Sadi Yaver Ataman / Çerkeş’te 1,5 ay Çingenelere misafir oldum, bitlendim ama müziklerini de inceledim

0

Halk müziği araştırmacısı, eğitimci Sadi Yaver Ataman kurduğu korolar ve radyo programlarıyla türkülerin belirli standartlar içinde seslendirilmesi geleneğini başlatmıştı. Halk ezgilerinin ses zenginliğinin artırılması yolunda çaba vermişti. 70 yıl önce yayımlanan bu röportajda, 44 yaşındaki Ataman müziğe bakış açısını aktarıyor. Tek sazla bile çok sesli müzik yapılabileceğini savunuyor. “Divan müziği devrini doldurmuştur, müzeliktir” diyor. Ataman 1994’te 88 yaşında hayata veda etmişti.

 

Elindeki sazına son bir mızrap darbesi vurduktan sonra “İşte bütün hayatım, bu halk sazından çıkan nağmelerle dolu” dedi.

O, sazını seyrediyordu; ben de kendisini… Gözlerindeki par­lak ışıklar, alnının üstünde yük­selen gür saçlarının beyazlığını unutturuyordu. İçinde bulunduğumuz alelâde bir misafir odasından ziyade, halk sazlarının teşhir edildiği bir müzeyi andı­rıyordu. O sazları seyrederken gözlerimin önünden Köroğlu’nun, Karacaoğlan’ın, Aşık Gari­b’in ve daha buna benzer bir hayli halk sanatkârının silik görüntüleri geçiyordu. Onlar da bu sazları almışlar ve onlar da bu tellerin çıkardığı içli ezgilerle kendilerini teselli etmişlerdi.

Nağme, nağme daima nağme. İnsan ruhunun sonsuz ve çeşitli duygularını ifadesini, lisan gibi kalıplaşmış kelimeler yığınında değil, fakat asırlar boyunca gelişmesini sürdüren melodilerde bulmuştur.
İnsanlar bu nağmelerle avunmuşlar, bu nağmelerle neşe, keder ve üzüntülerini söylemişler.
Doğuştan sanat aşığı Türkler’de ise melodiden çok ne var? Soluk bir mum ışığının aydınlattığı köy odasında nağme, yeşil ormanlarla çevrili Toros yaylasında nağme….
Bu nağmeler kimindir? Köroğlu’nun mu Karacaoğlan’nın mı yoksa Aşık Garib’in mi? Bütün milletin… Aynı duyguları taşıyan, aynı şeylerden zevk duyan Türk milletinin.
Karşımdaki şahsiyet işte bu melodileri dinleten Sadi Yaver Ataman’dı. Bütün hayatını halk müziğini incelemekle geçiren bu halk sanatkarı bize hayatını şöyle anlatıyordu:

17 yaşında ilk kitabım yayımlandı

“Safranbolu’da doğdum . Babam doktordu. Henüz dört-beş yaşlarındayken, kahvelerde saz çalan âşıkları kapı kenarından dinler ve ben de onlar gibi saz çalmaya özenirdim. Büyük bir sazı çalmaya kuvvetim yetmediği için, boş kabakların üzerine ince teller gerer ve kendi yaptığım bu basit sazlarla müziğe karşı olan sonsuz aşkımı dindirmeye çalışırdım.
İlk müzik derslerini, halen İçişleri Bakanlığı Tetkik Kurulu Başkanlığı’nda bulunan ağabeyim Sebati Ataman’dan aldım.
Bir taraftan İstanbul Erkek Lisesi’ne giderken diğer taraftan da halk müziği incelemeleri yapıyordum. Bunlar ilk meyvesini henüz 17 yaşındayken verdi. İlk eserim “Safranbolu Düğünleri, Oyunları ve Türküleri” isimli küçük bir kitaptı. Milli Eğitim Bakanlığı satın alıp yayımladı. Zannediyorum ki Türk halk müziği üzerindeki ilk yayımlanan derleme eser budur. Sonrasında halk müziği üzerinde inceleme yapılmaya başlanmıştır.
Bir müddet sonra, müzik bilgimi artırmak amacıyla İstanbul Belediye Konservatuvarı’na girdim ve 1930’da mezun oldum. Bunu takip eden yıllarda yazdığım eserler, bilhassa Batılılar tarafından takdirle karşılandı. Paris’te çıkan “Revüe De Musicologie” isimli dergide, Paris Müzikoloji Derneği’nin genel sekreteri Eugene Baurel birçok kez eserlerimden bahsetti. “Anadolu Halk Sazları ve Halk Müziğinin Karakteri” isimli eserimin yayımlanmasından sonra da birçok Avrupalı akademisyenden övgü ve teşvik mektubu aldım. Bu arada Polonyalı akademisyenlerden, dünyaca tanınmış kişiliklerden Kuvalski’den aldığım mektupta şu satırlar bilhassa göze çarpıyordu: “Türkiye’deki bütün folklör edebiyatını inceledim. Bu arada sizin eserlerinizi de gördüm. Bana Safranbolu’yu görme ihtiyacını hissettirdiniz.’’

