Sabahat Akkiraz, erkek âşıklar diyarında kadın duyarlılığıyla söyleyen bir kadın âşık. Müziğe, yaşama, insanlığa en çok da türkülere âşık. 50. yılını konserlerle, yalnızca 2020 adet çıkarılan özel bir plakla kutluyor. 50 deyince… 12 yaşında ilk plak sözleşmesini yaptığını anımsatayım hemen. Yıl hesabı oradan, dolayısıyla, yürüyecek daha uzun bir sanat yolu var. Türküleri dünya müziği yapma hayali var ki bugüne dek gitmediği pek az ülke kaldı. Akkiraz “Çocuklarımıza türkülerimizi dinletelim” diyor.
50. yılın nasıl bir heyecanı var? Bir muhasebe yapıyor musunuz?
– Güzel bir sanat yoluymuş… “50. yılım” dediğimde, herkes “aaa çoğu insan hayal edemez bile” diyor. Çok mutlu oldum gerçekten. Plağın da kendine has bir enerjisi var. Gençken de iki longum olmuştu. O zaman sanatçılar longum çıktı dediği zaman, sanki üst sınıfa geçerdi. Plakta 8 orijinal kayıt var, iki uzun havayı yeniden seslendirdim… Bu kutlama havası çok hoşuma gitti. 50 benim için yolun yarısı olsun değil mi? Ne güzel olur…
Beş yaşından beri türkülerlesiniz…
– Tabii tabii… Atamız “Müzisyen ilk ışığı alnında görendir” der ya. Babam kolejde çalışırken, müzik hocası babamı uyarmış: “Bu kız radyodan mı duyar, annesinden mi duyar, türkü söyler.” O dönemde demek ki ne kadar hoşuna gitmiş, hayata karışan kadınlarımız çok fazla değil biliyorsunuz. Babama ısrarla “Ne gerekiyorsa yap, önünü aç” diyor. Babam aydındı. İlkokuldaki Aysel Hocamı da her zaman sevgiyle anıyorum. Teneffüsler öncesi “Bir türkü söyle Sabahat” derdi. Şimdilerde anlıyorum, utanıyormuşum, medeni cesaretimi kazanayım diye öyle söylüyormuş. (gülüyor) Ve evimizdeki âşıklar, ozanlar… İyi hocalarla, iyi yönetmenlerle çalıştım, hep şanslı görürüm kendimi…
Şansızlıklarınız da olmuştur mutlaka…
– Hayat bu… İnişli çıkışlı muhakkak. Ama hepsi sanatıma da yansıdı. Köylü kökenli bir ailenin ferdiyim. Mersin doğumluyum, hüviyetimde Sivas yazıyor, dedem yazdırmış. Sonra Ankara… Gecekonduda oturuyorduk. Acılar vardı, çocuklar ölüyordu. Her evin önünden geçerken ağıtlar duyardık. Sonra gurbetçilik, yabancı bir ülke… İşçi Hıdır’ın kızıydım.
Kaç yıl kaldınız Almanya’da?
– 69’da gittik, 75’in sonlarına doğru geldik. Babam çok fazla dayanamadı. “Bülbülü altın kafese koymuşlar ah vatanım demiş” derdi. Nereye ait olduğunu hep sorgulardı. Toprağına daha bağlıydı. Her zaman şunu önerirdi: “Gurbetin iyi olanını, size yarayanını alın.” Biz kendi kültürümüzü de değerlerimizi de çok güzel kavradık ama modern bir ülkenin güzelliklerini de sevdik. Önce Stuttgart’a gittik sonra Manheim’e geldik.
Dönüş kararını nasıl aldı babanız, “Haydi kalkın gidiyoruz” mu dedi?
– Biz biraz geleneksel Türkmen uşağıyız… Hürmetimiz vardır yaşlılarımıza. Saygı duyduk babamızın kararına. Ailecek, kardeşler hâlâ bir aradayız.
Çok kalabalık bir aile mi sizinki?
