İlhan Usmanbaş / Bülent Arel’in müziğinde sesler uçuşan renk toplarıydı

0

“Çok hareketli, engin bilgi sahibi, sivri dilli bir insandı” diyor İlhan Usmanbaş elli yıllık dostu Bülent Arel’i anlatırken. ABD’de Yale ve New York Üniversitelerinin elektronik müzik merkezlerini kuran, bu akımın dünyadaki öncülerinden birine dönüşen bestecinin ülkesinde yeterince bilinmemesinin çok acı olduğunu belirtiyor. Arel’in müziği Türkiye’de toplu olarak ilk kez 2002’de, yani ölümünden 11 yıl sonra, sekiz eserlik bir konserle gündeme getirildi. Bu vesileyle, dostu İlhan Usmanbaş‘la Arel’i ve müziğini konuştuk. Kabına sığamayan bir dehayı anlatırken 1950’ler Türkiye’sindeki genç bestecilerin yaşamlarıyla ilgili ilginç kesitler verdi.

Bülent Arel

2001 yılından geri dönüp baktığımızda, gençliğini 1930’lu, 1940’lı yılların Türkiye’sinde geçiren bir sanatçının on yıl sonra dünyada elektronik müziğin öncülerinden birine dönüşmesi hayret verici. Bülent Arel‘in Galatasaray Lisesi’nden beri arkadaşısınız. Gelecekteki ilgi alanının işaretleri lise yıllarında görülüyor muydu?
– Lise 1’de, Galatasaray’a başladığımda o Ankara’ya gitmişti. 1942’de Ankara Konservatuvarı’na girdiğimde tanıştık. Geleceğin ipucunu veren özelliği, farklı alanlardaki çok geniş bilgi birikimi ve mekanik konulardaki müthiş becerisiydi. Elektrik, elektronikle ilgili konuları araştırıp öğrenir, yabancı yayınları takip ederdi. Ankara Radyosu’nda kayıt teknisyenliği yaptığı yıllarda Türkiye’ye gelen Fransız uzmanlarla dost olmuş, birlikte ses deneylerine girişmişlerdi. Mikrofonlarla dip sesleri büyültüp küçülttüler, yapay stereo ortamlar yaratmaya çalıştılar. Elektronik ses için yazdığı ilk eserlerinden Osilatör ve Yaylı Çalgılar için Dördül’ünü, sanıyorum 1954’te, Ankara’da birlikte seslendirmiştik. Osilatör’ü kendi yapmıştı.
Konservatuvar günlerinde Arel’le birlikte çeşitli sanatları, yeni akımları keşfe çıktığınızı söylüyorsunuz. Dostluğunuza zemin olan besteler, besteciler, yazarlar kimlerdi? 2. Dünya Savaşı’nın yoksunluk, siyasi baskı yıllarında iki entelektüel neler yaşadı, neler keşfetti?
– Ekmeğin karneyle dağıtıldığı yıllardı. Yatılı öğrencilerdik. Yoksunluğu yaşamamamız için çaba gösterildiğini hissederdik. Bülent Arel, Nevit Kodallı’yla yatakhanede yanyanaydı yataklarımız. Geceler boyu müzikten, edebiyattan konuşurduk. Sabah çok erken kalkıp sessizlikte çalışırdık. Fransız kültürüyle yetişmem ve Cemal Reşit’in öğrencisi olmanın birikimi sayesinde dost olduk. Bütün konservatuvar çevresi, el yordamıyla da olsa, dünya sanatını keşfetmeye çalışıyordu. Konservatuvarın karşısında oturan Eduard Zuckmayer’e giderdik her akşam. Bize Bach çalardı, bestelerimiz üzerine konuşurduk. Akses, Hasan Ferit Alnar ortak hocalarımızdı. Arel’le birlikte müzikli geceler düzenlerdik. Bizi birbirimizden ayırt etmekte zorlanırlardı. Yıllar sonra rastladığımız dostların bana “Bülent” diye hitap ettikleri olmuştur.
Türk Tiyatrosu’nda birinci kuşak diyebileceğimiz tiyatro çevresine çok yakındık. Oyunların müziğine yardım eder, koroya katılır, hatta sahnede perdeyi çekerdik. İnönü temsilleri, konserleri kaçırmaz, çevresindekileri de teşvik etmeye çalışırdı. Bülent Arel’le, Tems Modernes dergisi okuruyduk, aramızda tartışırdık. Fransız solunu, Sartre’ın yazdıklarını dikkatle izlerdik
Bu “dikkat,” dikkat çekmenize ve başınıza iş açılmasına neden olmadı mı?
– Hayır, olmadı. Orhan Burian, Ufuklar dergisini yayımladığı günlerde konservatuvarda öğretmenimizdi; evine gider sohbet ederdik. Sabahattin Ali, Tiyatro Bölümü’nde dramaturji dersleri verirdi. Dost olmuştuk. Hatta bizi bir yaz Ayvalık’taki evine davet etmişti. Konservatuvardan gruplarla Köy Enstitüleri’ne giderdik. Oyunlar sahnelenir, konserler verilirdi.

