Emanuel Ax / İyi Rahmaninov çalan piyanist çok, ben çalmasam da olur

0

Klasik müziğin zirvesinde uzun yıllardır yerini korumayı başaran bir avuç virtüözden biri Emanuel Ax. Efsanevi Arthur Rubinstein’ın el verdiği, Isaac Stern’in oda müziğinde yol arkadaşı kabul ettiği Ax, 59 yaşında ve ününün doruğunda. Geniş repertuvarı, son derece şiirsel Beethoven, Brahms, Chopin yorumlarıyla tanınıyor. Egosunu yenen, kendisiyle dalga geçecek kadar hayatla barışık, alışılmadık bir virtüöz. 40 yıllık tecrübesine karşın hâlâ heyecandan bacakları titreyerek sahneye çıktığını söylüyor her fırsatta, “çok yeteneksizim, şeflik yapamam” diyor hiç çekinmeden. 2007 Nisanı’nda Beethoven ve Schumann’ın eserlerini yorumlayacağı iddialı bir resital için İş Sanat’a geleceğini öğrenince New York’taki evinden aradık. Kahkahalarla dolu bir sohbette müthiş bir müjde verdi: “Yo Yo Ma ile repertuvarımıza bir Türk kadın bestecinin eserini alacağız, gelecek yılın ilk konserlerinden itibaren eserini seslendireceğiz.”

 

You Tube’e yüklenen Charlie Rose Şov’daki röportajınızda açıkladığınız, Brahms’ı sevme nedeninizi hayatım boyunca unutamayacağım. Rose’un amatör sorularına nezaket sınırları içinde tepki göstermek için mi bu yorumu yaptınız, eğer böyleyse ben de ayağımı denk alayım…
– Hatırlayamadım…
En sevdiğim besteci Brahms’tır, çünkü her şeyden önce benim gibi tombuldu, diyorsunuz…
– (Gülüyor) Tepki duyduğum için söylemedim. Şaka yapmak istedim sadece… Gerçekten de en sevdiğim bestecilerden biridir Brahms. Ancak sevdiğim başka birçok besteci var. İçlerinden birini seçmek zor. İçlerinde Brahms’ı kendime en yakın hissettiğimi söylemekle yetineceğim.
Meşhur espri yeteneğinizi sonuna kadar kullanacağınızı tahmin ettiğim, komik başlıklı otobiyografinizi yazmaya başladınız mı, isimde bir değişiklik var mı?
– (Kahkahalar) Henüz başlamadım… Üzülerek söylüyorum ki, yazma konusunda o kadar yetenekli değilim… Ama birgün yazmaya başlarsam ismi şimdiden belli: Duygusal Patates. Değiştirmemeye kararlıyım. (Kahkahalar)

