Fazıl Say / Hiç kimse “Beethoven şöyle çalınır, aksi yanlıştır” diyemez, bestecinin kendisi bile

0

Beethoven’in 250’nci doğum yılında dünyaya büyük bir hediye vermek isteyen Fazıl Say, iki yıllık çalışmayla tüm piyano sonatlarını kaydetti. İcrada eserlere besteci bakışıyla yaklaştı, orkestrasyonlarını hayal etti, hatta dört sonat için birer dakikalık Beethoven stilinde orkestrasyon yazdı. Yorumcunun eserle ilişkisinin sadece sadakat kavramıyla açıklanamayacağını savunan Say “Müzik her çalınışında yeni olmalıdır” diyor.

Beethoven’in 32 sonatını kaydetmek çok uzun vadeli, yorucu bir meşgale. Üstelik bu eserler, 20. Yüzyıl’da çok büyük yorumcular tarafından da kaydedilmişken…32 sonat 630 dakikalık bir müziktir ve biz müzisyenlerin kutsal kitabı niteliğindedir. Bugüne kadar 50 CD yaptım. 88 eser besteledim. Dünyanın farklı kıtalarında, farklı ülkelerinde 3 bin civarında konser verdim. Tüm bunların sonunda, bugüne kadarki çalışmalarımın dışında yapabileceğim en dürüst işi yapmak istedim. Ve bu kayıtları yaptım. Benim kaydımda yeni olan enteresan bir olgu var. O da; bu kaydı yaparken bir icracı değil, bir besteci anlayışıyla çalmış olmam.

Türkiye ve dünya zor zamanlar geçirirken, böylesine ciddi bir projenin içerisine girme fikri doğmuştu. Kendimi zor bir çalışmanın içine atıp; her şeyden, tüm dertlerden, gelecek endişesinden soyutlayarak bir şeye adamak istedim. Kendimle hesaplaşmak, memnun olmadığım şeyleri tedavi etmek ve daha iyi bir ben yaratmak… Ve daha da iyi çalmayı, beynimi, vücudumu daha iyi kullanmayı, daha hızlı öğrenmeyi, daha derin analizler yapmayı, tarihteki en büyük bestecilerden biri olan Beethoven’i en iyi çalanlardan biri olmak istedim. Benden sonraki nesillere, piyano öğrencilerine, lisans yapan gençlere bu eserlerin 21. yüzyıldaki önemli referans kayıtlarından birini sunmak istedim. Dünyaya büyük bir şey hediye etmek istiyordum. 21. yüzyıl insanının yıllar sonra bu müzik ile çağımızda yeniden buluşması için, bu sonatları en taze, en çarpıcı haliyle sunabilmek adına; hayatımın iki yılını, gece gündüz demeden sadece buna adadım. Projeye Mayıs 2017’de başladım. Beethoven’in sonsuz derinlikteki bu 32 eserini çalışmak, benim için müthiş bir motivasyondu.

Gücü ve ağırlığı aynı anda taşıyan hayaller kurdum

Bu iki yıllık Beethoven çalışma sürecinde, iki önemli hayali ürün yarattım. Birincisi; “Fazıl Say Beethoven Orkestrası” idi. Her piyano sonatını bir senfoni gibi hissetmek, her sonatı ve notayı beynimde bir orkestra gibi duymak istedim. Bu hayali orkestra ile hayali orkestra provaları yaptım. Hayalimde orkestrayı deli bir Karajan, temkinli bir Furtwangler yönetti. Bazen de bu hayale, tutucu bir şef ya da Beethoven manyağı tutkulu bir şef dâhil oldu. Hepsi benim orkestramı yönetti. Her seferinde, her sonat için 4 saatlik genel provalar yaptık.

Bu hayaller konsantrasyon için müthiş bir içe dalıştır. Ve bu çalışmalar için piyano başında olmaya da gerek yoktur. Hayal çalışmaları her yerde olur. Bazen havalimanında, bazen otel lobisinde, evde ya da bir kafede. Yeter ki tam dalış anında, birisi bir sebepten rahatsız etmesin.

Orkestranın dışında sonatları piyano başında transpoze de çalıyordum ki el; belli bir hareket ezberlemesin, el müzik ezberlesin diye. Halk müziğinde; her makamı, her eseri, her tondan anında çalan Roman müzisyenler misali, esere salt doğallık ve autodidaktlık katıyoruz.

Bunun dışında çok daha hayalci bir yöntemim vardı. Sonatlarımı; yanımda oturan, enerjisi ve müzik ruhu sonsuz, hayali bir Beethoven’e çalıyordum. Hayali Beethoven bana müziğini gösteriyor, bazen beni azalıyor bazen beynimin içinde huzursuzlukla tepiniyordu. Bu aşama en zoru ve en acımasızıydı. Bu kadar çok çalışırken, azar işitmekten bıktığım, bacaklarımın zonkladığı, kendimi yılmış ve yorulmuş hissettiğim oluyordu. Abramoviç metodu gibi, bu hayalin içinde tam bir kendini sınama hali baş gösteriyordu. Gücü ve ağırlığı aynı anda taşıyan bu hayaller son bulduğunda, üzerimden tuhaf bir yük kalktı. Kendimi derin bir boşlukta hissettim.