Sabırlıydı ama densizliklere çok kızardı,                                   gerekirse yumruklarını konuştururdu

Arel’in çok açıksözlü olduğu, cehalet örnekleriyle karşılaşınca sert tepki verdiği söylenir. Arkadaş olarak nasıl bir insandı?
– Çok hareketli, farklı şeylere ilgi duyan, engin bilgi sahibi bir insandı. Dostluklarına önem verirdi. Espritüeldi; fıkra anlatmayı çok severdi. Yaşadığımız olayları hicvetmek için, muhtemelen yabancı kaynaklardan öğrendiği ilginç fıkralar anlatırdı. Aralarında müstehcen olanları da vardı tabii. Atletik bir yapısı vardı; Galataray’da spor yapmış, bir ara boksla bile ilgilenmiş.
Hakarete dönüşen hararetli entelektüel tartışmalarda ring tecrübesini kullandığı olur muydu?
– (Gülümsüyor) Yapmacık davranışlara, densizliklere çok kızardı. Sabırlıydı ama, bu gibi durumlarda çok öfkelenirdi. Bir sohbet toplantısında Orhan Peker’i epeyce hırpaladığını, kucaklayıp kapının önüne koyduğunu duymuştum.
Bülent Arel’in gençliğinde bile farklı alanlarda engin bilgi sahibi olduğunu söylediniz; bu birikim ailesinden mi geliyordu; ailesini tanıyor muydunuz?
– Babası Samsunlu bir doktordu. Annesi Müzdan Hanım ise akademinin ilk mezunlarından, Modalı bir ressamdı. Bülent Arel çocukken ayrılmışlar. Müzdan Hanım, Ticaret Bakanlığı’nda görevli Sadri Bey adında bir bürokratla evlenmişti. Sanata düşkün, çok hoş insanlardı. Bir yaz tatilinde 15 günü beraber geçirmiştik, onları tanıma fırsatı bulmuştum. Arel’in birikiminde önemli payları olduğunu sanıyorum.

Konser verdiğimiz osilatörü o yaptı

Arel’in ilk elektronik müzik bestesini Ankara’da seslendirdiğinizde dinleyicilerin tepkisi nasıl oldu?
– Milli Kütüphane’nin oturma salonundaydı konser. Yanlış hatırlamıyorsam, dörtlüde Ulvi Yücelen ve Faruk Güvenç vardı. Eser akustik çalgılarla başlıyordu. Osilatör girdiğinde dinleyiciler bir süre sesin nereden geldiğini anlayamadı. Bülent osilatörle izleyicinin içinde, sahnenin yanındaydı. 12 dakikalık bir eserdi. Övgü dolu yazılar çıktı basında. Bülent bu eseri ABD’de yeniden gözden geçirdi.
Okuduklarımdan Bülent Arel‘in ABD üniversitelerindeki ilk elektronik müzik merkezlerini kurduğu sonucunu çıkarıyorum. Doğru mu bu bilgi?
– 1960’da Amerika’ya gittiğinde, Yale Üniversitesi’nin, New York Üniversitesi’nin elektronik müzik merkezini kurmuştu. Ucuz olması için okula kuracağı ses sistemlerini Manhattan’ın ücra noktalarındaki elektronik parça dükkanlarından topladığını anlatmıştı. 20 bin dolara malolacak donanımları birkaç bin dolara yapmıştı. Amerika’nın ilk elektronik müzik bestecisi Edgar Varese’in çalışmalarını Bülent’e teslim ettiğini, üzerlerinde düzeltme yapmasını istediğini biliyorum. Ne yazık ki bunu kimse bilmiyor.