Yaşlılığın makbul olduğu
son kalelerden biri müzik

Brahms’ın ikinci piyano konçertosunu kaydetmek için 50 yaşına kadar beklemenizin özel bir nedeni var mıydı? Bu konçerto piyanistler arasında konçerto repertuvarının zirvesi kabul ediliyor, zirveye tırmanmadan yeterince olgunlaşmayı mı beklediniz yoksa fırsat mı olmadı?
– Her ikisi de çok zor eserler. İlk konçertoyu 35 yaşında kaydetmiştim. İkincisi ise gerçekten çok zor bir eser. Doğru ve hakkıyla çalabilmek için yıllarca çalışmam gerekti. Böylesine önemli bir eseri yorumlarken, büyük bir orkestra şefi bulmak gerekir. Bertnard Haitink ya da James Levine gibi bir şef bulmak için zaman gerekiyor. Onlar da çok meşgul, kendi programları var. Bazen kayıt ayarlamak uzun zaman alıyor. Ama ne kadar uzun zaman beklenirse o kadar iyi… Müzik, hayatta yaşlılığın kötü bir şey olmadığı son kalelerden biri…
Altı yaşında piyanoya başlamanıza sebep olan, Carnegie Hall’daki konserlerini kaçırmadığınız Arthur Rubinstein’la 24 yaşında karşılaştığınızda neler oldu, sohbet etmeyi, dostluk kurmayı başarabildiniz mi? Tanışıklık hayatınızda önemli dönüşüme yol açtı mı?
– Yarışmadan sonraki birkaç yıl, ne zaman Rubinstain New York’a gelse buluşurduk. Dört ya da beş kez birlikte ders yaptık. Herbirinde bir eser çalardım ona. Chopin’in ikinci piyano konçertosu, birkaç Ravel, Brahms’ın ikinci piyano konçertosunu çaldım… Gayet şefkatliydi. Zaman ayırma açısından çok cömert davrandı. Epeyce ilgilendi. Eserler ve Rubinstein’ın çalışma yöntemi konusunda çok şey öğrendim. Bir ya da iki kez birlikte akşam yemeği yedik, sohbet ettik. Onu biraz tanıma fırsatı buldum. Bu açıdan, hayatımda önemli bir değişime yol açtığını söyleyebilirim. Bende yaptığı en büyük değişim, bir eserin kendisine en güzel gelecek yorumunu araştırmaktan çok, eseri dinleyiciye en iyi duyurmanın yolu üzerine derinlemesine düşünmesiydi. Düşüncesini dinleyiciye aktarmanın yolu üzerine kafa yorardı. Ufkumu açtı bu bakış. Çünkü bir piyanistin evinde tek başına çalmasıyla, konserde dinleyiciye çalması arasında biraz fark vardır. Rubinstein dinleyiciyle iletişim kurma konusunda büyük bir ustaydı.
Rubinstein’ın eleştiride çok acımasız olduğu söylenir. Geçen yüzyılın efsanevi piyanisti ve en büyük rakiplerinden Vladimir Horowitz ‘e “Beceremiyorsun, sen bu işi bırak” dediği için uzun yıllar sahneden çekilmiş. Hayatının son yıllarında da bu kadar insafsız mıydı?
– Kişisel gözlemim farklı. Çok cömert ve şefkatliydi. Bir başka piyanist hakkında olumsuz yorumuna hiç tanık olmadım. Aslında Horowitz’in en büyük hayranlarından biriydi. Evet, Horowitz bir süre piyanoyu bıraktı. Ancak bunun Rubinstein’ın sözü yüzünden olduğuna pek inanmıyorum. Sanırım sadece bir dedikodu. (Gülüyor)
Çocukluğunuz, gençliğiniz üç farklı kültürün içinde geçti, kişiliğinizin oluşumunda en çok hangisi etkili oldu? Üç kuşak New Yorklu bir ailenin çocuğu olarak doğsaydınız müzikal yaklaşımınızda neler eksik kalırdı?
– New York’un en ilginç özelliği sadece göçmenlerden oluşması. (Gülüyor) Piyano öğretmenim Polonyalıydı, oda müziği öğretmenim Viyanalı, armoni hocam İsrailliydi. Öylesine karışmış ki kültürler. Aslında bütün dünyada aynı karışımı görüyoruz. Herhalde Berlin Filarmoni’de onlarca farklı ulustan müzikçi vardır. Juilliard Akademisi’ndeki öğretim üyeleri de aynı şekilde. Günümüz dünyasında milli kimlikler eskisi kadar kristalize değil. Alman, Rus ya da Amerikan ekolü artık eskisi kadar önemli değil. Bireysel özellikler, aile, arkadaşlar, ülke kültüründen daha etkili oluyor kişiliğin gelişiminde. Polonya kökenli birçok arkadaşım var, herbiri diğerinden farklı.
Yine de insan düşünmeden geçemiyor, acaba Polonya kökenli olmasanız, 50’li yaşlarda Chopin’e geri döner miydiniz, bu şekilde mi yorumlardınız?
– Chopin sevgimde, yıllar sonra ele almamda, bu yaklaşıma ulaşmamda, çocukluğumun Polonya’da geçmesinden çok tek piyano öğretmenimin Polonyalı olmasının, Polonya geleneğinin çok iyi bir temsilcisi olmasının payı var.

