Okay Temiz / İsveçli kadınlar caza gerçekten sahip çıkmıştır!

0

Okay Temiz 1972’de caz dünyasının tanınmış basçısı Palle Danielsson, davulcu Bobo Stenson ve saksofoncu Lennart Aberg’le Stockholm’de Oriental Wind’i kurmuştu. Dört yıl bu kadroyla dünyayı dolaşan, İsveç’e gurur vesilesi olan topluluk 1978 sonrasında farklı müzikçilerle yoluna devam etti. Etnik caza yeni soluk getirdi. Oriental Wind’in kurucu kadrosu 24 yıl sonra, 2002’de İstanbul’da özel konserde bir araya geldi. Bu fırsatı değerlendirip Okay Temiz’le topluluğu, İsveçli genç kızların dünya cazına katkısını ve Türkiye’ye dönüşünü konuştuk.

Muaffak (Maffy) Falay, İlhan Erşahin, Selçuk Sun gibi Türk cazı için önemli olan birçok isim İsveç’te parladı. John Coltrane’den, Dexter Gordon’a kadar birçok efsanevi cazcının hayatında da Stockholm’ün önemli yeri olduğunu görüyoruz. Hikmeti nedir bu şehrin?
– Cazcıları çeken şehrin soğuğu, karı değil tabii ki. Biraz mizaha kaçacak söyleyeceğim, ama gerçek: İsveç’in kadınları gelen müzikçilere sahip çıkmıştır. Dünyanın en önemli cazcılarının İsveç’te mutlaka bir çocuğu var. Onları görmek için her yıl bir kez uğrarlar. Konser verip, workshop düzenlerler. İkinci önemli özellik devlet desteği. İyi müzik yapana devlet destek oluyor. Üçüncü özellik gençlerin kurduğu kültür ağı. Gelip sizi dinliyorlar. Yaratıcı, yenilikçi işler yaptığınızı gördüklerinde bu haberi her yere yayıyorlar. Çalışmalara katılıp kültür alışverişinin yolunu açıyorlar.
Giderken İsveç’in bu özelliklerini biliyor muydunuz, yoksa tesadüf mü oldu?
– Tamamen tesadüf; kader. Fransa’ya gidebilirdim. Annem Fransız kültürüyle yetişmiş, bizlere de bunu aşılamıştı. Türkiye’den ayrılırken niyetim İtalya’dan enstrüman alıp Türkiye’ye dönmekti. Danimarkalı bir kızla tanıştım, kendimi ülkesinde buldum. 1967’de dostum Muvaffak Falay‘ı ziyaret etmek için gittim İsveç’e. Trompetçi Don Cherry’le tanıştım. Tüm dünya müziklerine açık, avandgarde müzik yapan bir cazcıydı. Büyükçe bir binada yaşıyordu. Duvarları eşinin resimleriyle süslü bu bina müzik merkezi gibiydi. Don Cherry bizi dinleyince, bu müzik bebop’a benziyor, dedi. Başladık birlikte çalmaya. Bir yandan da Maffy ile Sevda grubunu kurmuştuk.

