İçlerinden dördü konservatuvardan sınıf arkadaşı olan beş genç, 1990’lardan bu yana Klasik Türk Müziği’nin geçmişi üzerine çalışıyordu. Yalçın Tura’nın günümüz Türkçesine kazandırdığı Kantemir külliyatı, kurdukları icra grubuna adını ve sesini verdi. Yapı Kredi Yayınları’ndan yayımlanan kitapla birlikte verilmek üzere Kantemir’in eserlerini seslendirdiler. “Ruhumuzu, kalbimizin atışlarını geçmişe ayarlayıp bu müziğe öyle yaklaşıyoruz” diyen Kantemir grubu üyeleri 10 yıllık maceralarını anlattı.
Grubun dört üyesi İTÜ Konservatuvarı’ndan ama en gençle en yaşlı arasında neredeyse 11 yaş var. Nasıl bir araya geldiniz?
Hüseyin Tuncel – Konservatuvarda uğraşına diğerlerinden daha çok sahip çıkan öğrenciler çeşitli fırsatlarla biraraya geliyor, birbirini böyle tanıyor. Bizim tanışmamız da düzenlenen etkinlikler sayesinde oldu. Konservatuvarın açılış, kapanış gibi özel günlerinde konser için seçilen öğrenciler hep bizlerdik. Bu bir dostluk yarattı. Okuldan mezun olduk ama okulla bağımız kopmadı, hâlâ gider geliriz.
Murat Aydemir – Aslında yaş farkına rağmen sınıf arkadaşına dönüştük. Salih Bilgin hocamdı, şimdi ikili çalışmalar yapıyoruz. Şehvar Beşiroğlu büyüğümüz ve hocamızdı, grup arkadaşına dönüştü. Müziğin yaşı yok, aynı anlayıştaki insanlar birbirini buluyor.
Şehvar Beşiroğlu – Okulda en eski bendim. 1976’da girmiştim. Zaman içinde diğer arkadaşlarla tanıştık, konserler vermeye başladık. Grubun şu andaki kadrosuyla verdiği konserler 1990’ların başına kadar gidiyor. Okulda başlayan konserler daha sonra ABD’deki üniversitelere kadar uzandı. Hatta doçentlik sınavımdaki icra bölümüne bile arkadaşlarımla beraber girdim. Murat ve Hüseyin bu nedenle “Biz de yardımcı doçent sayılırız” der… (Kahkahalar)
Grubun adını geçen yıl koymuşsunuz; neden 10 yıl beklediniz?
M.A. – Beş kişi biraraya gelir ve hemen topluluklarına isim koyar. İki konser sonra ortadan kaybolurlar. Biz aynı şeyi yapmak istemedik. Kendi isimlerimizle konser verdik.
H.T. – Uzun yıllar gruba isim koymamak için direndik diyebilirim. Kantemir projesi çıktığında bunun grup için uygun isim olabileceğini düşündük.
Kantemir ismini hangi düşünceden yola çıkarak seçtiniz? Kantemir’in eserlerinin en iyi yorumcusu olma iddiası mı etkili oldu, yoksa ilgi duyduğunuz çağ ve müziği simgelediği için mi bu ismi seçtiniz?
H.T. – İki düşüncenin de etkisi var. Sadece 17 ve 18’inci yüzyıl eserlerini seslendiriyorduk. Kantemir projesi bu yaklaşıma çok uygundu.
Ş.B. – Yapı Kredi Yayınları hocam Yalçın Tura’nın çevirisini yayımlamaya karar verince biz de CD’lerini yapmaya karar verdik. Kantemir eserleriyle birlikte dönemin popüler ezgilerini de kendi icat ettiği notaya aktarmış. Bu bize 17 ve 18’inci yüzyılın ses perspektifini sunuyor. Tabii ismimiz bu repertuarı en iyi yorumlayan topluluk olma iddiasını da simgeliyor.
Türk Müziği’nin geçmişine baktığımızda Kantemir gibi notasyon sistemi geliştirip eserleri kayda alan üç isim daha görüyoruz: Hamparsum Limoncuyan, Ali Ufki Bey ve Kantemir’in izinden giden Zaharyan. Diğerlerinin derlemeleri, araştırmaları ilginizi çekiyor mu?