Elektronik müzik bestecisi olarak                                           anılmaktan hep rahatsızlık duyardı

Bülent Arel’in neredeyse tüm yaratıcılığını elektronik müziğe yöneltmesi sizce bir cesaret örneği olarak değerlendirilebilir mi? Bugün Arel’in 1960’larda yazdığı bir eseri seslendirmek isteseniz, notasyonu çözmek sorun olabilir. Dahası geliştirdiği elektronik devreleri bile bulamazsınız; oysa klasik çalgılar için yazsa yüzlerce yıl boyunca eserleri seslendirilebilirdi.
– Eserlerindeki ses arayışı, hiç duyulmayanı keşif serüveni ilginçtir. Akustik sesi böldüğü, farklı filtrelerden geçirip kullandığı olmuştur. Bende tek eserinin partisyonu mevcut. Elektronik sesin frekansını, süresini belirtiyor. Osilatör için yazdığı, yirmi yıl sonrasının eseridir belki. Bu sesleri akustik çalgıların devamı gibi düşünebiliriz. Kompozisyonlar kayıtla bütünleşmiş, türünün klasiğine dönüşmüştür. Yeniden inşa edilecek bir müzik gibi düşünmememiz gerekir. Zamanının elektronik ses olanaklarını tümüyle kullandığı mükemmel eserleri vardır Arel’in. Mesela Columbia’daki yıllarında bestelediği “Study Number 1.” Kullanılan seslerle akustik çalgılar arasında bağlantı kurulmaya, “bak bu sesi keman yerine kullanmış” denilmeye başladığı için 1970’lerde elektronik müzik pekçok besteci için cazibesini yitirdi. Bülent de o dönemde sadece elektronik müzik bestecisi olarak anılmaktan rahatsızlık duymaya, hatta nefret etmeye başlamıştı. Geçmişte olduğu gibi, akustik çalgılara yöneldi. Bazı eserlerinde elektronik ve akustiği birlikte kullandı. Haydn’a Sunu, Suna Kan’a ithaf ettiği ‘düo’ başlıklı keman piyano ikilisi tamamen akustik çalgılar için yazılan eserlerdir. Ardından sadece öğretmenliğe yöneldiği dönem geldi. Öğrencileri arasından parlak isimler çıktı.
Bülent Arel müzik tartıştığınız, benzer yaklaşımları paylaştığınız en yakın arkadaşınızdı. Fakat siz elektronik müzikle ilgilenmediniz. Neden?
– Bunlar imkanlarla ilgili sorunlar. Bu tür imkanlara sahip olabilseydim belki ben de elektronik çalışmalar yapardım.
Arel’e yazdığınız mektupta Berio’yu ziyaretinizi anlatıyorsunuz, çağdaş besteciler arasından ortak dostunuz olan başka kimler vardı?
– En yakın dostumuz Ertuğrul Oğuz Fırat oldu. Bülent, onun yazılarını, öykülerini okuyup tanışmış. Beni de tanıştırdı. Fırat yıllarca hakim ve avukat olarak Anadolu’yu dolaştı. Hep mektuplaştık, düşüncelerimizden birbirimizi haberdar ettik.
Son karşılaşmanızdaki gözlemlerinizi sorabilir miyim; gelecekle ilgili planlarından bahsetmiş miydi, yaşasaydı neler yapardı?
– Amerika’ya son kez ziyaretine gittiğimde emekli olmuştu. Eşi ve kedileriyle kent dışında bir yerde yaşıyordu. Evini bölüm bölüm kendi inşa ediyordu. Bu arada pilot brövesi almıştı. Uçarken çok mutlu olduğunu söylüyordu. ODTÜ’de bir elektronik müzik merkezi kurmak istemişti. New York’taki üniversite ekipmanları gönderecekti. Girişimlerinden sonuç alamadı. Farklı gerekçelerle Amerikalılara, Türklere, belki tüm insanlara kırgındı. Gerçi ABD’de üniversitede kadrosunu sonuna kadar korudular, eserlerinin kaydı yayımlandı. Yaşasaydı neler yapacağını ben de merak ediyorum…