Yo Yo’dan henüz hayalimdeki
otomobili alamadım

Oda müziği tecrübesinin müzikçi için gerçek okul olduğu söylenir. 16 yaşından bu yana Yo Yo Ma’yla ikili çalışmalar yapıyorsunuz. Uyumunuz, geliştirdiğiniz yaratıcı dil hayranlık uyandırıyor. Yollarınız kesişmeseydi, kişiliğinizde, virtüözitenizde büyük bir farklılık olur muydu?
– Sanırım hayatım çok farklı olurdu. Yo Yo, müthiş bir müzikçi, iyi bir arkadaş, harika bir kişi. Tüm bunların ötesinde, günümüz dünyasında dinleyiciyle, insanlarla doğrudan iletişim kurma konusunda en büyük ustalardan biri. Uzun zamandır birlikte çalışıyoruz, bu sayede ondan çok şey öğrendim. Özellikle de diğer toplumlara, kültürlere merak, keşif arzusu konusunda. Tüm dünyayı dolaşıyor, farklı kişilerle iletişime giriyor, diğer kültürleri öğrenmeye çalışıyor. Bu kadar meraklı olması müthiş. Onun kadar olmasa da diğer kültürlere açık olmayı öğrenmeyi becerdim.
Müziğin dışında etkilendiğiniz, onun sayesinde keşfettiğiniz şeyler oldu mu?
– Öncelikle beni çok sayıda farklı müzikle tanıştırdı. İran, Çin müziği, caz, rock… Tüm bu alanlarda çalışan çok sayıda müzikçi tanıyor. Bu sayede dünya edebiyatı, resmi, farklı felsefeleri, kültürel özellikleri biliyor. Onun merakı sayesinde ben de çok şey öğreniyorum. Çok iyi arkadaşız hâlâ. Neler yaptığını merak eder, telefon ederim sık sık, arada buluşup sohbet ederiz.
Noeldeki hediye meselesi, fıkraya dönüşmüş, müzik dünyasında dolaşıyor. Doğru mu bu olay, yoksa şehir efsanesi mi?
– Tamamen doğru… Teşekkür mektubu geldi… Ama henüz son mesajıma cevap gelmedi, yani otomobili alamadım… (Kahkahalar)
Şostakoviç dışındaki Rus bestecilerine elinizi bile sürmemeniz Rus romantizmine alerjinizden mi kaynaklanıyor? Rahmaninov ya da Çaykovski size neden bu kadar uzak?
– Şoskatoviç’in birinci piyano konçertosunu konserlerde çaldım, sadece piyanolu üçlüsünü ve bir sonatını kaydettim. Rus klasiklerini severim. En sevdiğim eserlerden biri Çaykovski’nin Eugene Onegin operasıdır. Rus konçertolarını dinlemek zevk verir. Rahmaninof’un piyano konçertolarını dinlemeyi çok severim mesela. Ama yorumculukta pek iyi değilim. Bu benim eksikliğim. Gereken tınıyı yakalayamıyorum. Gençliğimde, Rahmaninof’un ikinci piyano konçertosunu çalardım konserlerde. Ama şimdi bu eseri çalmak için çok yaşlıyım. (Gülüyor) Çok fazla nota var başa çıkılması gereken… Bu eserleri günümüzde çok güzel yorumlayan birçok piyanist var…
Van Cliburn’ün Moskova’daki Çaykovski Yarışması’nı kazanmasının 50. yıldönümü, geçen ay Amerika’da piyanistin de katıldığı bir kokteyle kutlandı. New York Times, yarışma dönüşünde Cliburn’ü New York sokaklarında 1200 kişilik kortejin karşıladığını, 100 bin kişinin sokaklara döküldüğünü yazdı. Kuşkusuz bu coşkuda soğuksavaş atmosferinin de etkisi vardı. Yine de günümüzde hiçbir yarışma kamuoyunda bu etkinin binde biri kadar yankı uyandırmıyor. Sizce neden? Yarışmaların devri kapandı mı; hala yarışma kazanma uğruna kafasını taştan taşa vuran gençlik yıllarını yakanlara ne tavsiye edersiniz?
– O günleri çok iyi hatırlıyorum. Ukrayna’daydım. Haberi aldığımda çok heyecanlanmış, sevinmiştim. Artık yarışmaları takip etmiyorum, bu nedenle soruya cevap verecek kadar bilgim yok. Genç piyanistlere şunu söylemek isterim: Günümüzde yarışma kazanmak için çok çok şanslı olmak gerekiyor. Kuşkusuz iyi çalmak da önemli ama gerçekten şans gerekiyor. Genç piyanist kazanamadığında bunalıma girmemeli. Denemeyi sürdürmeli. Yarışmalarla ilgili bilinmesi gereken en önemli gerçek şu: Kazanmak değil, sesini duyurmaktır esas amaç. Kazanamasa bile, dinleyiciler arasındaki bir organizatör genç piyanisti çok beğenebilir, konser teklif edebilir. Bu açıdan, yarışmaya katılmak piyango bileti almak gibidir. Piyanist iyi hazırlanıp, en iyi şekilde çalmalı. Bunun dışındaki hiçbir şeyin onun kontrolünde olmadığını bilmeli, bu gerçeği kabul etmeli.