Müzikte kıvamı beklemek, ruh hâlimi de dengeliyor

Müzikte her şeyi yapabileceğimi güdü olarak hissettiğim anlara kıvam derim. Kıvam, “ben buradayım” der. Bunu hemen hissederim. Ve çalışma başlar. Kıvamsız bir anda çalışmaya başlamak ve zaten kendiliğinden gelecek olan kıvamı, çalışırken beklemek tatsızdır. Hem de yanlış şeyler oluşturur. Yanlış şeyleri düzeltmek ise sıfırdan bir şeyi öğrenmekten çok daha meşakkatli bir derttir. Son yıllarda çalışma, konser, kayıt, beste, analiz, derin dalış, yani her ne anımda olursam olayım, kıvam düzeyimi yükseltmek için uğraştım. Bu benim ruh hâlimi de çok dengeliyor.

Müzik bir şey anlatmalı ve yorumcu anlatmak istediğini kesinlikle çok anlaşılır kılmalı. Öylesine anlaşılır kılmalı ki; Türkiye’de Anadolu’nun ücra köşesinde hayatında ilk kez klasik müzik konseri dinleyen biri de, Çin’in taşrasında, klasik müziği anlamaya çalışan bir diğeri de müziğin ruhunu hissetmeli. Bu nedenle bazen melodilere isim takmak, yorumcunun leitmotifler yarattığı bir çalışma sistemi yaratmak anlamlı olabiliyor. Bu sayede düşünceleri metnin matematiğinden uzaklaştırmak, hikâyeleştirmek mümkün oluyor.

Bende kendimce her sonattaki her tema için bazı leitmotifler oluşturdum. Mesela pastoral sonatın en ağır bölümü için “Yaşlı adam“ leitmotifi, Waldstein’da “Uzaktan gelen savaş tamtamları” leitmotifi, 7. Sonatın yavaş bölümünde “Veremli çocuk” ya da “Kederli anne” leitmotifi, Opus 111 ‘de “Azrail”, “Yalnızlık kederi”, “Sırat köprüsü” leitmotifi, Opus 109’da “Umutsuz aşk” leitmotifi, Appassionata’da “Umut” veya “İsyan” leitmotifi gibi… Ayrıca bazı sonatların ismi olmadığı hâlde, onlara isimler de taktım. Bunu Mozart sonatları kaydımda da yapmıştım. Beethoven 2. Sonat “Küçük sevimli prenses” sonatı oldu. Sonat No 13 ise “Şarap “sonatı… Çalışırken notaların üzerine notlar tutarım. 300 çeşit renkli kalemle çalışırım. Notayı bazen, başka bir matematikte, renkli kalemlerle yazarım.

Fotoğraf: Marco Borggreve

Bestecinin hayal ettiğini hissetmek lazım

Müzik evrensel bir dildir. İnsanlığın ortak duygu akımıdır. İnsanoğluna özgüdür. Bir şeyi iyi anlatıyorsak, her yerde iyi anlaşılır.  Bir bestecinin eserini yorumlarken, o eserin doğruluğunu hissetmemiz lazım. Yani bir besteci gibi hissetmemiz lazım. Besteciler eserlerini dünyaya getirdikleri an, aslında piyano çaldıklarını bile fark etmezler. Salt müziği duyarlar. Bu noktada eseri sanki o an besteliyormuş gibi bir tazelikte yorumlamak lazım. Bunun için biraz da bestecinin neyi hayal ettiğini hissetmek lazım. Bu hayaller subjektif olabiliyor. Herkesin hayalleri elbette bambaşka. 1809 yılında bestelenmiş bir eserin hayal gücü ile o eseri 2020 yılında yorumlayan bir bestecinin hayali arasında farklılıklar var. Ancak insan olmamızda, yaşadığımız dönemler dışında çok büyük farklılıklar yok.

Bugün çok farklı enstrümanlar çalıyoruz. Geçtiğimiz iki yüzyıl boyunca piyano bile o kadar çok değişti ki… Bugün üç bin kişilik salonlarda çok kuvvetli enstrümanlarla müziğimizi yaparken, o dönemde piyanoların sesleri bu kadar güçlü değildi. Özellikle tuşları bugüne göre çok daha hafif ve yumuşaktı. Günümüzde bir piyanistin Beethoven çalarken zorlanmasındaki ana nedenlerden biri; Beethoven’in özellikle hızlı tempolarında -bugünkü piyanolardaki ağırlık nedeniyle- piyanistin hareketlerinin biraz kısıtlanmasıdır.