Oriental Wind, İsveç’in gözdesiydi

İsveçli müzikçilerin arasından sıyrılıp devlet yardımı almak zor olmadı mı?
– İsveç tarihinde devletten ilk yardım alan ilk grup Sevda oldu. 1972’de 15 bin kron yardım aldık. Daha sonra Oriental Wind’e uzun yıllar İsveç hükümeti yardım etti. 60 bin kronla başladı, 180 bin krona kadar çıktı. Sanat fonlarından en büyük yardımı yıllarca ben aldım. Grupta devlet yardımını reddeden, almayanlar da vardı. Tromboncumuz Ede Berim mesela. İsveç’te müziğin kalitesine ve sosyal hayata katkısına bakıp destek oluyorlar. Bizim müzik atölyeleri düzenlememiz, ülkeyi gezip çocuklara, gençlere perküsyon öğretmemiz devlet tarafından desteklenmemizi sağladı. Kültür Dairesi ülke içinde gençlere yönelik etkinliklere çok önem veriyordu. Oriental Wind’le dünyayı da dolaştık. İsveç’in yurtdışına açılan ilk grubuyduk. Aylarca süren turnelere çıkardık. Bu nedenle bir arkadaşımız eşinden ayrıldı.
İsveç kadınlarının cazcılardan desteklerini çektikleri noktalar da var demek ki… O yıllarda cazın birçok önemli ismiyle karşılaşmış olmalısınız. Kimler var tanıştıklarınız, birlikte çaldıklarınız arasında?
– Ben girişken bir insanım. Gider kendimi tanıtırım, sohbet ederim. Berklee mezunları gibi değilim. Türk olduğumu duyunca çok ilgileniyorlar. Saksofoncu Dexter Gordon’la 1968’de Danimarka’da böyle tanıştım. Kopenhag’daki caz kulübünde bir hafta birlikte çaldık. Johnny Griffin, Art Farmer’la çaldık. Clark Terry bakır davullarıma hayran olmuştu. Stockholm Radyo Senfoni Orkestrası’nın perkusyonculuğunu yaptım yıllarca. Gil Evans, George Russell Big Band’le konserler verdim. İsveç’e gittiğimde büyük davulcu değildim, ama tekniğim iyiydi. İyi cazcılarla çalarken caz davulunu öğrendim. Bir yandan etnik caz yaparken bir yandan da Art Farmer ya da Clark Terry’nin gelmesini dört gözle beklerdim. Onlarla birlikte çalmak müthiş bir heyecandı benim için. Sonra Don Cherry’nin daveti üzerine New York ve Boston’a gittim, davul dersi verdim. Ornette Coleman’la jamsession’lara katıldım. Tanışmayla, oturup sohbet etmekle, birlikte yemek yemekle öğreniliyor caz. Okulda değil.

Deprem sonrası anlaşılabildi

Sayenizde birçok Türk müzikçi İsveç’e yerleşti sanıyorum…
– Türkiye’den birçok müzikçinin gitmesine yardımcı oldum. Kardeşim Bodrum’da meyhanelerde çalan bir kemancıya rastlamış. İyi şarap ikram ettiğin zaman harika çalıyor, dedi. Dinledim; gerçekten müthiş. İsveç’e götürdüm, beraber konser verdik. Salonlar yıkıldı. Salih Baysal o yıl Podyum Dergisi’nce dünyanın en iyi dört caz kemancısından biri seçildi. Şavşatlı zurnacı Ziyaettin Aytekin’in İsveç’e gelmesi ve yerleşmesi için çok uğraştım. Şimdi orada çok popüler. Gayda, ney çalan Hacı Tekbilek aynı şekilde.
1982’de İstanbul’da verdiğiniz bir konserden sonra yaptığımız söyleşide “Benim kıymetimi İsveç biliyor, Türkiye bilmiyor; yurduma dönmeyi düşünmüyorum” demiştiniz. 1990’ların sonunda Türkiye’ye yerleştiniz, el üstünde tutuluyorsunuz, atölye çalışmalarınız büyük ilgi görüyor, hayat standartlarınız gayet iyi. Hayatınızdan memnun musunuz, yoksa geri dönmeyi düşünüyor musunuz?
– Üç kez ülkeme kesin dönüş yapmayı denedim. İlk ikisi başarısızlıkla sonuçlandı. Üçüncüsü Başbakan Ecevit ve Kültür Bakanı İstemihan Talay’ın sayesinde gerçekleşti. Ecevit’le, Senem Diyici‘nin “Takalar” yorumu için Fransa’ya geldiğinde tanışmıştık. Uzun bir sohbette İsveç’in kültür politikalarını anlattım. Gerçi ifade özgürlüğü ve Güneydoğu konusunda pek uzlaşamadık ama güzel bir sohbetti. Mehter projesini geliştirirken ve gerçekleştirirken Talay ile Ecevit’in desteğini gördüm; bu sayede Türkiye’ye son dönüşüm başarılı oldu. Ardından deprem geldi. Yıllardır İsveç’te uyguladığım, Türkiye’de kimseye anlatamadığım ritm terapisi projesini Banvit sponsorluğunda Gölcük’te uyguladım. Yararı anlaşıldı. Nokia ve Burhan Karaçam’ın desteğiyle bu çalışmalara devam ettik. Gölcük’te 50 kişilik perküsyoncu grubumuz oldu. Bunların yanısıra Magnetic Band’la ABD’de beş yıldız alan bir albüm yaptım.

