Yo-Yo Ma / Saygun’un Partitası’nı tüm dünya sevdi, Orhan Pamuk hariç

0

16 Grammy ödüllü çellist Yo-Yo Ma , 2001’den bu yana Adnan Saygun’un solo eseri Partita’yı dünyanın dört bir yanında seslendiriyor. 2006’da BM Barış Elçisi atandığı törende, 2009’da Pittsburgh’daki G-20 Zirvesi’nde de repertuvarında Saygun vardı. Ma, 2011’de 30 yıllık piyanist arkadaşı Kathryn Stott’la resital vermek üzere İstanbul’a geldi. Ünlü çelisti konser öncesinde New York’tan aradık. Partita’ya farklı ülkelerde gösterilen tepkileri, BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon’un şaşırtıcı isteğini, İpek Yolu projesindeki yeni gelişmeleri konuştuk.

Partita’yı Japonya’dan İngiltere’ye pek çok konserinizde bis olarak çaldığınızı okuyorum gazetelerde. İzleyicilerin tepkileri ülkelere göre farklılaşıyor mu?
– Tepkiler aynı: dinleyiciler çok etkileniyor. Çünkü dinleyicisiyle iletişim kuran bir üslupla bestelenmiş. Öylesine güçlü bir ifadeyle yazılmış ki, eser dinleyicisinde hasret, özlem gibi insanoğlunun ortak evrensel duygularını harekete geçiriyor.
En çok hangi ülkede tepki aldınız, besteciyle ilgili soru yöneltildi?
– Adnan Saygun bilinmeyen bir besteci olduğu için eseri her çaldığım yerde ilgi odağı oluyor, eserle ve besteciyle ilgili sorular yöneltiliyor. 2006’da, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan’ın göreve veda ettiği törende çaldığımda Ban Ki-Moon öylesine etkilendi ki, Saygun’u ve eseri sormakla kalmadı. “Vefat ettiğimde, arkamdan bu eseri çalar mısınız lütfen” dedi. Cenaze töreninde Partita’yı çalmamı vasiyet etti. Bugüne kadar çaldığım her yerde olumlu tepki aldım. Tüm dünya sevdi bu eseri, sadece bir istisna var: Nobel ödülü sahibi yazar Orhan Pamuk’u evime davet etmiştim. O akşam “Sana bir eser çalacağım, bakalım beğenecek misin” dedim. Partita’yı çaldım. Beğenmediğini söyledi. İşte tek istisna Pamuk’tu. Bu bana çok ilginç geldi…