H.T. – Limoncuyan 18.yy repertuarını derlemiş. Biz daha erken dönemin, bugün unutulan eserlerin üzerinde yoğunlaşmak istedik. 16 ve 17. yy daha çok ilgimizi çekiyor. Batı’da erken çağ müziğini dönemin enstrümanlarıyla çalan gruplar var. Biz de aynı yaklaşımı gerçekleştirmek istedik. Zaharyan’ın eseri özel koleksiyonda, gün ışığına çıkacağı günü bekliyor. Ş.B. – Belki günün birinde diğerlerine de sıra gelir.
Yalçın Tura bir röportajda Kantemir külliyatının yayımlanmasıyla Türk Müziği’nin erken dönemlerinden kalan eser sayısının 25’ten 350’ye çıktığını söylüyor. Repertuarı genişletmenin dışında bu külliyat hangi açılardan önemli?
Ş.B – Türk Müziği’nde eserler kuşaktan kuşağa meşk silsilesiyle aktarılıyor. Aktarma sırasında şekil değiştiriyor. Eklemeler yapılırken bazı ögeler aktarıcı tarafından beğenilmediği için bir sonraki kuşağa hiç öğretilmeyebilir. Nota kullanılmayınca geçmişe dönüp eserin orijinal haline bakmak imkansızlaşıyor. Kantemir külliyatı bize eserlerin orijinal halini gösterdi. Çünkü kitaptaki eserler günümüze o dönemin makam anlayışıyla çevrilmiş. Kitap sayesinde bazı şarkıların bugün ne kadar değiştiğini gördük. Orijinallerle döneme atfedilen eserler arasında dağlar kadar fark var.
M.A. – 17.yy enstrümanlarıyla günümüz çalgılarının teknik kapasite açısından farkları, makamların gelişimi, icra tarzlarındaki ayrımlar çok net şekilde görülüyor. Enstrümanların bugünkü kadar gelişmemesi çok daha dingin, ağırbaşlı bir müzik yapılmasına neden oluyormuş. Devrin özelliklerini de düşündüğümüzde saatlerin daha yavaş aktığı, zamanın şimdiki kadar önemli olmadığı bir çağın eserleri bunlar.
H.T. – O dönemle ilgili hafızamızdaki fotoğraflar Kantemir repertuarıyla birlikte sesini kazandı. Ne yendiğini, dönem mimarisini merak edenler bu kültürün bir parçası olan müziği de orijinal haliyle duyabilecek.
Batı’da erken çağ müziği icrasında en çok ritm anlayışı üzerinde tartışılır. Dönemin ritmleri net bilinmez, tahmin edilir. Kantemir külliyatındaki eserlerin ritmleri kesin mi, yoksa sizin uygun gördüğünüz şekilde mi seslendiriliyor?
Ş. B. – Kantemir bildiğimiz kalıplardan farklı anlatımla ritmi belirtiyor. Biz Yalçın Tura’dan yardım alıyoruz. Çünkü hayatını adamış Kantemir külliyatına. Bazı topluluklar eserleri çok hızlı çalmış. Dönemin müziğine mehterin şekil verdiği bu nedenle hızlı ve coşkulu çalınması gerektiğini savunanlar var. Biz ise Yalçın Tura’nın gözetiminde, önerileri doğrultusunda parçaları seslendiriyoruz. CD kayıtları sırasında yorum hızını yarı yarıya düşürdük. Sadece bu nedenle bazı eserleri defalarca kaydettik.
M.A. – En zorlandığımız konu hız oldu. Başlangıçta eserlere bugünün çağdaş yaşamında bilinçaltımıza kazınan hızla yaklaşıyorduk. Oysa o günlerin huzur dolu, yavaş yavaş akan hayatını düşünmek gerekiyor. Elimizdeki eserler yemekleri, sohbetleri ritüeller içinde gelişen bir hayatın müziği. Bunun için de önce ruhumuzun hızını yavaşlatmamız gerekti. Epeyce zorlandığımızı söyleyebilirim.
Eski çalgılar çok ilkel
Dönem çalgıları üzerinde araştırma yapıyor musunuz? Eserleri o dönemin çalgılarıyla mı icra ediyorsunuz?
M.A. – Geçmişte çalgıların standartı yokmuş. Enstrümanın yapısı ustadan ustaya değişiklik gösterebiliyormuş. Ölçülendirme sistemi, kalıbı, standartı olmayan çalgıyı eski minyatürlere bakarak üretmek çok zor. Ayrıca üretilen çalgının o günün sesini vereceği tartışmalı. Çünkü kullanılan teknik bugünün tekniği. Bir başka önemli nokta bugünün çalgılarının geçmişe oranla çok daha gelişkin olması. Eskiler çok ilkel, sesleri cılız. Telleri at kılından, reçine bilinmiyor, bağırsak tellerin kullanımı yaygın değil. Bu çalgıların seslerini çevrelerine duyurmaları gerçekten zor.
