Ayla Erduran – Ayşegül Sarıca / Mavi ikili derin sularda

0

Oda müziği çalmak, derin suya dalmak gibidir. Klasik müzikte besteciler en renkli gösterişli eserlerini orkestra için yazar; en özel duygularını, derin düşüncelerini düo, trio ya da kuvartetlere saklar. Tecrübeli virtüözler iyi tanıdıkları, ortak nefes aldıkları dostlarıyla dalar bu denizlere. Derinlerde kaybolmamak, boğulmamak için. Müzik dışındaki ilgileri sorulduğunda aynı cevabı veren, “Hiç kuşkusuz deniz” diyen kemancı Ayla Erduran ve piyanist Ayşegül Sarıca 1992’den bu yana ikili resitaller veriyor. Brahms ve Rahmaninof’un üçlülerini seslendirmek için aralarına çellist Aleksandr Rudin’i aldılar. 2007 Şubatı’nda İstanbul’daki CRR Konser Salonu’nda verecekleri konser öncesinde Erduran ve Sarıca’yla mavi ikilinin müzik serüvenini konuştuk.

 

Aynı denizin, aynı şehrin iki ayrı kıyısında, bir yıl arayla doğdular. Erduran, İstanbul Cağaloğlu’ndaki Süreyyapaşa Apartmanı’nda, Sarıca ise Moda’daki bir köşkte. Alman ekolünden gelen müzikçilerdi ilk hocaları. Piyanist Wilhelm Kempff gibi efsanevi ustaları İstanbul’da misafir eden Samiha Atay her ikisinin de aile dostuydu. Yeniköy’deki yalısında, çok yetenekli iki kız çocuğunu ayrı ayrı büyük ustalara dinletti. Buna karşın, Ayla Erduran‘la Ayşegül Sarıca‘nın yolları yıllar sonra ilk kez 1951’de, Paris’te kesişti.
O günlerde Erduran, Paris Konservatuvarı’nı ikincilikle bitirmiş, ABD’ye gidiyordu. “16 yaşında küçük bir kızdı Ayşegül. Unutulmayacak, müthiş bir konser verdi. Candan ve sevimliydi. Çok sevmiştim onu…” Sarıca ise aynı okulda eğitim görmek üzere yeni gelmişti. İki ay sonra ayrıldılar. Sonraki yıllarda, fırsat buldukça birbirlerinin konserlerini kaçırmamaya özen gösterdiler. Sarıca konservatuvarı birincilikle bitirip Türkiye’ye dönmüştü. Erduran ise yurtdışında yaşamayı tercih etmişti.

Felaketin eşiğindeki buluşma

Aile dostları Samiha Atay’ın en büyük hayallerinden biriydi Sarıca ve Erduran’ın bir ikili oluşturması, konser vermesi. Oysa, coğrafi uzaklık bir yana, müziğe bakışları da farklıydı o yıllarda. Aynı şehirde yaşasalar bile ikili oluşturmaları imkansız gibiydi. Kemancı Erduran, dünya sahnelerinde konçerto yorumlarıyla parlarken bir yandan da Guy Fallot, Roger Aubert gibi ünlü isimlerle oda müziği çalışmaları yapıyordu. Piyanist Sarıca ise solistliğe odaklanmıştı. “Virtüöz olmayı seviyorum” diyordu. Orkestra eşliğinde konçertolar çalıyor, resitaller veriyordu. Oda müziği, konservatuvar yıllarında kalmıştı. Tek istisna ünlü çellist Andre Navarra’yla İstanbul’da verdiği ikili konserdi.
Aradan yıllar geçti. Ödüller aldılar, ünlü isimler, orkestralarla unutulmaz konserlerler verdiler. Türkiye’deki müzik dostlarının en büyük hayallerinden biriydi Erduran’la Sarıca’yı birlikte dinlemek. 1977’de Mükerrem Berk rica edince kıramadılar. İlk kez 7 Nisan’da İstanbul’da Filarmoni Derneği yararına ikili resital verdiler. Beethoven, Brahms, Schumann’ın eserlerini seslendirdiler. Sonra yine kendi çalışmalarına döndüler.
Erduran, 1988’de Cenevre’deki evini kapatıp, İstanbul’a yerleşti. Türk orkestralarıyla daha sık konser vermeye başladı. 1992’de, çok değerli Stradivarius kemanını satmak zorunda kaldı. 38 yıl boyunca kaderini paylaştığı, 283 yaşındaki “The Roederer” lakaplı dostunun yıllık sigorta bedelini ödemekte zorlanıyordu artık. Ayrılık, annesi ve babasını kaybetmek kadar ağır geldi Erduran’a.
Bu günlerde, bir konser çıkışı, Sarıca’yla karşılaştılar. “Birlikte ikili oluşturup konser vermeye ne dersin” diye sordu Erduran. Hemen kollarını sıvadılar. İyi bildikleri Schubert ve Grieg ikilileriyle yola çıktılar. Ardından Franck, Debussy sonatları geldi. Parlak sesli Strad’ın yerine, derin ve koyu ses tonuna sahip 1720 Pierre Guernerius yapımı bir keman satın almıştı Ayla Erduran. Çalgı bir zamanlar Szigeti’nindi. Bartok’un eserlerini kaydetmiş, plak müzik tarihine geçmişti.

