22 yaşında bir üniversite öğrencisiyken fado söylemeye başlayan Cristina Branco bugün Portekiz’de, Amalia Rodriguez’in tahtına aday gösterilen en önemli isim. Avrupa’da konserden konsere koşuyor, adına ‘fanclub’lar kuruluyor. Şarkıcıyı 2001’de İstanbul’da vereceği konserin öncesinde, Fransa’daki otelinin telefonundan yakaladık. Fado konserinde dinleyicinin ve solistin başına gelebilecekleri sorduk. Branco “Bazen sahnede öyle bir ruh hali yakalıyorsunuz ki aklınıza ne sesinizi korumak ne de diğer endişeler gelir. Fado söylemek tehlikeli belki, ama bu dalganın ardından huzuru bulursunuz” diyor.
Birkaç yıl önce Portekizli fadocu Misia‘yla yaptığım bir röportajda ABD’den Japonya’ya tüm ülkelerdeki konserlerde dinleyicilerinin ağladığını, grup üyelerinin bile zaman zaman “N’olur bir daha bu kadar duygulu söyleme, perişan oluyoruz” dediğini anlatmıştı. Sizin de acıları ifade etme yeteneğiniz çok güçlü. Bu kadar duygulu söylememeniz için ayaklarınıza kapanan oluyor mu?..
( Gülüyor) Konserlerimde mümkün olduğunca neşeli bir atmosfer yaratmaya çalışırım. Bununla birlikte içinde hüzünlü, acılı anlar da olabilir. Hayatımız sadece mutluluklardan ibaret değil ki. Sıradan bir insanım. İyi, kötü anlarım oluyor ve hayatı tüm yönleriyle sahneye taşıyorum. Dinleyicimi ağlatmak, intihara sürüklemek gibi bir niyetim yok… Sadece hayatta iyi ve kötü anlar olduğunu, acılar kadar mutlulukların da bulunduğunu göstermeye çalışıyorum.
Yani şimdiye kadar “yapma n’olur, dayanamıyorum” diyen çıkmadı…
Hatırladığım kadarıyla çıkmadı…
Yaşasın, hayatımız güvencede… Anladığım kadarıyla hüzünle birlikte iyimserliğinizi de panzehir olarak dinleyiciye ulaştırıyor, durumu dengeliyorsunuz.
Evet, iyimser bir insanım. Hayatımızda umutsuz, acılı anlar var; kabul. Fakat bu anları atlatmamız için umut yardıma koşuyor.
Nükleer araştırma laboratuvarında çalışan teknisyenler kadar tehlikeli bir mesleğiniz var. Çok yoğun duygusal birikim içeren fadolarla dünyayı dolaşıyor, iki akşamda bir heybenizden çıkarıp sahneye koyuyorsunuz. Radyasyon sizi etkilemiyor mu; ya da şöyle sorayım: Şarkı söylemek sizin için acılardan arınma süreci mi?
Sahnede olmak tüm gerginliklerin boşalması, itiraf etme, tanrıya ya da tüm dünyaya günah çıkarma gibi bir süreç. Yine de profesyonel davranmaya çalışıyorum. Çok üzgün olduğum anlarda hüzünlü şarkılar iyi geliyor. Ama dinleyiciye karşı sorumluluklarım var. Onlara duygularımı gösterebilirim; buna karşın hayatlarını olumsuz etkilememem gerekir. İnsanlar Portekiz’in hüzünlü ve yalnız insanlar diyarı olduğunu da düşünmemeli. Çok üzgün olsam bile acıların yanısıra umudu gösteren, yaşamanın başlıbaşına mutluluk olduğunu anlatan şarkılar söylerim. Bu şarkılar ruh halimi hemen değiştirirverir. Yeniden umutla yüklenirim. Ayrıca, hüzünlü fadolar söylerken birincil amacım ozanın duygularını vurgulamaktır.
Önemli olan duygu, ses feda olsun
Fado söylerken kontrolü kaybedip sesi tehlikeli şekilde zorlama ihtimali de sözkonusu galiba. Bu sorunu çözmek için özel bir yönteminiz var mı?
Her gün egzersiz yapıyorum, uzun zaman ders aldım. Isınmadan sahneye çıkmamaya dikkat ediyorum. Yine de sahnede duyguların kontrolü ortadan kaldırdığı durumlar oluyor. Sesimi sonuna kadar zorluyorum. Ruhunuzun öyle derin noktalarına ulaşıyorsunuz ki, sesin hiçbir önemi kalmıyor. Akorlar, egzersizlerden daha önemli duygular olduğunu keşfediyorsunuz. Tehlikeli belki, ama ardından huzur geliyor.
Aşık olmak ya da terkedilmek sesinizi biler mi; konserlerde dinleyiciden, atmosferden etkilenir misiniz?
O akşamki duygu durumunuz, izleyicinin tepkisi konseri gerçekten çok etkiliyor. Sahneye adım attıktan sonra bir sihir devreye giriyor. Benliğim bu sihre teslim oluyor. İki tür sessizlik vardır salonda. Saygının, nefes tutarak dinlemenin sessizliği ve ilgisizlik. Sessizlikteki elektriği hemen alırım, alkışlardakini de. Genellikle dinleyicileri şarkıma katılmaya davet ederim. Avrupa’nın birçok ülkesinde, özellikle Hollanda ve Fransa’da çok iyi bir dinleyici kitlesi var. Portekizlilerden bile daha çok anlıyorlar fadodan…
Ailenizde fadoyla ya da müzikle ilgilenen var mıydı?