Ş.B. – Bugün gerilime daha uygun teller kullanıyoruz enstrümanlarda. Tellere bağlı olarak, bugünün ensrümanları geçmişe oranla çok daha tiz sesli. Çağlar hızlandıkça sesler tizleşmiş. Do’nun değeri 415’ten 452 herz’e çıkarıldı. Yorumlarımızda bugünün çalgılarını kullanmakla birlikte geçmişin yalın icra tekniklerini uyguluyoruz.
H.T. – Geçmişin müzikçileri için üzülüyorum. O teknik olanaklardaki çalgılarla seslerini duyurmak için çok zorlandıkları aşikar.
Eserleri hangi enstrümanlarla seslendireceğinize nasıl karar veriyorsunuz. Kantemir kitabında eserler için önerdiği enstrümanları belirtmiş mi?
Ş.B. – Türk Müziği’nde enstrüman belirtme geleneği yoktur. Kantemir de belirtmemiş. Eserleri dönem çalgılarıyla seslendiriyoruz. Kantemir tambur çalarmış. Ut tercih edebilirdik belki. Yalçın Tura tamburun mutlaka bulunması gerektiğini söyleyince önerisini benimsedik. Kemençe 19.yy çalgısıdır. Bu nedenle rebab tercih ettik. Ney, vurmalı çalgılar ve kanun da o günlerin çalgıları.
Gelecekte gruba katmak istediğiniz çalgı var mı?
M.A. – Çeng olmasını isterdik.
Bezmara, Anatolia, Bosphorous gibi erken dönem Türk Müziği üzerine çalışan diğer topluluklarla bağlantınız var mı, yardımlaşıyor musunuz, ortak çalışma yapıyor musunuz?
H.T. – Neredeyse hepsi tanıdığımız, görüştüğümüz insanlar. Ama birlikte çalışma fikri çıkmadı ortaya.
Kanları hızlı akıyor
Emprovizasyonlardan oluşan taksim geleneği Klasik Türk Müziği’nde önemli bir yere sahip. Kantemir repertuarı taksime olanak veriyor mu? Konserlerinizde emprovize çalınan bölümler bulunuyor mu?
Ş.B. – CD’lerde taksim ve emprovizasyon kullanmadık. Konserlerimizde taksimlere yer verdik.
M.A. – Açıkça söylemek gerekirse emprovizasyonda çok başarılı olamadık. Bence dönemin ruhunu yakalayamadık. O dönemde santur bir vuruştan sonra saniyelerce bekler, sesin uzamasıyla çeşitli etkiler elde edermiş. Ne de olsa ritmi hızlı hayatın insanlarıyız, kanlarımız hızlı akıyor. Taksimleri de hızlı çalıyoruz. Aslında çok özen gösterdik, taksimleri mümkün olduğunca kısa tuttuk. Ama benim içime sinmedi. Belki o dönemin ruhuna uyum sağladıkça taksimlerimiz de güzelleşecek.
Ş.B. – Kantemir’in çeşitli makamlarda emprovizasyon teknikleriyle ilgili Taksimi Kulli Külliyat adında bir eseri var. Bu kitapta Kantemir’in Huseyni makamında başlayıp, tüm makamları kullandıktan sonra yine Huseyni makamında biten bir eseri bulunuyor. Belki gelecekte bu kitaptan yola çıkan çalışmalar yapabiliriz.
M.A. – Hız sorunu gerçekten önemli. Benzerini neyzen ağabeyimiz Salih Bilgin’le “Neva” albümünde denedik. Kantemir’in kitabındaki emprovizasyonun 45-50 dakika sürdüğünü sanıyorum…
Yoksa siz 15 dakikada mı tamamladınız?
M.A. – Hayır, 7.5 dakikada tamamladık… (Kahkahalar) Enstrümanların yapısı, sazendelerin virtüözitesi günümüzde çok gelişti. Tamburi Cemil’den önce virtüözite bu kadar ön planda değilmiş, çalgılar soliste eşlik edermiş. Mümkün olsa bugünkü çalgımla o günlere gitsem, tamburdan çıkan ses insanları çok şaşırtır. Beş çalgının sesini tek başıma çıkarabilirim.