Türkiye hızla değişiyor, sorgulama doğal

Türkiye’de son günlerde Türk Beşleri ve Saygun’un müziği çok tartışılıyor, aralarından Haçaturyan, Smetana gibi bir besteci çıkmadığı söyleniyor. 2000’lerin başında en azından Saygun’un oda müziği eserlerini incelemiştiniz, sizde nasıl bir izlenim bıraktı?
– Saygun’un sadece piyano eserlerini biliyorum. Bunları da yakınlarda albümü yayımlanan bir sanatçıdan dinledim. (Zeynep Üçbaşaran’nın Naxos kayıtlarından bahsediyor) Bireyler gibi uluslar da sürekli kendilerini bulma çabasında. Fransa’dan Japonya’ya hep aynı soru soruluyor: “Ülkemiz nereye gidiyor?” Hangi ülkeye gitseniz benzer sorgulamanın yaşandığını görüyorsunuz: “Dünyadaki yerimiz nedir, önemli bir ulus muyuz, önemsiz mi?” Hep aynı endişeler, karşılaştırmalar, değer biçme çabaları. Entellektüeller arasında, müzik çevrelerinde de benzer sorgulamaları görüyoruz. Kimi çıkıp Elliot Carter günümüzün en iyi bestecisidir diyor, ardından birileri çıkıp minimalizmin Philipp Glass ‘ın en iyi olduğunu savunuyor. İkinci ve üçüncü Viyana ekolleri karşılaştırılıyor, yarıştırılıyor. Hep birileri çıkıp, bir şeylerin daha iyi, diğerlerinin yetersiz olduğunu söyler. Zaten gelişim de böyle ortaya çıkıyor. Fakat gelişim yaşanırken, aynı hataya çok sık rastlıyoruz: Deyim yerindeyse, banyo suyunu boşaltırken, bebeği de kanalizasyona gönderiyorlar. Geçmişin birikimini, bu artık yetersiz, deyip çöpe atmaya kalkıyorlar. Tüm toplumlarda benzer davranışı görüyoruz. Bundan muaf toplum var mıdır bilmiyorum. Türkiye’de sorgulama sürecinde. Sanırım nedeni son 10 yılda çok büyük bir değişimin yaşanması. Hayatın her alanında değişim görülüyor. Anadolu, üstünden 120 farklı kültürün geçtiği bir köprü olarak biliniyordu dünyada. Aradan geçen zamanda bir o kadar değişim daha geçti bu köprüden. Şimdi toplum soruyor kendisine: Kentli mi köylü mü olmalıyız, Avrupa’ya girerken kendimizi, Doğulu özelliklerimizi korusak mı… Bu sorgulamadan Adnan Saygun da payını alıyor. Bugün Saygun’u sevmeyenlerin sesini duyuyorsunuz. Belki 20 yıl sonra, Saygun’u örnek alan gençler çıkacak ortaya. Onun yaklaşımıyla yola çıkıp, farklı yöntemler deneyecekler. Taşkent’te harika bir besteciyle, Dimitri Yanof-Yanovski’yle tanışmıştım. Post Şostakoviç kuşağından geliyor, çok iyi müzik eğitimi görmüş, Schnittke bestecilere yakın hissediyor kendisini, bununla birlikte Özbekistan’daki İslami geleneği yadsımıyor. Şikago Senfoni Orkestrası için bir konçerto ve oda müziği topluluğu için iki eser bestelemesini istediğimizde, çok ilginç besteler yaptı. Dağ köylerinde söylenen, anılarla ilgili ezgilerden vokal eşlik yazdı, bir eserinde de sufi öyküsünü sözel olarak kullandı. Hepsi müthiş eserler. Ve rahatlıkla Yanovki’nin Adnan Saygun geleneğinden geldiği söylenebilir. Yaşadığı dünyadaki farklı ögeleri Post Saygun yaklaşımıyla bir araya getiriyor. Yani bir bestecinin yaklaşımına, üretimine çok farklı açılardan yaklaşmak mümkün. Müzikte ne zaman birisi çıkıp “Şu yöne gitmeliyiz” dese, destekleyenler kadar karşı çıkanlar da olacaktır.