– 7 kardeşiz ama çok da kalabalık değiliz. Yemen’de esir kalanlarımız, Çanakkale’de ölenlerimiz… Tek, büyük Hasan dedem kalmış, babam da tek… Belki de o yüzden çok seviyorum kalabalık aileyi. Geleneksel yapı muhafaza edilmeseydi Türkiye’de geçim olmazdı onu da söyleyeyim. Bu yaşam sıkıntısında hâlâ baba oğluna bakıyor, kardeş kardeşe bakıyor. Avrupa’da öyle bir şey yok. Sen sensin, ben de benim.
Ya türküler…
– Ben, çigan da dinlerim, senfoni de, Balkan müziği, Kızılderili müziği de. Hepsinden ayrı bir haz alıyorum ama türkü beni söylüyor, bir başka güzel. Bu halkın türküsü. Hafızamız, kodlarımız. Ben bir albümümün ismine de koydum: Yiğit İnsanların Türküsü. Türkünün o kadar güzel anlatımı var ki. “Yemen bizim neyimize” diye bir türkü söylerim, sinema şeridi gibi gözünüzün önünden akar gider… Çocuklarımıza türkülerimizi dinletelim.
Gönülden gönüle
Acıdan geçiyor türkülerin yolu değil mi?
– Doğru… Benim de algım biraz fazla gelişti. Doktor bana “kalbi zayıflatma” diyor! Ana ağıtlarıyla, öğrenirken bile ağlıyorum. Bazen ağlayanları gördüğümde sahnede arkamı dönmek zorunda kalıyorum, izleyiciler “niye arkasını döndü” diyebiliyorlar ama bilmiyorlar ki ben gözyaşımı saklıyorum.
Her ağıtla ağlarsanız gerçekten de yorarsınız kalbi.
– Öyle… Kardeşim de uyarıyor Hasan: “Profesyonelliğe sığmaz bu, sen icraatını güzel yap!”
Sahnede olduğunuzda nasıl hissediyorsunuz?
– Dinleyenlerle birlikte söylüyoruz türküleri. Sevgi paylaşımımız var. Aslında müzik bize bir vasıta. Neşet Ertaş diyor ya “Gönülden gönüle yol gizli gizli.” O, demek ki müzikle gönülleri açmış, biliyor… Ben de onu hissediyorum. Son zamanlarda biraz şişmanladım, dizim topuklu giydirmiyor bana, tek şikâyetim o!
Çok da kilolu görünmüyorsunuz ama…
– Azıcık kendimizi beğenelim, söylemeden geçmeyeyim. Güreşçi bir aileden geliyorum. Dedem, babam güreşirmiş. Kemiklerimiz iyi, kiloyu saklıyor. (gülüyor)
Müzik bütün zamanınızı alır mı?
– Bütün zamanımı aldı gerçekten. Şikâyet etmek gibi olmasın ama desem bir sinemaya gideyim, özel bir program yapayım. Pek mümkün olmuyor. Bir proje geliyor, görüşmeler, workshoplar, uluslararası çalışmalar… Yazları memlekete gidiyorum, derlemelerle uğraşıyorum ama dinlenebiliyorum. Sivas’ta balıklı çermiğimiz (Kangal Balıklı Kaplıcası) var meşhur. Tabiatı çok severim.
50. yılda plak ve konserler dışında başka projeleriniz var mı?
– Seyran projem var. Türkülerimiz dünya klasikleri içine girsin istiyorum. Dünya müziğinde yerimizin olduğunu biliyorum. Düşünsenize, 45 dakikalık birbirine bağlı müziğin, batı enstrümanlarıyla birlikte söylendiğini… Nasıl bir renk olur, gökkuşağı gibi olur. Kardeşimin masal kitabı çıktı. Hasan’ın oğluna anlattık anlattık, sonra bütün çocuklara ulaşssın istedik. Babaannemin masallarıydı, çok eski masallar. Kızkardeşim Fatoş Akkiraz’ın imzası var kitapta. Çok beğenildi, ikincisi yolda. Babaannemiz masal anlatıcısıydı. Bilirsiniz Anadolu’da masal anlatıcısı kadınlar, dokumacı kadınlar, ağıtçı kadınlar, yemekçi kadınlar… Adı üstünde. Ana-dolu. Dolu dolu, neler var Anadolu’da. Babaannem hem de iyi yemek yapardı. Onun tariflerinden de bir yemek kitabı hazırlığında Fatoş. Bizim bir iddiamız yok tabii, eski, unutulmuş yemekler… Yalnız sen beni böyle konuşturursan ben çıkar giderim. (gülüyor)
Keyifle dinliyorum… Masalcı babaanne çok ilgimi çekti.