Yeni eserler çalmazsak
çok sıkıcı hale geleceğiz

Emprovizasyonla aranız nasıl, bu açıdan caz piyanistlerinin özgürlüğünü kıskandığınız olur mu; çok sevdiğiniz, taktir ettiğiniz cazcı var mı?
– Emprovize yapabilmeyi çok isterdim. Ama hiç yeteneğim yok bu konuda. Bunun için caz dinlemeyi çok seviyorum. Öyle şeyler yapıyorlar ki, bunları yapmayı hayal bile edemem, öylesine müthiş. Üç piyanisti çok seviyorum: Oscar Peterson, Andre Previn, Eroll Garner…
Gelecek yıl 60’lı yaşlara adım atacaksınız. Bu dönemde gerçekleştirmek istediğiniz en önemli hayaliniz nedir?
– Sadece biraz daha iyi çalmak isterdim. Gerçekten, tek isteğim bu… Kendimi geliştirmem gereken birkaç yıl daha var önümde hâlâ… İyice ihtiyarlamadan önce… (Gülüyor)
Kendinize 10 üstünden 2 verdiğinizi okudum bir haberde, beklediğiniz ilerlemeyi sağlarsanız karne notunuzu kaça yükselecek?
– (Gülüyor) Umudum notumu yüzde 10-15 artırmak…
Neredeyse her röportajda konserden önce çok telaşlandığınızı, heyecanlandığınızı söylüyorsunuz. Peki bu heyecanın sahnede dikkatinizi dağıtmasını nasıl engelliyorsunuz?
– Heyecanlımla yaşamayı öğrenmeye çalışıyorum. Hayatta en zor işlerden biri sahneye çıkmak. Yapabildiğim tek şey heyecanla yaşamaya alışmak, dinleyiciyle iletişimimi engellemesine izin vermemek…
Günümüzün birçok önemli virtüözü çağdaş müziğe mesafeli, repertuvarlarına almaktan kaçınıyor. Fakat siz epeyce ilgilisiniz. Bunu bir görev duygusuyla mı yapıyorsunuz yoksa severek mi?
– Görev duygusuyla başladım. Fakat şimdi gerçekten zevk alıyorum. (Kahkahalar) Bestecilerle bir araya gelmeyi, günümüz müziğindeki gelişmeleri yakından görmeyi sevmiyorum. Eğer bizler günümüz müziğini seslendirmezsek, hep beraber berbat ve sıkıcı bir müzeye dönüşeceğiz… Kuşkusuz seslendirdiğim tüm eserler yarına taşınamayacak, bir ya da ikisi yarına kalsa o bile mutluluk verici.
Orkestra yönetmenin dev bir aslan sürüsüyle kafese girmek kadar tehlikeli olduğunu söylerler. Geçmişte aslanlar Mahler’i parçalamış, Karajan canını zor kurtarmış. Bu nedenle mi “asla ama asla şef sehpasına çıkmam” diyorsunuz.
– Yetenek meselesi… Çello ya da piyano çalmak gibi çok özel bir yetenek gerektiriyor şeflik. Bende bu yetenek yok ne yazık ki…