Kaderin garip cilvesi

Bursa’da Nilüfer Belediyesi’nce düzenlenen konserde

Kim bilir, belki de bu dramatik olay kaderin garip bir cilvesiydi. Çünkü bugün bazı uzmanlar Guernerius yapımı kemanların, Stradivarius kemanlara oranla, oda müziğine daha uygun olduğunu savunuyor. Strad’ın parlak tonlarıyla orkestra önünde solisti yücelttiğini, sesini en büyük salonlarda bile arka sıralara ulaştırdığını, oda müziğinde gereken derin tonların ise Guarnerius’larda bulunduğunu söylüyor. ABD Senato Kitaplığı koleksiyonundaki nadide Stradivarius yapımı enstrümanlar emirlerine amade dururken Juilliard Yaylı Çalgılar Dörtlüsü üyelerinin farklı enstrümanlar kullanması bu yaklaşımın sonucu.
Erduran’ın yeni kemanına alışması birkaç ay aldı. Konçerto repertuvarını bir kenara bırakıp, yeni eserlere çalıştı. 1992 sonunda ilk kez Moskova Kadınlar Orkestrası’nın konserinde kemanını sahneye çıkardı. Bu arada Sarıca’yla düzenli olarak buluşup, kimi zaman günde 6-7 saati bulan uzun provalar yaptılar. Üç ay sonra repertuvar hazırdı. Konserlere başladılar.

Birkaç konser için başladık

“Doğrusunu söylemek gerekirse, başlangıçta sadece birkaç konser vereceğimizi, sonra kendi çalışmalarımıza döneceğimizi düşünüyordum. Kendimizi öyle kaptırdık ki, devam ettik. 15 yıl süreceğini, bu noktaya geleceğini hiç tahmin etmemiştim” diyor gülümseyerek Ayşegül Sarıca. Geçen çarşamba akşamı, prova sonrasında Erduran’ın Ayaspaşa’daki evinde konuşuyoruz ikiliyle. Erduran, her zamanki gibi muzip, şakacı, açık sözlü. Yaşadıkları komik olayları içinden geldiği gibi anlatıyor. Sarıca ise çoğunlukla sözcükleri seçerek, ihtiyatla konuşuyor. Arkadaşına Fransızca sözcüklerle küçük mesajlar gönderiyor, yanlış anlaşılabilecek cümleleri toparlıyor.
1996’daki Fransa, Hollanda resitallerinde yaşadıkları komik olayları anlatıyorlar gülerek. Arkası çelenklerle dolu bir otomobilin ön koltuğuna sıkışıp, iki konser salonu arasında yaptıkları üç saatlik şehirlerarası yolculuğu, kulisinde tuvalet bulunmayan salonda yaşadıklarını, Hollanda’da prova sırasında Erduran’ın “Biraz hava almak istiyorum” diye dışarı çıkıp ormanda kayboluşunu… Kontrast kişiliklerine karşın, zarafet, karşılıklı saygı, özen, empati üzerine kurulu sağlam bir dostluk onlarınki.

Kemancı ayakta durunca

Aya İrini’nin avlusunda müzik yazarı Evin İlyasoğlu ile

Klasik müzikte piyanolu ikililer, egosunu yenemeyen müzikçiler için büyük sorundur. Çünkü izleyiciler sahnede kemanı solist, piyano eşlikçi olarak algılar. Birçok eser, keman eksenlidir. Bu nedenle keman piyano ikilisi kurmak öncelikle olgunluk, karşılıklı anlayış gerektirir. Sarıca “kendimle barışık bir müzikçiyim, ego sorunu yaşamadım” diyor. “Bu ikilide müzikal ve insani bir alışveriş sözkonusu. Beni müzisyen ve insan olarak çok zenginleştirdi. Ayla’nın teşvikiyle, yorumcu olarak oda müziğinin dünyasına girdim, zenginlikleri keşfettim. O olmasaydı belki bu duyguyu hiç yaşayamayacaktım. Dahası iyi bir dost kazandım.”
Erduran ise enstrümanların rolü konusundaki yanlış algılamalara esprili bir açıklama getiriyor: “Herhalde kemancılar ayakta durduğu için, sıradan dinleyici hep piyanoyu eşlikçi gibi algılıyor. Oysa ikililerde piyano, keman kadar önemli role sahiptir; müziğin omurgasını oluşturur. Hatta Beethoven eserlerinin notasına piyano ve keman sonatları yazmıştır.”