Ben ailenin kara koyunuydum sanki. Annem babam ilgilenmezdi, kardeşim psikiyatrist oldu. O da müzikle pek ilgilenmez.
Üniversitede iletişim okurken birden şarkıcılığa başladığınız yazıyor biyografinizde, herhangi bir enstrüman çaldınız mı daha önce?
Hayır. Şarkı söylemeye arkadaş toplantılarında başladım. Profesyonel bir uğraş değildi. Ayrıca o günlerde fadoyla ilgilenmiyordum. Popüler şarkılar, Brezilya müziği, blues ve caz dinliyordum. Fado bana modası geçmiş bir müzik türü olarak geliyordu.
Fikriniz neden ve ne zaman değişti?
Dedem 18 yaşındayken bana Amalia Rodriguez’in bir albümünü hediye etti. Onu dinlerken fadonun kalıplaşmış bir müzik türü olmadığını, çok farklı söylenebileceğini gördüm. Gerçekten güzel bir müzikti, daha fazla zaman ayırmaya karar verdim. Amelia’nın tüm albümlerini aldım. Beş yıl sonra, 22 yaşında fado söylemeye başladım.
Hayatını bir şarkı değiştirdi
O ilk plakta aklınızı çelen, hayata bakışınızı değiştiren bir parça var mıydı?
Tabii vardı. Tüm albüm çok güzel şarkılardan oluşuyordu. Ama beni büyüleyen şarkı ‘Abandono’ydu.
Ne anlatıyordu?
– Yalnızlık ve ağır baskı günlerini anlatıyordu. Düşüncelerini yüksek sesle söyleyememenin acısından söz ediyordu. Ülkemizin tarihinde böyle karanlık bir dönem yaşanmıştı, ifade özgürlüğü kısıtlanmıştı. Beni etkileyen sadece şarkıdaki politik tavır değil, sözlerle müziğin uyumu ve birlikte ulaştıkları ifade gücüydü.
Fado söylemeye başladıktan sonra nasıl bir çizgi seçtiniz kendinize?
Önce kendimi keşfetmeye, fado geleneği içindeki yerimi bulmaya çalıştım. Besteleri, düzenlemeleri yapan Custodio Castelo’ya rastladım. Birlikte fadoyu yeni bir dalgaya dönüştürmeye karar verdik. Tüm dünyaya fadonun yalnızlık, acı ve karanlıklarla ilgili şarkılardan oluşmadığını, bunlardan öte anlamları olabileceğini göstermek istedik. Şarkılarımız genellikle aşk mesajı niteliğinde. Bu doğaya, ülke ya da yaşanan kente aşk da olabilir.
Repertuarınızda üniversite fadosundan, bıçkın Lizbon fadolarına, Salazar Cuntası döneminde söylenenlerden yüzyıl başının anarşist şarkılarına kadar tüm fadolara yer var mı?
Kimseyi taklit etmeden, çağdaş ozanların şiirlerini söylemeyi tercih ediyorum. Radikal düşüncelerden hoşlanmam. Hangi kanattan olursa olsun kendi varlıkları için bile zararlıdırlar. Fadolarımda hayatın şarkısını söylüyorum, ama politik içekten arındırılmış olarak.
Büyük tutkusu: Deniz
Birlikte çalıştığınız bir şair var mı; şiirleri nasıl seçiyorsunuz?
Okuduğum, sevdiğim şiir kitaplarından. Çoğu Marea Duarte’nin şiirleri. Denizle ilgili şiirler yazıyor genellikle.
Sizin denizle aranız nasıl, coğrafi birlikteliğin dışında denize ne kadar yakın hissediyorsunuz kendinizi?
Derin bir bağ var aramızda. Sahilde oturup dalgaların sesini dinlemeye bayılırım. Çok sihirli, derin bir ilham kaynağı. İtiraf etmek gerekirse hiç yelkenliyle denize açılmadım, dalmadım, fakat yüzmeyi severim.
Daha önce Türkiye’ye yolunuz düşmüş müydü; Türk yazarları ya da müzikçilerinin eserleri elinize geçti mi?
Türkiye’ye ilk kez geliyorum. Çok başarılı bazı Türk şarkıcılar dinlediğimi hatırlıyorum. Fakat özel bir isim söyleyemeyeceğim.
İstanbul konserinizin repertuarı belli mi?
Konserlerim küçük öykülerden oluşan bir bütündür. Geleneksel fadolardan örnekler sunmak, albümlerimde yer alan parçaları söylemek, biraz kendimden bahsetmek isterim. Retrospektif bir özellik taşıyacağını söyleyebilirim.
Dinleyicilerinize konserden önce iletmek istediğiniz özel bir mesajınız var mı?
Hep dinleyicilerime aynı şeyi söylerim: Sanıyorum, fado konserine gitmek herşeyden önce bir huzur arayışı; bireyin hayatını, düşüncelerini, duygularını gözden geçirme çabasıdır. Konser, paylaştığımız an içinde kendini keşfetme fırsatı sunar insana. Yeter ki açık yürekli olunsun…
(Serhan Yedig / 2001 / Müzik Söyleşileri)