– Çok güzel anlatırdı… Çocuğunuz var mı?
Altı yaşında.
– Ayy kurban olurum…
Şimdi ben de babaannemin annesinin bana masal anlatışını hatırladım.
– Yaa bak ne güzel…
“Yaramazdın, bir tek Gülizar Anne sana masal anlatırken biz oh derdik” derler…
– Tabii çok severdik o masalları. Ankara’da otururken yazın köye giderdik. Rençber onlar, bulgur yapar, un yapar, çalışır. Ama biz durur muyuz? Babaannenin yorgunluğu umurumuzda değil, masal dinleyeceğiz. Yeşil gözlü, kırmızı saçlı, iki metre boyunda. Gerçekten peri kızı gibiydi. Plağın üstünde küçük fesli fotoğrafı var. Meşhur hapbana. Fatma idi ama hapbana diye çağırırlardı. Yorgun ama bizi nasıl reddedecek. “Hiii masal kışın anlatılıyor, yazın kar yağar sonra, ekinler var tarlada!” derdi. Ekin buğday ıslanacak diye yatıyorduk, ısrar etmiyorduk. (gülüyor) Gülizar anayı hatırladın bak sen de. Çok güzelmiş ismi. Gülizaaar gibisin yar nesin, zarın bülbüllerin sesi, vay vay…
Ahh şimdi yüreğimi sızlattınız. Onun da saçları kınalıydı, kıpkırmızı…
– İşte bu yüzden türküleri çok severim. Meditasyon benim için.
Meditasyon ama acılı…
– Öyle bir yaşamımız var. “Keşke mümkün olsa da ben de dans müziği yapsam” diyorum konserlerde, izleyenlerin çok hoşuna gidiyor.
Pek umut yok gibi…
– Olur inşallah, ne diyelim. Nice aşamalardan geçtik. Savaşlar, yoksulluklar geçirdik. Anadolu… Kurtuluş Savaşı verdik… Cumhuriyetin içinde aydınlandık. Biz her şeyi atlatırız. Hafızamız var, güçlüyüz. Bu da gelir bu da geçer…Türkülerimiz bize güç verir. Kışın sonu bahardır, bitti gitti.
Bizde kadın kıymetli
Kadın meselelerini de sormak isterim sizi bulmuşken. Milletvekilliği de yaptınız.
– (Neşesi kaçıyor birden) Kadın cinayetleri, kadın sorunları çok fazla. Kadın-erkek fırsat eşitliği komisyonunda görev yapmıştım. Şiddet, tecavüz hiç ummadığınız yerlerde. Korkunç. En eğitimlisinden, en eğitimsizine. O raporları gördüğümde tansiyonum çıkıyordu, hastaneye kaldırılıyordum.
Siyaseti bıraktınız, niye bıraktığınızı da anlattınız…
– Benim kafamda bitti. Yola çıkarken sanatçı duyarlılığıyla siyasilere bir şeyleri göstermek istedim. Kadın sorunları, Alevilerin sorunları, birçok sorun vardı. Her seferinde gördüğüm ilgisizlikti. Cemevlerinin yasallaşması için çaba gösterdik. “Biz burdayız, görünmez değiliz bizim sorunlarımızı çözün” dedik. Meclis’te Muharrem orucu yemeği verilmesini ilk ben istedim. Maksadım yemekten öte, siyaseten görmezden geldikleri için “biz burdayız görünüyoruz” demekti. Ama bana yanıt verilmedi. Soma’ya gittim, o köylerde o kadar acı gördüm ki. İster sanatçı duyarlılığı de ister başka bir şey. Çok incindim. Çözümün olduğu çatının altındaydım ve çözüm yoktu. Ne yapayım, ne yapayım diye düşündüm, istifa edeyim, utandırırım belki sorumluluları. Hümümet belki hızlı çareler bulur… Tık yok. Başkanımız (Kemal Kılıçdaroğlu) benim istifamı kabul etmedi. “Sorumlular utansın” dedi ama benim için siyaset orada bitti. Kemal Bey’i çok severim, benim için adam gibi adam. Adalet yürüyüşünde de hayran oldum.