Aydınlarımız beni görmezden geldi

Ne yazık ki Avrupa’nın uzak köşesindeki bir yabancıdan takdir ve teşvik mektupları alırken, kendi aydınlarımızdan hiçbir teşvik görmedim. Durum beni fazlasıyla üzüyordu. Geçimimi sağlamak amacıyla bir süre sanatımla ilgili olmayan işlerle uğraşmak zorunda kaldım. Birçok yerde kaymakamlık yaptım. Nihayet 1938 yılında Ankara Radyosu’nun halk müziği kolunu kurmakla görevlendirildim. İki sene orada çalıştım ve memleketin muhtelif yerlerinden ozanları radyoda topladım. Radyo yönetimiyle aramızdaki görüş ayrılığı nedeniyle oradan ayrılıp Karabük’e gittim. Belediye başkanı seçildim. Karabük’te kaldığım 6-7 yılda o bölgenin halk müziğini inceledim.

“Karabük’te görev yaptığım sırada Karabük adlı bir dergi çıkararak halk müziği davasını bu dergide savundum. Daha sonra İstanbul’a ge­lerek Bayezit Bucak Müdürlüğü yaptım. Halen Kumkapı Bucak Müdürlüğü görevindeyim. Bir taraftan da İstanbul Radyosu’nda Halk Türküleri korosunu idare ediyorum.”

Divan müziği müzelik, yaşatılmasına gerek yok

Sizce halk müziği ile klasik Türk Müziği arasındaki farklar neler?

— Klasik divan müziği, söz­leriyle, edası, üslubu ve karak­teri ile Türk kültürünün günümüzdeki dinamizmine, yaratıcı gelişmelere, hatta kalkınma çabamıza tamamen zıt bir kimliğe sahip. Bu haliyle ileri hamle unsuru olamayacağına göre, yaşatılmasında fayda yok. Yani bu müzik belli bir zümrenin malı olmaktan kurtulamamış ve toplumsal nitelik kazanamamıştır.

Tıpkı divan edebiyatımızda olduğu gibi. Bununla birlikte bu klâsik edebiyat ve müzik çevresinden Itri gibi, Dellal zade gibi kültürlü ve gerçekten sanatkar üstadlar yetişti. Nitekim divan ede­biyatı da Fuzuli’si, Bâki’si, Şeyh Galip’i ile şiirin ve sanatın en yüksek düzeyine erişmiş; fa­kat müziğiyle de edebiyatıyla da bunlar bugünkü nesli eğitemeyeceğinden nadir ve müzelik kıymet­ler kabilinden tanıtmak ve topluma sunmak gerektir. Buna karşın halkla temasını hiç kaybetmeyen yeri, sözleri ve fikirleriyle Türk olan halk müziğiyse ulusal ve yerel ka­rakterine rağmen sosyal ve evrensel  değerlerini çekirdek halinde korumakta ve bu bakımdan, ya­ratmak istediğimiz hümanizmanın temelini teşkil edecek niteliği taşımakta. Bu sebepten kollektif ve anonim bir nitelik ve karakteri bulunan halk müziğinin sadece bir eğ­lence ve zevklenme müziği olmadığına, bir kültür ürünü olduğuna işaret etmek isterim. Halk müziği, ulusal kimliğe sahiptir, ileri ve özgün müziğimizin muhakkak ki temeIini oluşturacaktır. Bir halk türküsünün, kişisel ürün olarak doğuşundan sonra, nesilden nesile aktarılmak yoluyla toplumsal ürün halinde bir ülkenin malı oluverişi, bu müziğin halkın ruhundan doğduğuna ve yapısının sağlamlığına kanıttır. Kaldı ki çok sesli bünyesiyle, modern sanat anlayışımıza ileri adımlar sağIayan halk müziği ayrıca bir değer taşır.

Tek sazla bile çok sesli eser çıkarılabilir

Halk müziğindeki çok sesli kimliği nasıl görebiliriz?

Sadi Yaver Ataman bu sıra­da sazını eline alıp bir halk türküsünü çalmağa başladı. Sazdan çıkan ezgileri dik­katle dinleyince, tek ses yerine belirli sayıda sesin aynı anda tınladığını fark ettim.

Sanatçı eseri çalıp bitirdikten sonra sorumu cevapladı…

“Görüyorsunuz ki is­tenirse, bu tek sazla dahi çok sesli eserler çıkarılabilir. Yeter ki bu konu üzerinde çalışıl­mış olsun. Örneğin bir türkü armonize edilecek olsa, bu işlem Batı müziği ka­lıplarıyla değil, kendi ruhumuza uygun yapılmalı.