Çelloda ideal tonu aramıyorum

Kemancı Itzak Perlman ve piyanist Emanuel Ax ‘la geçen yıl verdiğiniz üçlü konserler müzik dünyasında büyük yankı uyandırmıştı. Bu konserlerden önce Ax, İstanbul’a geldiğinde ikili çalışmalarınız için repertuvar oluşturduğunuzu, genç bir Türk bestecinin de adının geçtiğini söylemişti, fakat ismi hatırlayamamıştı. Adnan Saygun ve Hasan Uçarsu ‘dan sonra yakınlarda başka bir Türk bestecinin eserini repertuarınıza aldınız mı?
– Emanuel Ax, Kathryn Stott gibi ben de farklı kültürleri tanımak, derinlemesine öğrenmek, genç bestecilerin düşüncelerine, seslerine kulak vermek konusunda çok istekliyim. Yeni eserleri keşfetmek, seslendirmek konusunda maceraperest denecek kadar arzuluyuz. Arayışımız sürüyor, henüz herhangi bir besteci ismi belirlemedik.
Carlos Santana’yla rock, Diana Krall’la caz, Silk Road’la etnik müzik çalıp ardından ünlü orkestralarla konser vermek için ülkeden ülkeye koşturuyorsunuz. Sizin ruhunuz genç olabilir, fakat 280 yaşındaki yoldaşınız Petunya’nın başı dönmüyor mu bu tempodan?
– Dostum Petunya’nın yaşına saygım sonsuz. Bununla birlikte ilginçtir, çelloda ideal tınıyı aramıyorum. Çellonun farklı iklimlerin sesi olabilmesini istiyorum. Soprano, bariton, mezzo soprano, bas enstrüman olabilmeli. Yani Diana Krall’la çalıyorsam şarkıda onun sesiyle ya da yeri geldiğinde grubundaki kontrbasla uyum içinde çalabilmeliyim. Tabii bu yaklaşımı konçerto çalarken bir kenara bırakıp, klasikleri, klasik gibi çalıyorum. Krall’ın narin sesine eşlikle, 90 kişilik orkestra önünde çalmak çok farklı. Herbiri başka bir teknik gerektiriyor. Araştırıyorum, öğreniyorum, deniyorum. Bazen çok zaman alıyor, pek başarılı olamıyorum. Fakat enstrümanımla farklı kişilere, türlere, yaklaşımlara yoldaş olmayı gün geçtikçe öğreniyorum.
Petunya’yla birlikte gerçekleştireceğiniz çılgın hayalleriniz var mı?
– Çılgın hayalden çok, özel karşılaşmaların peşindeyim. Kimyamın uyacağı insanları, müzisyenleri arıyorum. Çünkü doku uyumu olmadan soyut çalışma yapmak mümkün değil. Siz çok iyi anlaştığınızı düşünseniz de, insanların kimyaları birbirine uymazsa arzulanan sese ulaşmak mümkün değil. En çılgın hayalim, çalışma heyecanını hiç yitirmeyen, birlikte öğrenmeyi seven, birlikte yaratan kişilerle hep karşılaşmak, hiç ara vermeden çalışabilmek… Yıllar bana bunun en ideal çalışma biçimi olduğunu öğretti.
Kutunun dışında kalmayı seçtim
Tüm kayıtlarınızı bir araya getiren Sony “30 yıl Kutunun Dışında” gibi sıradışı bir başlıkla yayımladı. Kimin fikriydi bu başlık, ne gibi tepkiler alıyorsunuz?
– Plak firmasının fikri, ortak kararımızdı. Sıradışılığı vurgulamak istediler. Ben de destekledim. Çünkü bana en çok yöneltilen sorulardan biri de şu: “Hey Yo-Yo, Dvorak’ın, Beethoven’ın konçertosunu gayet güzel çalıyorsun, neden klasik dışındaki işlerle uğraşıyorsun?” Yıllardır duyarım bu soruyu. Önceleri ne cevap vereceğimi bilemiyordum… Meraklı bir müzikçiydim, farklı türleri araştırıyordum… Artık bir cevabım var: Tüm dünya, insanlar ilgi alanım içinde. Ne düşünüyorlar, neden böyle düşünüyorlar, ne yapıyorlar, anlamaya çalışıyorum. Bir kutunun içinde güvenle oturmak yerine, kutunun dışında riskleri göze alarak sorularımın cevabını arıyorum. Benim işim güvenli sularda gezinmek değil, benim işim insanlar arasında köprü kurmak. Bunu en içten, en derin duyguları keşfedip, en iyi şekilde sunarak yapabilirim. Bu sayede bu duyguların başkalarının içinde de hayat bulmasını sağlayabilirim. İşte yorumcu olarak görevim bu. Ve bu yaklaşım, yorumcu açısından pek olağan sayılmaz. İşte “kutunun dışında” tanımı bu açıdan önemli. Belki bunu düşünen pek çok sanatçı var, fakat bu kadar net ifade eden az. Bu tanımı bulduğum için mutluyum.
90 CD’lik sete baktığınızda, aralarından içinize sinmeyen icralar, tekrarlamak istediğiniz kayıtlar var mı?
– Kişisel istekle yola çıkmak yerine, mevcut duruma bakıp karar veriyorum. Örneğin günün birinde kimyamın uyduğu bir şef ve orkestrayla karşılaşırsam Beethoven kayıtlarını yineleyebilirim. Yani uygun zamanda, uygun kimyayı yakalamak bu konuda belirleyici olacak.

Konserde 30 yıllık müzik serüvenimizi yansıtacağız

İpek Yolu projeniz 13 yılı geride bıraktı. Geçmişin tecrübesinden yola çıkıp, gelecekle ilgili ne gibi öncelikler tespit ettiniz?
– Önceliğimiz ihtiyaca karşılık vermek. Günümüz dünyasında gerçek ihtiyaç empati, karşılıklı anlayış. Müzik, düş gücümüzü belirli bir sisteme sokup, bizi farklı bir dünyaya, farklı bir zihinsel sürece ulaştıran önemli bir araç. Yaşlandıkça, gençlerle çalışmayı daha çok seviyorum. Okullarda 12 yaşında çocuklarla, lise öğrencileriyle, Harvard Üniversitesi’nde yurttaşın müzikçileri programını yürütüyoruz. Ayrıca Şikago Orkestrası ve birçok müzikçiyle birlikte yurttaş müzikçi olmak kavramını tartışıyoruz. Eğitim ve kültürün bileşimi dünyada empatiyi yaymak için en etkili yol. Müzikte yeni seslerin duyulması için Silk Road için pek çok eser sipariş ediyoruz. Yaratıcılığı korumanın yolu öğrenme çabasını sürdürmekten geçiyor. Bu nedenle hep yeni şeyler öğrenmeye çalışıyorum: Farklı yaklaşımlar, düşünce biçimleri, canlılığı, dinamizmi korumanın yolları…
İstanbul resitalinde geçmiş yıllardaki üç konserinize oranla farklı bir program seçmişsiniz. Bu seçimin ardında yatan düşünce nedir?
– Kathryn’le 30 yıllık müzik serüvenimizin bir özeti bu program. Benimle Arjantin, Brezilya’ya bile gelip, oradaki müzikçilerle ortak çalışmalar yapmıştı. Benden çok daha maceraperest bir müzikçi olduğunu söyleyebilirim. Program bizim bizim en sevdiğimiz besteciler, eserler. Örneğin Mariano benim birlikte ilk caz deneyimlerine giriştiğim isimdir. “Cristal” adlı bestesi kuzey, güney Amerika ve Avrupa arasında gidip gelen çok özel bir müziktir. Brahms’ın 1’inci Sonat’ı her ikimizin de 12 yaşından bu yana çaldığı bir eser. G. Fitkin, Latin Amerika müziğinden çok etkilenen bir İngiliz besteci. Seslendireceğimiz bestesini Kathryn, benim 50’inci doğum günüm için sipariş vermişti. Rahmaninov’un Sol Minör Sonat’ı her ikimizin de çok sevdiği bir eser. Kısacası ikimizin müzikte 30 yıllık keşiflerimizi yansıtan, özel bir program. Umarım dinleyiciler de sever.
(Serhan Yedig / 6 Mart 2011 / Hürriyet)