Erken çağ müziği Avrupa’da 30 yıldır gündemde. Türkiye’de yeni gelişiyor. Günışığına çıkarılacak kaynaklar var mı?
Ş.B. – 10 yıl önce Ruhi Ayangil’in Ali Ufki çalışmasıyla başlamıştı. Ali Ufki, Kantemir’den 60 yıl önce İstanbul’a gelip ismini değiştirmiş bir Polonyalı. Geliştirdiği nota sistemiyle birçok eseri derlemiş. Külliyat bir gazeteci tarafından British Museum’da tesadüfen bulundu, Ayangil seslendirdi. Daha sonra bu alanda başka çalışma görmedik. Aslında Ali Ufki Bey’in eseri çevrilip yayımlansa, Hamparsum defterleri ortaya çıksa, Kevseri Mecmuası adlı kaynak kullanıma açılsa repertuar çok genişleyecek, 1000’i aşacak.
Kantemir külliyatı 25 yılda hazırlandı
Kevseri Mecmuası nedir, şu anda kimin elinde?
Ş.B. – Kantemir notası kullanılarak Zaharyan tarafından 18.yy’da kaleme alınmış. Yaklaşık 100 eser içeriyor. Rauf Yekta Bey’in torununda ve yakında satılığa çıkacak. Hocam Yalçın Tura gibi meraklı araştırmacıların çıkması, ömrünü bu eserlere adaması gerekiyor. Kantemir Külliyatı 25 yıllık çalışmanın sonucudur.
Kantemir bir icra grubu olarak kalacak mı; beste üretiyor musunuz? 20. yy Klasik Türk Müziği bestekârlarının eserlerini repertuara almayı düşünüyor musunuz?
Ş.A. – Şimdilik bir icra grubu.
H.T. – Biz bir sound yaratmaya çalıştık. Amacımız bilinmeyen, çalınmayan eserleri gün ışığına çıkarmaktı. Belki günün birinde kendi bestelerimizi de seslendiririz. Biz herkesin her şeyi çalmaması gerektiğini düşünüyoruz. Diğerlerinin yaptığını yapmak, mesela fasıl çalmak istemiyoruz.
Türkiye ve yurtdışındaki akademik kurumlardaki konserlerinizden sonra size destek vaadinde bulunan, eski kaynaklara ulaşmanızda size ışık tutan çıktı mı?
Ş.A. – Övgü aldık fakat özel bir destek vaat eden olmadı.
Yakın gelecekte gerçekleştirmeyi düşündüğünüz projelerden söz edebilir misiniz?
H.T. – Yalçın Tura ile bir ortak proje hazırlamak istiyoruz. Tura, Kantemir melodilerinden yararlanarak senfonik orkestra için bir eser yazmayı düşünüyor. Bu eseri orkestra eşliğinde seslendireceğiz.
Ş.B. – Hint ve Acem bestecilerin eserlerinden oluşan repertuarı CD haline getirmek istiyoruz. Bu arada Amerika’daki üniversitelerden konser teklifleri alıyoruz. Harvard, William Mary, Chicago, Sieattle gibi okullarda bir dizi konser vermeyi tasarlıyoruz.
Minyatür eşliğinde konser
Konser repertuvarınız hangi dönemlerin eserlerinden oluşacak? (Grubun Aralık 2002’de İstanbul’da verdiği konserden bahsediliyor)
M.T. – Yaklaşık 20 eser seslendireceğiz. Kantemir külliyatının bir bölümü Hint ve Acem bestecilerin eserlerine ayrılmıştır. Konserin birinci bölümünde bu eserlere ağırlık vereceğiz. Konserin ikinci bölümünde ise aynı dönemin Osmanlı bestecilerini seslendireceğiz. İşin ilginç yanı Kantemir kitabında bu bestecileri eleştiriyor. Fen açısından gelişmiş, yorum açısından yakışıksız bulduğunu yazıyor. İsim vermeden sözünü ettikleri Itri ve Hafız Post… Bunun yanında 18.yy’dan sözlü eserlere de yer vereceğiz. Konser sırasında bir slayt gösterisi yapılacak. 15-17.yy arasında yapılan, bugün Amerika’da Harvard Üniversitesi’nin kitaplığında bulunan minyatürlerden örnekler gösterilecek. Seçtiğimiz repertuarla, tarihe sahip çıkılması gerektiğini hatırlatıyoruz. Çünkü günün birinde bu eserlerin notalarını da Amerika’daki akademik kurumlardan satın almak zorunda kalabiliriz.