Az basılan CD’nin yankıları

1992’deki, ilk resitallerindin ardından Erduran ve Sarıca ikilisinin kapısını prodüktör Ömer Umar çaldı. Plak yapmayı teklif etti. Konser vermeyi seven, stüdyodan hiç hoşlanmayan Erduran biraz düşündükten sonra kabul etti teklifi. Ankara’da CSO’nun salonunda, üç gecede kaydettiler. Guernerius keman, Szigeti’den sonra ilk kez Erduran’ın elinde kayda girdi. Kayıtlarda rötuş yapılmadı. Kültür Bakanlığı’nın desteğiyle, UPR etiketiyle piyasaya çıkan “Keman Piyano Sonatları” Türkiye’de duyulmasa da dünyanın dört bir yanına ulaştı, radyolarda çalındı. Erdurdan’ı en çok şaşırtan, sınırlı sayıda basılan CD’nin çok uzaklara ulaşmasıydı: “Bu albüm yayımlandıktan sonra yıllardır görmediğim Amerikalı dostlarımdan birçok mektup aldım. Avrupa’daki dostlarımdan mesajlar geldi. Albüm onlara kadar ulaşmış. Hayret ettim…”

Paraşütle uçan piyanist

İkilinin dostluğu müzik dışında günlük yaşamda da devam etti. Birçok ortak noktaları var. Her ikisi de tam bir deniz tutkunu. Son 10 yıldır fırsat buldukça, yaz aylarında İdil Biret’le birlikte mavi tura çıkıyorlar. Geriye unutulmaz hatıralar kalıyor. “Ayşegül deniz tutkusunda, cesarette sınır tanımaz, beni geçiyor” diyor Erduran. Kahkahalar eşliğinde bir anısını anlatıyor: “İnanmayacaksınız belki. Denizde paraşütle uçtu. Benim korkudan benzim attı, İdil Biret bile görmeye dayanamadı, kabinin altına girdi… Tabii ki tek ortak noktamız deniz tutkusu değil. Kedileri, köpekleri, çiçekleri tabiatı, gülmeyi ve maalesef yemekleri çok seviyoruz…”
Erduran ve Sarıca 1971’de Devlet Sanatçısı ilan edilmiş, önde gelen orkestralarımızın solistliklerine atanmışlardı. İkili çalışmalarının yanı sıra, orkestra konserlerini de sürdürdüler. 1996’da ikili fikrini zenginleştirmeyi denediler. Aralarına Suisse Romande Orkestrası’ndan bir dostlarını alıp, Brahms’ın kornolu triosunu yorumladılar. Ardından yaylı çalgılar dörtlüsü eşliğinde altılı konser geldi. Daha sonra aralarına çellist Aleksandr Rudin katıldı.
Erduran, Aleksandr Rudin’le 1997’de tanışmıştı. “Huzur veren, çok uyumlu, nazik ve olağanüstü bir virtüöz” dediği çellistle Eskişehir Festivali’nde Brahms’ın ikili konçertosunu çaldılar. Dostluklarını oda müziği alanına taşımaya karar verdiler. Çellolu üçlülerden bir program hazırlayıp konserler verdiler. O tarihten bu yana çellolu üçlü yorumlamaya karar verdiklerinde genç müzikçi Çağ Erçağ’ı aralarına alıp, prova yapıyorlar.

