Neyzen, tasavvuf müziği bestecisi, akademisyen ve ilk ney metodunun yazarı. Ağabeyi gibi o da , adını taşıdığı dedesi ünlü neyzen Süleyman Erguner’in yolundan yürüyor. Neylerin atası ve çalınması çok güç olan “şah ney” üzerine uzmanlaşmış. Hayali şah neyi ve “turistik olmayan” tasavvuf müziğini yeniden gündeme getirmek. 1997’de, İstanbul Müzik Festivali’nden önceki söyleşimizde “Tasavvuf müziğinin arabeskleştirilmesi, Araplaştırılması beni rahatsız ediyor” diyordu.
Ergunerler tasavvuf müziğinde yüzyılı aşan bir soyağacı. Bu ailevi gelenek, 1800’lerin ikinci yarısında Yavuz Sultan Selim Camii Müezzini Hafız Efendi ile başlıyor. Mevleviler’in önemli isimlerinden, ünlü neyzen ve besteci Süleyman Erguner’le devam ediyor. Ulvi Erguner’le Cumhuriyet’e ulaşıyor. Süleyman Erguner’le konservatuvara, Kudsi Erguner’le yurtdışına varıyor.
Erguner Ailesi’nin bireyleri ney üflemeleriyle bu enstrümanda bir ekol. Nasıl geçmişte Hakkı Dede ya da Hüseyin Fahrettin Dede tavrından bahsediliyorsa, şimdilerde bu ailenin adı neyde ekol olarak anılıyor. Nefes ve dudakların yardımıyla insan ruhunun sesini dış dünyaya taşıyan bu ilginç enstrümanda Hakkı Dede’nin ”titrek, kesik,” Fahrettin Dede’nin “kuvvetli, fosurtulu” üslubuna karşılık “kuvvetli” olup da yumuşak tonlardan sert tonlara hızla geçebilen tavır, Erguner üslubu olarak değerlendiriliyor.
Dede Süleyman Erguner, Türk Müziği meraklılarının bu yüzyıldaki “neyzenlerin piri” olarak tanıdığı bir isim. 1953’te öldüğünde yerine oğlu Ulvi Erguner’i bırakmış. O da oğullan Süleyman ve Kudsi Erguner’e el vermiş. Aile geleneğini günümüze taşıyan Erguner Kardeşler’i bugüne dek tek isim ve tek ses olarak dinlemiştik. 1997’de ilk kez 25. Uluslararası İstanbul Müzik Festivali’nde 150 yıllık geleneği iki ayrı boyutuyla dinleyeceğiz. Süleyman Erguner topluluğuyla tasavvufun tekke ve halk müziğindeki örneklerini sunarken, Kudsi Erguner “Schubert’ten Şevki Bey”e projesiyle Klasik Türk Müziği’ni Avrupa müziğine bağlayacak.
Kudsi Erguner’i yeterince tanıyor müzikseverler. Oysa ağabeyinin gölgesinde kalan Süleyman Erguner de önemli bir müzikçi.
Neyzenin “şah” merakı
“Süleyman Dede’nin torunu olmak büyük bir sorumluluk, başlangıç çok zordu. Radyoya girdiğim yıllarda hep dedemden bahsedilirdi” diyor Süleyman Erguner.
“Onun kadar güzel çalabiliyor musun, diye sorarlardı. Genç bir müzikçi için zor bir durumdu.”
Süleyman Erguner 1957 İstanbul doğumlu. Ağabeyi Kudsi Erguner’den beş yaş küçük. Ondan daha şanslı. Çünkü babasından öğrenmiş ney üflemeyi. Altı yaşında mansur neyle başlamış. Türk Müziği Devlet Konservatuvarı’ndaki öğrencilik yıllarında şah neye geçmiş.
Şah ney, ney ailesinde davud neyden sonra en tok sese sahip olanı; davud ney hiç kullanılmadığı için pratik anlamda 21 çeşit neyin en bası. Normal neyden yaklaşık 15 santim uzun. Büyüklüğü nedeniyle, uzun kollara ve güçlü nefese sahip olanlar tarafından çalınabiliyor. Süleyman Erguner, şah neye ilgisini, geleneğe bağlılığıyla açıklıyor. “19. yüzyıla kadar mevlevihanelerde sadece şah çalınırmış. Sesi daha ince olan ve kolay çalınan diğer türleri kullanmak ayıpmış. 20. yy’da icra zorluğu nedeniyle unutuldu. Ben, tasavvuf müziğinde neyin gerektiği gibi kullanılmasını savunuyorum. Bu yüzden şah neyi yeniden canlandırmaya çalışacağım.”