Bugünkü piyasa müziğini nasıl buluyorsunuz?

– Piyasa müziğinin ezgilerinde içtenlikten eser yoktur. Bunlar eski eserlerin bi­rer acemice taklidinden başka bir şey değildir. Bu bakımdan üzerinde konuşmayı bile gereksiz görüyorum.

Bu sırada sanatkârın talebe­leri de yavaş yavaş bulunduğumuz odayı doldurmaya başladı. Meğer o gün radyoda verilecek konserin genel prova­sı yapılacakmış. Sadi Yaver Ataman, prova için salon bulamadığından konser provalarını da kendi evinde yaptırıyormuş. Doğrusu fırsat bulmuşken sanatkârın çalışma ve çalıştırma tarzını görmek fırsatını da kaçırmak istemedim. Fotoğrafçı arkadaşım bir yandan genç koristlerin fotoğrafını çekerken ben de onları inceliyordum. Nedense korodaki kızlar, erkeklerden fazlaydı. Hepsinin gözünde gençliğin ve dinamizmin ateşi parıldıyordu. Orada öğrendiğime göre, bu gençlerin ekserisi üniversite öğrencisiymiş. Aydın gençlerin halk müziğine gösterdiği yakın ilgi, bu müziğin geleceği açısından umut verici. Halk müziğini modem sanat müziği haline getirebilecek olanlar, hiç şüphe siz ki bu ve buna benzer aydınlar. Cesaretlerini, halk müziğinin saf ve temiz ruhtan alıyorlar.

Sazlar akort yapıp kız ve erkek koristler farklı yönlere geçtikten sonra şef Sadi Yaver Ataman, bize döne­rek “Şimdi, Çerkeş’ten esinle yazdığım türküyü dinleyeceksiniz” dedi.

Bunun üzerine sazlar küçük bir giriş yaptı ve daha sonra koro, esas türküyü okumaya başladı :

Şu, Çerkeş’in ne de bodur sulan;

Salına salına gelir kızları

Şangır şungur zilleri,

Tatlı da mutlu dilleri,

Hamur mu yoğurmuş?

Ak pak olmuş elleri.

Türkünün melodisinde bir kıvraklık, ayni zamanda mistik bir hava vardı. Sazlar tam birliktelikle, falsosuz ses veriyordu. Belli ki bu sazları çalan gençler yıllarını bu tellerin ezgileriyle örmüştü. İşte şurada tanıdık bir sima gözüme çarpıyor: Fahri Kayahan. Diğer tarafta ise Alaeddin Palandöken gibi, istikbal için büyük ümitler vadeden diğer genç sanatkârları görüyorum. Bunlardan başka Remzi Barantel ve kızlardan da Mâsume Ufuk gibi cidden yetenekli, kıymetli elemanlar dikkati çekiyor. Topluluk daha ilk dinleyişte dahi olumlu izlenim bırakıyor. Onları dinlerken siz de Çerkeş yaylalarında dolaşıyor, siz de sarı kızın veya Menderes Nehri’nde boğulan sevgilisine karşı bir yakarma söyleyen köy kızının maceralarına karışıyor ve farkında olmadan o ruh hali içinde sürüklenip gidiyorsunuz. Melodilerdeki canlılık ve ifade gücü, bu tek seslerle dahi ne güzel anlatılıyor…

İki film müziği yazdım,Safranbolu’da

Amerikalılarla film çekeceğiz

Bir saat kadar koroyu dinledikten sonra Sadi Yaver Ataman ile yarım kalan konuşmamıza devam ettik. Kendisine sordum:

Çalışmalarınızın dışında ne gibi işlerle meşgul olursunuz?

– Yüze yakın üyeli üniversite folklor ve halk müziği korosunu çalıştırıyorum. Üniversiteli arkadaşlarımın halk müziğine gösterdiği yakın ilgiyi burada şükranla belirtmek isterim. Diğer taraftan da film müziği yazıyorum. Çakırcalı Efe ve Dümbüllü Define Peşinde isimli filmlerin müziğini ben yaptım. Halen çevrilmekte olan Hürriyet İçin isimli filmin müziğini de hazırlamaktayım. Bu arada Amerikanın tanınmış film kumpanyasından Amerika’da film çevirmek üzere teklif aldım. Resmî görevim nedeniyle Türkiye’den ayrılmam mümkün olmadığından maalesef bu teklife olumlu cevap veremedim. Fakat film şirketi zannediyorum, yakında Türkiye’ye bir heyet göndererek folklor hayatımıza ait renkli bir film çevirecek. Bu filmin müzik ve danslarını da ben hazırlayacağım. Harici sahneler tamamen Safranbolu civarında çekilecek ve aktörlerin hemen hepsi Türk olacak.