Sponsorun tuhaf sorusu

Ritm terapisi ya da ritm atölyesi çalışmalarında nasıl bir program izliyorsunuz; büyük şirketlerde uyguladığınızda insanların hayatına ne gibi katkısı oluyor?
– Bu çalışmalar ritm bilinci kazandırıyor. Duyduğunuz, bilinçaltlarına kazınan ama ayrımına varmadıkları ritmleri keşfetmelerini sağlıyor. İçlerindeki ritmi keşfediyorlar. Hiç çalamayacağını düşünenler bu işi başardığını görünce özgüvenleri pekişiyor, paylaşımı, dengeyi öğreniyorlar. Dikkatleri, refleksleri gelişiyor. Aynı zamanda rahatlıyorlar, ritm çalışması terapi işlevi görüyor. 200 ila 600 kişi arasında değişen gruplarla çalışıyoruz. Doğum günüm olan 11 Şubat’ı Dünya Ritm Günü ilan ettim. Tüm grupları birleştirip CRR’de bir konser vereceğiz.
Bir zamanlar enstrüman icat edip bunlarla yeni projeler geliştirirdiniz. Ortaya henüz çıkarmadığınız yeni çalgı var mı?
– En son Elektronik Piramit’i yaptım. Kilden bir dizi perküsyon yapmayı denedim. Fırın sıcaklıklarını tutturamadılar, hala uğraşıyorum. Daha sonra enstrümanların konser ortamına yayıldığı, içlerinde dolaşabileceğimiz bir proje tasarladım. Değişik boy ve çapta dev borulardan oluşacaktı enstümanlar. Akord edip yüzlerce boruyu Aya İrini’nin bahçesine dizecektik. Dört perküsyoncu içine girip çekiçle çalacaktık. Fakat sponsorumuz “kaç metre boru gider” diye sorunca vaz geçtim.
Bir gün posta kutunuzdan açık çek çıksa ne yapar, hangi hayalinizi gerçekleştirirdiniz?
– Dünyanın her yerinden müzikçilerin geleceği, ortak çalışmalar yapabileceği dev bir ritm okulu kurardım. Hayallerimden biri de davulu ritm ögesinin dışında kullanabilecek müzikçilerle çalabilmek. McCoy Tyner bunların başında geliyor. Jan Garbarek ve hayatta olsaydı Miles Davis’le çalabilseydim.