Kadın olmanın zorluklarını siz nasıl yaşadınız?
– Kadın olarak müzisyen olmak da zordu. Hep “Türkü baba”, hep erkek. Biz ilk çıktığımızda hele gerçekten zordu. Erkek gibi söylemek diye bir şey vardı. Ustalarımızda da aşıklarımızda da ozanlarımızda da… Ben kadın duyarlılığıyla söylemek istedim, bunu da başardım. Bir de Ben Ata’mı çok severim. Onun her sözü bizi aydınlatır. Ben bir Cumhuriyet kızı olarak onun sayesinde müzik yapabiliyorum. Etrafımızdaki başka Müslüman ülkelerde böyle bir yapı yok. Bunu söylemeden geçemiyorum.
Nasıl başardınız?
– Hz. Muhammed kızı Fatma’yı ayakta karşılarmış, öyle bir hürmet… Bize bu gelenek aktarıldığı için bizde kadınlar hürmetlidir, gerçek söylüyorum. Türkmen olarak öteden beri nenelerimiz yüksek sedirlerde otururken, dedelerimiz daha aşağı sedirlerde otururdu. Kadın kıymetliydi. Kadın erkek fırsat komisyonunda da söylemek istediğim buydu. Alevileri görmezden geldiğiniz için hiçbir şey almadınız bizden. Biz kadın erkek çocuk ibadetimizde dahi birlikte otururuz, bunu bile anlamazlar, iftira ederler. Biz kadına insan diye bakıyoruz. Ben de öyle büyüdüm. Babam, kardeşlerim, köylülerim hep saygı duydular, hep sevdiler. Bu felsefeyle yola çıktığım için rahattım. Aşıklarımız ilerlemem için yardım ediyorlardı. Feyzullah Çınar, “Siyah saçlarında hatem yüzlerin” türküsünü verdi, meşhur olmuştum. Muhlis Akarsu, “Ne ağlarsın zülfü siyahım.” Davut Suvari, “Gönül defterini açtım okurum”u verdi, film müziği oluyor şimdi….
Kadınlara bir mesajınız var mı?
– (Önce türküyü söylüyor)Yel eseer, yele bağlı, top zülüf ele bağlı… Durmaz gelirim amma, bir yanım ele bağlı…
Tabii ekonomik özgürlüğü ele bağlı olmak onların zoruna gidiyor. Ekonomik özgürlük önemli. Çaba istiyor daha doğrusu. Bizde karamsarlık yok. Tanrı dahi doğurganlığı kadına verdiyse onun gücündendir. Ben Neşet Ertaş’ın sözünü çok severim, der ya “Analar insan, biz insanoğluyuz.” Kadınlar biraz da kendi değerlerini bilsinler. Bilirlerse bu konuda da direnirler, güçlüler çünkü. Ben kadınların gücüne hep inanmışımdır. Farkına varmadıkları için belki de bugün böyle… Nasıl ifade etsem, çaresizlik mi… Olsun ben yiğit insanların türküsünü söyledim, onlar da yiğitçe durmayı bulurlar nasılsa.
Aleviliğe yaklaşımda ne durumdayız bugün toplum olarak?
