Dino Saluzzi / Piazzolla iyi bir dosttu sadece, Rus bestecilerinden daha çok etkilendim

0

Dino Saluzzi, sekiz yaşında babasının armağan ettiği bandoneonuyla girmişti müziğe. 60 yılı aşan uzun serüveni tangoyla başladı, modern caza uzandı, şimdilerde klasiğe ulaşmış durumda. Astor Piazzolla’nın tedrisatından geçen, “ondan çok Rus klasiklerinden etkilendim” diyen Saluzzi, müzik eleştirmenlerine göre bandoneonun yaşayan en büyük ustası, tangoyu kalıplardan kurtaran kişi. 2006’nın son günlerinde, Borusan Filarmoni Orkestrası’yla konser vermek üzere İstanbul’a geleceğini öğrenince Arjantin’deki evinden aradık. “Müziğin keyfini çıkarmaya bakın, kategorileri, değerlendirmeleri ciddiye almayın” tavsiyesinde bulundu.

Saluzzi kategorilerden, sınırlamalardan uzakta duran bir müzikçi. Yıllar önce Down Beat’te yayımlanan bir röportajda söylediğine bakılırsa “şöyle olmalı” demeden müzik yapıyor. Yani kalıplarla değil, “kalpten” çalanlardan. Duygularını takip ediyor korkusuzca. Tango öğelerini harmanlayıp yeni biçim veriyor: “Ürettiğim hiçbir şey beni korkutmuyor. Caz ya da başka bir tür. Önemli olan duygularımı yansıtması.”
Bazı eleştirmenlere göre Saluzzi bir “ses püristi.” Bandoneonunu şaşırtacak ton zenginliğiyle kullanıyor. Öyle ki, yakaladığı tonların arkaik görünümlü bir akustik çalgıdan çıktığına inanmak çok zor. Söyleşimizde bunu hatırlattığımızda eski günlere dönüyor: “8 yaşındayken babam hediye etmişti. 63 yıldır aynı bandoneonu kullanıyorum. Üzerinde hiçbir değişiklik yapmadım.”
Profesyonel müzikçilerden oluşan bir aileden geliyor Saluzzi. Babası gitar, mandolin ve bandoneon çalarmış. Amcası da müzikçi. Kardeşlerinden biri bandoneoncu, diğeri saksofoncu. İlk dersi babasından almış. Sonra amcasından ve Jose Marti Yorka’dan özel derslerle eğitimine devam etmiş. Konservatuvar eğitimine heves etmemiş. Akademizmin müzik ruhunu öldürdüğüne inanıyor.
Saluzzi, “yeni tango”nun babası Astor Piazzola’yla ilk gençlik günlerinde, El Mundo Radyo Senfoni Orkestrası’nda çalarken karşılaşmış. Sevgiyle bahsediyor ondan: “Çok neşeli, dost canlısı bir adamdı, herkese yardım ederdi.” Vurgulayarak, sadece tangoda öncü bir usta olduğunu söylüyor. Ondan müzikal açıdan etkilenmemiş. Aldığı tek şey bitip tükenmez çalışma arzusu. 1997’de, İstanbul’da vereceği konser öncesinde yine Brezilya’daki evinden aradığımızda, söz Piazzolla’yla müzikal ilişkilerine gelmiş, ilginç bir yorum yapmıştı: “Klasikçilerin, mesela Rus bestecilerin üzerimde daha fazla etkisi oldu…”
1956’da El Mundo Orkestrası’ndan ayrılan Saluzzi, “eklektik yaklaşımdan uzak durup,” yerel müziklerden beslenerek kendi müzik dilini yaratmaya çalıştı. 1970’lerde Gato Barbieri’yle başlayan caz serüveni, 1980’lerde onu Avrupa’ya, modern cazın merkezine sürükledi. Çağdaş Avrupa cazının gelişiminde önemli etkisi olan ECM firmasının sanatçıları arasına katıldı. İlk albümü Kultrum’u (1982) üç solo albüm izledi. Sonra Charlie Haden, Enrico Rava gibi yenilikçilerle çalıştı. Hatta 1986’da İstanbul’a bu kadroyla gelip Bilsak Festivali’nde çaldı. Albümler birbiri ardına yayımlanırken, eleştirmenler benzer değerlendirmeler yapıyordu: “Kuşkusuz, bandoneonun yaşayan en büyük ustasıyla karşı karşıyayız.”
Basçı Marc Johnson, Palle Danielsson, gitarcı Harry Pepl gibi modern cazın önemli isimleriyle yıllarca çalıştıktan sonra, aile grubunu oluşturdu Dino Saluzzi. “Ona güç gösterisi değil, dinleyicisine bir demet çiçek sunarmışcasına çalmasını öğrettim” dediği gitarcı oğlu Jose’yi aldı önce yanına. 1996’da “Cite de la Musique” gibi dinleyicisini yüreğinden yakalayan bir albüm hazırladılar. Grubundaki aile üyelerinin sayısı yavaş yavaş arttı. Nihayet geçen ay yayımlanan 24’üncü Dino Saluzzi albümü “Juan Condori”de dört kişiye ulaştı: Kardeşi saksofoncu Felix, gitarcı oğlu Jose, basçı yeğeni Matias…
Büyük ustalarla çaldıktan sonra, aile topluluğuna dönüşmek büyük risk. Ama o, “Bu bir tercih” diyor: “Aynı kültürü paylaşmanın, uzun yıllar birbirini tanımanın, birbirinin ruhunu bilmenin büyük avantajı var. Ortak deyimler, cümleler kullanıldığında müzik çok farklı bir boyuta ulaşıyor. Amacımız aile kumpanyası kurmak, Arjantin’in şanlı geçmişini anlatmak değil. Bu topraklarda yeşeren duyguları, ruhumuzun derinliklerindeki renkleri yansıtmak. Bunu ancak ortak kültürü paylaşan müzikçilerle yapabilirsiniz. Farklı kültürlerden sanatçılarla ise bir araya gelme duygusunu ön plana çıkaran bir müzik üretebilirsiniz. Örneğin John Christensen’le çalarken doğaçlama yapıyoruz. Bu müziğin güzelliği, birbirinden çok farklı kültürün yanyana gelmesi, iletişimi, birlikte hayal kurması.”
Sohbetin bir yerinde ansızın “Biliyor musunuz, Arto Tunç çok yakın dostum” diyor ve anlatmaya başlıyor: “Arjantin’e geldi. Ailemle, annemle tanıştı. Beni ailesiyle tanıştırdı. Birlikte birçok konser verdik, 1991’de, Mojotoro albümümde yer aldı. Yürekten çalan, bana çok yakın bir müzikçi. Dileğim bir gün, tıpkı John Christensen’le yaptığımız albüm gibi ikili bir çalışma yapmak.” Biz de bu projeyi dört gözle bekliyoruz…
Tango geleneğinden, caz birikiminden yoğun olarak yararlansa da popüler müzikten oldukça uzak bir yaklaşımı var Saluzzi’nin. En genel tanımıyla çağdaş müzik yapıyor. Çalışmalarına “entelektüel müzik”, “sanat müziği” etiketi yapıştırılmasından hiç hoşlanmıyor. Kendi tanımıyla “En geniş anlamda, tüm duyguları kucaklayan bir müzik” onunki.
Saluzzi’nin müziğinde doğaçlamanın önemli yeri var. Özellikle konserlerinde. Kayıtlarının yarısının rasyonalizm, yarısının “duygu” dediği doğaçlamadan ibaret olduğunu söylüyor. Doğaçlama sevgisi, yaratıcı yönünü geliştirme çabası onu zaman içinde önce caza sonra klasik müziğe yaklaştırmış. “Çalıştıkça gelişiyor aşama kaydediyorsun, birgün müziğin kendiliğinden klasikle buluşuyor” diyor telefon röportajımızda coşkuyla.
1990’ların ikinci yarısında Saluzzi bir yandan grubuyla ve solo albüm kayıtlarını sürdürürken, bir yandan da klasik formda eserler üstüne çalışmaya başladı. Bestelerini 1998’de Rosamunde Kuvartet’le kaydetti. Albüm yine “Kultrum” adıyla ECM’den yayımlandı.