Arel’in eserinde dört yanınız müzik

En sevdiği, gurur duyduğu eserini size söylemiş miydi?

Arel’in yapıtları 2017’de Türkiye’de yayımlandı

– Beğeniyorum, dediği eserlerden aklımda kalanlar şunlar: Katedral görüntüleriyle birleştirdiği elektronik müzik çalışması, keman piyano ikilisi ve büyük kapsamlı eser olarak Electronic Music Number 1.
Sadece Barok ve Romantik Dönem eserlerine ilgi duyan, çağdaş müzikle ilgilenemeyen bir dinleyicinin düzenlenecek özel gecede Bülent Arel müziğiyle ilk kez karşılaştığını varsayalım. Bu müzikten zevk alması için neler önerirsiniz, nelere dikkat etmesi gerekir?
– Bu sürprizlerle dolu bir müzik. Fiziksel etkilerle başlayalım: Dinleyici klasik konserlerde tanık olmadığı şekilde salonun muhtelif yerlerinden gelen, devinim halinde sesler duyacak. Sesler dinleyicinin önünden, arkasından geçecek; etrafında dönecek. Karşılıklı etkiler olacak. İnsanlar etraflarından renk toplarının atıldığını hissedecek. Belki biraz bocalayacaklar. Dingin başlayan, huzur içindeki bir ses şiddetlenecek, kulağı zorlar boyuta gelecek. Eseri ikinci kez dikkatle dinlediklerinde etrafa atılan renk toplarının arasında bağlantı kuracak, belki bir öyküyü keşfedecekler. Stravinski “Müzik göz içindir” der. Yani dinleyici, yorumcunun eyleminden etkilenir. Elektronik müzikte besteci sadece kulağa ve düşgücüne seslenir. Mekanı orkestra için yazılan klasik eserlerden farklı, çok daha geniş kullanabilir.
(Serhan Yedig / Ocak 2002 / İş Müzik)