– Ben misyoner değilim, kültürün müzikal tarafındayım. Aşıkları ozanları tanıdım, deyişleri, su kasidelerini, mihraçlamalarını albümlerde yer verip dinletmek istedik. Ben Alevi olduğum için şunu söylemek isterim, vatandaş olarak vergimizi veririz, askere gideriz, askerde ölürüz ama ibadethanelerimize dahi yasal serbestlik verilmiyor. Bu insan olarak bizim hakkımız. Bunlar doğru değil. Biz Kerbela’dan bugüne kadar hep haksızlığa karşı geldik. İnsanlar her zaman haksızlığa karşı olmalı, insanlığın yaşaması için. Daha önce de ‘gelecek yüzyılın inancının mirasını biz taşıyoruz’ dedim tepki gösterenler oldu. Yurtdışında gezmediğim yer kalmadı. Sadece Aleviler ‘73 millete bir nazarla bakalım, sarılalım’ diyorlar. Ellerinde kan yok. Bir topluluk, bu sevgi topluluğu. İnsanlar anlamadıkları şeylere belki de yanlış tepkiler veriyorlar. Biz acılarımızı Kerbela’da bıraktık, zehiri bal eyledik…
Az neşeli türküler koyalım listeye
Peki sizi en çok hüzünlendiren türkü?
– Uzun havaları söyleyince… Şehit haberleri de geliyor… Dedim ya az önce tansiyonum çıkınca doktor uyardı, “müziği çok içselleştirme” diye. “Empati yapıyorsun, acı çekenlerin yerindesin.” Ben hissetmezsem, nasıl hissettiririm?
Kuliste sizi bir doktor beklemeli yani.
– Tansiyon ilaçlarım var. Konserde daha çok çıkıyor, duygusal tansiyon…
Korkutmayın bizi…
– Repertuvar için çocuklara diyorum. “Aya bak nice gideeer, ay dolanır gece gider…” “Biraz şen türküler koyalım.” “Abla” diyorlar, “Değme Felek” istediler. Eyvah eyvah. “Dağlar Kardeşimi Geri Ver.” Eyvah eyvah… Kulise de gelirler dinleyicilerim. Beni Meclis’e en çok da onlar yönlendirdi. Başlarlar anlatmaya, kimseye söyleyemediklerini… Bir sürü çaresizlik… Başkanımız (Kemal Kılıçdaroğlu) bile diyordu; “Sabahat Hanım sen alanlara in, herkes seninle rahat konuşuyor.”
Geçmişe dönüp baktığınızda 12 yaşında plak yapan çocuk nasıl görünüyor size?
– Çiftçi babanın, gurbetçi babanın kızıydı. Ülkesinde çalkantılar vardı. Bence yiğit insanların türküsünü yiğitçe söylemiş. O yiğit modeller karşımızda. (Atatürk’ün resmini gösteriyor)
Türkülerle yolunuz kesişmese nasıl olurdu hiç düşündünüz mü?
– Sanki müzikle yaradılmışım. Ailemizde, Müslüm Sümbül gibi ozanlar var, annemin halasının oğlu. Annemin sesi güzel. Saz çalınıyor. İyi bir ailem olduğu için, ışıklarım olduğu için şanslıydım… Ama bazı yaptıklarımı da eleştirdiler. Caz, elektronik, şimdi rap. Solistim, sesimle neler yapabileceğimi merak ettim. Bu denemeler keşke çok yapılsa. Yapılsın ki dünya müziği içinde kendimizi görelim. Amerika’daki Latin şarkıcıları dünya dinliyor. Neden? Köklerinden besleniyor, kendi sazından müziğinden. Bizim de hazine gibi köklerimiz var.
Çok meşhur olduğunuzda anneniz ne demişti size?
– Annem güçlüydü ama nasıl? Anadolu kadını işte. Nenem de öyle. Ata binen, silah sıkan. Bir Türkmen kadınları ki vay vay. Atamın Kara Fatmaları işte. Bazen kendimi çocuk yaşımda savunamadığım olurdu, “ben senin yerinde olsam dağları titretirim dağları” derdi annem. Nasıl güzeldi. Hâlâ resmine bakıyorum, diyorum “Anam güçlü ben de güçlüyüm.”
Son olarak dinleyicilerinize 50. yıl mesajı vermek ister misiniz?
Ben onlarlayım… Biz çok güzel bir âşıktık ya… Dinleyicilerimizle, türkülerimizle, yaşamımızla, acısıyla tatlısıyla, ben sevdim hayatımı. Beni bedenlendirerek gönderdiği için yaradana da teşekkür de ediyorum.
(Hilal Köse / 8 Mart 2020 / Cumhuriyet)