Çingenelerin içinde tatlı günler geçirdim

Anadolu’nun pek çok bölgesini gezen bu aydın halk sanatçısının mutlaka çok tatlı hatıraları vardır. Bunu kendisine söylediğimde Sadi Yâver Ataman “Evet, hiç olmazsa kendimizi avutacak kadar hatıra yığınına sahibiz. Size birini anlatayım” dedi.

“Senelerce önce halk müziği araştırmaları sırasında bir ara Çingenelerin müziğini de incelemeye karar vermiştim. Bunun için bir müddet Çingenelerle yaşamak gerekiyordu. İki arkadaşımla birlikte Çerkeş köylerini dolaşıyorduk. Çingenelerin, doğanın en güzel yerlerinde konakladıklarını bildiğimiz için, ormanlık sırtları aşıyor ve etrafında kuş cıvıltıları işitilen, pınarbaşlarını arıyorduk.

Nihayet böyle bir yerde 5-10 Çingene çadırına rastlayabildik. Yanımdaki iki arkadaşım Çingenelerden korkuyor, hırsızlıktan başka şeyi bilmediklerini zannediyordu. Halbuki bu zavallı insanların ne tatlı bir musikisi vardı.

Sabaha karşı Çingene çadırlarına yaklaştığımızda, bir kaç tane köpeğin bize doğru koşarak geldiğini gördük. Bunun üzerine köpeklerin hücumundan kurtulmak için, atlarımızı hızla çadırlara sürdük. Yeni uykudan uyanan çingeneler, önce lakayt ve mahmur bakışlarla bizi süzdü. Atlarımızdan inip yanlarına yaklaşınca içlerinde Zogo isimli bir ihtiyar çingene ne istediğimizi sordu. Bakışları donuk ve soğuktu. Kendilerine misafir geldiğimizi söyledik. Bizi bir çadıra aldılar. Fakat hâlâ bize karşı soğuk davranmakta devam ediyorlardı. Yanımdaki torbadan bir bağlama çıkardım, işte o zaman bütün çingenelerin yüzü gül­meye başladı. Onlara bir kaç türkü çaldım. Ve bu suretle çingenelerle çabucak dost olduk. Hattâ o kadar ki beni aralarında 1,5 ay misafir ettiler. Onların çadırlarında yattım; onların yedikleri kuru bağırsaktan yapılmış yemeği yedim ve nihayet ben de onlar gi­bi bitlerle doldum. Orada öğren­diğime göre çingeneler Şahmeran adını verdikleri yedi başlı yılanın soyundan geldiklerine inanıyorlardı. Müziklerinden hoş bir kıvraklık ve güzellik vardı. Lisanları da Türkçenin argosuydu. Velhasıl Çinge­nelerin içinde çok tatlı günler geçirdim.

Kızım 200 türküyü ezbere okuyor

Biz böyle konuşurken yanımıza altı, yedi yaşlarında sevimli bir kız çocuğu gelmişti. Oturdu­ğum koltuğun önüne çömelerek dikkatle bizim konuşmamızı din­liyordu

Sanatkâr “Size, küçük kızımı takdim edeyim. Kendisi geleceğin sanatçı adaylarından.  Daha şimdiden 200 türküyü ezberden okuyabiliyor” dedi.

-Çok güzel!.

-Hem de hatasız ve düzgün okuyor. Eğer çalışmakta de­vam ederse, kendisinden çok şey­ler ümit edilebilir.

Sanatkâra tekrar sordum;

Konser karşılığı TRT’den aldığınız ücret sizce yeterli mi?

– Biz işin maddî yönü için çalışmıyoruz. Amacımız folklor müziğini yaymak ve tanıtmak. Benimle çalışan genç arkadaşlarım da sırf bu amaca ulaşmak için didinip duruyor. Bununla birlikte radyonun yakın gelecekte ekonomik açıdan da bizi tatmin edeceğini umuyoruz. Radyonun yeni müdürü de (Mesut Cemil) çalışmalarımıza yakın ilgi gösteriyor, bizi destekliyor. Kendisine teşekkürlerimizi sunuyoruz.

Koronuzla Anadolu’da turneye çıkmak ister misiniz?

– Tabiî isterim. Fakat arkadaşların okul durumu nedeniyle şimdilik buna imkân bulamıyoruz. Belki yaz aylarında bunu da gerçekleştirebileceğiz …

(Baha Kayserilioğlu / 19 Aralık 1950 / Bizim Yıldızlar)

Linkler

Sadi Yaver Ataman’ın biyografisi

 

Share.

Leave A Reply

10 + 4 =

error: Content is protected !!