BÜLENT’E MEKTUP

Bülent,
Bu kez bir açık mektup! Öbürlerinin sana ulaşıp ulaşmadığını bilmiyorum. Ama sık sık yazıyorum sana, her fırsatta. Bu kez de Morton’u sever misin, diye sormak için. “Morton’a (Feldman) Göndermeler” adını alacak bir şeyler çiziştiriyorum da. Onu belki hiç sevmiyorsun. “Bırak bu b.. tan herifi” diyeceksin. Biliyorum, yargıların ölümcüldür. Hep daha iyiye varmak için bu ölümcül yargılar içinde yaşadın. Birinci Senfoni’ni yazarken iyi gitmiyor diye sayfalar dolusu müziği yok etmiştin. Yapma, etme, dememe rağmen. Piyano çalışırken de öyle, hep geriye dönüp düzelterek. Hatırlıyorum, Ravel “Jeux d’eau”nun son akoruna gelirken yakalamak istediğin tınıyı elde etmek için son sayfayı değişik yorumlarla kaç kez araştırdığını; ya da Beethoven, op. 110 La Bemol Majör’ün başlangıç sayfalarındaki ezgi-eşlik dengesini yakalamak için kaç farklı hız değiştirdiğini. Ama bunları hep severek, hep yaşam tutkusu içinde yapıyordun. Bu yaşam tutkusu herkesin seni neredeyse ‘netameli insan’ örneği saymasına ramak kalmışken, boyuna sorumluluk isteyen işler yüklenmene götürmüştü seni: Koro kurdun, orkestra kurdun ve daha niceleri. Bülent Arel’i anlamayanlar, çekindikleri için “olumsuz” demek istemişlerdir sana. Oysa, başkalarında en ufak bir iyi niyet çabasına, bir kendini aşma isteğine rastladığında en yaratıcı tarafınla yardım etmek istemişsindir. Çok iyi bir hoca olman da bu yüzdendir. Karşındakinin anlama ve öğrenme çabasına, karşılaşılan zorluğu çözmenin binbir yolunu bularak – yaratmak demek istiyorum, tekrar – yaklaşman beni her zaman şaşırtmıştır. Tıpkı kompozisyon yapar gibi bir yaklaşımdır bu. Onda da problemleri neredeyse mekanik diyeceğim (makine gibi tıkır, tıkır işleyen anlamında) önerilerle çözerdin. (Belki sana söylemedimdi o zamanlar, ben de “Yaylı Dördül ’47″nin bazı sayfalarında bu tür çözüm yolları denemiştim, senden görüp.) Zekanın bu yolla çalışması seni en doğal biçimde ‘mobil’ çalışmalarına götürdü. Çeşitli denge oyunlarını kullandığın bu heykeller gene, aynı doğal yolla, seni elektronik seslerin denge oyunlarına ulaştırdı. Bu çalışmaların bir yanı müziksel kompozisyon ise, öbür yanı elektronik aletlerin kullanımında büyük bir beceri ve duyuş inceliği isteyen mekanik dehandır. Ankara Radyosu’nda tonmaysterlik yaptığın sırada nuh nebiden kalma o mikrofonlarla olmayacak ses düzenlemelerini başarırdın. Ama benim asıl şaşıp kaldığım şey, diyelim bir fasıl yayınında, pencere arkasında konuşup gülüşürken, birden kumanda masasına dönüp “Parça bitti, yayını kapatıyorum’ deyip kanalı spikere bağlaman olmuştur. Konuşmalar arasında bir taraftan fasıl yayınını da dinliyormuşsun meğer. İnanılır gibi değil! Peki o fasıl müziğinin orada biteceğini nereden bilirdin? Tevekkeli, Amerika’ya gittikten sonra Varese, Poeme Electronigue ya da Deserts’in elektronik bölümlerini seninle birlikte tekrar gözden geçirmedi! O da şaşırıp kalmıştır alet becerine, kuşkusuz. Ama biliyorsun ki pek çok elektronik müzik bestecisi geçinende bu çeşit beceri sıfırdır. Hatırlıyor musun, Berio’yu ziyarete gittiğimizde Milano’daki stüdyosunda, doğru dürüst teyp yapıştırmasını bile bilmiyordu da, sen göstermiştin.
Uçak pilotluğu bröveni de bu meraklar sonucu aldığını düşünüyorum. Bilge Karasu gibi sen de “Ne kitapsız ne kedisiz”in birisin, biliyorum. Ama bu ikisine bir şey daha ekliyorum sende: “Ne de bilim-tekniksiz.” Fizik biliminin son aşamalarıydı seni daha çok ilgilendiren. New York’a geldiğimde beni dosdoğru, “Parçacık Fiziği”nden konuşmak için, Feyza Gürsey’e götürmüştün de besteci arkadaşına değil… Müzikçilere pek fazla güvenmiyordun sanırım. Haklısın. Dayanaklarımız pek sağlam sayılmaz; kimi neye inandıracağımız pek belli değil. O yüzden sen bile ününü elektronik müzik bestecisi olarak yapmış olmaktan nefret ediyorsun. Ne var ki bilim bile, tıpkı müzik gibi boyuna bir yerlere doğru kaymakta. Giderek ona da güven olmayacak galiba. Gene de bizim için asıl değerli olan yaşadığımız bu sürekli serüven; öyle değil mi? Göklerde… Pilot kabininde… Önünde bir sürü gösterge… Elinde kumanda… Taa yukarılarda… Aşağı inip inmemekte özgür…

İlhan, 1999

(Evin İlyasoğlu’nun İlhan Usmanbaş: Ölümsüz Deniz Taşlarıydı adlı eserinden alınmıştır.)

Share.

Leave A Reply

twelve + 17 =

error: Content is protected !!