Çalınması kadar yapılması da zor bir çalgı şah ney. Uygun kamış bulmak, kamışı istenen kıvama getirmek ve deliklerini doğru açmak maharet gerektiriyor. Erguner bu işin de amatör ustası. Hatay civarından gelen kamışlarla kendisine dev bir koleksiyon hazırlamış. “İyi kamış bulmak bir buğday tarlasında mükkemmel başağı aramaya benziyor. Kesilmeden toprakta kurutulmalı, yapısı deliklere uygun olmalı. Çalgıda net ses zamanla gelişiyor. Zamanla yanık bir sese kavuşuyor. İyi sesi bulmak maharet, emek ve sabır istiyor.” Süleyman Erguner, ney geleneğinin yüzyıllar içindeki gelişimini bir bilimadamı gözlüğüyle incelemiş. Bu alanda son 15 yılda yaptığı çalışmalar, İTÜ Türk Müziği Devlet Konservatuvarı’ndaki akademik kariyerinin basamaklarını oluşturuyor. Master tezi olarak hazırladığı Lale Devri Galata Mevlevihanesi Neyzen Başı Nai Osman Dede hakkındaki araştırması bu alanda önemli bir eser. Çünkü ney dağarına bilinmeyen 50 yapıt kazandırmış. Bu arada ilk ney metodunu hazırlayıp yayımlamış. Söz kitabından açılınca, biraz buruk bir ses tonuyla, “bastırmak için otomobilimi sattım” diyor. “Ama şimdi dünyanın dört bir köşesinden istek geliyor. Meraklıları bir şeyler sormak için arıyor, mektup yazıyor.” Neyse ki kayıtlarını yayımlatmak için cebinden harcaması gerekmemiş. Şaşırtıcı ama gerçek: Emprovizasyonlardan oluşan ilk CD’si “Şah Ney,” 1996’da Unkapanı’nın piyasa müziğine odaklı firmalarından biri tarafından basılmış.
“Turistik atraksiyon”a karşı
Erguner, geleneği iyi bilen bir araştırmacı. Bugün sergilenen tasavvuf müziği Örneklerinin çoğunu, düzenlenen Mevlevi ayinlerini “turistik atraksiyon” olarak değerlendiriyor. Ayrıca tasavvuf müziğindeki “arabeskleşmeden rahatsız: “Selçuklulardan bu yana Anadolu’da gelişen bir gelenek var. Son dönemde bunu unutup her şeyi Araplar gibi yapmaya başladık. Arabesk tavır tasavvuf müziğine de sindi.” Söz rahatsızlıktan açılmışken TRT’nin geleneksel müziğe smokin giydirme, repertuarı daraltma alışkanlığına da karşı olduğunu vurguluyor. TRT Tasavvuf Müziği Korosu’nu ve Klasik Türk Müziği Korosu’nu bu anlayıştan uzak yönetmeye çalıştığını söylüyor.
Sözleri sizi yanıltmasın. Klasik, tutucu akademisyenlerden değil Erguner. Kaliteyi korumak koşuluyla deneylere açık bir müzikçi. Kısa bir süre önce Amerikalı kornetçi Butch Morris’le birlikte, cazla Türk Müziği’ni harmanlamayı denemişti.
İkilinin ortak ürünü “A Conduction Collection” albümü ilgiyle karşılandı. Erguner, senfonik müziğe ilgi duyuyor. Geçen yıl “Dede Efendi Opereti”ni bestelemiş. İlk fırsatta solo ney için orkestra eşlikli eserler yazmayı planlıyor.
1997, Erguner için yeni deneysel projelerin birbiri ardına günışığına çıkacağı yıl olacak. Anlattıklarına bakılırsa onu en fazla heyecanlandıran tasarısı, sonbaharda Yapı Kredi Gençlik Festivali’ninde vereceği “Teller ve Nefes” konseri, Konserin ilk bölümünde neyzene Yunan utçu Triakos Galanidis ve grubu eşlik edecek. İkinci bölümde ise sema ve semah toplulukları buluşturulacak.
Yine sonbaharda “Berlin / İstanbul” projesini hayata geçirmeye hazırlanıyor. Butch Morris ve 30 civarında Alman müzisyenle yaklaşık 20 Türk müzikçiyî buluşturacak bu konser, her iki kentte de tekrarlanacak.
Süleyman Erguner, 25. Uluslararası İstanbul Müzik Festivali’nde topluluğuyla vereceği konserde de farklı arayışların örneklerini sunacağını söylüyor: “Tasavvuf müziği bugünlerde çok kalabalık gruplarla icra ediliyor. Oysa küçük gruplarla seslendirilmeli. Konserin ilk bölümünde, tıpkı tekkelerdeki sohbet ve müzik toplantılarında olduğu gibi, klasik kemençe ve solistle klasik eserleri seslendireceğiz. Bu eserler arasında dedemin tasviri özelliği olan bir saz eseri de yer alıyor. Beyazıt’taki Çınaraltı’nı çok severmiş, orası için yazmış. İkinci bölümde ise halk müziğindeki aşık geleneği ile tekke müziğini bir araya getireceğiz. Nefesler, ilahiler ve kasideler seslendirilecek.”
Süleyman Erguner gibi ufku geniş bir müzikçinin, ağabeyinin gölgesinden bu kadar geç kurtulması biz müzikseverler için bir kayıp. Umalım, kaybı telafi etmemiz uzun sürmez…
(Serhan Yedig / Haziran 1997 / Aktüel)