Klasikte kılavuzum Romantik Dönem bestecileri

Geçen hafta bir ikindi vakti Buenos Aires’teki evinden aradığımızda, önceki röportajda yarım bıraktığımız konuyu, bu kez derinlemesine konuşmak farz olmuştu. Rus bestecilerin etkisini…
“Sadece Rus bestecilerden değil, başta İspanyollar olmak üzere birçok Avrupalı besteciden etkilendim. Kimi orkestrasyondaki ustalığına, kimi kullandığı renklere, ritmik buluşlarına büyülendim. Romantik Çağ benim için çok önemlidir. Farklı kültürlerin etnik müziklerini inceledim. Bir müzikçi için her şey esin kaynağı olabilir. Günlük yaşamda karşılaştığın olay, obje ve durumların içindeki müziği keşfediyorsun. Neden klasik beste yaptığımı sorarsan, çünkü klasik müzik repertuvarı yenilenmeli.” Sonra biraz durup düşünüyor Saluzzi. 20.yy’ın atonal müzik geleneğine ne kadar uzak olduğunu anlatıyor. Nedeni, bu geleneğin dinleyiciyle iletişimi önemsememesi. Saluzzi’ye göre müzik dinleyicisiyle konuşmalı, ruhuna dokunmalı. Benmerkezci, egzoterik yaklaşımlarla dinleyiciye temas etmek mümkün değil. “Bu kadar yıl sonra ulaştığım noktada en çok sadeliği önemsiyorum. Bestecilik ve virtüözite bir güç gösterisi değildir. Sanat, müzik öncelikle sevgi demektir.”
Saluzzi, beste yaparken duyguyla yola çıkıyor, form kendini yaratıyor: Solo bandoneon, caz üçlüsü, oda müziği ya da senfonik müzik. 2000’lerin başından bu yana orkestra müziğine ilgisi giderek artmakta.
“Geçmişte, senfoni orkestrası eşliğinde iki solo flüt ve iki solo klarnet için küçük birkaç eser yazmıştım. Bandoneona yervermediğim orkestral eserler besteledim, Protagonismo gibi. Bandoneon’un sıradan bir orkestra üyesi gibi kullanıldığı eserler yazdım. İki yıl önce, ilk kez orkestra önünde bandoneonun soloculuğu üstlendiği iki eser besteledim. Aslında bandoneon, yaylı çalgılar eşliğinde kullanıldığında müthiş bir enstrüman. Çok derin, duygulu, büyüleyici bir ton çıkıyor ortaya. Neden sadece Latin bestecilerinin bu çalgıyla ilgilendiğini, dünyanın diğer ülkelerinde yaşayan bestecilerin ilgi göstermediğini anlamakta zorlanıyorum.”
Peki orkestrasyon için destek alması gerekmiş mi? “Bandoneon ve akordeon, tıpkı piyano gibi armoni duygusunu güçlendiren bir enstrüman. Kuşkusuz, orkestrasyon tekniğini bilmeden, enstrüman gruplarının gücünü, aralarındaki denge ilişkisini kavramadan senfonik eser yazmak mümkün değil. Yardım ihtiyacı duyduğum tek konu, eseri tamamladıktan sonra partisyonun çoğaltılması aşamasıydı. Bunun için eseri kopiste gönderdim.”