30 yılda, 2300 konser

Oriental Wind sizin müzikçi seçerek oluşturduğunuz bir proje grubu muydu; yoksa Danielsson, Aberg ve Stenson’la dostluğunuzdan mı kaynaklandı?
– Palle, Bobo ve Lennart’ın o günlerde Rena Rama adında bir grubu vardı. Avandgarde caz yapıyorlardı. Müzisyenlerin toplandığı free jazz yapılan garaj gibi mekanlarda birlikte çaldık uzun süre. Sonra grubu kurduk. Herkes müziğe sesini kattı. Ortak bir ses çıktı ortaya. Aynı zamanda bir proje grubuydu. Çünkü İsveç proje ülkesi. Eğitim amaçlı birçok proje geliştirdik.
Palle Danielsson, Kuzey Cazı’nın önemli isimlerinden. Sizden önce ve sizden sonra hep dingin denebilecek çalışmalarda yer aldı. Bu kadar ağır bir adamı nasıl yoldan çıkardınız, “Fidayda” çalmaya nasıl ikna ettiniz?
– (Gülüyor) Palle çok seçkin bir üsluba sahip. Arild Andersen’e, Eberhard Weber’e benzemez. Çok sıcak bir tonu vardır. Akıcı çalar. İsveçli cazcılar etnik müzikle çok ilgili insanlar. Dünya müziklerini dinliyor, yeni ifade biçimleri arıyorlar. Palle açık görüşlü, denemelerden hoşlanan bir müzikçidir. Ayrıca çok iyi dosttuk. Hep birlikte bir aile gibiydik.
Fakat iki yıl sonra enerjinize dayanamayıp havlu attı galiba; gruptan ilk ayrılan o oldu, değil mi?
– Başka projelerde yer alması teklif edildi. Daha cazip geldi ve ayrıldı. Bir başka sorun benim kadar eğitim amaçlı çalışmalara yatkın olmamalarıydı. Onlar çalalım ve gidelim, diyorlar. Oysa konser öncesi, sonrası workshop yapıyorduk. Gençlerle sohbet ediyorduk. Bu özelliğimiz sayesinde İsveç hükümeti bize fonlardan destek veriyordu.
Palle Danielsson ve Bobo Stenson ayrıldıktan sonra Oriental Wind dağılma tehlikesi geçirdi mi?
– Palle’nin bas tınısını başkasıyla yakalayamadık. Onun esnekliğine sahip basçılar Ron Carter, Dave Holland gibi ustalar olabilir ancak. Palle’nin yerine Polonyalı basçı Bronislav Suchanek geldi. Bobo’nun yerine bir süre kimseyi almadık. Almanya konserlerine başladığımızda basçı Johnny Dyani ekibe katıldı. Müziğimiz değişti. Afrika tınısı belirgin hale geldi. Fransa’da saksofoncu Dou Dou Guiran’la konserler verdik. Daha sonraki yıllarda Hacı Tekbilek ve benim dışımda kadro sürekli değişti. Saffet Gündeğer’in önemli katkısı oldu. Aka Gündüz sayesinde müziğimize tasavvuf soluğu, soluk alacak boşluklar geldi. Hollandalı piyanist Jasper Van’t Hoof caz duygusunu güçlendirdi. Bir ara ut ve cümbüşle annem Naciye Temiz bile katılmıştı grubumuza.
Bu aşamadan sonra proje grubuna dönüştü demek ki; Avrupa’da bu kadar başarılı olan bir grup neden ABD’de sesini duyuramadı?
– Menajerimiz ve bizi destekleyen organizasyon olmadığı için. Ahmet Ertegün’ün desteğiyle Kanada’da, Montreaux Festivali’nde çaldık. Eleştirmenlerden büyük övgü aldık. Ertegün telefon açıp tebrik etti. ABD’de aynı başarıyı tekrarlayabileceğimizi söyledim. Fakat o, klasik caz çalmadığımız için ABD’de tutunamayacağımızı düşündü. Üç yıl önce Magneticband’la yaptığım albüm Down Beat’ten beş yıldız aldı. Yine aradım Ertegün’ü; destek istedim. Tebrik ederim kardeşim, dedi. İlhan Mimaroğlu ve Arif Mardin’den de tebrik almakla yetindim.
Oriental Wind kadrosunu genişletecek mi?
– Hayır, geniş bir kadroyla çalışmayı düşünmüyorum.
1970’lerde etnik cazda öncüydünüz. Şimdilerde etnik caz çok popüler. Türkiye’de bile neredeyse herkes, Burhan Öçal, Laço Tayfa, Asia Minor ve adını hatırlayamadığım birçok grup, solist bu alanda çalışıyor. Kulvar değiştirmeyi düşünüyor musunuz?
– Arada bir beni arayıp, aynı yolda yürüyoruz, diyorlar. Ben de herkesin yolunun farklı olduğunu söylüyorum. 20 yıl önce yaptıklarım tekrarlanıyor. Oriental Wind köklü müzik birikimine sahip avandgarde müzikçilerden oluşuyor. Etnik temalar sadece çıkış noktası. Bu temayla zaman içinde, türler arasında özgürce yolculuğa çıkıyorlar. Bugüne kadar 330 festivalde 2300 konser verdik, sekiz albüm kaydettik, kendi yolumuzda yürümeye devam ediyoruz.
(Serhan Yedig / Şubat 2002 / İş Müzik)

Linkler

Okay Temiz’in web sayfası
Vikipedi biyografisi

Share.

Leave A Reply

five − 4 =

error: Content is protected !!