Beethoven’in son sonatlarında, yani Opus 90’dan sonra duyma yetisini gitgide yitirmeye başladığı ve Opus 100’den sonra neredeyse hiç duymadığı anlatılır. Bazı eserleri yazdıktan sonra ne kadar duyduğunu ya da duymadığını hiç bilmiyoruz. Bu son döneminde müzik ile anlattığı şeyler, hem çok kişisel hem de sır dolu. Bestelediklerini duyamamanın verdiği güvensizlik, onu matematiksel anlamda çok daha emin olduğu “füg” gibi formlara itiyor.

Beethoven’in piyano enstrümanının tüm tekniğine, olağanüstü hâkimiyetinin yanı sıra; biz yorumcular onun piyano çalarken içgüdüsel olarak yaptığı şeyleri de hesaba katıyoruz. Beethoven’i müziğin içinde duymak istiyorum. Beethoven’in son döneminde; Brahms’a doğru, Wagner’e doğru, Schumann’a doğru veya kendinden sonra gelen nesillerdeki bestecilere doğru büyük atılımlar var. Bunlar sadece eserlerinin armonilerinde veya atmosferlerinde değil, piyano yazımında da kendini gösteriyor.

Piyano yazımı gittikçe orkestral hâle gelmeye başladı. Son altı sonatındaki tını renginin, daha önceki sonatlarına göre daha farklı olduğunu düşünüyorum. Hatta bu çizgiyi Appassionata sonatından itibaren bile görebiliriz. Benim gözümde, orada da bir orkestra çalmaktadır. Özellikle Hammerklavier sonatında; artık gerçekten ileriki dönemlerine atak yapan bir Beethoven görmekteyiz. Kendinden 50 yıl, 100 yıl sonrasının müziklerini yapmaya başlamış devrimci bir Beethoven var.

Müzik her çalınışında, yeni olmalıdır

Bir yorumcunun bir eserle ilişkisi sadece sadakat ile açıklanamaz. Bir yorumcu bir bestecinin eserlerini konserde çaldıkça, yeni şeyler oluşacaktır. Her yeni piyanoda, her yeni akustikte, her yeni şartta, ilerleyen yılların gelişimine göre yenilikler oluşacaktır bu çalışlarda. Bu biraz doğaçlama da içeren bir konudur. Dolayısıyla eserler her seferinde, ilk çalınışından, ilk okunuşundan farklı olacaktır. Bu çok normal bir prosedürdür. Çünkü doğadaki değişmeyen tek şey değişimdir. Her çalışın kendi hikâyesi, kendi istikameti vardır.

Kimine göre benim tempolarım; hızlı bölümlerin bazılarında fazla hızlı, kimi ağır bölümlerde de fazla yavaş gelebilir. Bu çok önemli bir konu değildir. Her yorumcunun esere kendi imzasını atması, eserde kendi otantik yorumunda kalması da önemlidir. Besteciler eserlerini çaldıkça, her seferinde farklı tempolar, farklı renkler, farklı ruhlar yaratırlar. Müzik her çalınışında yeni olmalıdır.Her çalınış, sanki o anda eseri yeniden besteliyormuşuz gibi olmalıdır. Önemli olan ne anlattığımız ve insanoğluna hangi hisleri ulaştırdığımızdır.

Hiç kimse, “Beethoven şöyle çalınır, başka türlüsü yanlıştır” diyemez. Ki bence Beethoven’in kendisi de diyemez. Farklı yorumlar, bestecinin mutluluğudur.

Artık hiçbir şeye kızmıyorum

Kayıtlarımızı yaptığımız Mozerteum’da, ben toplam 24 CD kaydettim. Tüm Beethoven sonatları, Chopin kayıtları gibi… Bu salon muhteşem güzellikte bir akustiğe sahiptir ve çok iyi bir piyanosu vardır. Hatta iki tane çok iyi piyanosu vardır. Benim, Mozart’ı kaydettiğim piyano ile Beethoven’i kaydettiğim piyano ayrı iki piyanodur. Burada piyano ve akustiğe alışmak ya da anlamak için zaman kaybetmiyorum. Piyano ve akustikteki dezavantajlarımı biliyorum.

Beethoven 32 sonat kaydı; iki yılda toplam 18 günde, 5 ayrı tarihte yapıldı ve 9 CD’de toplandı. Bazı sonatları daha iyi hâle getirmek için iki kere kaydettim. Ben artık kayıt döneminde, salonda yalnız başına verilen bir mücadelenin psikolojik zorluklarını aştığımı düşünüyorum. Hiçbir şeye kızmıyorum. Sakinlik ve sükûnet ile kıvamın gelmesini bekliyorum. Panik yapmıyorum.

(Fazıl Say / Ocak 2020 / Fotoğraflar:Marco Borggreve)

Linkler

Fazıl Say: Mozart’ın sonatlarını opera, film gibi anlatarak çalmak gerekir

Fazıl Say: Her yeni eserimde hırsla, hakkımdaki yalanları cevaplıyorum

 

Share.

Leave A Reply

11 + 8 =

error: Content is protected !!