Konser öncesinde dinleyicinize mesajınız var mı?
Ş.B. – Fasıl ve klasik koro konserine benzemeyecek.
M.T. – Ses dünyamızda 300 yıl öncesine uzanan müzikal bir gezi olacak. O çağın insanının ne giydiğini, ne yediğini, ne tür binalarda yaşadığını biliyorlar. Bu fotoğrafa ses boyutu katılacak.
M.A. – Dinleyiciler bu konserde Osmanlı müziğinin ulaştığı estetik yetkinliğin ayrıdına varacak. Öncesindeki eserlerden ne kadar farklı olduğunu görecek.
(Serhan Yedig / Aralık 2002 / İş Müzik)
ŞEHVAR BEŞİROĞLU
Topluluğun kanuncusu Beşiroğlu (37) İTÜ Türk Müziği Konservatuvarı doçentlerinden. Aynı zamanda İTÜ İleri Müzik Araştırmaları Merkezi Müzikoloji Bölümü Ana Bilim Dalı Başkanı. İTÜ Türk Müziği Konservatuvarı’ndaki kanun öğrenimi sırasında Erol Deran’ın öğrencisi oldu. Mezuniyetten sonra arp çalıştı ve bu tekniği kanuna uyarladı. 1993’ten bu yana ABD’deki New England Konservatuvarı, Harvard Üniversitesi, Berklee Müzik Koleji’nde seminer ve dersler veriyor. (Beşiroğlu daha sonra profesör unvanını aldı, Şeyma Ersoy ile “Bir Muhabbet Kuşu”, “Kadın ve Müzik” kitaplarını yazdı, geleneksel Türk müziğinin bilinen ilk önemli kadın bestecisi Dilhayat Kalfa’nın eserlerini toplayıp Lale Kadınlar Topluluğu’yla kaydetti, 2017 yılında amansız bir hastalığı yenilip 52 yaşında hayata veda etti.)
MURAT AYDEMİR
Tanburcu Murat Aydemir 1971 Hannover doğumlu. İTÜ Türk Müziği Konservatuvarı’nda Necip Gülses’in öğrencisi oldu. Tanburi Cemil ve Necdet Yaşar ekolünün izinden yürüyor. Bekir Sıtkı Sezgin, Aleaddin Yavaşça, Erol Deran, İhsan Özgen’le konserler veren Aydemir, Kudsi Erguner’in hazırladığı “Tanburi Cemil Bey” albümünde tanbur çaldı. Kemençeci Derya Türkkan ile “Ahenk” albümünü kaydetti.
SALİH BİLGİN
Neyzen Salih Bilgin (42) Niyazi Sayın’ın öğrencilerinden. İTÜ Türk Müziği Konservatuvarı’ndan sonra 1984’te Kültür Bakanlığı İstanbul Devlet Klasik Türk Müziği Korosu’na girdi. Ayrıca İzmit Konservatuvarı’nın kurucu kadrosunda yer aldı. İTÜ Türk Müziği Konservatuvarı’nda öğretim üyesi olarak görev yapıyor. Bu arada enstrüman yapımı ve ebru sanatıyla ilgileniyor.
CENGİZ ONURAL
Grupta rebab çalan Onural (41) Boğaziçi Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümü mezunu. 1976’da gitara başladı, üniversite yıllarında İhsan Özgen’den klasik kemençe dersleri aldı. Bağlama ve cura da çalıyor. 1997’den bu yana hayatını film müzikleriyle kazanıyor. Süper Baba, Deli Yürek, İkinci Bahar gibi dizilerin, Masumiyet, Leoparın Kuyruğu gibi filmlerin müziklerini hazırladı.
HÜSEYİN TUNCEL
Perküsyoncu, vokalist Tuncel grubun en genç üyelerinden biri. 35 yaşında. İTÜ Türk Müziği Konservatuvarı mezunu. Sekiz yıl Ruhi Ayangil Orkestra ve Korosu’nda görev yaptı. Ayangil’in yanısıra Ahmet Özhan, Kudsi Erguner gibi sanatçılarla yurtdışında birçok konser verdi. Türk Müziği Antolojisi adlı bir CD hazırladı. Şu anda İstanbul Şehir Tiyatroları’nda görev yapıyor ve oyunlara müzik yazıyor.