Gençleri sohbete bekliyorum

Türk müzikçilerle, bestecilerin eserleriyle yolunuz kesişti mi?
– Türk bestecilerin eserlerini Yo Yo Ma’dan dinledim ilk kez. Repertuvarında birkaç Türk bestecisinin eserleri var. İsimlerini hatırlamamakla birlikte hepsini çok seviyorum. Gelecek yıl birlikte vereceğimiz ilk resitallerde, bir Türk kadın bestecinin eserlerini de seslendireceğiz. Ancak bestecinin ismini hatırlayamıyorum.
İstanbul’daki resitalinizde Beethoven, Schumann’in ikişer eserini yorumlayacaksınız, bu seçimin özel bir nedeni var mı?
– Beethoven’le Schumann’ın eserleri bir arada seslendirmeye çok uygundur. Schumann, Beethoven’i çok severmiş. Bonn’a bir Beethoven heykeli yerleştirilebilmesi için para gerekiyormuş. Konserde seslendireceğim Opus 17 Fantezi’sini bu amaçla yazmış, telifini Bonn’a göndermiş.
Genç piyanistlerle sohbet etmek için zamanınız olacak mı?
– İstanbul’a ilk kez geliyorum ve kenti çok merak ediyorum. Eşimle birlikte gelip, konserden sonra iki gün daha kalacağım. Bu süre içinde gençlere de zaman ayırabilirim, hatta meraklı ve yetenekli gençlerle tanışmaktan çok mutlu olurum…
(Serhan Yedig / 13 Nisan / Hürriyet)

FIKRA GİBİ MESAJ TRAFİĞİ
Birkaç yıl önce Yo Yo Ma’ya doğum gününde kuryeyle bir kutu gönderildi. İçinde New York’un en ünlü butiklerinden birinden alınmış pahalı bir kazak vardı. Ancak içinde gönderenin kimliğiyle ilgili not yoktu. Çocukluk arkadaşı, iyi dostu Emanuel Ax’ın gönderdiğini düşünüp, bir mektup yazdı. Bu özel ve nadide hediye için teşekkür etti. Dört gün sonra kurye kapısını çaldı. Aynı mağazanın kutusundan çok güzel bir kaşmir kazak çıktı. İçindeki notta şu yazıyordu: Sevgili Yo Yo, umarım bana teşekkür ettiğin kazak budur… Aradan birkaç ay geçti. Ma bir noel kartı aldı. İçinde şu not vardı: Sevgili Yo Yo, bu sabah camdan baktım… Sana nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum. Kobalt mavi Saab 9000 Turbo’nun benim hayalimi süsleyen otomobil olduğunu nereden biliyordun?..

HÂLÂ GÜNDE DÖRT SAAT ÇALIŞIYOR
Nazilerin elinden zor kurtulan Ukraynalı bir ailenin tek çocuğu Emanuel Ax. Polonya’nın Lvov kentinde doğdu. Babası konuşma terapisti ve amatör piyanistti. Altı yaşında, Arthur Rubinstein’ın Chopin albümünü dinlediğinde piyanist olmaya karar verdi. İlk öğretmeni babasıydı. 10 yaşındayken ailesiyle Kanada’da Winnipeg’e, ertesi yıl da New York’a taşındılar. Juilliard’da bursla okumaya başladı. Polonyalı Mieczylaw Munz ikinci ve son öğretmeni oldu. 19 yaşında babası öldü. Annesi bakıcılık yaparak oğlunu okuttu. Ax, Juilliard’ın yanı sıra Columbia Üniversitesi’nde Fransız Filolojisi okudu. 1974’te, 25 yaşında, 1. Arthur Rubinstein Yarışması’nı kazandığında bir gecede şöhrete kavuştu. Dört yıl sonra Avery Fisher Ödülü’nü aldı. 1986’dan bu yana ikisi solo, dördü okul arkadaşı Yo Yo Ma’yla, biri piyanolu beşliyle olmak üzere toplam yedi albümüyle Grammy ödülü kazandı. Yoko Nozaki’yle evli, oğlu Joseph 32, kızı Sarah 26 yaşında. Juilliard’da öğretmenliği sürdürüyor, hâlâ günde en az dört saat piyano çalışıyor. Çağdaş müzikle de yakından ilgileniyor. Michael Tippett, Paul Hindemith, H. Werner Henze, William Bolcom’un eserlerini repertuvarına alan Ax, John Adams, Christopher Rouse, Bright Sheng, Evelyn Glennie gibi birçok çağdaş bestecinin de eserlerinin ilk seslendirmesini yaptı.

Linkler

Biyografisi
Kişisel web sayfası

Share.

Leave A Reply

4 × 2 =

error: Content is protected !!