yıl önce Daily Telegraph’a söylediklerine bakılırsa, ideal müzik yapma koşulları konusundaki hayalleri son derece sade: “ Sadece birkaç arkadaşımla, küçük dinleyici topluluğuna çalmak isterdim. Bu sayede egoyu harekete geçmeden durdurmak mümkün. İcralarımda müziğe bakışımı yansıtmak istemiyorum, müziğin konuşmasını sağlamaya çalışıyorum. Öğrencilerime de hep şunu söylerim: Öncelikle müziği ve size anlatmaya çalıştıklarını dinlemelisiniz.”
Pires, müziğin pek çok sosyal ya da bireysel yaraya iyi gelecek mucizevi bir ilaç olduğunu düşünüyor. Gücünün, doğallaştıkça artacağına inanıyor: “ Hayat ve müziğin birbirine daha yakın olmasını hayal ediyorum. Günümüz toplumlarında pek çok acil sosyal sorun var. Parçalanmış aileler, çevre katliamları, çevresel felaketler… Kendimize şunu sormalıyız: “Müzik yapma biçimimiz bu insanların ihtiyacı doğrultusunda nasıl değişmeli ki acıya merhem olsun? Bence bu soru, 50 yıl sonra Mozart müziğinin dinlenip dinlenmeyeceğini tartışmaktan daha anlamlı.”
Düşünceden eyleme geçip, bir süre önce ülkesi Portekiz’de yardıma muhtaç çocuklar için bir okul kurdu. Konser gelirleriyle yaşatmaya çalıştı. Resmi makamlardan hiçbir destek alamadı. Nihayet büyük bir borç batağına saplanıp okulu kapatmak zorunda kaldı. Hâlâ bu okulun borçlarını ödüyor. Başına gelenleri soranlara ise “Öğrenmenin yaşı yoktur” demekle yetiniyor. Artık ülkesi Portekiz’in adını bile duymak istemiyor.
Toplumun, bireylerin sürekli müzik bombardımanına tutulmasına da muhalif. “Müziğin yaşamdaki yeri de değişti. Sorun sadece müziğin her yerden, her fırsatta kulağımıza doldurulması değil, genç kuşağın sessizlik kavramını bilmemesinde, tanımamasında. Bu güncel insani hastalıklardan biri…”

Konuşmak yerine çalıyorlar

Pires, hayatına kemancı Augustin Dumay’nin girmesinden sonra oda müziğine odaklandı. Çellist Antonio Meneses ve Dumay ile kaydettiği albümler ilgiyle karşılandı. İcralar üzerine sert tartışmalar yaşadığı Dumay’den yorulunca Meneses’le çalışmalarını sürdürmeye karar verdi. “Hiçbir mücadele, çatışma yaşamadan keyifle birlikte çalıyoruz. Pek konuşmayız. Biraz sıkıcı gelebilir bu durum size. Fakat müthiş bir müzikçidir.”
Pires, İstanbul’a Meneses’le Brahms ve Beethoven’in sonatlarını, de Falla’nın süitini seslendirmek üzere geliyor. İkilinin İngiltere’de, Wigmore Hall’da verdikleri resital DG’den bu isimle 2013’te yayımlanmış, albüm övgüyle karşılanmıştı.

(Serhan Yedig / Haziran 2016 / Andante)

                                                                                              BUDİZM DEDESİNDEN MİRAS
İlk konserini 1948’de, henüz dört yaşındayken Lizbon’da verdi. Lizbon Konservatuvarı’nda kompozisyon, müzik kuramı ve tarihi dersleri aldıktan sonra 16 yaşında bursla Almanya’ya davet edildi.
Dedesi Budistti. Babası ise felsefe öğrenimi görmüş, 32 yaşına kadar Çin ve Japonya’da geçirmişti hayatını. O doğmadan iki hafta önce ölmüştü. Abisi, ablası ve annesiyle büyüdü. 40 yaşından sonra Budizmle ilgilenmeye başladı. Müzikle hayatı sorguladığını söylüyor. “Her şeyden önemlisi insan olmaktır. Ve hiçbir şeyden emin olmamaktır.”
Dört kızı vardı. Sonra bir erkek evlat edindi. Ardından bir erkek daha… Bir süre kemancı Augustin Dumay’le yaşadı. Hatta Dumay onun için İspanya’ya taşındı. Fakat bu ilişki uzun sürmedi. Ayrılmalarına karşın, birlikte çalışmayı sürdürdüler.
2006’da kalbi hayatın yüküne dayanamadı, turne sırasında İspanya’nın Salamanca şehrinde isyan etti. Zamanında hastaneye gitmese, kalp krizi geçirecekti. Ameliyat edildi.

Linkler

Biyografisi

Facebook

Share.

Leave A Reply

18 − nine =

error: Content is protected !!