ÇELLOSUNUN ADI PETUNYA
Yo-Yo Ma , ikisi tarihi olmak üzere toplam beş çello sahibi. Çoğunlukla, Venedikli yapımcı Montagnana tarafından 1733’de yapılan enstrümanı kullanıyor. Bu çalgının önceki sahibi, geçen yüzyılın efsanevi çellisti Fierre Fournier. Müzik dünyasında “Mayes” ismiyle tanınan entrüman Ma’nın elinde lakabını da değiştirdi: “Salt Lake City’de öğrencilerle sohbet etmek için bir liseye gitmiştim. Bir öğrenci, çellomun lakabı olup olmadığını sordu. Ben sana çalayım, sen de bana bir öneri getir, dedim. Petunya, ismini önerdi. O gün bugündür bir çiçeğin ismini taşıyor.” Ma’nın barok eserleri yorumlarken kullandığı diğer enstrümanı tarihin en ünlü lüthiyesi Stradivarius’un ürünü. 1722 yapımı “Davidoff” lakaplı çalgıyı daha önce İngiliz çellist Jacqueline DuPre kullanıyordu. Bunların dışında kendisi için yapılan Moes&Moes, Mario Miralles ve James Cox yapımı çelloları kullanıyor.

İPEK YOLU MÜZİĞİMİ ETKİLEDİ
Yo-Yo Ma , 1998’de farklı kültürlerin müziklerini, müzikçilerini buluşturacak İpek Yolu projesini başlattı. Bu çalışma için Türkiye’den Özbekistan’a pek çok ülkeden besteciye eser siparişi verdi, geleneksel enstrümanlar çalan müzikçilerden 10 kişilik bir grup oluşturup, konser turnelerine çıktı. Bu kapsamda Hasan Uçarsu ‘nun bir eseri de Paris’te seslendirildi. Silk Road’da şu anda İranlı kemançacı Kayhan Kalhor önemli bir rol oynuyor. Kalhor kanalıyla projeye Türkiye’den icracı olarak Erdal Erzincan ‘ın da katılması sözkonusu. Silkroad, yılda ortalama 50 konser veriyor. 28 Mart’ta ABD turnesine başlayacak olan topluluk, yaz aylarında da Avrupa’da konserler verecek. Bu arada üç albümleri yayımlandı: When Strangers Meet (2002), Beyond The Horizon (2005) ve New Impossibilities (2007). Ma, bu çalışmaların müzik yaklaşımını, hatta çellosunun tonunu derinden etkilediğini söylüyor: “İranlılar ve Türklerle çaldıktan sonra anladım ki 40 yıldır koşturuyormuşum. Notalar ve ifade anlayışını bir kenara bırakın, boşluk kavramını fark ettim. Artık Haydn’ı, Bach’ı geçmiştekinden çok farklı çalıyorum.”

Linkler

Biyografisi

Kişisel web sayfası

Yo-Yo Ma: Çelloda ideal tını yerine ut, rebab, insan sesini araştırıyorum (Serhan Yedig’in 2001’deki röportajı)

Yo-Yo Ma: Müzik sosyal etkinliktir, katılımcı olmalı ve bizi bir araya getirmeli (röportajlardan derleme)

Yo-Yo Ma’nın Facebook hesabı

Share.

Leave A Reply

three − two =

error: Content is protected !!