Brendel’le hazırlık, Rudin’le kayıt

Geçen yıl, Brahms’ın Op. 87, 2 numaralı üçlüsünü ve Rahmaninov’un Op. 9 Elegie’sini repertuvarlarına kattılar. Erduran 30 yıl önce her ikisini de seslendirmiş, hatta birini plak repertuvarına almıştı. Sarıca için yeniydi. Uzun süre çalıştılar. Ardından Adrian Brendel’le Boğaziçi Üniversitesi’ndeki Albert Lang Hall’da seslendirdiler. Aynı repertuvarı CRR’de, usta müzikçi Aleksandr Rudin’le birlikte yorumladılar. Konuşmamızda söz Brahms’ın üçlüsüne gelince, 1977’de Cenevre Konservatuvarı’ndaki konserinde piyanist Blum ve çellist Mermoud’yla kaydettiği eserden tutkuyla bahsediyor Erduran. “Brahms bu üçlüsünü üç kez yeni baştan yazmış, beni en çok etkileyen eserlerinden biri. Her bölümü başlıbaşına bir abide. Hüzün ve coşku arasında gidip geliyor, kimi yerlerde okyanus kadar derinleşiyor. Bu esere, aynı derinlikte bir beste yaraşırdı. Rahmaninov’un kaybettiği dostuna ağıt olarak yazdığı Elegie’sini seçtik.”
Konseri CRR yetkililerince kaydedildi, salonun arşivine kondu. Erduran ve Sarıca’nın dileği yorumun, kaydın diledikleri kadar iyi olması ve günün birinde yayımlanması.

Tek esere 6 ay

Erduran-Sarıca ikilisi 15 yılda yaklaşık 20 sonat, 8 triodan oluşan özel bir oda müziği repertuvarı oluşturdu. Gelecekle ilgili birçok plan, proje var bekleyen. Repertuvarlarına öncelikli olarak katmak istedikleri eserleri sayarken Sarıca “Beethoven’in keman ve piyano ikililerinden dördü, Brahms’ın çalmadığımız bir ikilisi, Çaykovski’nin triosu ve Rahmaninof’ın 1 numaralı ikilisi”nden bahsediyor. “Keşke Beethoven’in tüm ikililerinden albüm yapabilseydik” diyor. Erduran ise 20. yy repertuvarına gözatmaktan yana: “Bartok’un, Şostakoviç’in sonatlarını seslendirmek harika olurdu. Hatta Schnittke’yi çok seviyorum. Ama ciddi güç gerektiriyor. Dilerim bu eserleri de repertuvarımıza katarız.”
Konserleri olmasa bile Erduran her gün dört saatini kemanıyla, Sarıca ise üç saatini piyanosuyla geçiriyor. Ayda en az bir kez buluşup, çalışıyorlar. Repertuvarlarına yeni eser katıldığında ya da konserler yaklaştığında altı saati bulan uzun provalar başlıyor. Birlikte eser seçiyor, yorumu tartışıyor, kimi zaman sevdikleri yorumcuların albümlerini dinleyip yaklaşım farklarını inceliyorlar. “Yeni bir eserin konsere hazırlanma süresi altı ayı bulabiliyor. Acele etmeden istediğimiz kıvama gelmesi için çalışıyoruz” diyor Erduran. Hastalık, seyahat gibi engeller olmazsa yılda ortalama 7-12 konser veriyorlar. 2007 Nisan’ında Kadıköy Caddebostan Kültür Merkezi’nde ve İzmir’de, Mayıs ayında Mersin’de resital verecekler.

AYLA ERDURAN
Tek sözcükle anlatmak gerekirse “samimiyet”

Bana sorarsanız kemancının piyanistiyle ilişkisi evlilik gibidir. Öylesine yakın ilişki, güven gerektirir. Uzun yıllar yurtdışında aynı piyanistlerle çalıştım. Türkiye’ye döndüğümde ne yapacağımı şaşırdım. Ayşegül Sarıca’yla çalışmaya başlamam benim için büyük bir şanstı. Çünkü gösterişten, gereksiz süslemelerden uzak, çok sade bir üslubu var Sarıca’nın. Bu yaklaşım ikilinin tonunu belirliyor. Tek sözcükle anlatmak gerekirse, bizim müziğimizin en belirgin özelliği samimiyet.

AYŞEGÜL SARICA
Bu ikili benim için bir ayna oldu

Uzun yıllar konser piyanistliği yaptıktan sonra ders vermeye başladığımda, öğrencilerimin hatası, kendi eksiklerimi görme konusunda da bana yardımcı olmuştu. Onlardan çok şey öğrendim. Bu ikili de benim için bir ayna oldu. Kendimi tanıdım.

(Serhan Yedig / Hürriyet / 18 Şubat 2007)

Linkler

Ayşegül Sarıca: Emelim turnelere çıkmaktır (1957, 20. Asır dergisindeki röportajı)

Ayla Erduran: Gökyüzüne hasret yaşadım (2004 / Serhan Yedig röportajı)

Share.

Leave A Reply

16 − 10 =

error: Content is protected !!