Tek desteği kopistlerden aldım

Ön programda, Estersita ve Inside adlı iki eserini seslendireceği açıklanan Dino Saluzzi programını son anda değiştirdi. En yeni orkestral eserini, bandaneon ve yaylı çalgılar orkestrası için dört bölümlük “Günler” başlıklı konçertant senfonisini sunmaya karar verdi. Eser dört bölümden oluşuyor: En Elquentro (Buluşma), Vals Los Dias (Hatıraların Valsi), Miserere (Tanrı’ya Yakarış), El Apriete (Tarihin oluştuğu yer). Saluzzi, geçen yılın ortasında başladığı eseri, 2006 başında tamamlamış. Dünya prömiyeri eylül ayında Amsterdam’da yapılmış. Meraklı dinleyiciler, eserin El Apriete ve Miserere başlıklı bölümlerindeki temayı rahatlıkla hatırlayacak. Çünkü bu bölümler, Saluzzi’nin yaylı çalgılar dörtlüsü için yazdığı ve 1998’de Rasamunde Kuvartet’le kaydettiği Kultrum’dan orkestraya uyarlanmış.
“Bu eserde geçip giden günlerimizin izlerini, Latin Amerika tarihini, barış içinde bir arada yaşama arzusunu bulacaksınız. Günümüzde teknoloji çok gelişti, her şeyi yapmak mümkün. Ama teknoloji bize duygularımızı nasıl geliştirebileceğimiz öğretemez. Sanattır bunu öğretecek olan. Bu eser de bir duygu geliştirme egzersizi. Son derece yalın, gösterişten uzak, samimi bir müzik. Çünkü ilk anda dinleyiciyle iletişim kurmasını, ruhunun derinlerine ulaşmasını arzu ediyorum. İçinde ne teknik cambazlıklara ne de güç gösterisine yer var. Amaç etrafında toplayacak bir ateş yakmak, insanoğlunun birlikte yaşama, birbirini anlama duygusunu pekiştirmek. Etik değerleri anımsatmak.”

Klasikte de emprovizasyondan vazgeçmiyor

Saluzzi, “Günler”de tangoyla birlikte, diğer ülkelerin de geleneksel müziklerinden yararlandığını söylüyor. “Çünkü, müzik sadece gelenekten beslendiğinde serpilip gelişebilir. Çeşitleme yapmak, olasılıkların sınırlarını genişletmek. Önemli olan bu.”
Cazdan getirdiği emprovizasyon duygusunu, bu eserine de yansıtmış. Klasik müziğin soliste verdiği kadanz özgürlüğünü, sonuna kadar kullanıyor her yorumunda. “Doğaçtan çalacağım birçok bölüm serpiştirdim eserin içine. Bu nedenle eser her seslendirilişte yepyeni renklerle ışıldayacak.”
Eseri mümkün olan her fırsatı değerlendirip, farklı ülkelerde seslendireceğini anlatıyor Saluzzi. “Kaydedip, etmeyeceğimize daha sonra karar vereceğim. Albüme dönüştürmek için teklif aldım. Fakat klasik eserlerin ulaştığı dinleyici kitlesini göz önüne alıp, düşünmem gerekiyor karar vermeden önce.”
Cazın yanı sıra klasik müzik alanındaki çalışmalarını sürdürmeye kararlı. Yaylı çalgılar dörtlüsü, senfoni orkestrası için yazılmış eserler çekmecesinde bekliyor. Belki yine Rasmussen Dörtlüsü’yle kayda girecek.

(Serhan Yedig / 2006 / Hürriyet)

LİNKLER

Biyografisi

Kişisel web sayfası
Plak firması

Share.

Leave A Reply

8 + thirteen =

error: Content is protected !!